3
son 7-8 yıllık süreçte türk futbolu ile "türk x spor dalı"* arasında bir yerlere doğru kaymıştır. bunda büyük ölçüde uefa kriterleri olarak bilinen ve şubeler arası para akışını da yasaklayan kuralların etkisi olmuştur. türkiye gibi futboldan arta kalan sporların adam yerine koyulmadığı bir ülkede 80 sene bu düzenle işi götüren takımların bu yeni duruma ayak uydurma sürecinin sancılı olacağı aşikardı. nitekim "üç büyük" arasında bunu en acı şekilde yaşayan galatasaray oldu ne yazık ki. bayan basketbol takımımız, hem de yüzüncü yılımızı kutlarken küme düştü, erkek takımımız deyim yerindeyse son anda yırttı. fenerbahçe ve beşiktaş ise daha ustaca manevra ve yatırımlarla, açık konuşmak gerekirse ekonomik imkanlarla, biraz da ileriyi iyi görerek o sancılı dönemi daha az hasarla atlattı. o bir iki yıllık afallamadan sonra popülist ve şovenist hareketlerle çıkar sağlayıp türk futbolunun içine eden insanlar* bu spora * para yatırmaya başlayınca basketbolun da futbola doğru dönmeye başlaması kadar doğal bir şey olamazdı. tam da o dönemde ultraslan ve genç fenerbahçeliler gibi oluşumların ortaya çıkıp her branştaki maçlara, aslında yine sade ve sadece birbirleriyle yarışmak için, gitmeye başlaması da bu ortamın oluşmasına fazlasıyla yardımcı olmuştur. açık ve bir o kadar da acı konuşmak gerekirse futbolla ilgilenmeyen, takım tutmayan adama "kırık" muamelesi yapılan bir toplumda yaşıyoruz. konu futbol özelinde olmakla beraber taraftarlık olunca bu derece sapıtabilen bireylere sahip olmamızı da pek yadırgamamak lazım aslında.
bütün bunları alt alta koyunca türk basketbolunun, en azından üç büyükler arasındaki hikayenin pek de katlanılamaz bir boyuta doğru son sürat gitmesi kaçınılmazdı, zaten tam o şekilde gidiyor "üç büyük" ve taraftarları. birbirlerini yiyerek, ileriye fırlayarak değil paçasından çekip indirerek geçmeye çalışarak.
derbilerde yaşananlar, deplasman yasakları ortada. dün akşam yaşanan olaylar zaten halen taze. hele biz ki eurocup şampiyonluğunu "fener sami yen'e nasıl gelecek" diye çemkirerek karşılayan bir taraftar(!) a sahibiz. bütün sezon 50-60* kişiye oynayan bayan basketbol takımımızın bir fenerbahçe maçında tribünlerde 3500 kişi bulması bu konuda nasıl bir noktada olduğumuzun en açık noktasıdır. taraftar bakımından bakarsak salonlar, içinde rakibe karşı kalanları kusmak için, futbol maçında bitirilemeyen şeyi * bitirmek için yeni bir platform olma yoluna girmiş görünüyor. bütün bu curcunayı ve cinnet halinde geçirilen maçları bir kenara bırakırsak az da olsa sevinerek söyleyebilirim ki halen kurtarılmış alanlar ve rakip sporcuya küfretmeden maç izleyebilen "basketbolsever"ler bulunuyor ülkede. insanların maça girebilmek için birbirini kestiği, bir bilet için fiyatının 10 katı bir bedeli tereddütsüz ödediği; polisler, coplar, kalkanlar, küfürler, panzerler eşliğinde tıklım tıkış izlenen futbol maçlarından sonra salonda gayet rahat, bir taraflarını yayarak oturan insanlar, erkekler, çocuklar, genç kızlar fazlasıyla garip gelebilir. stadyumdaki tribünlerde 30 metre havadan giden topa yetişemedi diye futbolcuya küfür eden insanlardan sonra orta sahada topla yürüşünden pozisyonun nasıl sonuçlanacağını anlayacak kadar olaya hakim olan seyirci kitlesi ilk başlarda ufak bir şok yaşatsa da aslında son derece keyiflidir. içlerine karışıp birkaç maç izlemek basketbolu sevmek için fazlasıyla yeterlidir aslında.
