• 1071
    peşi bırakılmaması gereken soruşturma. bu konuda literal olarak binlerce şey yazıldı ama üç nokta sürekli kafama takılıyor, burada da yazmadan geçemedim.

    1- konunun çözülmesi için yargıtay kararını beklemek, sağ kulağı sol bacak arasından tutmaktan farksız. yani, sporla ilgili kurumların cezayı kesmesi lazımdı. çünkü tff, tapeleri okuyup, aklı olan ve şikeci takım taraftarı olmayan herkesin göreceği gibi, adi pazarlıkları görüp, kalemi kırması gereken kurumdu. ancak onlar, etik raporu değiştirme komedisi pahasına topu mahkemeye attı.

    2- bildiğim kadarıyla mahkeme, konuşmadan ziyade somut delile bakan bir kurum. örnek vereyim, diyelim ben kodaman bir iş adamıyım. rakip iş adamı mahir'le ciddi şekilde kavgalı olduğum için de dinleme altındayım. ben 20 mart gecesi bir çalışanımı arıyorum:

    -kardeşim naber?
    -iyi abicim senden?
    -iyi benden de. bi şey istiycem senden. şu mahir artık sıkmaya başladı, sen yarın ne yap biliyo musun, bi çiçek al, çiçekle birlikte danayı götür, biraz gezdir danayı, sonra güzelce yatır. sonra da çiçeği denize at. kimseyle de konuşma ertesi gün yurtdışına git.
    -dana tek değilse napıcam.
    -yok yok tektir o, olmadı çağırırsın, akaretlerdeki yerinde yakalarsın tek başına danayı, götürür gezdirirsin, çiçekle işini hallet, sonra denize at işte.
    -tamam abi konuşuruz.

    şimdi, böyle bir diyalog sonrasında, 21 mart gecesi mahir akaretlerdeki binasından çıktıktan sonra ölü bulunsa. benim konuştuğum kişi de sabıkalı bir çalışanım olsa ve o gün yurt dışına çıkmış olsa. çok net bir şekilde konuşmanın şifreli öldürme konuşması olduğu anlaşılır. ama, ortada somut bir delil yoktur. ne kan, ne cinayet saati, ne parmak izi.

    bu durumda
    -benim içinde bulunduğum ailem, ortamım, çevrem beni siler. çünkü görür ve anlar ki ben katilin tekiyim.
    -mahkeme beni şüpheli bulur ama kesin delil elde edemediği için pat diye içeri atamaz.

    şikecilerin durumu buna çok benziyor. tek farkı, delil yetersizliğinden salıverme ihtimali bulunan mahkeme ceza verirken, ailem bana "o öldürtmemiştir ki" diye sahip çıkıyor. o yüzden, uefa kararları yargıtay kararlarından daha kritik bir halde olabilir şu aşamada.

    3- burada her gün bir arkadaşımız kararlı bir şekilde soruşturmayı gündemden düşürmüyor, takdir ediyorum. lakin her hatırlatmada aziz yıldırım'ın "ben şike yaptıysam fenerbahçe için yaptım" sözü, bir itiraf olarak kullanılıyor ve bu durum beni rahatsız ediyor. aziz yıldırım şike yapmış olsa dahi, mezkur beyan bir şike itirafı değildir. adam orada: "şike konusunda kararlar alıyorsanız, sadece bana ceza verip kulübü aklayarak işgüzarlık yapamazsınız. öyle yaparsanız, bu işi bana karşı kurulan bir tezgah addederim. eğer şike yok diyorsanız, kulübe de ceza vermeyin bana da. ama şike var diyorsanız, benle birlikte kulübe de ceza verme cesaretini göstermek zorundasınız. benim için şike yaptı diyorsanız, ben bu şikeyi kendim için yapacak değilim." anlamında söylüyor. tüm galatasaraylıların da katılacağı bu cümle bence son derece haklı. hangi kurumu hedef alıyorsa alsın, bir ceza verilecekse, kişilerle kurumlar ayrı tutulamaz. burada demirören ve başbakan gibi isimlerin söylediğinin tersini söyleyen aziz yıldırım çok doğru yapmıştır. son dönemdeki tek doğrusu bile diyebiliriz.

    işte bu sözü itiraf olarak algılamak benim içime sinmiyor. şike yaptığını düşünsem de sinmiyor. düşünün, cinayetle suçlanıyorsunuz. bir de zengin bir azmettiriciniz olduğu söyleniyor. diyorsunuz ki, madem beni aldınız onu niye almadınız. ben suçluysam o da suçlu. ben cinayet işlediysem tek başına işlemedim.

    ve o anda polisler "aha suçunu itiraf etti" diye apar topar götürüyor sizi. bu insafsızlık olmaz mı? suçu işlemiş olsanız dahi, bu söylediğiniz cümle bir itiraf sayılır mı?

    aziz yıldırım'ın şike yaptığını her fırsatta söylesem de, şu "sözde itiraf" videosunu paylaşmayı bırakmak gerekiyor bence artık.
App Store'dan indirin Google Play'den alın