1009
öncelikle tanım yapayım. on numaralı formasını olcay şahan'a emanet etmiş takımdır. şimdi beşiktaş üzerinden ülkemizde futbola bakış temelinde yapılan bazı hatalar hakkında bir şeyler karalamak isterim.
her sezon başlangıcında takımlar hakkında çoğunlukla basın yoluyla bir kamuoyu algısı yaratılmaya çalışılır. futbolu dikkatle takip eden sözlük yazarı arkadaşlarım aşağı yukarı tahmin etmişlerdir anlatacaklarımı şimdiden ama devam edeyim. bu algı yönetimi genelde şu şekilde olur. örneğin bir kulübün maddi zorlukları var diyelim. futbol şube direktörleri veyahut basın sözcüsü görevindeki yöneticiler (ki bunlar çoğunlukla basınla da yakın ilişkiler içerisindedirler) transferle ilgili beklentilere, onlara yöneltilen sorulara şöyle cevaplar verirler:
basın mensubu - " taraftarın çok büyük beklentisi var, x takımda transfer olacak mı yakın zamanda. hangi yıldızlar gelecek? "
x takım yöneticisi - " taraftarımız hiç merak etmesin. gereken yapılacaktır. ancak daha önceki transferlerden dersimizi aldık. kendi kaynaklarımıza yöneleceğiz ve doksan dakika koşan, mücadele eden bir takım olacağız. "
tanıdık geldi değil mi? şimdi ben bu cümleyi birazcık tercüme edeyim. aslında söylenilmek istenen:
çok fena maddi sıkıntıdayız. hiç öyle yıldız mıldız beklemeyin. olduğu kadar olmadığı kader. daha önce yıldız aldık da ne oldu (bak kafaya bak hiç kendinde aramaz hatayı) ? kendi kaynaklarımız dediğim öyle altyapı falan sanılmasın. iç transferde yıllardır yedek bekleyen oyuncularımızla saçma sapan paralara sözleşme yenileyeceğiz. sonuçta evladımızdır ne zarar gelebilir ki (bak kafaya bak 2) . anadolu takımında en çok koşan oyuncular listesine giren yanındaki adama pas atmaktan aciz kazmaları takıma dolduracağız. hem zaten koşmak önemli. mücadele eden kazanıyor. bak almanya'ya. brezilya'yı yendiler mücadele ederek (bak kafaya bak 3) . ee bizim çocuklar birkaç galibiyetten sonra aslan, kartal, kanarya, kaplan pozu verdi mi taraftarın sevgilisi olur (böyle düşünmesinde gaza gelen taraftar tipinin de payı vardır) . forma zaten şampiyonluğa oynuyor bu seneyi kurtaralım sonrasına bakarız. avrupa'da da üçüncü olsak bu sene en iyisi en azından uefa'da ilerler göz boyarız alırsak da tarihe geçeriz (allah'ım kafaya bak 4) .
yönetici abimizin ve onu yönlendiren yönetim kurulu ve başkanın kafası eksiksiz olarak net bir şekilde böyle çalışır. bu her takım için geçerli. galatasaray, fenerbahçe, beşiktaş, trabzon fark etmez. sezon başı kampına dair bir sürü haber okumaya başlarız. ''kolej takımı" , "kamptan kemik sesleri yükseliyor" , "forma aslanın ağzına" vb. sonra sezon başlar birkaç peş peşe galibiyet. basın, taraftarlar herkes der ki "işte bu be, ne koştuk ama, koşmadan olmaz abi yeaaaa, neydi o geçen sene öyle çalım çalım, takım oyunu bu işte, bu sene şampiyonuz" . buraya kadar resim gayet güzeldir taaa kiii;
o gün gelir. bizim kolej takımı ilk kez adam gibi, kaliteli oyunculardan kurulmuş bir takımla karşılaşır. maçın başında yine deli gibi koşarlar. herkes çok mutludur. karşı takımdaki yıldız oyunculardan biri veya ikisi sazı eline alır. bunca maçtır canavar görünen o zayıf savunmanın aslında ne kadar sıradan ve yeteneksiz oyunculardan kurulmuş olduğunu yaptığı birkaç enfes hareket, attığı bir iki çalımla bütün türkiye'nin yüzüne vurur. maçı kaybeder bizim x takım. sözlüklerde, sokaklarda tek bir şey konuşulur olmuştur. " ne oldu bu çocuklara birden, nasıl yenildik? " biri de çıkıp demez ki bu takım zaten hep buydu. hep kalitesizdi, hep kötüydü. ama karşılaştığı takımlar onlardan da kötü olduğu için koşarak her şeyi halledebileceklerini sandılar.
