11
ne rövaşata ne de çalim... futbolda en sevdiğim özelliklerin başinda gelir pres. çünkü bir futbolcunun maçi ne kadar istediğinin, kazanma arzusunun hangi seviyede olduğunun en net kanitidir.
futbol dünyasinda kim ne icat ederse etsin, kim neyi bulursa bulsun... en iyi taktik, yapmayi en iyi becerebildiğin taktikdir ve yapabildiğinin en iyisini yaptiğin sürece taktiğinin hiçbir anti-taktiği karşinda duramaz. pres de benim en sevdiğim taktikdir. çünkü sana sadece sahada değil, saha dişinda da psikolojik etmenler bakimindan kazanimlar sunar. yani maça 1-0 önde başlatir seni. çünkü korkutur. rahat nefes alamaz rakibin. saha içinde düşünecek zaman bulamadiğinda ne yapacağini da tam olarak kestiremez ve maçin kontrolü sana geçmiş olur. karşindaki isterse pas oyununu, uzun top organizasyonlarini ya da kontra atak futbolunu oynasin. sen eğer pres taktiğini onlarin kendi sistemlerinden daha iyi yansitmayi başarirsan sahaya, maç senin olur, sonraki maçlarda...
tabi bu oyunu diğer bütün taktiklerde olduğu gibi doğru futbolcularla oynamaniz gerekir. kimdir bu futbolcular peki? hani kahvehanelerde "yürü be koçum", "koş be aslanim" diye bağiran amcalari bilirsiniz. işte bu pres oyunu daha çok kahvehanelerdeki koçum'cu abilerin koç'lariyla oynanir. tribünleri gaza getirir. taraftari oyuna katmakta üstlerine yoktur. tüm takim rakibin üstüne gittiğinde tezahürat sesleri artar, o stat rakibe cehennem gibi gelir ve maç rakip sahaya yikilmiş olur. ayrica çok çabuk gaza gelen ülkem insanina en uygun sistem de budur aslinda.
tabi her güzel şeyde olduğu gibi bunda da negatif yönler vardir. misal;
hani dedik ya her taktik kendi adamiyla oynanir diye; bu taktiğe uygun olup bitiriciliği çok iyi olan futbolcuyu neredeyse bulamazsiniz. bunun iki sebebi vardir aslinda. birincisi: topu kapmak ya da rakibi kendi sahasindan çikartmamak için pres yaparak maç içinde çok fazla efor sarfeden bir futbolcu, rahatça gol vuruşu yapamaz. hem o gücü tam olarak kendinde bulamaz hem de çok yorulan bir insan kafaca doğru karar vermekte zorlanir. doğru vuruşun hangisi olduğuna rahatça karar veremez. ikincisi ise daha çok futbolun saha dişi etmenlerinden. gol vuruşu çok iyi olan değerli bir futbolcuya kolay kolay pres yaptirtamazsiniz. çünkü o futbolcu kendini takimin en önemli parçasi gibi hisseder ve maç içinde golünü atar ama yeri gelir kendi kafasina göre takilir. böyle futbolcular yeteneklidir fakat kulüpler tarafindan pek tercih edilen kişiler değildir çünkü otorite bozar. ya onlara göre sistem belirlersiniz ya da bu sistemi uygulayacaksaniz onlari transfer etmezsiniz.
işin bir de acikli kismi vardir. bu taktiğin evlatlari, futbolu daha çok kondüsyon ve fizik güçleriyle oynadiklari için futboldan en erken kopan ve taraftarin en çabuk gözünden düşen kişilerdir. ilerleyen zamanlarda güçleri hem pres yapmaya el vermez hem de gol vuruşlari çok iyi olmadiğindan çabuk göze batarlar. hani o kahvehanelerdeki koçum'cu amcalar var ya, işte geçmişin aksine bu sefer en çok küfrettikleri futbolcular bunlar olur...
yine de en lezzetli galibiyetlerin taktiği.
futbol dünyasinda kim ne icat ederse etsin, kim neyi bulursa bulsun... en iyi taktik, yapmayi en iyi becerebildiğin taktikdir ve yapabildiğinin en iyisini yaptiğin sürece taktiğinin hiçbir anti-taktiği karşinda duramaz. pres de benim en sevdiğim taktikdir. çünkü sana sadece sahada değil, saha dişinda da psikolojik etmenler bakimindan kazanimlar sunar. yani maça 1-0 önde başlatir seni. çünkü korkutur. rahat nefes alamaz rakibin. saha içinde düşünecek zaman bulamadiğinda ne yapacağini da tam olarak kestiremez ve maçin kontrolü sana geçmiş olur. karşindaki isterse pas oyununu, uzun top organizasyonlarini ya da kontra atak futbolunu oynasin. sen eğer pres taktiğini onlarin kendi sistemlerinden daha iyi yansitmayi başarirsan sahaya, maç senin olur, sonraki maçlarda...
tabi bu oyunu diğer bütün taktiklerde olduğu gibi doğru futbolcularla oynamaniz gerekir. kimdir bu futbolcular peki? hani kahvehanelerde "yürü be koçum", "koş be aslanim" diye bağiran amcalari bilirsiniz. işte bu pres oyunu daha çok kahvehanelerdeki koçum'cu abilerin koç'lariyla oynanir. tribünleri gaza getirir. taraftari oyuna katmakta üstlerine yoktur. tüm takim rakibin üstüne gittiğinde tezahürat sesleri artar, o stat rakibe cehennem gibi gelir ve maç rakip sahaya yikilmiş olur. ayrica çok çabuk gaza gelen ülkem insanina en uygun sistem de budur aslinda.
tabi her güzel şeyde olduğu gibi bunda da negatif yönler vardir. misal;
hani dedik ya her taktik kendi adamiyla oynanir diye; bu taktiğe uygun olup bitiriciliği çok iyi olan futbolcuyu neredeyse bulamazsiniz. bunun iki sebebi vardir aslinda. birincisi: topu kapmak ya da rakibi kendi sahasindan çikartmamak için pres yaparak maç içinde çok fazla efor sarfeden bir futbolcu, rahatça gol vuruşu yapamaz. hem o gücü tam olarak kendinde bulamaz hem de çok yorulan bir insan kafaca doğru karar vermekte zorlanir. doğru vuruşun hangisi olduğuna rahatça karar veremez. ikincisi ise daha çok futbolun saha dişi etmenlerinden. gol vuruşu çok iyi olan değerli bir futbolcuya kolay kolay pres yaptirtamazsiniz. çünkü o futbolcu kendini takimin en önemli parçasi gibi hisseder ve maç içinde golünü atar ama yeri gelir kendi kafasina göre takilir. böyle futbolcular yeteneklidir fakat kulüpler tarafindan pek tercih edilen kişiler değildir çünkü otorite bozar. ya onlara göre sistem belirlersiniz ya da bu sistemi uygulayacaksaniz onlari transfer etmezsiniz.
işin bir de acikli kismi vardir. bu taktiğin evlatlari, futbolu daha çok kondüsyon ve fizik güçleriyle oynadiklari için futboldan en erken kopan ve taraftarin en çabuk gözünden düşen kişilerdir. ilerleyen zamanlarda güçleri hem pres yapmaya el vermez hem de gol vuruşlari çok iyi olmadiğindan çabuk göze batarlar. hani o kahvehanelerdeki koçum'cu amcalar var ya, işte geçmişin aksine bu sefer en çok küfrettikleri futbolcular bunlar olur...
yine de en lezzetli galibiyetlerin taktiği.