103
her haliyle mükemmel bir maçtı. halıcıdan bozma bir lokalde izlemiştim. yaş ortalaması rahatlıkla 50'nin üzerinde olan bu lokal tabiri caiz ise galatasaraylılıktan ölüyordu. uefa finaline canlı tanıklık eden mi ararsın, metin oktay ile karşılıklı içen mi, kronolojimizi yemiş yutmuş adam mı ne ararsan vardı. bir de kel kafalı bir garson ve hala adını unutmadığım fenerli mustafa vardı bu işçi lokalinde.
neyse maç başladı, inanılmaz durgun oynuyordu bizim takım. real'in solunda oynayan r. carlos'un performansı tavan yapmıştı yine. ilk yarıda bizim bu denli etkisiz, real'in ise bir o kadar efektif futbolu sonucu ispanyol temsilcisi 2 tane sallamıştı bize. lokalde uğultular gırla. surat düştü tabi benim. ağladım ağlayacağım, o derece hırslıyım. koduğumun fenerli mustafası da her seferinde bizim masaya bakıp bakıp rakıyı dikiyordu kafaya. sonra da "ohhh be! yağ gibi de gidiyor namussuz" diyordu.
neyse ilk yarı bitti. o hırsla aldım paltoyu, çıktım dışarı. hava ebesinin damı gibi esiyordu. rüzgar müzgar hikaye tabi çok büyük umutlarla gelmiştim maça. işin bok tarafı hafta içi maçı olduğu ve ertesi gün de okul olduğu için zar zor izin almıştım ve babamla da küçük bir bahse tutuşmuştuk. real yenerse hafta içi dışarıda maç izlemeye son verecektim ama galatasaray kazanırsa babamdan kombine izinliydim. her türlü ziki tutuyordum yani. hem hafta içi maçları yalan oluyordu, hem takım yeniliyordu, hem de mustafa denen anten kasım kasım kasılıyordu. bu düşünceler arasında baya bir yürüdüm sonra geri lokale dönerken durakta bir adam gördüm ve bana maçın skoru sordu 2-0 yeniliyoruz abi dedim. ne olacaktı ya aslanım adamlar dünya devi iki tane de ikinci yarıda atarlar, basar giderler dedi. o sıra lan koduğum senin yaşın kadar galatasarayın ziktiği takım vardır demek vardı ya, neyse. ne yaşım ne de terbiyem müsait değildi o zaman. tüm bu hayal kırıklıklarıyla döndüm maça. lokalde bildiğin tribün havası hakimdi. yerime oturdum anten mustafa içmeye devam ediyor, kel kafalı garson da servise başlamıştı. ikinci yarıya başladık galatasaray inanılmaz dengeli oynuyor, koşuyor, basıyor, pozisyon buluyordu. o duraktaki kazmanın dev dediği takımla kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyorduk. fatih akyel denen adam hayatının maçını çıkarıyordu. ilk yarının adamı carlos erimiş gitmişti. işin enteresan yanı tüm ciddi ataklarımız kel kafalı garsonun bizim masaya geldiği dakikalarda gelişiyor ve bu totemi bütün masa da fark ediyordu. masaya gelen giden gırla! nihayetinde bu oyunumuz ve totemimiz sonuç verdi. collina penaltı noktasını gösterdi. alemde terse yatırmadık kaleci bırakmayan ümit davala topu ağlara gönderdi ve yer gök inledi. lokal yıkılıyor sandım. amcalara, dedelere sarılıyorum. kel garsonun kafasını öpenler mi arasın, omuzlara çıkanlar mı... tek somurtan çakma ispanyol fenerli mustafaydı. sonra arkadan bir ses duydum yaşlı bir amca "galatasaray her gol atışındaaaaaaaa, sanki mustafa'ya giriyoooooooooooooooo!" diye bağırdı. lokal yıkıldı. alkış kıyamet, sonra hep bir