aslında camia olarak ele alındığında futboldan çok farklı ve çok daha keyiflidir türk basketbolu. futbola kıyasla hele sayıca çok azdır. herkes birbirini tanır, abi/abla diye hitap eder. biraz da basketbol izleyicisi hafızasının yardımıyla kim nerde oynamış, nerden gelmiş, nereye gidiyor; herkes gayet iyi bilmektedir. sorun ne yazık ki stadlardan taşmaya başlayan bizlerde ve yöneticilerimizde, daha doğrusu salonlara da peşimizde getirmeye çalştığımız alışkanlıklarımızdadır. onun dışında yaşanan sorunlar ülkede futbol dışındaki herhangi bir spor branşından farksızdır. futbolla ilgili her türlü bilgiye istemeseniz bile ulaşabildiğiniz halde maç skorlarından öte bir bilgiye sahip olabilmenin en iyi yolu ne yazık ki gazeteciymiş gibi araştırmak, hatta direk muhabir filan olmaktır.
bütün bunları alt alta koyunca türk basketbolunun, en azından üç büyükler arasındaki hikayenin pek de katlanılamaz bir boyuta doğru son sürat gitmesi kaçınılmazdı, zaten tam o şekilde gidiyor "üç büyük" ve taraftarları. birbirlerini yiyerek, ileriye fırlayarak değil paçasından çekip indirerek geçmeye çalışarak.
derbilerde yaşananlar, deplasman yasakları ortada. dün akşam yaşanan olaylar zaten halen taze. hele biz ki eurocup şampiyonluğunu "fener sami yen'e nasıl gelecek" diye çemkirerek karşılayan bir taraftar(!) a sahibiz. bütün sezon 50-60* kişiye oynayan bayan basketbol takımımızın bir fenerbahçe maçında tribünlerde 3500 kişi bulması bu konuda nasıl bir noktada olduğumuzun en açık noktasıdır. taraftar bakımından bakarsak salonlar, içinde rakibe karşı kalanları kusmak için, futbol maçında bitirilemeyen şeyi * bitirmek için yeni bir platform olma yoluna girmiş görünüyor. bütün bu curcunayı ve cinnet halinde geçirilen maçları bir kenara bırakırsak az da olsa sevinerek söyleyebilirim ki halen kurtarılmış alanlar ve rakip sporcuya küfretmeden maç izleyebilen "basketbolsever"ler bulunuyor ülkede. insanların maça girebilmek için birbirini kestiği, bir bilet için fiyatının 10 katı bir bedeli tereddütsüz ödediği; polisler, coplar, kalkanlar, küfürler, panzerler eşliğinde tıklım tıkış izlenen futbol maçlarından sonra salonda gayet rahat, bir taraflarını yayarak oturan insanlar, erkekler, çocuklar, genç kızlar fazlasıyla garip gelebilir. stadyumdaki tribünlerde 30 metre havadan giden topa yetişemedi diye futbolcuya küfür eden insanlardan sonra orta sahada topla yürüşünden pozisyonun nasıl sonuçlanacağını anlayacak kadar olaya hakim olan seyirci kitlesi ilk başlarda ufak bir şok yaşatsa da aslında son derece keyiflidir. içlerine karışıp birkaç maç izlemek basketbolu sevmek için fazlasıyla yeterlidir aslında.
aslında camia olarak ele alındığında futboldan çok farklı ve çok daha keyiflidir türk basketbolu. futbola kıyasla hele sayıca çok azdır. herkes birbirini tanır, abi/abla diye hitap eder. biraz da basketbol izleyicisi hafızasının yardımıyla kim nerde oynamış, nerden gelmiş, nereye gidiyor; herkes gayet iyi bilmektedir. sorun ne yazık ki stadlardan taşmaya başlayan bizlerde ve yöneticilerimizde, daha doğrusu salonlara da peşimizde getirmeye çalştığımız alışkanlıklarımızdadır. onun dışında yaşanan sorunlar ülkede futbol dışındaki herhangi bir spor branşından farksızdır. futbolla ilgili her türlü bilgiye istemeseniz bile ulaşabildiğiniz halde maç skorlarından öte bir bilgiye sahip olabilmenin en iyi yolu ne yazık ki gazeteciymiş gibi araştırmak, hatta direk muhabir filan olmaktır.