4
(bkz: #123756) dikkatcekmeyecalisiyorum renktaşımın görüşlerini referans alarak;
an itibariyle 36 yaşındayım ve yukarıda anlatılan zamana "di'li geçmiş" olarak ve şimdiki zaman kipini de kapsayarak her ikisine de, ne mutlu bana ki, şahit oldum. (bkz: gunduz maci/#51460)
1973-1987 yılları arası aklımda kalan herşey hemen hemen 80 li yıllarda çocuk olmak başlığının altında görülebilir. bu dönemde farklı renklere gönül vermis dostumla aynı yerde maç seyredebilmek, teknolojinin sınırları henüz kısıtlı olduğu için daha samimi olabilmek ve bazı insani değerler açısından daha zengin bir dönemdeydik diyebiliriz. (bkz: rade zalad/#122680)
aslına bakarsanız, değişen sadece galatasaray taraftar profili değildir. bu dönemde insanlık da hızlı bir evrim geçirmiştir. benzer konuları diğer renktaşlarımla 2 gündür zaten yorumluyoruz ama kısaca denilebilir ki galatasaray türkiyedir. herşeyin daha hızlı tüketildiği bir ekonomik kumpasın içine itildik. o yıllarda henüz "oğlan bush" değil, tüm bu fırtınaları başımıza musallat eden "baba bush" başkandı ve "new world order - yeni dünya düzeni" adı altında şimdinin moda terimi "globalleşmeyi" öngören bir düzen getirmişti.
taksim'de ve bahariye meydanında ilk mcdonald'sların açılması adı üstünde "hızlı tüketime" en iyi örneklerdir. bizim kültürümüz, misafir ağırlar, misafirperverdir ve "evine gelene" kendi yatak odasını açar. genç ve değiştiği iddia edilen yeni neslin de böyle yetiştirildiğinden kuşkum yok. o yüzden mesela fatih terim'in "amansız ol" konseptli reklamı her kesim tarafından büyük tepki almıştır. türk'ün kültüründe "aman vermek" vardır, kullanılan terimler yanlıştır ve tanıtımımıza katkı sağlamaz, çünkü adı üstünde yanlıştır.
dolayısı ile "hızlı zıkkımlanın, sonra da buradan gidin" ağırlıklı bir "fast food" bize ve tebaamıza uymaz. ancak burada; o yılları yaşayan ve şimdi "bonibon", "jelibon" adı verilen şekerleri bile sadece pilavcı pasajından, o da ancak kaçak olarak elde edebilen bir nesil olarak bizler, ithalat rejiminin serbest bırakılmasıyla "ne olduğumuzu şaşırdık" çünkü büyüklerimiz yokluk ve kıtlık içinde, ekmek ve yağı karneye bağlanmış olan bir nesil olduğundan, uzun fara yakalanmış tavşan gibi kalakaldılar.
bir tür emperyalist oyun sonucu elimiz bollaşmış görünüyor ancak kimsenin alım gücü bunlara yetmiyordu. bugün, bir akşam okul çıkışı "maca gidelim" diyebilmek için sadece plan yapmak yetiyorken, o günlerde 3 hafta boyunca babanızın verdiği harçlığı biriktirmeniz gerekiyordu.
"diyarbakır'da oxford vardı da biz mi okumadık?" belki saf bir anadolu delikanlısının, istanbul'a yaptığı bir isyandı ama iyi ki de oxford yoktu oralarda. yoksa kendi kültürümüzün ipini kendimiz çekmiş olacaktık. bizi hala bir avuç içinde tutan, birlikte olduğumuzda "kardeşlik" duygularını bizlere yaşatan o masum anadolu kültürüdür. ibo oxford da okusaydı bugün belki de adını hatta vatanını değiştirmiş olabilirdi, kimse bilemez. bir nevi "peygamberimiz bugün yaşasaydı, traşlı, takım elbiseli, yakışıklı ve karizmatik bir adam olurdu" düşüncesiyle bağdaştırabilirsiniz.
