179
alınacak kupaları bir bir alan galatasaray’ımın “süper”liğinin tescillendiği maç. kayseri kadir has stadı’nda suya sabuna dokunulmadan sonuçlanan maç olarak tarihe geçmiştir. tff’yi ve özellikle hükümeti ve bakanlarını ayrı bir memnun etmiştir büyük olasılıkla bu maç. maçtan günler önce “aziz yıldırım’la yan yana oturmam.” diyen başkanımız araya bakanları koyarak yapılan rica minnetle protokolde yer aldı. protokolde hissedilen soğuk havanın yanında bir ayrıntı dikkatimi çekti: sevgili(!) demirören’in ve aziz yıldırım’ın kravatlarının uyumu. bir ülkenin federasyon başkanının kazanmasını istediği takımı daha maç başlamadan ilan etmesi (kravatıyla da olsa) ülkemize has bir durum olsa gerek. maç başlamadan önce atv rejisi galatasaray’ın olduğu kapalı tribünün üstüne sanal türk bayrağı yerleştirdi. sanırsınız iki türk takım değil de biri türk diğeri yabancı iki takım karşılaşıyor. tabi bir de tribünde açılan ultraslan bayrağı meselesi var ki bence daha vahim. galiba gizli reklam uygulaması yapıyorlar! bir taraftar oluşumunun kendini ait olduğu üst kimlikten (galatasaray’dan) üstün görmesini yadıgayanlardanım.
maçın ilk yarısında fenerbahçe daha fazla topa sahip olan takımdı. buna karşılık organize pozisyon üretmekte zorlandılar. bunda orta sahanın benzer oyun stiline sahip oyunculardan kurulması etkiliydi. ilk yarıdan aklımda kalan iki pozisyon var: biri drogba’nın sneijder’in verdiği pasta mert’in topu çelmesi; diğeri ise sow’un beceriksizce harcadığı pozisyon. ikinci yarıda ise, üstünlük tamamen galatasaray’ın elindeydi. atak futbolla pozisyonlar bulurken; hepimizin yüreğini ağzına getiren gözbebeğimiz semih’in sakatlığı benim için maçı bitiren an oldu. içimden “sana bir şey olacaksa maç onların olsun.” diye geçirdim. bütün futbolcular için sakatlık anında üzülür ve korkarız; ama bu futbolcu sahada seni yansıtan bir futbolcuysa korku da başka türlü üzüntü de. derler ya “sakınan göze çöp batar.” diye, semih’in başına gelenler de bu hesap. maçta 63. dakikaya kadar en iyi oynayan fenerbahçeli futbolcu olan bruno alves, önce drogba’ya daha sonra melo’ya yaptığı faulle iki sarı karttan kırmızı kart gördü. normalde 3 yanlış 1 doğruyu götürürken; alves için tam tersi oldu bana göre. zaten fenerbahçe’yi bunaltan galatasaray’ım bu dakikadan sonra sazı iyice eline aldı. bu durum da mert’e yaradı. maçın adamı olmasını sağlayan kurtarışlar yaptı. açıkçası bu kadar iyi bir performans beklemiyordum ondan. ikinci yarıda selçuk’un fenerbahçe kalesindeki acemi mert’ten yararlanarak çektiği sert şutlar vardı; ama maalesef gol olmadı hiçbiri. akılda kalan pozisyon ise, hamit’in drogba’ya asist yapmak yerine kaleye vurduğu toptu. hamit vurmak yerine pas vermeyi tercih etse maç uzatmalara gitmeyecek biz de sinir krizleri geçirmeyecektik. galatasaray’ın pozisyonlarından bunalan fenerbahçe’nin imdadına kadlec yetişti ve bana göre maçın uzatmaya gitmesini sağlayan futbolcu oldu.