ağızdan tekrarlandı bu söz. ardından galatasaray iyice şaha kalktı. prof. hagi 2-3 sefer uzak mesafelerden kaleyi yokladı ama olmadı. sonra kel garsonun servisleri, galatasarayın takdire şayan oyunu derken galatasaray, bir diğer kelin, hasan'nın ayağından ikinci golü buldu. o an nasıl oldu bilmiyorum ama en ergonomik ben olmamdan dolayı o hengamede beni kel garsonun sırtına koydular. lokal yıkıldı yıkılacak. bağrışlar, çağrışlar. ben garsonun omzunda, garson tabağın çanağın derdinde derken sandalyeye oturdum ve yüksek sesle tekrarladık "galatasaray her gol atışındaaaaaaaaa sanki mustafa'ya giriyooooooooooooooooo!" 2-2 olmuştu. o anki duygularımı necip fazıl gelse ifade edemez. o derece bulutların üzerindeyim, o derece mutlu, o derece gururluyum. santra oldu. galatasaray takdire şayan oyununa, garson servise, çakma ispanyol fenerli mustafa efendide rakısına devam ediyordu ama bu sefer efkardan. bizim masa da yok yok. hiç olmadı küllük getirip götürtüyoruz adama ve totem yine sonuç verdi. ikinci yarının adamı ve hatta maçın adamı fatih akyel denen futbolcu ortayı yaptı, jardel kafayı çaktı ve bende film koptu. son hatırladığım jardelin sambası. bir kez daha yüksek sesle tekrarladım, gözlerinin içine baka baka hemde çakma ispanyol fenerli mustafanın "galatasaray her gol atışındaaaaaaaaaaaaa sanki mustafaya giriyooooooooooooooooo!" yemin ediyorum mustafa denen o anten, o kadar adamın arasında 70cc'lik şişeyi yere koyup üstüne otursa daha az madara olurdu. o derece ibretlik bir durumdaydı. neyse maç yine başladı. galatasaray durmak bilmiyor. akabinde süper mario jardel bir kafa daha çaktı aha! top yine ağlarda, yine ortalık karıştı ama bu kez gol ofsayttı. golde çok ama çok küçük bir ofsayt söz konusuydu hem de kel kafalı garson bu kez bizim masada değildi. yani golde bir sakatlık vardı harbi. neyse ahlar vahlar diz boyu falan derken maç bitti. ben havalarda, garson omuzlarda, mustafa kayalarda sokağa çıktık ve eve döndüm.
o ay babam galatasaray üzerinden iddia olmayacağını anladı ve eve şifreli yayını aldı ama ondan sonra şu yaşıma kadar ne hiç bir maçtan o lokaldeki kadar keyif aldım, ne hiç bir totem o kadar tuttu, ne okula bir daha o kadar fiyakalı gittim, ne bir fenerlinin o denli döt oluşuna bu denli yakın eşlik ettim ve ne de hiç bir şeyi durakta karşılaştığım o adamın maçın sonucunu öğrendikten sonraki hali kadar merak ettim. sonra şunu bir kez daha kafama kazıdım;
(bkz: galatasaray'ın adının olduğu her yerde umut vardır) ve galatasaray her gol attığında mustafaya girer :)
neyse maç başladı, inanılmaz durgun oynuyordu bizim takım. real'in solunda oynayan r. carlos'un performansı tavan yapmıştı yine. ilk yarıda bizim bu denli etkisiz, real'in ise bir o kadar efektif futbolu sonucu ispanyol temsilcisi 2 tane sallamıştı bize. lokalde uğultular gırla. surat düştü tabi benim. ağladım ağlayacağım, o derece hırslıyım. koduğumun fenerli mustafası da her seferinde bizim masaya bakıp bakıp rakıyı dikiyordu kafaya. sonra da "ohhh be! yağ gibi de gidiyor namussuz" diyordu.
