8371
takıma her gün yeni teknik direktör atayan, teknik direktör değiştiğinde her şeyin düzeleceğini sanan yazarlarından artık iğrendiğim sözlük. "kim gelsin?" diye sorsan, verecekleri yanıtı çok merak ediyorum. ya hayal alemleri ya da lucescu, terim... ufuk darlığının göstergesi isimler. papağanlara birkaç kelime öğretebiliyorsun, bunlar da birkaç isim öğrenmişler. tekrarlıyorlar.
biraz zekâ patıltısı olsa yazdıklarında, tamam, ama papağan gibiler. her teknik direktör için aynı terane, her teknik direktör için aynı terane... hiç kimse hiçbir şey bilmiyor, bir tek bunlar biliyor. eğitim sistemini bu kadar ezbere dayalı yaparsan sonunda elde edeceğin şey insan olmaz, papağan olur zaten. sabit fikirli, ezberden konuşan, maçı neresiyle izlediği belli olmayan insan sürüsü. maçları izleyip izlemedikleri bile belli değil. yeter ki takım üç maç kötü oynasın. bunlar hayattaki başarı hikâyelerinin zirveden başladığını sanan tipler. eminim kendileri de hayatlarında çok başarılı olacaklardır. çünkü kendileri zirvedeler. o yüzden kendi düşüncelerinden başka düşüncelere kapalılar. ezberletilmiş bir defa, ya da bir defa yargıya varmışlar "prandelli yetersiz" sahadaki oyuna bakan yok. teknik direktörün ne yapmaya çalıştığını anlama çabası zaten sıfır, çünkü yok öyle bir algı yeteneği.
bunların savaş baltalarını çıkarmaları için üç maç kötü oynamak yeterli. hem de bütün rakipler kötüyken. hem de teknik direktör zamanından geç takıma katılmışken. hem de her şey yeniyken. daha ilk maçlarını oynuyorken... gerçekten ben en ufak bir akıl kırıntısı bulamıyorum bu tavırda. müthiş mantıksız, akılsız geliyor. bunları işe alacaksın, üç gün sonra yaptıkları hatalar yüzünden işten atacaksın. o zaman akıllanırlar belki. o zaman empati yetenekleri bir nebze olsun gelişir. gerçekten de üç maçta mucize bekleyenleri böyle yapmak gerek.
ben bu tiplerin bir kere bile herhangi bir teknik direktörü anlamaya çalıştıklarını görmedim. "x'i şöyle oynatarak şunu yapmış olabilir, çünkü rakip takımda şöyle bir eksiklik var, bundan yararlanmak istemiş olabilir" dediklerini görmedim. sadece "takım ruhsuz, hocanın sistem takıntısı var, burak niye oynuyor, selçuk niye oynuyor, o niye sağ bek?" sadece bunlar. hepsi ezbere ve önyargıya dayalı bir sürü dayanaksız kanı... ben gerçekten de bu sakillikten artık iğreniyorum. insanları eleştirmelerindeki amaç düzeltmek değil, linç etmek. çünkü yapmaya değil, yıkmaya oynuyorlar. gerçi hayatlarında sıfırdan ne inşa etmişler ki yapmanın değerini bilsinler? bilgisayar, fm ve bu zevat. gerisi uzayın derin boşluğu...
biraz zekâ patıltısı olsa yazdıklarında, tamam, ama papağan gibiler. her teknik direktör için aynı terane, her teknik direktör için aynı terane... hiç kimse hiçbir şey bilmiyor, bir tek bunlar biliyor. eğitim sistemini bu kadar ezbere dayalı yaparsan sonunda elde edeceğin şey insan olmaz, papağan olur zaten. sabit fikirli, ezberden konuşan, maçı neresiyle izlediği belli olmayan insan sürüsü. maçları izleyip izlemedikleri bile belli değil. yeter ki takım üç maç kötü oynasın. bunlar hayattaki başarı hikâyelerinin zirveden başladığını sanan tipler. eminim kendileri de hayatlarında çok başarılı olacaklardır. çünkü kendileri zirvedeler. o yüzden kendi düşüncelerinden başka düşüncelere kapalılar. ezberletilmiş bir defa, ya da bir defa yargıya varmışlar "prandelli yetersiz" sahadaki oyuna bakan yok. teknik direktörün ne yapmaya çalıştığını anlama çabası zaten sıfır, çünkü yok öyle bir algı yeteneği.
bunların savaş baltalarını çıkarmaları için üç maç kötü oynamak yeterli. hem de bütün rakipler kötüyken. hem de teknik direktör zamanından geç takıma katılmışken. hem de her şey yeniyken. daha ilk maçlarını oynuyorken... gerçekten ben en ufak bir akıl kırıntısı bulamıyorum bu tavırda. müthiş mantıksız, akılsız geliyor. bunları işe alacaksın, üç gün sonra yaptıkları hatalar yüzünden işten atacaksın. o zaman akıllanırlar belki. o zaman empati yetenekleri bir nebze olsun gelişir. gerçekten de üç maçta mucize bekleyenleri böyle yapmak gerek.
ben bu tiplerin bir kere bile herhangi bir teknik direktörü anlamaya çalıştıklarını görmedim. "x'i şöyle oynatarak şunu yapmış olabilir, çünkü rakip takımda şöyle bir eksiklik var, bundan yararlanmak istemiş olabilir" dediklerini görmedim. sadece "takım ruhsuz, hocanın sistem takıntısı var, burak niye oynuyor, selçuk niye oynuyor, o niye sağ bek?" sadece bunlar. hepsi ezbere ve önyargıya dayalı bir sürü dayanaksız kanı... ben gerçekten de bu sakillikten artık iğreniyorum. insanları eleştirmelerindeki amaç düzeltmek değil, linç etmek. çünkü yapmaya değil, yıkmaya oynuyorlar. gerçi hayatlarında sıfırdan ne inşa etmişler ki yapmanın değerini bilsinler? bilgisayar, fm ve bu zevat. gerisi uzayın derin boşluğu...