resim
Enes Ünal
Takım:Bournemouth
Mevki:Santrfor
Yaş:26
Boy:1.87
Uyruk:Türkiye
  • 839
    kötü oynadığı zaman kitap okuma gibi olumlu özellikleri üzerinden yerilmesi beni çıldırtıyor. çoğumuzun içinde kahvehane önünde oturup sağa sola laf yetiştiren, okumuş öğrencilerden nefret eden ilkokul mezunu bir emmi var adeta.

    enes kötü oynar "ee koçum kitap okuyacağına top oyna" yarın umut bozok gol kaçırır "yeğenim piyano çalmaya benzemez bu işler." bir hoca bilgisayarlı performans takip sistemi kullanır, maç kaybedince "hocam istersen bi kapat aç belki takım düzelir." sıfır korelasyonlu laf sokmalar.

    herkesin yapması gereken olumlu işler bir anda eleştiri sebebi oluyor burada. dnamıza işlemiş bu saçma bakış açısı. cahilliğin kutsandığı bir yerdeymişiz gibi insanların kendini geliştirme heveslerini eleştiriye meze etmeye çalışıyoruz. nice kültürlü adamlardan bile duyuyorum. acilen kurtulmamız gereken bir eleştiri biçimi bu.
  • 688
    gündemimizde olduğu iddia edilen futbolcu. inanın bize gelip gelmemesi önemli değil. hakkında birkaç kelam etmek istiyorum.
    enes avrupa'ya açıldığında 18 yaşındaydı. yerli futbolcu standartlarında çok erken bir yaş.
    son 5 yılda belçika, hollanda ve ispanya liglerinde top oynadı. toplam 159 maça çıkıp, 48 gol 15 asist yaptı.
    şimdi bizim çok şey beklediğimiz yunus akgün ile atalay babacan'ı düşünelim.
    bu ikili türkiye kupası maçlarında forma giyse sevinecek durumdayız. atalay'ın henüz ligde oynadığı bir maç yok.
    enes ile aralarındaki yaş farkı ise sadece 3...
    enes bunların yaşındayken genk, nac breda ve twente'de 61 maça çıkmış, 30 gol atmıştı.
    varmak istediğim nokta şurası; enes çok daha büyük potansiyel vadediyordu, bunda hemfikirim. henüz potansiyeline ulaştığını düşünmüyorum.
    ancak bu oyuncuyu sanki çok başarısızmış, işe yaramaz bir bidonmuş gibi görmekten vazgeçelim.
    bakın ben nba ile fazla ilgilenmem. ilgilenen bir arkadaşım var. doncic'i övüp cedi'yi yeriyor devamlı. cedi'nin 3 sayısı cavs'a yetmedi diye dalga geçiyor. yahu biri 2. tur 31. sıradan seçilmiş, diğeri 1. tur 3. sıradan.
    şunu da söyleyeyim; bu öyle basketbolu bilmeyen biri de değil. isteyin size 2007 play-offlarını değerlendirsin. ama cedi'nin neden doncic kadar dominant olmadığını sorgulayabiliyor işte.
    çünkü bu ülkede kafalar böyle çalışıyor. hayatı siyah veya beyaz olarak görüyoruz. aradaki grileri yok sayıyoruz.
    arda turan atletico madrid'e transfer olduğunda sinan engin aynen şunu söyledi "türk futbolcuların avrupa'nın orta sıra takımlarına gitmelerini istemem. gidiyorlarsa real madrid'e barcelona'ya bayern'e gitmeliler."
    yani sinan engin'e göre ozan kabak stuttgart'a, çağlar söyüncü de freiburg'a gitmemeliydi.
    7'den 70'e bu değişmiyor. biz de altyapıdan bir oyuncu çıktığında, daha doğru düzgün oynamadan yıldız olmasını istiyoruz.
    en başta söylediğim gibi, enes'in bize gelip gelmemesi mühim değil. isteyenlere de, istemeyenlere de saygı duyarım. ama bu çocuğu yermeden önce destekleyelim derim. çünkü herhangi bir yanlışı olmadı şimdiye kadar.
  • 603
    daha 21 yaşında manchester city takımıyla idmana, maça çıkmış, twente takımında 19 gol atıp sezonun oyuncusu ödülünü almış, 14 milyon euroya transfer yapmış, villareal, genk gibi takımların formasını giymiş futbolcu. bugün 10 milyon euroya sattığımız rodrigues kendisinin yaşındayken postacılık yapıyordu. dün profesyonel sözleşme imzaladığımız çekdar orhan ve a takımla 1 lig maçına çıkan celil yüksel kendisinden yalnızca 1 yaş küçüktür. saçma sapan yorumlarınızı anadoludan istanbul'a gelip yatan ozan tufan, tarık çamdal gibilere yapın para yerine kariyeri seçen bu çocuk için değil.
  • 808
    23 yaşında la liga'da 100'den fazla maça çıkmış bir adam ve kültürlü, iyi filmler izleyen, iyi kitaplar okuyan, dil öğrenen bir adam. bir mesleği profesyonel olarak yapıyor, yan gelip de yatmıyor üstelik, gayet ahlaklıca aldığı paranın hakkını vermeye çalışıyor. ama burada ya da başka sözlüklerde kitap okuduğu için övülmesi eleştiriliyor. çok ilginç geliyor bana bu. oysaki ben baba olsam mesela, çocuğuma örnek gösterir böyle bir sporcu ol sporcu olacaksan derim. enes en tepedekilerden değil, belki de hiç olmayacak, ama yetenekleri doğrultusunda işini düzgün yapıyor. senin tarihinin en iyi forvetlerinden olan arif erdem'in, necati ateş'in forma giyemediği la liga'da üstelik daha 23 yaşındayken 100'den fazla maça çıkıyor. keşke bizim altyapımzıdan da her sene bir tane enes çıkabilse.
  • 241
    bu çocuk neden böyle? sadece yaklaşık bir sene önce yaptığı ve şu an gündeme gelen o kısacık röportajdan yola çıkarak sormuyorum bunu, bir futbol dergisine yazdığı uzun yazıdan yola çıkarak da soruyorum; bu çocuk neden böyle?