çağın bu denli hızlı gelişmesi, popüler kültürü de etkiledi haliyle ve spor da bundan nasibini aldı. artık "değerler" sadece kupalarla ölçülür olmaya başladı. "tüketim" hızlı olduğundan, başarılar da "hızla" tüketildi. "futbolda dün yoktur" edebiyatı ile kafalar karıştı. sonra renkler ifşa edildi. emin olun bugün ilker yasin'i benim neslim, onu galatasaraylı biliyordu. halbuki ciddi "çayırsporludur"
bence bizim 500 yıllık anadolu ve fransız esintisi ile sentezlenmiş dünyada tek örnek olan lise kültürümüzü değiştiren, ali şen ve dönemi oldu. o zamanlar medyaya yandaş olmak çok daha rahattı ama artık haberlerin de çok hızlı tüketildiği ve anlık yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. kutsal ittifak medyası, türk spor basını gibi karşı taraftaki rakibimizi çağrıştıran tamlamalar kullanılmaya başlandı ve bu çok normaldi. çünkü biz o kültüre 500 yıl sahiptik, alp yalman'ı dvd'lerde filan bakın, ayar verirken bile ne kadar kültürlü ve efendidir, faruk süren'e bakın hep "ince çalışır" ve bel altı çalışmaz.
bir de ali şen, aziz yıldırım, ömer çavuşoğlu taifesine bakın. hepsinin ağzından salyalar saçıla saçıla duyarsınız bazı şeyleri çünkü onlar "popüler kültüre" hizmet ederler. bugün islam çupi'yi kaç tane yeni nesil tanır? ama metin oktay'ı, gündüz "baba" kılıç'ı, turgay "panter" şeren'i "çatladıkapıspor" taraftarı bile bilir ve saygı duyar. çünkü kültür oturmuştur, sadece 100 yıla yayılan bir tarihten bahsetmiyoruz! burası sultanların mektebidir!
imparatore, "bu işlerin artık düzeleceğini sanmıyorum" demekle haklıdır. çünkü kardeş bile kardeşle çatışma halindeyken, hele türk insanının 60'lı yıllardan sonra genlerine nüfuz eden "başarıyı yakalamaya çalışmak yerine onu paçasından aşağı çek" anlayışı ile yaşamak zorundayken, "bu işlerin düzelmesi", "çayırspor" taraftarının avrupa'da kupa görebilme hayali kadar uzaktır.
bunu başarsak başarsak bir tek biz başarabiliriz. ortada bir başarısızlık olduğunda bunu "o zamanlar olduğu gibi" ancak kabullenerek yaşayabiliriz. bunu o günlerde kabullenmiştik ve öyle yaşıyorduk. neden jupp derwall bizim için önemlidir, çünkü bu kabullenmişliği yıkan devrim adamıdır, ölü toprağını silkmiştir üzerimizden. bunu yaparken asla çirkeflik yapmamıştır.
başarısız olanlar, "malatyaspor'a çantalar gitti", "ankaragücü kalecisi maçı sattı" gibi ağlayarak kısa dönemde prim yaptılar ama türk futbolunun altına da dinamit koydular. şimdi yavaş yavaş uyanıyorlar çünkü bu frankenstein onların eseri ve bu mahluk onların da başını yemeye başladı. çünkü gerçekleri yüze vuran yine bu platform gibi oluşan sivil toplum örgütleri oldu.
ankaragücü kalecisi zalad, beşiktaş'ta top oynamıştı. aynı zalad, şike yapıldığı iddia edilen maçın oynandığı sezonda, toplamda beşiktaş'tan daha fazla gol yemişti. malatya'ya çanta içinde götürüldüğü iddia edilen paraları kimse görmedi hatta ergun gürsoy 2 sezon önce "ispatlayabilen varsa gelsin galatasaraylılığımdan vazgeçeceğim" demişti. bildiğim kadarıyla ses çıkmadı.
takımımıza, yönetimimize, sporcularımıza, tarihimize, kültürümüze, başarılarımıza ve ülkemize sahip çıkacağız. biz bir misyon kulübüyüz başkalarına benzemeyiz!