maçın uzatma dakikalarında golden önce drogba’nın kullandığı serbest vuruş mert’te kaldı. bu pozisyondan 2 dakika sonra bir mucize oldu ve topun hep ayağına gelmesini bekleyen, topu çevirip pas verme imkanı varken kontrolünde taca çıkmasını sağlayan, bir sol bek olarak ileri çıkmaktan imtina eden hakan balta, drogba’nın kafasına öyle güzel bir orta yaptı ki ortayı selçuk’un veya sneijder’in yaptığı izlenimini verdi herkese. drogba’nın alışageldimiz kafa vuruşuyla gol geldi. golün dakikasının 99 olması ise, ilahi adaletin habercisiydi. golden sonra skoru korumak için maçı rölantiye alan galatasaray’da öne çıkan bu defa muslera oldu. yaptığı kurtarışlarla maçın bir diğer adamıydı bana göre. ama maç sonunda mert’e geçilmesinin sebebi tecrübesiydi. muslera’nın tecrübesiyle yaptığı kurtarışların yanında tecrübesiz mert’in kurtarışları öne geçmişti. golden sonra kıpırdanan fenerbahçe’nin 118. dakikada yakaladığı pozisyonu muslera son anda kornere çeldi. geldiği günlerde eleştirildiği “küçük elleri” ile maçı kurtardı. hoş penaltılara gidilse dahi maç bize bakıyordu kaleciler açısından. maçın son düdüğü geldiğinde “en süper” galatasaray oluyordu.
maç içinde taraftarları açmaza düşüren bir durum vardı: tezahürat meselesi. galatasaray taraftarı tezahürat yaptığında fenerbahçe taraftarı ıslıklıyor; fenerbahçe taraftarı tezahürat yaptığındaysa galatasaray taraftarı ıslıklıyordu. maçı televizyondan izleyen bizler açısından tam bir işkenceydi. hazır işkence demişken; atv zulmünden bahsetmeden geçmemek gerek. maç öncesinde yapılan yayından tutun da maç sonrasındaki yayına kadar her yanı yanlı her yanı yalakalık kokuyordu. gerek tff’ye gerekse hükümete yaranmak için yapmadıkları kalmadı. maç yayınındaysa spikerin maçı anlatıp anlatmadığı belli bile değildi. zaten yorumcular olduğunda dinleyemediğim maç yayınının spikeri de kötüyse yandık gitti. maça gidip de “maç trt’de izlenir.” diye pankart açanlara anlam veremezdim. ama haklı olduklarını anlamış bulunuyorum. sırf spikerleri için maç trt’de izlenir. bundan sonra ”maç atv’de izlenmez” diye bir pankart görürsek maçlarda şaşırmamalıyız.
kupa törenini bekleyen futbolcularda acaip bir centilmenlik hali vardı. öyle ki rakibini ten renginden dolayı aşağılayan ve rakiplerine acımasızca fauller yapan emre bile kazanan takımı, yani galatasaraylı futbolcuları tebrik etti. ama bana kalırsa fazla abartıldı bu hareket. tıpkı tribünlerdeki taraftarların abartıldığı gibi. neymiş taraftarlar çok centilmenmiş, olay çıkmamışmış, hükümet aleyhine tezahürat yapılmamışmış. istenilen ortamı yaratmak için istanbul’da yapılmayan bir maçta olay çıkmaması doğaldır. bakalım aynı başarıyı(!) lig maçlarında da yakalayabilecekler mi. kupa verilmeden önce hasan şaş ve ümit davala ile röportaj yapan spikerin sesi kısılmıştı; hasan şaş spikere ”sen de bizim kadar bağırmışsın herhalde.” dedi. ama spiker bozuntuya vermedi. maç içinde davala’yı ve şaş’ı gördüğümde ben de uyandırdıkları etki orada teknik direktör olarak değil de taraftar olarak bulunduklarıydı. şaş’ın spikere yaptı espri de bunun tezahürüydü.
