116
yaş itibarıyla neuchatel* maçını göremediğimden ötürü, 1991 yılından beri gitmeye başladığım maçlar arasında ali sami yen'i en kalabalık gördüğüm maçtır. şöyle ki; hem yönetimin bastığı fazladan biletler hem de kaçak girenler yüzünden(u: ki o sezon dandik bir kombine uygulaması vardı, kartı okutmadığınızdan dolayı bir kere girilen kombineyle birkaç kere daha giriliyordu. denenmiştir) tribünlerde koltuk başına nerdeyse 3 seyirci düşmekteydi. maçlara erken girme psikolojisinin son zamanlarına denk gelen bu maça şahsım saat tam 16:30'da girmiştir. yani tam olarak maçtan 5 saat 15 dk önce.
ali sami yen'de maç izleyenler bilir, bazen o stada öyle bir hava yayılır ki, rakip kim olursa olsun, dakika kaç olursa olsun ve skor ne olursa olsun o maç öyle ya da böyle alınacaktır. ya hagi* uzaktan çakacaktır, ya hakan* uçarak kafayı koyacaktır ya arka direkte capone tamamlayacaktır ya da ümit* penaltıyı ters köşeye bırakacaktır.
maçtan önce klasik olan yumruk şovlardan sonra real'e o zaman barça'dan yeni transfer olan figo'ya gereken tepki gösterilmiş ve süper kupa finalinde hagi'nin madara ettiği roberto carlos'la klasik türkçe ingilizce karışımı küfürlerle alaylar edilmiştir. her zaman olduğu gibi uğurlu hakemimiz collina tribünlere çağrılmış ve o da bu jeste alkışlarla karşılık vermiştir. derken omuz omuza'yla başlamıştır maç; her zamanki üçlü'nün aksine...
real madrid daha etkin bir futbol göstermekle beraber hagi'nin orta saha yakınlarından attığı şut dışında ilk yarı pozisyon bulamamıştır galatasarayımız. derken helguera kafayı vurmuş ardından da makalele farkı ikiye çıkartmıştır. makalele attığı golden sonra tribünlerin önüne gelerek dans etmiş, bu noktada sinirlerine hakim olamayan ben, elindeki davul tokmağını makalele'yi vurmak suretiyle fırlatmışsa da başarılı olamamıştır*. real'in durumu 2-0 yapan golünden hemen sonra ilk yarı bitmiş ve tribünlerden inanılmaz bir şekilde "bizler inandık siz de inanın" nidaları yükselmiştir. düşünün ki, karşınızda dünya devi bir takım var ve ilk yarıyı pozisyon dahi bulmadan yenik kapamışsınız, ama hâlâ kazanmak için inancınız var. dedim ya sami yen'de maç izleyenler bilir, işte o gün sami yen'de "n'olursa olsun kazanacağız!" inancı hakimdi... ilk yarı bitmiş sigaralar yakılmış, etrafta dönen konuşmalara kulak gerilmiştir; çoğusu kazanacağından emin bir şekilde konuşurken kimilerini ise fark yeme korkusu sarmıştır. ama ali sami yen'in ruhundan en iyi anlayanlar, bu maçı ne olursa olsun alacağız düşüncesiyle rahatça içmiştir sigaralarını...
sonrası... sonrası malum, bazı şeyler vardır ki; kelimelerle anlatılamaz. yaşanması gerekir. işte bu maçın 2. yarısı bu tür cinsten bir olaydır. ümit atar, hasan atar sonra jardel kafayı öyle bir çakar ki, hiç tanımadığınız adamlarla sevişme pozisyonu alırsınız. birden dünya durur, ilk yarı sonunda "burası cehennem değil cennet" diye yorumlar yapan ispanya televizyonları, işte cehennemin ne olduğunu o noktada idrak ederler. 3. golden sonra artık tüm stadın delirişine dayanamayan yaşlı sami yen'in ışıkları bir süreliğine söner. ardından şişt! şişt! casillas!, şişt! şişt! casillas! göndermeleriyle maç sona erer. neuchatel'lerin, manchester'ların, milan'ların, barça'ların, monacolar'ın yanıda bir de real madrid gömülür mabedin çimlerine...
ali sami yen'de maç izleyenler bilir, bazen o stada öyle bir hava yayılır ki, rakip kim olursa olsun, dakika kaç olursa olsun ve skor ne olursa olsun o maç öyle ya da böyle alınacaktır. ya hagi* uzaktan çakacaktır, ya hakan* uçarak kafayı koyacaktır ya arka direkte capone tamamlayacaktır ya da ümit* penaltıyı ters köşeye bırakacaktır.
maçtan önce klasik olan yumruk şovlardan sonra real'e o zaman barça'dan yeni transfer olan figo'ya gereken tepki gösterilmiş ve süper kupa finalinde hagi'nin madara ettiği roberto carlos'la klasik türkçe ingilizce karışımı küfürlerle alaylar edilmiştir. her zaman olduğu gibi uğurlu hakemimiz collina tribünlere çağrılmış ve o da bu jeste alkışlarla karşılık vermiştir. derken omuz omuza'yla başlamıştır maç; her zamanki üçlü'nün aksine...
real madrid daha etkin bir futbol göstermekle beraber hagi'nin orta saha yakınlarından attığı şut dışında ilk yarı pozisyon bulamamıştır galatasarayımız. derken helguera kafayı vurmuş ardından da makalele farkı ikiye çıkartmıştır. makalele attığı golden sonra tribünlerin önüne gelerek dans etmiş, bu noktada sinirlerine hakim olamayan ben, elindeki davul tokmağını makalele'yi vurmak suretiyle fırlatmışsa da başarılı olamamıştır*. real'in durumu 2-0 yapan golünden hemen sonra ilk yarı bitmiş ve tribünlerden inanılmaz bir şekilde "bizler inandık siz de inanın" nidaları yükselmiştir. düşünün ki, karşınızda dünya devi bir takım var ve ilk yarıyı pozisyon dahi bulmadan yenik kapamışsınız, ama hâlâ kazanmak için inancınız var. dedim ya sami yen'de maç izleyenler bilir, işte o gün sami yen'de "n'olursa olsun kazanacağız!" inancı hakimdi... ilk yarı bitmiş sigaralar yakılmış, etrafta dönen konuşmalara kulak gerilmiştir; çoğusu kazanacağından emin bir şekilde konuşurken kimilerini ise fark yeme korkusu sarmıştır. ama ali sami yen'in ruhundan en iyi anlayanlar, bu maçı ne olursa olsun alacağız düşüncesiyle rahatça içmiştir sigaralarını...
sonrası... sonrası malum, bazı şeyler vardır ki; kelimelerle anlatılamaz. yaşanması gerekir. işte bu maçın 2. yarısı bu tür cinsten bir olaydır. ümit atar, hasan atar sonra jardel kafayı öyle bir çakar ki, hiç tanımadığınız adamlarla sevişme pozisyonu alırsınız. birden dünya durur, ilk yarı sonunda "burası cehennem değil cennet" diye yorumlar yapan ispanya televizyonları, işte cehennemin ne olduğunu o noktada idrak ederler. 3. golden sonra artık tüm stadın delirişine dayanamayan yaşlı sami yen'in ışıkları bir süreliğine söner. ardından şişt! şişt! casillas!, şişt! şişt! casillas! göndermeleriyle maç sona erer. neuchatel'lerin, manchester'ların, milan'ların, barça'ların, monacolar'ın yanıda bir de real madrid gömülür mabedin çimlerine...