an itibariyle 36 yaşındayım ve yukarıda anlatılan zamana "di'li geçmiş" olarak ve şimdiki zaman kipini de kapsayarak her ikisine de, ne mutlu bana ki, şahit oldum. (bkz: gunduz maci/#51460)
1973-1987 yılları arası aklımda kalan herşey hemen hemen 80 li yıllarda çocuk olmak başlığının altında görülebilir. bu dönemde farklı renklere gönül vermis dostumla aynı yerde maç seyredebilmek, teknolojinin sınırları henüz kısıtlı olduğu için daha samimi olabilmek ve bazı insani değerler açısından daha zengin bir dönemdeydik diyebiliriz. (bkz: rade zalad/#122680)
aslına bakarsanız, değişen sadece galatasaray taraftar profili değildir. bu dönemde insanlık da hızlı bir evrim geçirmiştir. benzer konuları diğer renktaşlarımla 2 gündür zaten yorumluyoruz ama kısaca denilebilir ki galatasaray türkiyedir. herşeyin daha hızlı tüketildiği bir ekonomik kumpasın içine itildik. o yıllarda henüz "oğlan bush" değil, tüm bu fırtınaları başımıza musallat eden "baba bush" başkandı ve "new world order - yeni dünya düzeni" adı altında şimdinin moda terimi "globalleşmeyi" öngören bir düzen getirmişti.
taksim'de ve bahariye meydanında ilk mcdonald'sların açılması adı üstünde "hızlı tüketime" en iyi örneklerdir. bizim kültürümüz, misafir ağırlar, misafirperverdir ve "evine gelene" kendi yatak odasını açar. genç ve değiştiği iddia edilen yeni neslin de böyle yetiştirildiğinden kuşkum yok. o yüzden mesela fatih terim'in "amansız ol" konseptli reklamı her kesim tarafından büyük tepki almıştır. türk'ün kültüründe "aman vermek" vardır, kullanılan terimler yanlıştır ve tanıtımımıza katkı sağlamaz, çünkü adı üstünde yanlıştır.
dolayısı ile "hızlı zıkkımlanın, sonra da buradan gidin" ağırlıklı bir "fast food" bize ve tebaamıza uymaz. ancak burada; o yılları yaşayan ve şimdi "bonibon", "jelibon" adı verilen şekerleri bile sadece pilavcı pasajından, o da ancak kaçak olarak elde edebilen bir nesil olarak bizler, ithalat rejiminin serbest bırakılmasıyla "ne olduğumuzu şaşırdık" çünkü büyüklerimiz yokluk ve kıtlık içinde, ekmek ve yağı karneye bağlanmış olan bir nesil olduğundan, uzun fara yakalanmış tavşan gibi kalakaldılar.
bir tür emperyalist oyun sonucu elimiz bollaşmış görünüyor ancak kimsenin alım gücü bunlara yetmiyordu. bugün, bir akşam okul çıkışı "maca gidelim" diyebilmek için sadece plan yapmak yetiyorken, o günlerde 3 hafta boyunca babanızın verdiği harçlığı biriktirmeniz gerekiyordu.
"diyarbakır'da oxford vardı da biz mi okumadık?" belki saf bir anadolu delikanlısının, istanbul'a yaptığı bir isyandı ama iyi ki de oxford yoktu oralarda. yoksa kendi kültürümüzün ipini kendimiz çekmiş olacaktık. bizi hala bir avuç içinde tutan, birlikte olduğumuzda "kardeşlik" duygularını bizlere yaşatan o masum anadolu kültürüdür. ibo oxford da okusaydı bugün belki de adını hatta vatanını değiştirmiş olabilirdi, kimse bilemez. bir nevi "peygamberimiz bugün yaşasaydı, traşlı, takım elbiseli, yakışıklı ve karizmatik bir adam olurdu" düşüncesiyle bağdaştırabilirsiniz.