kupa töreninden önce, öyle sanıyorum ki galatasaray’ın itirazı üzerine, sahada bir stand hazırlanıyordu kupa töreni için. ama kupa verilirken gördük ki araya birileri, belki de bakanlar falan, girmiş ve yarattıkları ortamın bozulmaması için, fenerbahçeliler’in olduğu protokolde yapılmıştı kupa töreni. kupa törenine kalan fenerbahçeli taraftarlar sıkıntı yaratmadı allah’tan. fotoğraf çekmekle meşguldüler. melo’ya bir şeyler söylediler bir de hasan şaş’ın kafasına fenerbahçe atkısı attılar o kadar. kupa töreninde yaşanan bir acaiplik vardı. sevgili(!) demirören madalyaları karıştırıp vermişti takımlara. çoğu insanın hata dediği durum kasti yapılmıştı bence. “siz benim gönlümün şampiyonusunuz.” minvalinden karıştırmıştı madalyaları. neyse ki suyun öbür yakasına gitmeden anlaşılıp değiştirildi madalyalar. bu olay fenerbahçe’nin 2009-2010 sezonunda bursaspor’a kaptırdığı şampiyonluktan sonra düştüğü timsah durumunu hatırlattı bana. görün tff başkanı ne kadar aciz. neyse ki erman toroğlu’nun dediği gibi kupayı doğru tarafa verdi demirören.
kupa töreninde dikkat çeken birkaç nokta daha vardı: burak’ın kupadaki hali hepimizin malumu. size de bir terslik var gibi gelmedi mi? bence bunun altında yatan 2 neden olabilir. ya oynatılmadığı için küsmüştür ya da gidecektir. hangi nedenin olduğunu zaman gösterecek. dikkatimi çeken bir diğer nokta da kırmızı kart cezalısı sabri’nin madalya alması ve kupa kaldırmasıydı. sizce de bir yanlışlık yok mu? geçen sene benzer durumda engin vardı; ama o oynadıktan sonra atılmıştı. bu arada fatih hoca çok akıllı bir hoca. fenerbahçe maçında kendini kaybeden engin’i kadroya almayarak hem engin’i hem de hakemi kurtardı bana göre. boşuna imparator demiyoruz ona. fatih hoca cezası nedeniyle maçı locadan izlerken göremediği pozisyonlar için televizyona bakıyordu ve reji onu her seçtiğinde sinirleniyordu. ortaya bir de sonsuz görüntü çıkınca esprilere konu oldu bu durum. galatasaray’ı 8.likten 2 sene üst üste şampiyon olmuş ve ezeli rakibinden 2 sene üst üste süper kupayı almış bir takım haline getirdiği için sonsuz teşekkürler ve sevgiler için, bu sonsuz görüntü az bile. fatih terim kazandığımız 16 kupa ile adını tarihe yazdırmış oldu. her kupadan en çok bizde olmasının sebebidir fatih terim. futbol olarak tatmin etmese de, rakip tat vermese de, sonunda kupa olan maçı almak önemlidir. hele ki karşı kıyıda yarattığın hayal kırıklığını düşününce. süper kupayı alan süper futbolcuları, süper taraftarı, süper teknik heyeti ve süper fatih terim’i tebrik ediyorum. son olarak “we have drogba, they don’t!”
sarı kırmızı günler…
maçın ilk yarısında fenerbahçe daha fazla topa sahip olan takımdı. buna karşılık organize pozisyon üretmekte zorlandılar. bunda orta sahanın benzer oyun stiline sahip oyunculardan kurulması etkiliydi. ilk yarıdan aklımda kalan iki pozisyon var: biri drogba’nın sneijder’in verdiği pasta mert’in topu çelmesi; diğeri ise sow’un beceriksizce harcadığı pozisyon. ikinci yarıda ise, üstünlük tamamen galatasaray’ın elindeydi. atak futbolla pozisyonlar bulurken; hepimizin yüreğini ağzına getiren gözbebeğimiz semih’in sakatlığı benim için maçı bitiren an oldu. içimden “sana bir şey olacaksa maç onların olsun.” diye geçirdim. bütün futbolcular için sakatlık anında üzülür ve korkarız; ama bu futbolcu sahada seni yansıtan bir futbolcuysa korku da başka türlü üzüntü de. derler ya “sakınan göze çöp batar.” diye, semih’in başına gelenler de bu hesap. maçta 63. dakikaya kadar en iyi oynayan fenerbahçeli futbolcu olan bruno alves, önce drogba’ya daha sonra melo’ya yaptığı faulle iki sarı karttan kırmızı kart gördü. normalde 3 yanlış 1 doğruyu götürürken; alves için tam tersi oldu bana göre. zaten fenerbahçe’yi bunaltan galatasaray’ım bu dakikadan sonra sazı iyice eline aldı. bu durum da mert’e yaradı. maçın adamı olmasını sağlayan kurtarışlar yaptı. açıkçası bu kadar iyi bir performans beklemiyordum ondan. ikinci yarıda selçuk’un fenerbahçe kalesindeki acemi mert’ten yararlanarak çektiği sert şutlar vardı; ama maalesef gol olmadı hiçbiri. akılda kalan pozisyon ise, hamit’in drogba’ya asist yapmak yerine kaleye vurduğu toptu. hamit vurmak yerine pas vermeyi tercih etse maç uzatmalara gitmeyecek biz de sinir krizleri geçirmeyecektik. galatasaray’ın pozisyonlarından bunalan fenerbahçe’nin imdadına kadlec yetişti ve bana göre maçın uzatmaya gitmesini sağlayan futbolcu oldu.
