61
oncelikle klise ve klasik ayrilmali, forest gump klisedir, maltese falcon klasik. ozellikle 80 sorasi extra populerite kazanan alt filmler klasik olmaz kult olur. 70'ler her sene en az 3-4 basyapitin ciktigi yillardir ancak bazilarini klasik derken bazilarina klise ve kult demeniz gerekir, sinemaya kattiklarindan dolayi.
klasik sinemayi eisenstein'dan baslatabiliriz sanirim burada. yine de ben daha kolaya kacip alman expresyonistlerden baslatirim. sinema tarihine kronolojik ilerleyip (kolay versiyonuyla tabiki, her izleyici brechtien oyunculuk izleyemez, hatta jodorowsky bile uc kalabilir. ayrica charlie chaplin ve buster keaton'i farkli kategoriye aldigim icin yazmiyorum)
alman disavurumcularin en taninan ve benim favorim fritz lang'dir. sinemanin gelisimine kattiklari, protest durusu, sistem elestirisi bakimindan metropolis basyapit ustu bir filmdir. baslangici bu kabul edebiliriz. (dileyen eisenstein'la isin teorisine girip potemkin zirhlisiyla baslayabilir) fritz lang ayni zamanda b filmlerinin ustadi ve film noir'in baslama sebeplerinden oldugu icin diger filmlerini de siddetle tavsiye ederim. (m kusursuz bir filmdir)
avrupa sinemasina genuz girmiyorum cunku abstract sinema'dan bahsetmek zorunda kaliriz ki bunu kimsenin izlemeyecegini biliyorum. amerika'ya gecersek film noir aslen 30'larin ortasinda resmi olarak 40'larda baslamistir. etkilendigi esas cikis noktasi alman expresyonistlerdir. zaten fritz lang'i trasnfer etmislerdir hollywood'a. hitchcock bu turun en fazla eser veren yonetmenlerindendir ancak biz turkiyede genelde kendisini gerilim filmi yonetmeni diye anariz. strangers on the train, north by northwest gibi imza filmleri vardir. billy wilder ve john houston siddetle tavsiye edilir ve tabiki sidney lumet. sinema'nin bir baska kilometre tasi sunset boulvard kesinlikle izlenmeli. anlaticiyla ilgili ilk supriz bu filmde yapilmistir. film noir benim icin tum turlerin ve asil olarak sinemanin ozudur. lo light, gerilim, bilinmezlik/gizem, femme fatale, kovalamaca ve ustaca kotarilmis senaryolar. burada ikiye ayrilip iki farkli turden bahsetmek gerek. amerikada romantik komedilerin basladigi tarihe geliyoruz. avrupada ise bambaska bir akim soz konusu: italian neo-realism ve bunu takip eden fransiz yeni dalga yani nouvelle vague.
amerikan sinemasi giseye oynamaya baslarken romantik komediyi kesfeder. ilk gercek temsilcisi breakfast at tiffany's dir. harika bir senaryo (donemine gore) ve kult oyunculuklar. "feel good" filmlerin de onculerindendir. italyan neo-realismine fazla girmeden fransaya gecelim. godard'in yuzu oldugu bu yeni sinema her filmiyle basyapitlarla susludur. a bande apart ve a bout de souffle en bilinen ve en iyi filmlerindendir. a bande a part tarantino icin cok onemli bir film oldugunda kurdugu produksiyon sirketinin adini da bu filmden almistir. trufat fransiz yeni dalgasinin diger yuzudur. gercekten diger yuzu. godard'la atismalari tarihte onemli yer tutmustur ve sinema icin cok onemli bu iki karakterin nasil birbirinden nefret ettigini okumanizi tavsiye ederim. 400 blows izlenmesi gereken ilk filmi diyebiliriz sanirim.
italyaya gecis yaparsak fellini'den bahsetmek gerekir. ondan ne kadar bahsetsek az kalacagi icin simdilik sadece iki filmini yazalim: dolce vita ve muhtesem film 8 1/2(sekiz bucuk) hala arada soylerim asa nisi masa.
orson wells'i gectigimin farkindayim ancak onu film noir icinde tutmak istemedim. kendisi film noir yapsa da incelenmesi gereken daha cok teorisel bir alan. cunku sinemaya kattiklari ile ayri incelenmeyi hak eder. kendisini tanimak isteyenler bastan baslamali, citizen kane. aranizda hala rosebud ne bilmeyen varsa sinema izledigini soylememeli. orson wells'in her filmi izlenmeli, sinemayi daha iyi anlamak icin.