    cevabı basit; eğitim!

    adam instagram fotosunda kitap paylaşıyor. hobileri arasında film izlemek var. öyle uyduruk popüler kültür kitaplarını okumuyor ya da 2. sınıf aksiyon filmlerini izlemiyor adam. hiçbir şey tesadüf değil yani. okursan düzgün konuşursun, kendini düzgün ifade edersin, hayata farklı pencerelerden bakar muhakeme yeteneğini geliştirir sorunlara düzgün tespitler yapar, olumsuzluklar karşısında vatan millet bayrak edebiyatına girmez analiz yaparsın.

    ''galatasaray alt yapısında çok iyi eğitim veriliyor'' bok veriliyor! altyapıdan çıkan adamlar 2 cümle kurmaktan aciz. eğitimden anladığınız büyüklerin elini öpmekse evet eğitim veriliyor, büyüklerin önünde ceket iliklemekse evet eğitim veriliyor. ne kadar gereksiz şey varsa öğretiliyor yani altyapıda. ama oyuncuya kendini geliştirecek imkan sunulmuyor, o tamamen oyuncunun becerisine kalmış. enes ünal gibi biriysen belki ailenden belki birinden etkilenip kitap okumayı sevdiysen böyle konuşuyor, hayata futbola bu açılardan bakıyorsun. yok değilsen o zaman emre çolak, sabri, eray, aydın, arda oluyorsun. bir kere zaten türk olarak bir sıfır geride başlıyorsun sen avrupa' daki rakiplerine kıyasla. çünkü futboldan önce hayatının hiçbir alanında sistemin yok. kurallar sanki sadece aptallar uysun da biz zekiler onların önüne geçelim diye konulmuş. kurallara uymamanın yaptırımı yok, yaptığın bireysel bir hatanın, saygısızlığın toplum düzenine nasıl olumsuz bir etkisi olduğunu fark edebilecek vizyonun, donanımın, sağduyun yok. çünkü hiçbir zaman kolleftifliğin önemini anlamamışsın. sen,in çıkarına bir şey olduğundan başkalarının bundan nasıl bir zarar görebileceğine ilişkin bir düşüncen yok. dört yanlış bir doğruyu götürmese tüm soruları okumadan aynı şıkkı işaretleyecek bir dolu insanın ülkesi burası. ense ünal pırıl pırıl parlıyor bu ülkede. enes ünal bursa altyapısının ürünü değil, enes ünal kendisinin ve ailesinin bir ürünü. ben çok istiyorum onun dünya çapında bir futbolcu olmasını. ve bu ülkeden de olabildiğinde uzak durmasını istiyorum.