neyse ilk yarı bitti. o hırsla aldım paltoyu, çıktım dışarı. hava ebesinin damı gibi esiyordu. rüzgar müzgar hikaye tabi çok büyük umutlarla gelmiştim maça. işin bok tarafı hafta içi maçı olduğu ve ertesi gün de okul olduğu için zar zor izin almıştım ve babamla da küçük bir bahse tutuşmuştuk. real yenerse hafta içi dışarıda maç izlemeye son verecektim ama galatasaray kazanırsa babamdan kombine izinliydim. her türlü ziki tutuyordum yani. hem hafta içi maçları yalan oluyordu, hem takım yeniliyordu, hem de mustafa denen anten kasım kasım kasılıyordu. bu düşünceler arasında baya bir yürüdüm sonra geri lokale dönerken durakta bir adam gördüm ve bana maçın skoru sordu 2-0 yeniliyoruz abi dedim. ne olacaktı ya aslanım adamlar dünya devi iki tane de ikinci yarıda atarlar, basar giderler dedi. o sıra lan koduğum senin yaşın kadar galatasarayın ziktiği takım vardır demek vardı ya, neyse. ne yaşım ne de terbiyem müsait değildi o zaman. tüm bu hayal kırıklıklarıyla döndüm maça. lokalde bildiğin tribün havası hakimdi. yerime oturdum anten mustafa içmeye devam ediyor, kel kafalı garson da servise başlamıştı. ikinci yarıya başladık galatasaray inanılmaz dengeli oynuyor, koşuyor, basıyor, pozisyon buluyordu. o duraktaki kazmanın dev dediği takımla kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyorduk. fatih akyel denen adam hayatının maçını çıkarıyordu. ilk yarının adamı carlos erimiş gitmişti. işin enteresan yanı tüm ciddi ataklarımız kel kafalı garsonun bizim masaya geldiği dakikalarda gelişiyor ve bu totemi bütün masa da fark ediyordu. masaya gelen giden gırla! nihayetinde bu oyunumuz ve totemimiz sonuç verdi. collina penaltı noktasını gösterdi. alemde terse yatırmadık kaleci bırakmayan ümit davala topu ağlara gönderdi ve yer gök inledi. lokal yıkılıyor sandım. amcalara, dedelere sarılıyorum. kel garsonun kafasını öpenler mi arasın, omuzlara çıkanlar mı... tek somurtan çakma ispanyol fenerli mustafaydı. sonra arkadan bir ses duydum yaşlı bir amca "galatasaray her gol atışındaaaaaaaa, sanki mustafa'ya giriyoooooooooooooooo!" diye bağırdı. lokal yıkıldı. alkış kıyamet, sonra hep bir ağızdan tekrarlandı bu söz. ardından galatasaray iyice şaha kalktı. prof. hagi 2-3 sefer uzak mesafelerden kaleyi yokladı ama olmadı. sonra kel garsonun servisleri, galatasarayın takdire şayan oyunu derken galatasaray, bir diğer kelin, hasan'nın ayağından ikinci golü buldu. o an nasıl oldu bilmiyorum ama en ergonomik ben olmamdan dolayı o hengamede beni kel garsonun sırtına koydular. lokal yıkıldı yıkılacak. bağrışlar, çağrışlar. ben garsonun omzunda, garson tabağın çanağın derdinde derken sandalyeye oturdum ve yüksek sesle tekrarladık "galatasaray her gol atışındaaaaaaaaa sanki mustafa'ya giriyooooooooooooooooo!" 2-2 olmuştu. o anki duygularımı necip fazıl gelse ifade edemez. o derece bulutların üzerindeyim, o derece mutlu, o derece gururluyum. santra oldu. galatasaray takdire şayan oyununa, garson servise, çakma ispanyol fenerli mustafa efendide rakısına devam ediyordu ama bu sefer efkardan. bizim masa da yok yok. hiç olmadı küllük getirip götürtüyoruz adama ve totem yine sonuç verdi. ikinci yarının adamı ve hatta maçın adamı fatih akyel denen futbolcu ortayı yaptı, jardel kafayı çaktı ve bende film koptu. son hatırladığım jardelin sambası. bir kez daha yüksek sesle tekrarladım, gözlerinin içine baka baka hemde çakma ispanyol fenerli mustafanın "galatasaray her gol atışındaaaaaaaaaaaaa sanki mustafaya giriyooooooooooooooooo!" yemin ediyorum mustafa denen o anten, o kadar adamın arasında 70cc'lik şişeyi yere koyup üstüne otursa daha az madara olurdu. o derece ibretlik bir durumdaydı. neyse maç yine başladı. galatasaray durmak bilmiyor. akabinde süper mario jardel bir kafa daha çaktı aha! top yine ağlarda, yine ortalık karıştı ama bu kez gol ofsayttı. golde çok ama çok küçük bir ofsayt söz konusuydu hem de kel kafalı garson bu kez bizim masada değildi. yani golde bir sakatlık vardı harbi. neyse ahlar vahlar diz boyu falan derken maç bitti. ben havalarda, garson omuzlarda, mustafa kayalarda sokağa çıktık ve eve döndüm.
o ay babam galatasaray üzerinden iddia olmayacağını anladı ve eve şifreli yayını aldı ama ondan sonra şu yaşıma kadar ne hiç bir maçtan o lokaldeki kadar keyif aldım, ne hiç bir totem o kadar tuttu, ne okula bir daha o kadar fiyakalı gittim, ne bir fenerlinin o denli döt oluşuna bu denli yakın eşlik ettim ve ne de hiç bir şeyi durakta karşılaştığım o adamın maçın sonucunu öğrendikten sonraki hali kadar merak ettim. sonra şunu bir kez daha kafama kazıdım;
(bkz: galatasaray'ın adının olduğu her yerde umut vardır) ve galatasaray her gol attığında mustafaya girer :)