sezon sonuna yaklaşılır. kritik virajlar gelmiştir. ve bir gün daha gelir. takım öyle bir maçta puan kaybeder ki lige tamamen havlu atar. sezon başından beri algı yaratan o medya patronları ekranlarda gözleri dolmuş halde konuşurken, içlerinden kıs kıs gülmektedirler. onlar da baştan beri farkındadır sonun böyle olacağını; ama gazetemi satayım, decoderimi satayım diye kandırır dururlar saf taraftarı. taraftar da hak etmiştir ama bu günleri. sezona havlu atınca açar youtube'dan o geçen sene beğenmediği, "disiplinsiz" dediği futbolcunun videolarını izler. "değerini bilemedik" diye yorumlar yazar. romantik kalmayı becerebilmiş taraftar hemen karşı çıkar. "sattı takımı" , "iki maç oynadı yattı" gibi argümanlarla yeteneksiz ve yirmi sene tecrübelense bir başarı elde edemeyecek takımını savunur. içten içe o da biliyordur ama "davasından" vazgeçmeyecek ya.
en fazla iki sene içinde o çok koşanlar arasından en yıldız olanı anadolu takımlarında evliya çelebi misali dolaşır durur. yeni, zengin ve en az bir önceki kadar vizyonsuz bir başkan bu kez takıma fahiş ücretlerle yıldızları doldurur. bu kısır döngü böyle uzar gider. taa ki kafalar, düşünceler reforma uğrayana kadar. anlaşılması gereken yegane şey şudur. iyi futbol, iyi futbolcularla oynanır. koşmak, mücadele etmek, motivasyon tabi ki önemlidir; ancak malzemesi bayat olan bir aşçı, ne yaparsa yapsın güzel bir yemek sunamaz. sistemlerin en makbulü takımın omurgasına gerçekten kaliteli yıldızlar koyup, altyapıdaki yetenekli oyuncuları onlarla antrenman yaparak zaman içinde a takıma hazırlamaktır. kendi süperstarlarını yaratana kadar.
bu anlattıklarım yalnızca beşiktaş'la ilgili değil yanlış anlaşılmasın ama beşiktaş'a bağlamak gerekirse şunu söylemeliyim; on numaranı olcay şahan'a veriyorsan ya büyük takım değilsin, ya da büyük takım gibi yönetilmiyorsun arkadaşım. tıpkı orta sahanda mustafa sarp'ı oynatamayacağın gibi. tıpkı forvetinin emenike olamayacağı gibi. tıpkı sol bekinde brozek biraderlerden genç olanını oynatamayacağın gibi. bu örnekler şampiyon olsalar bile, "başarılı" gözükseler bile kalıcı olmayacaktır emin olun buna. sevgiler saygılar. en büyük cimbom.
her sezon başlangıcında takımlar hakkında çoğunlukla basın yoluyla bir kamuoyu algısı yaratılmaya çalışılır. futbolu dikkatle takip eden sözlük yazarı arkadaşlarım aşağı yukarı tahmin etmişlerdir anlatacaklarımı şimdiden ama devam edeyim. bu algı yönetimi genelde şu şekilde olur. örneğin bir kulübün maddi zorlukları var diyelim. futbol şube direktörleri veyahut basın sözcüsü görevindeki yöneticiler (ki bunlar çoğunlukla basınla da yakın ilişkiler içerisindedirler) transferle ilgili beklentilere, onlara yöneltilen sorulara şöyle cevaplar verirler:
basın mensubu - " taraftarın çok büyük beklentisi var, x takımda transfer olacak mı yakın zamanda. hangi yıldızlar gelecek? "
x takım yöneticisi - " taraftarımız hiç merak etmesin. gereken yapılacaktır. ancak daha önceki transferlerden dersimizi aldık. kendi kaynaklarımıza yöneleceğiz ve doksan dakika koşan, mücadele eden bir takım olacağız. "
tanıdık geldi değil mi? şimdi ben bu cümleyi birazcık tercüme edeyim. aslında söylenilmek istenen:
çok fena maddi sıkıntıdayız. hiç öyle yıldız mıldız beklemeyin. olduğu kadar olmadığı kader. daha önce yıldız aldık da ne oldu (bak kafaya bak hiç kendinde aramaz hatayı) ? kendi kaynaklarımız dediğim öyle altyapı falan sanılmasın. iç transferde yıllardır yedek bekleyen oyuncularımızla saçma sapan paralara sözleşme yenileyeceğiz. sonuçta evladımızdır ne zarar gelebilir ki (bak kafaya bak 2) . anadolu takımında en çok koşan oyuncular listesine giren yanındaki adama pas atmaktan aciz kazmaları takıma dolduracağız. hem zaten koşmak önemli. mücadele eden kazanıyor. bak almanya'ya. brezilya'yı yendiler mücadele ederek (bak kafaya bak 3) . ee bizim çocuklar birkaç galibiyetten sonra aslan, kartal, kanarya, kaplan pozu verdi mi taraftarın sevgilisi olur (böyle düşünmesinde gaza gelen taraftar tipinin de payı vardır) . forma zaten şampiyonluğa oynuyor bu seneyi kurtaralım sonrasına bakarız. avrupa'da da üçüncü olsak bu sene en iyisi en azından uefa'da ilerler göz boyarız alırsak da tarihe geçeriz (allah'ım kafaya bak 4) .