    buyurun o dergiye yazdığı o uzun yazı;

    --- spoiler ---

    ben 18 yaşındaki enes… futbolcu mesut ünal’ın futbolcu oğlu, annesinin en büyük evladı, babalarının izinden giden iki küçük kardeşin abisi. sizlere elimden geldiğince bursaspor’dan manchester city’ye gidişimi anlatacağım. bu yazıyı yazarken bana eşlik eden şarkılarla birlikte…

    insan, hikayeleriyle var olan, gelecek nesillerle bu hikayeleri paylaştığı sürece dünyadaki varlığını da sürdüren bir canlı. duygularımız, yaşadıklarımız ve yaşattıklarımızla bu dünyada iz bırakmak için hayatlarımızı sürdürüyoruz. herkesin bir hikayesi, yaşamında başkalarıyla paylaşacağı anlar var elbette. benim futbol topunun peşindeki hikayem de aslında herkesinkine benziyor; azar azar tüm duygulardan detaylar barındırıyor içinde. bazı zamanlar aniden bastıran özlem, özellikle ilk zamanlar ani iklim değişikliklerinden kaynaklı keyifsizlik, genellikle bulunduğum yerin mutluluğu ve hayallerimin peşinden koşabilmenin gururu…

    bu yazının ilk satırlarını yazmaya dünyanın bir ucundan başlıyorum, devamında başka bir kıtada olacağım ve hayallerim var oldukça bu hikaye de böyle devam edecek. önümde güzel bir macera var ve ben de bu maceranın peşinden koşabileceğim enerjiyi, gücü ve azmi hissediyorum. şimdi biraz gerilere gideceğim ve hikayemin en başına, ilk gözlerimi açtığım ana kadar ineceğim.

    her şeyin başladığı yer; bursa zübeyde hanım devlet hastanesi, 1997 yılının 10 mayıs’ı… dünyaya gözlerimi açıyorum. hikayemin başlangıcını tabii ki bana aktarılanlar üzerinden öğreniyorum, annemden birçok defa dinlediğim ve her zaman hoşuma giden bir olay geliyor aklıma.

    sağlıklı bir doğum sonrası sağlıklı bir bebek olarak dünyaya gelmişim, tek bir sorun dışında; bacaklarım çok yamukmuş… o kadar yamukmuş ki teyzem sürekli bacaklarımı elleriyle düzeltmeye çalışıyor ve onun bu girişimi babaannem tarafından engelleniyormuş. annem de bu yamuk bacaklara oldukça üzülmüş ve doktora dert yanmaya başlamış. olayı annemin nezdinde unutulmaz kılan kısmı da 18 yıl önceki o muayenelerin birinde doktorun ona söylediği ve yıllar boyunca benimle defalarca paylaştığı şu cümle: “kızım, neden üzülüyorsun? çok iyi futbolcu olur bundan, üzülme.”

    işte böyle başlıyor hikayem. sonrasında aklımda kalan, hafızamda yer eden, anılarıma konu olan çoğu şey içinde hep futbol topunu barındırıyor. çoğu çocuk gibi sokak aralarında başlayan, adapazarı’ndaki mahalle maçlarından bol bol kesitler barındıran bir hikaye. tabii bu hikayenin de öne çıkan heyecanlı anları var, bunlardan birkaçını burada paylaşabilirim.

    yaşım daha altı-yediyken, babamla birlikte sakaryaspor’da oynayan tuncay abiyle (şanlı) antrenman sonraları top oynadığımız anları hatırlıyorum mesela. aradan 10 yıl geçtikten sonra onunla aynı takımda birlikte oynama şansı yakaladığımı da ekleyeyim.