maçın uzatma dakikalarında golden önce drogba’nın kullandığı serbest vuruş mert’te kaldı. bu pozisyondan 2 dakika sonra bir mucize oldu ve topun hep ayağına gelmesini bekleyen, topu çevirip pas verme imkanı varken kontrolünde taca çıkmasını sağlayan, bir sol bek olarak ileri çıkmaktan imtina eden hakan balta, drogba’nın kafasına öyle güzel bir orta yaptı ki ortayı selçuk’un veya sneijder’in yaptığı izlenimini verdi herkese. drogba’nın alışageldimiz kafa vuruşuyla gol geldi. golün dakikasının 99 olması ise, ilahi adaletin habercisiydi. golden sonra skoru korumak için maçı rölantiye alan galatasaray’da öne çıkan bu defa muslera oldu. yaptığı kurtarışlarla maçın bir diğer adamıydı bana göre. ama maç sonunda mert’e geçilmesinin sebebi tecrübesiydi. muslera’nın tecrübesiyle yaptığı kurtarışların yanında tecrübesiz mert’in kurtarışları öne geçmişti. golden sonra kıpırdanan fenerbahçe’nin 118. dakikada yakaladığı pozisyonu muslera son anda kornere çeldi. geldiği günlerde eleştirildiği “küçük elleri” ile maçı kurtardı. hoş penaltılara gidilse dahi maç bize bakıyordu kaleciler açısından. maçın son düdüğü geldiğinde “en süper” galatasaray oluyordu.
maç içinde taraftarları açmaza düşüren bir durum vardı: tezahürat meselesi. galatasaray taraftarı tezahürat yaptığında fenerbahçe taraftarı ıslıklıyor; fenerbahçe taraftarı tezahürat yaptığındaysa galatasaray taraftarı ıslıklıyordu. maçı televizyondan izleyen bizler açısından tam bir işkenceydi. hazır işkence demişken; atv zulmünden bahsetmeden geçmemek gerek. maç öncesinde yapılan yayından tutun da maç sonrasındaki yayına kadar her yanı yanlı her yanı yalakalık kokuyordu. gerek tff’ye gerekse hükümete yaranmak için yapmadıkları kalmadı. maç yayınındaysa spikerin maçı anlatıp anlatmadığı belli bile değildi. zaten yorumcular olduğunda dinleyemediğim maç yayınının spikeri de kötüyse yandık gitti. maça gidip de “maç trt’de izlenir.” diye pankart açanlara anlam veremezdim. ama haklı olduklarını anlamış bulunuyorum. sırf spikerleri için maç trt’de izlenir. bundan sonra ”maç atv’de izlenmez” diye bir pankart görürsek maçlarda şaşırmamalıyız.