yönetici abimizin ve onu yönlendiren yönetim kurulu ve başkanın kafası eksiksiz olarak net bir şekilde böyle çalışır. bu her takım için geçerli. galatasaray, fenerbahçe, beşiktaş, trabzon fark etmez. sezon başı kampına dair bir sürü haber okumaya başlarız. ''kolej takımı" , "kamptan kemik sesleri yükseliyor" , "forma aslanın ağzına" vb. sonra sezon başlar birkaç peş peşe galibiyet. basın, taraftarlar herkes der ki "işte bu be, ne koştuk ama, koşmadan olmaz abi yeaaaa, neydi o geçen sene öyle çalım çalım, takım oyunu bu işte, bu sene şampiyonuz" . buraya kadar resim gayet güzeldir taaa kiii;
o gün gelir. bizim kolej takımı ilk kez adam gibi, kaliteli oyunculardan kurulmuş bir takımla karşılaşır. maçın başında yine deli gibi koşarlar. herkes çok mutludur. karşı takımdaki yıldız oyunculardan biri veya ikisi sazı eline alır. bunca maçtır canavar görünen o zayıf savunmanın aslında ne kadar sıradan ve yeteneksiz oyunculardan kurulmuş olduğunu yaptığı birkaç enfes hareket, attığı bir iki çalımla bütün türkiye'nin yüzüne vurur. maçı kaybeder bizim x takım. sözlüklerde, sokaklarda tek bir şey konuşulur olmuştur. " ne oldu bu çocuklara birden, nasıl yenildik? " biri de çıkıp demez ki bu takım zaten hep buydu. hep kalitesizdi, hep kötüydü. ama karşılaştığı takımlar onlardan da kötü olduğu için koşarak her şeyi halledebileceklerini sandılar.
sezon sonuna yaklaşılır. kritik virajlar gelmiştir. ve bir gün daha gelir. takım öyle bir maçta puan kaybeder ki lige tamamen havlu atar. sezon başından beri algı yaratan o medya patronları ekranlarda gözleri dolmuş halde konuşurken, içlerinden kıs kıs gülmektedirler. onlar da baştan beri farkındadır sonun böyle olacağını; ama gazetemi satayım, decoderimi satayım diye kandırır dururlar saf taraftarı. taraftar da hak etmiştir ama bu günleri. sezona havlu atınca açar youtube'dan o geçen sene beğenmediği, "disiplinsiz" dediği futbolcunun videolarını izler. "değerini bilemedik" diye yorumlar yazar. romantik kalmayı becerebilmiş taraftar hemen karşı çıkar. "sattı takımı" , "iki maç oynadı yattı" gibi argümanlarla yeteneksiz ve yirmi sene tecrübelense bir başarı elde edemeyecek takımını savunur. içten içe o da biliyordur ama "davasından" vazgeçmeyecek ya.
en fazla iki sene içinde o çok koşanlar arasından en yıldız olanı anadolu takımlarında evliya çelebi misali dolaşır durur. yeni, zengin ve en az bir önceki kadar vizyonsuz bir başkan bu kez takıma fahiş ücretlerle yıldızları doldurur. bu kısır döngü böyle uzar gider. taa ki kafalar, düşünceler reforma uğrayana kadar. anlaşılması gereken yegane şey şudur. iyi futbol, iyi futbolcularla oynanır. koşmak, mücadele etmek, motivasyon tabi ki önemlidir; ancak malzemesi bayat olan bir aşçı, ne yaparsa yapsın güzel bir yemek sunamaz. sistemlerin en makbulü takımın omurgasına gerçekten kaliteli yıldızlar koyup, altyapıdaki yetenekli oyuncuları onlarla antrenman yaparak zaman içinde a takıma hazırlamaktır. kendi süperstarlarını yaratana kadar.
bu anlattıklarım yalnızca beşiktaş'la ilgili değil yanlış anlaşılmasın ama beşiktaş'a bağlamak gerekirse şunu söylemeliyim; on numaranı olcay şahan'a veriyorsan ya büyük takım değilsin, ya da büyük takım gibi yönetilmiyorsun arkadaşım. tıpkı orta sahanda mustafa sarp'ı oynatamayacağın gibi. tıpkı forvetinin emenike olamayacağı gibi. tıpkı sol bekinde brozek biraderlerden genç olanını oynatamayacağın gibi. bu örnekler şampiyon olsalar bile, "başarılı" gözükseler bile kalıcı olmayacaktır emin olun buna. sevgiler saygılar. en büyük cimbom.