kuzeyden bir harikayla devam etmeli, bergman. onun hakkinda da cok uzun sure konusulmali o nedenle sonraya saklayip sadece baslanmasi gereken filmini soyluyorum, persona. kesinlikle bu sinema tarihi izlenmelilerinde en ust siralardadir kendisi. ayrica bergman cok az yonetmenin sahip oldugu bir seye sahiptir (hitchcock ve kurosawa gibi) her filmi basyapittir.
hazir adi gecmisken bahsedelim, kurosawa. hangisinden baslanmali bilmiyorum ama hadi en meshurundan olsun: 7 samurai. kurosawa icin ayri bir yazi yazariz simdilik burada dursun.
60'lar da bu son bahsettigimiz sinemaci ve sinema akimlarinin etkisiyle domine edilmisto, tabiki daha fazlasi var ancak 4 sayfa yazmayalim.
70'ler her yil 3-4 basyapitin ciktigi harika bir donemdir. scorssese kubrick, copolla, de palma harika isler cikarmistir. saha aklima gelmeyen bir cogu. burada birkac ornek verelim daha da acariz. taxi driver, raging bull, godfather, space odyssey, herkesin bildikleri. aslinda bu donemde almanyadan birinden bahsetmek gerekebilir; rainer werner fassbinder. alman harikasi sinemanin kotu cocugu, tiyatro asigi, buyuk yonetmen. film secmeden siz hepsine bakin. fransada alain delon ve belmondo etkisi devam etmektedir. bunun disinda yeni bir art house kulturu olusur. fransiz sinemasinin 70 sonu ve 80 basi sinemasi ayri incelenmeli. o nedenle film yazmadan herseyi kontrol etmenizi ravsiye ederim.
kucuk bir ara not: 60'lar korku filmini unutmusuz, onemli bir ornekle simdilik gecistirelim rosemary's baby.
70'ler italya icin giallo'dur. italyan korku sinemasi 70'lerde tepe noktasini gecirmistor. giallo da bu donemin turune verilen isimdir. en onemlisi tabiki dario argento. turun en belirgin ozellikli filmini tabsiye edelim: suspiria.
80'ler teenslasher'lari, kult yonetmenlerin denemeleri, genclik filmleri (breakfast club gibi) seker tonlari, neo noir diyebilecegimiz filmleri (angel heart, chianatown) en onemlisi 70'lerin o sephia tonlarinin yerine cirkin bir gercekci renk arayisi icine girdigi cok iyi orneklerinin de oldugu yillar. 80'ler avrupa sinemasinin lokomotifi artik tamamen fransiz sinemasi olmustur.
yine unuttugumuz bir sinema, rus sinemasi. rus sinemasi zamansizidir, turlerden bagimsiz incelenir. tarkovsky en unlu ornegidir belki de. ben rus sinemasini pek kendime gore gormem ancak teorik basarilari ve sinemaya kattiklariyla begenmeseniz de izleyin.
90'larin 70'lerdeki renk tonlarinjn modern halidir. ve ayni 70'ler gibi basyapitlar cikarabilmistir. tek farki populerin kulturun cok baskin olmasindan dolayi onlara basyapit denilmeden gecistirilmesi. cogunlukla onlari kult diye aniyoruz. hos tarantino filmlerine basyapit diyemez ne kadar onemli film olsalar da. ancak usual suspects'e bas yapit denilebilirdi. bu donemde daha cok art house filmlere bas yapit denmeye baslandi. 90'lar herkesin hafizasinda taze oldugu icin film onermeye cok da gerek yok. 2000'ler sinemanin (aslinda amerikan sinemasinin) iyiden iyiye battigi yillar. iyi filmler genelde gise kaygisi tasimakta. en iyi ornekleri genelde anlatimini en azindan ozgun yapanlar. tabiki 2000'lerin en iyileri nolan, fincher, singer, proyas, aronofsky gibi adamlar.
bunun yaninda zamansiz adamlardan da bahsetmek lazim, jim jarmusch gibi, david lynch gibi.
