360
pişmanlık, çaresizlik, yalnızlık, iç ağrısı gibi bir dolu sorunla boğuşup azap çekmekte olan sözlük şeysi. kahpe kader bir sene "vurdurup" da ulaşabildiği, askerliğin güya en güzel zamanlarının o saçma mutlululuğunu bile çok görmüştür kendisine. zaten kaynaşamayacağı zamanlarda yanıbaşında durup arada bir kendini gösteren mutluluk yine olması gereken zamanlarda çook uzaklara gitmiş, neden hüzünleri bu kadar sevdiğini bir kez daha hatırlatmıştır. deli çavuş muhabbetleri ise zirve yapmış, "amanın intihar edecek galiba" telaşıyla nöbet yerlerinden toplanıp psikologlara gönderilerek "bölüğün zayıf halkası" gibi muhteşem ünvanlarına ilgi orospusunu eklemiştir.
işin en bir anektod tarafı ise ne biliyor musunuz?
odasında zar zor edebildiğim üç beş cümleden sonra gözümden gelen yaşlara mani olamayınca gelip bana eşlik eden psikolog kadar, orda burda yazdıklarımı görüp soran tipler kadar, "kardeşim böyle böyle bişeyler dönüyor" diye bir kenara çekip soran devrelerim kadar, hatta ve hatta "aman soruşturma yemeyelim durduk yere" telaşını "önemli olan sizin sağlıklı şekilde askerliği atlatmanız" lafıyla kamufle eden(!) komutanlarımız kadar bile sikime takmıyor oluşum.
hatta itiraf etmek gerekirse bölük yolunda o paylaşımları yaparken kafamda ciddi ciddi vardı o fikir. ama olmadı, yapmadım veya yapamadım; emin değilim hangisi olduğuna. ender gelişen ossasuna atakları misali ara ara yaptığım etiketli işlerle yüzlerini güldürsem de hiçbir zaman iyi bir evlat ve kardeş olamadığım aileme bir de bunu yaşatmak istemedim belki de. zaten yaşıtlarından hatta diğerlerinden fazlasıyla farklı, bütün gün odasına kapanık yaşayan, okulunu sittin senede zar zor bitirebilmiş, herkesinkinden farklı ve absürd bir yaşam görüşüne(yaşam görüşü de ne demekse bu arada) sahip biri olarak yeterince zorluk çıkarıyorumdur onlara. üzerine bir de evlat acısını ekleyip zaten çalışıp didinip çarçur ede ede tükettiğim parayı kazanmaktan başka birşey yapamadıklarından pek birşey anlamadıkları hayatlarının kalan kısmını da zehir etmek istemedim.
aslında kafam yazdıklarım kadar karışık değil. belli sahneler dönüp duruyor kafamda, belki bir-iki saati geçmez. galatasaray maçında geri pası ıskalayan fevzi gibiyim diye yazmıştım bir keresinde. o ruh halinden sıyrılamadım hala, beklemeye devam ediyor olsam da hiçbir bok beklemiyorum aslında. ruhani lideri tapınakta seks partisi yaparken yakalanmış mürid gibiyim bir yandan da. bütün değerlerim alt üst, hayatım da öyle. neyin ne olduğunu anlamaya çalışan bebek gibi dolanıp duruyorum. daha önce acıdığım çocuklara şimdi kan kusturuyorum, üstlerimle zaten aram iyi değildi artık kafa kafaya gelme noktasındayım. olmadık şeylere bağırıp çağırabiliyorum, gereksiz konularda otoyol kenarı ablaları gibi kahkahalar patlatabiliyorum. derin derin iç çekiyorum, göğsümün üzerinde oturuyormuşcasına canımı yakan şeyi iteklemeye çalışıyorum falan... belki intihar etmiyorum ama her gün biraz daha ölüyorum lan, azar azar ölüyorum, azalarak bitiyorum...
bu arada zarfı komutanına götür, o açıp okusun diye verdiğiniz zarfı tabi ki açıp okudum binbaşım. o abuk sabuk kelimeyi eve gelince araştırdım, asker olduğunuz kadar da hekimmişsiniz hakikaten. son 11 ayda üstlerimden görüp duyduğum muhtemelen yegane doğru tespiti yapmışsınız..
(bkz: anksiyete bozukluğu)
işin en bir anektod tarafı ise ne biliyor musunuz?
odasında zar zor edebildiğim üç beş cümleden sonra gözümden gelen yaşlara mani olamayınca gelip bana eşlik eden psikolog kadar, orda burda yazdıklarımı görüp soran tipler kadar, "kardeşim böyle böyle bişeyler dönüyor" diye bir kenara çekip soran devrelerim kadar, hatta ve hatta "aman soruşturma yemeyelim durduk yere" telaşını "önemli olan sizin sağlıklı şekilde askerliği atlatmanız" lafıyla kamufle eden(!) komutanlarımız kadar bile sikime takmıyor oluşum.
hatta itiraf etmek gerekirse bölük yolunda o paylaşımları yaparken kafamda ciddi ciddi vardı o fikir. ama olmadı, yapmadım veya yapamadım; emin değilim hangisi olduğuna. ender gelişen ossasuna atakları misali ara ara yaptığım etiketli işlerle yüzlerini güldürsem de hiçbir zaman iyi bir evlat ve kardeş olamadığım aileme bir de bunu yaşatmak istemedim belki de. zaten yaşıtlarından hatta diğerlerinden fazlasıyla farklı, bütün gün odasına kapanık yaşayan, okulunu sittin senede zar zor bitirebilmiş, herkesinkinden farklı ve absürd bir yaşam görüşüne(yaşam görüşü de ne demekse bu arada) sahip biri olarak yeterince zorluk çıkarıyorumdur onlara. üzerine bir de evlat acısını ekleyip zaten çalışıp didinip çarçur ede ede tükettiğim parayı kazanmaktan başka birşey yapamadıklarından pek birşey anlamadıkları hayatlarının kalan kısmını da zehir etmek istemedim.
aslında kafam yazdıklarım kadar karışık değil. belli sahneler dönüp duruyor kafamda, belki bir-iki saati geçmez. galatasaray maçında geri pası ıskalayan fevzi gibiyim diye yazmıştım bir keresinde. o ruh halinden sıyrılamadım hala, beklemeye devam ediyor olsam da hiçbir bok beklemiyorum aslında. ruhani lideri tapınakta seks partisi yaparken yakalanmış mürid gibiyim bir yandan da. bütün değerlerim alt üst, hayatım da öyle. neyin ne olduğunu anlamaya çalışan bebek gibi dolanıp duruyorum. daha önce acıdığım çocuklara şimdi kan kusturuyorum, üstlerimle zaten aram iyi değildi artık kafa kafaya gelme noktasındayım. olmadık şeylere bağırıp çağırabiliyorum, gereksiz konularda otoyol kenarı ablaları gibi kahkahalar patlatabiliyorum. derin derin iç çekiyorum, göğsümün üzerinde oturuyormuşcasına canımı yakan şeyi iteklemeye çalışıyorum falan... belki intihar etmiyorum ama her gün biraz daha ölüyorum lan, azar azar ölüyorum, azalarak bitiyorum...
bu arada zarfı komutanına götür, o açıp okusun diye verdiğiniz zarfı tabi ki açıp okudum binbaşım. o abuk sabuk kelimeyi eve gelince araştırdım, asker olduğunuz kadar da hekimmişsiniz hakikaten. son 11 ayda üstlerimden görüp duyduğum muhtemelen yegane doğru tespiti yapmışsınız..
(bkz: anksiyete bozukluğu)