kupa törenini bekleyen futbolcularda acaip bir centilmenlik hali vardı. öyle ki rakibini ten renginden dolayı aşağılayan ve rakiplerine acımasızca fauller yapan emre bile kazanan takımı, yani galatasaraylı futbolcuları tebrik etti. ama bana kalırsa fazla abartıldı bu hareket. tıpkı tribünlerdeki taraftarların abartıldığı gibi. neymiş taraftarlar çok centilmenmiş, olay çıkmamışmış, hükümet aleyhine tezahürat yapılmamışmış. istenilen ortamı yaratmak için istanbul’da yapılmayan bir maçta olay çıkmaması doğaldır. bakalım aynı başarıyı(!) lig maçlarında da yakalayabilecekler mi. kupa verilmeden önce hasan şaş ve ümit davala ile röportaj yapan spikerin sesi kısılmıştı; hasan şaş spikere ”sen de bizim kadar bağırmışsın herhalde.” dedi. ama spiker bozuntuya vermedi. maç içinde davala’yı ve şaş’ı gördüğümde ben de uyandırdıkları etki orada teknik direktör olarak değil de taraftar olarak bulunduklarıydı. şaş’ın spikere yaptı espri de bunun tezahürüydü.
kupa töreninden önce, öyle sanıyorum ki galatasaray’ın itirazı üzerine, sahada bir stand hazırlanıyordu kupa töreni için. ama kupa verilirken gördük ki araya birileri, belki de bakanlar falan, girmiş ve yarattıkları ortamın bozulmaması için, fenerbahçeliler’in olduğu protokolde yapılmıştı kupa töreni. kupa törenine kalan fenerbahçeli taraftarlar sıkıntı yaratmadı allah’tan. fotoğraf çekmekle meşguldüler. melo’ya bir şeyler söylediler bir de hasan şaş’ın kafasına fenerbahçe atkısı attılar o kadar. kupa töreninde yaşanan bir acaiplik vardı. sevgili(!) demirören madalyaları karıştırıp vermişti takımlara. çoğu insanın hata dediği durum kasti yapılmıştı bence. “siz benim gönlümün şampiyonusunuz.” minvalinden karıştırmıştı madalyaları. neyse ki suyun öbür yakasına gitmeden anlaşılıp değiştirildi madalyalar. bu olay fenerbahçe’nin 2009-2010 sezonunda bursaspor’a kaptırdığı şampiyonluktan sonra düştüğü timsah durumunu hatırlattı bana. görün tff başkanı ne kadar aciz. neyse ki erman toroğlu’nun dediği gibi kupayı doğru tarafa verdi demirören.
kupa töreninde dikkat çeken birkaç nokta daha vardı: burak’ın kupadaki hali hepimizin malumu. size de bir terslik var gibi gelmedi mi? bence bunun altında yatan 2 neden olabilir. ya oynatılmadığı için küsmüştür ya da gidecektir. hangi nedenin olduğunu zaman gösterecek. dikkatimi çeken bir diğer nokta da kırmızı kart cezalısı sabri’nin madalya alması ve kupa kaldırmasıydı. sizce de bir yanlışlık yok mu? geçen sene benzer durumda engin vardı; ama o oynadıktan sonra atılmıştı. bu arada fatih hoca çok akıllı bir hoca. fenerbahçe maçında kendini kaybeden engin’i kadroya almayarak hem engin’i hem de hakemi kurtardı bana göre. boşuna imparator demiyoruz ona. fatih hoca cezası nedeniyle maçı locadan izlerken göremediği pozisyonlar için televizyona bakıyordu ve reji onu her seçtiğinde sinirleniyordu. ortaya bir de sonsuz görüntü çıkınca esprilere konu oldu bu durum. galatasaray’ı 8.likten 2 sene üst üste şampiyon olmuş ve ezeli rakibinden 2 sene üst üste süper kupayı almış bir takım haline getirdiği için sonsuz teşekkürler ve sevgiler için, bu sonsuz görüntü az bile. fatih terim kazandığımız 16 kupa ile adını tarihe yazdırmış oldu. her kupadan en çok bizde olmasının sebebidir fatih terim. futbol olarak tatmin etmese de, rakip tat vermese de, sonunda kupa olan maçı almak önemlidir. hele ki karşı kıyıda yarattığın hayal kırıklığını düşününce. süper kupayı alan süper futbolcuları, süper taraftarı, süper teknik heyeti ve süper fatih terim’i tebrik ediyorum. son olarak “we have drogba, they don’t!”
sarı kırmızı günler…