sinemanin bati yakasini kisaca kronolojik olarak gecmeye calistim umarim skci olmamistir. daha detayli yazmak istemedim, unuttugum ve gecistirdigim daha bir cok isim ve tur var. zamani geldikce tek tek film onerisi de yapariz.
saygilar
afd
klasik sinemayi eisenstein'dan baslatabiliriz sanirim burada. yine de ben daha kolaya kacip alman expresyonistlerden baslatirim. sinema tarihine kronolojik ilerleyip (kolay versiyonuyla tabiki, her izleyici brechtien oyunculuk izleyemez, hatta jodorowsky bile uc kalabilir. ayrica charlie chaplin ve buster keaton'i farkli kategoriye aldigim icin yazmiyorum)
alman disavurumcularin en taninan ve benim favorim fritz lang'dir. sinemanin gelisimine kattiklari, protest durusu, sistem elestirisi bakimindan metropolis basyapit ustu bir filmdir. baslangici bu kabul edebiliriz. (dileyen eisenstein'la isin teorisine girip potemkin zirhlisiyla baslayabilir) fritz lang ayni zamanda b filmlerinin ustadi ve film noir'in baslama sebeplerinden oldugu icin diger filmlerini de siddetle tavsiye ederim. (m kusursuz bir filmdir)
avrupa sinemasina genuz girmiyorum cunku abstract sinema'dan bahsetmek zorunda kaliriz ki bunu kimsenin izlemeyecegini biliyorum. amerika'ya gecersek film noir aslen 30'larin ortasinda resmi olarak 40'larda baslamistir. etkilendigi esas cikis noktasi alman expresyonistlerdir. zaten fritz lang'i trasnfer etmislerdir hollywood'a. hitchcock bu turun en fazla eser veren yonetmenlerindendir ancak biz turkiyede genelde kendisini gerilim filmi yonetmeni diye anariz. strangers on the train, north by northwest gibi imza filmleri vardir. billy wilder ve john houston siddetle tavsiye edilir ve tabiki sidney lumet. sinema'nin bir baska kilometre tasi sunset boulvard kesinlikle izlenmeli. anlaticiyla ilgili ilk supriz bu filmde yapilmistir. film noir benim icin tum turlerin ve asil olarak sinemanin ozudur. lo light, gerilim, bilinmezlik/gizem, femme fatale, kovalamaca ve ustaca kotarilmis senaryolar. burada ikiye ayrilip iki farkli turden bahsetmek gerek. amerikada romantik komedilerin basladigi tarihe geliyoruz. avrupada ise bambaska bir akim soz konusu: italian neo-realism ve bunu takip eden fransiz yeni dalga yani nouvelle vague.
amerikan sinemasi giseye oynamaya baslarken romantik komediyi kesfeder. ilk gercek temsilcisi breakfast at tiffany's dir. harika bir senaryo (donemine gore) ve kult oyunculuklar. "feel good" filmlerin de onculerindendir. italyan neo-realismine fazla girmeden fransaya gecelim. godard'in yuzu oldugu bu yeni sinema her filmiyle basyapitlarla susludur. a bande apart ve a bout de souffle en bilinen ve en iyi filmlerindendir. a bande a part tarantino icin cok onemli bir film oldugunda kurdugu produksiyon sirketinin adini da bu filmden almistir. trufat fransiz yeni dalgasinin diger yuzudur. gercekten diger yuzu. godard'la atismalari tarihte onemli yer tutmustur ve sinema icin cok onemli bu iki karakterin nasil birbirinden nefret ettigini okumanizi tavsiye ederim. 400 blows izlenmesi gereken ilk filmi diyebiliriz sanirim.
italyaya gecis yaparsak fellini'den bahsetmek gerekir. ondan ne kadar bahsetsek az kalacagi icin simdilik sadece iki filmini yazalim: dolce vita ve muhtesem film 8 1/2(sekiz bucuk) hala arada soylerim asa nisi masa.
orson wells'i gectigimin farkindayim ancak onu film noir icinde tutmak istemedim. kendisi film noir yapsa da incelenmesi gereken daha cok teorisel bir alan. cunku sinemaya kattiklari ile ayri incelenmeyi hak eder. kendisini tanimak isteyenler bastan baslamali, citizen kane. aranizda hala rosebud ne bilmeyen varsa sinema izledigini soylememeli. orson wells'in her filmi izlenmeli, sinemayi daha iyi anlamak icin.
