18
fransız devrimi ile ortaya çıkan milliyetçilik akımının, sanayi devrimi ile biriken kapital ile kesişmesisin ardından 19. yüzyılda ortaya çıkan ulus devletlerden bir tanesi de yunanistan olmuştur. hasta adam osmanlı imparatorluğu'ndan ilk kopan milletlerden bir tanesi olan yunanlılar, hemen her millet gibi ulusal kimliklerini oluşturmak için bir "öteki" yaratmaya ihtiyaç duymuşlar, doğaldır ki bağımsızlık savaşını kazandıkları türkler en uygun aday konumuna gelmiştir.
diğer taraftan 1923 yılında kendi ulus devletlerini kuran türkiye için de yunanlılar, gerek politika üreticilerin arzuları gerekse kıbrıs sorunu ile beraber düşman millet olarak uzun zaman algılanmıştır. halbuki başta yemek ve müzik kültürü olmak üzere, bir denizin iki yakası olarak birbirimize öyle benziyoruz ki, bu ilişkinin asgari seviyesi dahi dostluktan az olamaz, olmamalı.
rekabet, özellikle spordaki çekişme ise tabii ki farklı. geçtiğimiz günlerde birisi yazmış, çok hoşuma gitti: "tribün sevdalısı bir taraftar için, yunanistan'da bir salonda deplasman yapmak hac görevi gibidir." şiddetle katılıyor, hatta bunun arzusunu doyasıya yaşıyorum. iki sene önce ilk eurolig deneyiminde tüm kıta avrupasının salondaki performansını konuşmasını sağlayan galatasaray taraftarının, bir sonraki hedefi yunanlıları da geçip zirveye yerleşmek olacaktır, bunun da formülü sürekliliktir.
50 seneden uzun bir aradan sonra, olympiakos ile yaptığı ilk maçta, sloukas'ın neredeyse pire'den attığı sinir bozucu baskete rağmen, o sezonu şampiyon kapatacak olan takımı abdi ipekçi'ye gömen ekibimize yine güveniyoruz. takımın performansı ile taraftarınkinin interaktif ve doğru orantılı bir şekilde olduğunu kabul edersek, siena deplasmanında gördüklerimiz bizi perşembe günü için ziyadesiyle ümitlendirdi. arroyo'nun eksikliği sebebiyle çok zorlandığımız beşiktaş karşılasmasından gerekli dersleri çıkardığına inandığımız teknik heyetimizin de başarılı idaresiyle, son iki eurolig'in efendisi kabasakal spanoulis ve saz arkadaşlarına ipekçi'den çıkmanın mümkün olmadığını bir daha hatırlatacağız.
romantik milliyetçi duyguların dışavurulacağı, "gençlik marşı" ile coşacağımız, "sesimizi yer gök su dinlesin" diye kendimizi daha fazla motive edeceğimiz, fakat milletlerin değil de takımların yarıştığını asla unutmayacağımız bir maç günü bizi bekliyor.
hakettiği yere, en tepeye armamızın taşınması için, böyle maçları kazanmayı, böyle takımları yenmeyi bir alışkanlık haline getirmeliyiz. biraz daha kırmızı, biraz daha yüksek sesle, biraz daha inatla, dopdolu bir salonda, ileride torunlarımıza anlatacağımız cinsten bir ambiansı yaratabilmek için perşembe hep beraber salona "yürüyoruz arkadaşlar";
galatasaray ulan !!
diğer taraftan 1923 yılında kendi ulus devletlerini kuran türkiye için de yunanlılar, gerek politika üreticilerin arzuları gerekse kıbrıs sorunu ile beraber düşman millet olarak uzun zaman algılanmıştır. halbuki başta yemek ve müzik kültürü olmak üzere, bir denizin iki yakası olarak birbirimize öyle benziyoruz ki, bu ilişkinin asgari seviyesi dahi dostluktan az olamaz, olmamalı.
rekabet, özellikle spordaki çekişme ise tabii ki farklı. geçtiğimiz günlerde birisi yazmış, çok hoşuma gitti: "tribün sevdalısı bir taraftar için, yunanistan'da bir salonda deplasman yapmak hac görevi gibidir." şiddetle katılıyor, hatta bunun arzusunu doyasıya yaşıyorum. iki sene önce ilk eurolig deneyiminde tüm kıta avrupasının salondaki performansını konuşmasını sağlayan galatasaray taraftarının, bir sonraki hedefi yunanlıları da geçip zirveye yerleşmek olacaktır, bunun da formülü sürekliliktir.
50 seneden uzun bir aradan sonra, olympiakos ile yaptığı ilk maçta, sloukas'ın neredeyse pire'den attığı sinir bozucu baskete rağmen, o sezonu şampiyon kapatacak olan takımı abdi ipekçi'ye gömen ekibimize yine güveniyoruz. takımın performansı ile taraftarınkinin interaktif ve doğru orantılı bir şekilde olduğunu kabul edersek, siena deplasmanında gördüklerimiz bizi perşembe günü için ziyadesiyle ümitlendirdi. arroyo'nun eksikliği sebebiyle çok zorlandığımız beşiktaş karşılasmasından gerekli dersleri çıkardığına inandığımız teknik heyetimizin de başarılı idaresiyle, son iki eurolig'in efendisi kabasakal spanoulis ve saz arkadaşlarına ipekçi'den çıkmanın mümkün olmadığını bir daha hatırlatacağız.
romantik milliyetçi duyguların dışavurulacağı, "gençlik marşı" ile coşacağımız, "sesimizi yer gök su dinlesin" diye kendimizi daha fazla motive edeceğimiz, fakat milletlerin değil de takımların yarıştığını asla unutmayacağımız bir maç günü bizi bekliyor.
hakettiği yere, en tepeye armamızın taşınması için, böyle maçları kazanmayı, böyle takımları yenmeyi bir alışkanlık haline getirmeliyiz. biraz daha kırmızı, biraz daha yüksek sesle, biraz daha inatla, dopdolu bir salonda, ileride torunlarımıza anlatacağımız cinsten bir ambiansı yaratabilmek için perşembe hep beraber salona "yürüyoruz arkadaşlar";
galatasaray ulan !!