    bursaspor’un 2003-04 sezonu sonunda küme düştüğü gün hafızamda. ligin son haftasında bursaspor, samsunspor’la oynuyordu ve maç sakarya’daydı. babamla birlikte tribündeydik o gün. maçı bursaspor kazandı ancak diğer maçların sonuçlarına göre yine küme düşüyordu. ortalık karışacak diye stattan erkenden çıkmıştık ama yine de o gün biber gazıyla tanışmak zorunda kalmıştım! olan bitenin çok da farkında değildim ama tuttuğum takımın tarihindeki kara günlerden birine şahit olmuştum. tıpkı yıllar sonra en güzel gününe şahit olduğum gibi…

    bursa yıllarına geleyim… o kadar çok şey sığdırdım ki bu şehre, sadece profesyonel olarak geçirdiğim iki yılda bile bundan sonraki hayatımı etkileyecek sayısız olay vardı. tabii bunların birçoğu buz dağının görünmeyen tarafında kaldı, öyle de kalsınlar…

    çocukluğumu bursa’da geçirdim, hayatımın en güzel yılları. her öğrendiğim şeyin yeni, her yaşadığım şeyin ilk olduğu yıllar. ayrılırken de beni en çok zorlayan bu yaşanmışlıklar oldu aslında. bu sebeple fazla girmeyeyim bursa dolaylarına, anlatmaya başlasam dergi içinde bir yazıdan ziyade küçük çaplı bir kitap oluşturabilirim herhalde! öğrendiğim her şeyi bu şehrin sokaklarında öğrendim, güzel arkadaşlıklar biriktirdim, dostlar edindim. bursa’da yaşamayı hep sevdim ve hep bu şehrin çocuğu olmaktan gurur duyacağım…

    bursaspor’da hayatımın en güzel günlerini geçirdim ama o dönemi zaten yakından takip ettiniz. o yüzden hemen en çok merak edilen döneme geçeyim.

    ilk günler tahmin edebileceğiniz gibi benim için zor geçti. özellikle ilk bir hafta her anlamda çok büyük afallamalar yaşadım diyebilirim. daha city’deki ikinci günümde antrenmana geç kaldım. tabii bu olay benim dışımda gelişti. kulüpte benimle ilgilenen kişinin antrenman saatini yanlış anlaması sebebiyle gerçekleşen bir gecikmeydi ama olsun! türkiye’de kamp dönemlerinde ilk hafta genellikle adapte olma, testler şeklinde hafif geçer fakat burada hiç beklediğim gibi olmadı. ilk antrenmanda tempo o kadar yoğundu ki bir ara ciddi ciddi kusacağımı düşündüm. alışma dönemi bittikten sonra antrenman temposuna yavaş yavaş adapte oldum ve hem fiziksel, hem de mental olarak daha rahat davranmaya başladım.

    hikayenin bundan sonrası benim için harika geçti diyebilirim. tabii bu konuda takım arkadaşlarınızın çok büyük rolü oluyor. hiç kimsede kompleks yok, saygısızlık yok; genç oyuncu-eski oyuncu ayrımı diye bir şey zaten yok. çok kısa süre içinde onlardan biri olduğunuzu hissediyorsunuz. bunu soyunma odasında, sahada, yemekte, otoparkta, mümkün olan her yerde hissettiriyorlar.

    takımlarda genelde herkesin bir lakabı olur ve bu o takıma özeldir, sizi o gruba ait hissettirir. buradan hareketle city’de adımı söyleyen hiç kimse yoktu diyebilirim. joe hart başta olmak üzere bazı futbolcular beni “zlatan” diye çağırıyorlardı. televizyon ekibi işin görselliğine dikkat ettiği için olsa gerek hep “johnny depp” dediler. bu lakaplar sempatik olduğundan burada gönül rahatlığıyla paylaşabilirim ama aramızda kalması gereken bazı lakaplar da var, onlar öyle kalsın!

    saha içinde yaşadıklarımı da kısaca paylaşmakta fayda var. en baştan itibaren farklı bir seviyede olduğunu belli eden city organizasyonunun bünyesindeki futbolcular çok rahat. bu durum, takımın kaptanında geçerli olduğu gibi 17 yaşındaki genç oyuncu için de geçerli. burada alt yaş gruplarındaki yetiştirilme çok önemli. önceki senelerde çalıştığım bir hocamız “genç oyuncunun top kaybetme lüksü yok!” diye bağırırdı; burada ise kaybedilen her toptan sonra herkes birbirini motive ediyor. genç oyunculardan tek istedikleri çaba göstermeleri. bu kadar basit ve net! bu arada, yapılan hatadan sonra gelen motive edici söylemler, yapılan en ufak iyi hareketten sonra yerini alkışlara ve övgülere bırakıyor. her yönüyle sizi mental olarak ileriye taşımayı amaçlıyorlar yani.