kuzeyden bir harikayla devam etmeli, bergman. onun hakkinda da cok uzun sure konusulmali o nedenle sonraya saklayip sadece baslanmasi gereken filmini soyluyorum, persona. kesinlikle bu sinema tarihi izlenmelilerinde en ust siralardadir kendisi. ayrica bergman cok az yonetmenin sahip oldugu bir seye sahiptir (hitchcock ve kurosawa gibi) her filmi basyapittir.
hazir adi gecmisken bahsedelim, kurosawa. hangisinden baslanmali bilmiyorum ama hadi en meshurundan olsun: 7 samurai. kurosawa icin ayri bir yazi yazariz simdilik burada dursun.
60'lar da bu son bahsettigimiz sinemaci ve sinema akimlarinin etkisiyle domine edilmisto, tabiki daha fazlasi var ancak 4 sayfa yazmayalim.
70'ler her yil 3-4 basyapitin ciktigi harika bir donemdir. scorssese kubrick, copolla, de palma harika isler cikarmistir. saha aklima gelmeyen bir cogu. burada birkac ornek verelim daha da acariz. taxi driver, raging bull, godfather, space odyssey, herkesin bildikleri. aslinda bu donemde almanyadan birinden bahsetmek gerekebilir; rainer werner fassbinder. alman harikasi sinemanin kotu cocugu, tiyatro asigi, buyuk yonetmen. film secmeden siz hepsine bakin. fransada alain delon ve belmondo etkisi devam etmektedir. bunun disinda yeni bir art house kulturu olusur. fransiz sinemasinin 70 sonu ve 80 basi sinemasi ayri incelenmeli. o nedenle film yazmadan herseyi kontrol etmenizi ravsiye ederim.
kucuk bir ara not: 60'lar korku filmini unutmusuz, onemli bir ornekle simdilik gecistirelim rosemary's baby.
70'ler italya icin giallo'dur. italyan korku sinemasi 70'lerde tepe noktasini gecirmistor. giallo da bu donemin turune verilen isimdir. en onemlisi tabiki dario argento. turun en belirgin ozellikli filmini tabsiye edelim: suspiria.
80'ler teenslasher'lari, kult yonetmenlerin denemeleri, genclik filmleri (breakfast club gibi) seker tonlari, neo noir diyebilecegimiz filmleri (angel heart, chianatown) en onemlisi 70'lerin o sephia tonlarinin yerine cirkin bir gercekci renk arayisi icine girdigi cok iyi orneklerinin de oldugu yillar. 80'ler avrupa sinemasinin lokomotifi artik tamamen fransiz sinemasi olmustur.
yine unuttugumuz bir sinema, rus sinemasi. rus sinemasi zamansizidir, turlerden bagimsiz incelenir. tarkovsky en unlu ornegidir belki de. ben rus sinemasini pek kendime gore gormem ancak teorik basarilari ve sinemaya kattiklariyla begenmeseniz de izleyin.
90'larin 70'lerdeki renk tonlarinjn modern halidir. ve ayni 70'ler gibi basyapitlar cikarabilmistir. tek farki populerin kulturun cok baskin olmasindan dolayi onlara basyapit denilmeden gecistirilmesi. cogunlukla onlari kult diye aniyoruz. hos tarantino filmlerine basyapit diyemez ne kadar onemli film olsalar da. ancak usual suspects'e bas yapit denilebilirdi. bu donemde daha cok art house filmlere bas yapit denmeye baslandi. 90'lar herkesin hafizasinda taze oldugu icin film onermeye cok da gerek yok. 2000'ler sinemanin (aslinda amerikan sinemasinin) iyiden iyiye battigi yillar. iyi filmler genelde gise kaygisi tasimakta. en iyi ornekleri genelde anlatimini en azindan ozgun yapanlar. tabiki 2000'lerin en iyileri nolan, fincher, singer, proyas, aronofsky gibi adamlar.
bunun yaninda zamansiz adamlardan da bahsetmek lazim, jim jarmusch gibi, david lynch gibi.
sinemanin bati yakasini kisaca kronolojik olarak gecmeye calistim umarim skci olmamistir. daha detayli yazmak istemedim, unuttugum ve gecistirdigim daha bir cok isim ve tur var. zamani geldikce tek tek film onerisi de yapariz.
saygilar
afd