çağın bu denli hızlı gelişmesi, popüler kültürü de etkiledi haliyle ve spor da bundan nasibini aldı. artık "değerler" sadece kupalarla ölçülür olmaya başladı. "tüketim" hızlı olduğundan, başarılar da "hızla" tüketildi. "futbolda dün yoktur" edebiyatı ile kafalar karıştı. sonra renkler ifşa edildi. emin olun bugün ilker yasin'i benim neslim, onu galatasaraylı biliyordu. halbuki ciddi "çayırsporludur"
bence bizim 500 yıllık anadolu ve fransız esintisi ile sentezlenmiş dünyada tek örnek olan lise kültürümüzü değiştiren, ali şen ve dönemi oldu. o zamanlar medyaya yandaş olmak çok daha rahattı ama artık haberlerin de çok hızlı tüketildiği ve anlık yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. kutsal ittifak medyası, türk spor basını gibi karşı taraftaki rakibimizi çağrıştıran tamlamalar kullanılmaya başlandı ve bu çok normaldi. çünkü biz o kültüre 500 yıl sahiptik, alp yalman'ı dvd'lerde filan bakın, ayar verirken bile ne kadar kültürlü ve efendidir, faruk süren'e bakın hep "ince çalışır" ve bel altı çalışmaz.
bir de ali şen, aziz yıldırım, ömer çavuşoğlu taifesine bakın. hepsinin ağzından salyalar saçıla saçıla duyarsınız bazı şeyleri çünkü onlar "popüler kültüre" hizmet ederler. bugün islam çupi'yi kaç tane yeni nesil tanır? ama metin oktay'ı, gündüz "baba" kılıç'ı, turgay "panter" şeren'i "çatladıkapıspor" taraftarı bile bilir ve saygı duyar. çünkü kültür oturmuştur, sadece 100 yıla yayılan bir tarihten bahsetmiyoruz! burası sultanların mektebidir!
imparatore, "bu işlerin artık düzeleceğini sanmıyorum" demekle haklıdır. çünkü kardeş bile kardeşle çatışma halindeyken, hele türk insanının 60'lı yıllardan sonra genlerine nüfuz eden "başarıyı yakalamaya çalışmak yerine onu paçasından aşağı çek" anlayışı ile yaşamak zorundayken, "bu işlerin düzelmesi", "çayırspor" taraftarının avrupa'da kupa görebilme hayali kadar uzaktır.
bunu başarsak başarsak bir tek biz başarabiliriz. ortada bir başarısızlık olduğunda bunu "o zamanlar olduğu gibi" ancak kabullenerek yaşayabiliriz. bunu o günlerde kabullenmiştik ve öyle yaşıyorduk. neden jupp derwall bizim için önemlidir, çünkü bu kabullenmişliği yıkan devrim adamıdır, ölü toprağını silkmiştir üzerimizden. bunu yaparken asla çirkeflik yapmamıştır.
başarısız olanlar, "malatyaspor'a çantalar gitti", "ankaragücü kalecisi maçı sattı" gibi ağlayarak kısa dönemde prim yaptılar ama türk futbolunun altına da dinamit koydular. şimdi yavaş yavaş uyanıyorlar çünkü bu frankenstein onların eseri ve bu mahluk onların da başını yemeye başladı. çünkü gerçekleri yüze vuran yine bu platform gibi oluşan sivil toplum örgütleri oldu.
ankaragücü kalecisi zalad, beşiktaş'ta top oynamıştı. aynı zalad, şike yapıldığı iddia edilen maçın oynandığı sezonda, toplamda beşiktaş'tan daha fazla gol yemişti. malatya'ya çanta içinde götürüldüğü iddia edilen paraları kimse görmedi hatta ergun gürsoy 2 sezon önce "ispatlayabilen varsa gelsin galatasaraylılığımdan vazgeçeceğim" demişti. bildiğim kadarıyla ses çıkmadı.
takımımıza, yönetimimize, sporcularımıza, tarihimize, kültürümüze, başarılarımıza ve ülkemize sahip çıkacağız. biz bir misyon kulübüyüz başkalarına benzemeyiz!