    örneğin; kaptan kompany karşısında bir topa çok sert bir tekme sallayarak girebiliyorsun ve o sadece işini yapıyor, sana dönüp bakmıyor bile. antrenmanın geri kalan kısmında arkanda birisi dolaşıyor mu diye sürekli tetikte olmana gerek yok! yine burada takıma henüz bir-iki hafta önce katılan genç bir oyuncu tartışmalı bir pozisyonda takımın gedikli oyuncularından herhangi birisine karşı “top sizden çıktı” diyebiliyor. bunun imkansız olduğu çok fazla yer var, bana inanın!

    antrenmanlardan önce soyunma odasında mutlaka güzel bir müzik çalıyor, keyifli bir ortam yakalanıyor ve her antrenman sonuna kadar dişe diş geçiyor. yukarıda da belirttiğim gibi; dikkat çeken en önemli şey, her yaş grubundaki oyuncuların rahatlığı. sahaya çıktıklarında işlerini çok ciddi şekilde yapmaları ve izin günlerinde gerektiği gibi eğlenmesini de biliyor olmaları. türkiye’de inanılmaz baskı var ancak herhangi bir düzen yok. burada ise hiçbir baskı yok ve inanılmaz bir düzen var!

    hikayenin city kısmını toparlamak gerekiyor artık… bursa’dan manchester’a, oradan takımla kamp için melbourne’e, sonrasında vietnam’a geçtik ve artık kamp döneminin sonuna gelmiş olduk. bu satırları 15 saatlik vietnam-manchester uçuşunun son demlerinde yazıyorum. belki bu esnada genk’in üzerinden de geçiyor olabiliriz. ilk manchester tecrübem burada noktalanıyor artık. benim için çok güzel ve önemli bir tecrübe oldu. hayallerimin peşinden gittim ve burada yapabileceklerimin farkına vardım. şimdi bunları zorlamaya devam edeceğim. hikayenin bir sonraki durağı genk olacak ve bundan sonraki satırları da orada yazacağım. bakalım belçika bu hikayede nasıl tatlar bırakacak…

    manchester’a indikten sonraki ilk düşüncem, uzun yollarda geçen günlerin artık bitmiş olmasıydı. ertesi gün uçakla 1 saatlik mesafedeki genk’e hareket edeceğiz. uzakdoğu turunu düşününce antrenmandan eve gitmek gibi geliyor bu yolculuk!

    batur abiyle (altıparmak) birlikte havaalanındayız. bizi genk’e götürecek uçağı beklerken batur abinin aklına pasaportuma bakmak geliyor ve hoş olmayan bir talihsizlikle karşılaşıyoruz; vizem bitmiş! bu şoku hemen atlatıp hızlıca istanbul uçağına biletlerimizi alıyoruz ve sabaha karşı istanbul’dayız. genk yetkililerinin de yardımıyla hızlıca vize işlemlerini hallederek aynı günün akşamı belçika’ya uçuyoruz ve hikayede yeni bir sayfanın ilk satırları yazılmış oluyor.

    genk… küçük bir şehir burası; şehrin merkezi yürüyerek 5 dakikada bitiyor! belçika’nın genelinde olduğu gibi tarihi motifler burada da oldukça fazla. şehir, çok şey arayan bir insan için eleştiriye fazlasıyla açık ama sakinliği seven bir insan için inanılmaz güzel bir yer. gerek şehirde, gerekse kulüpte baskı ve stres türkiye ile kesinlikle karşılaştırılamaz. bu satırları kulüpteki üçüncü maçımın ardından yazıyorum ve sadece son maçta biraz stres gözlemledim. bunun da sebebi, maçın derbi niteliği taşımasıydı. hafta boyunca antrenman tesislerinde “there is only one game you must win” (kazanmak zorunda olduğunuz bir tek maç var) pankartına bakarak bu maça hazırlandık. bu arada bahsini ettiğim stres de türkiye’deki normal bir lig maçının stres seviyesine anca ulaşabilmiştir sanırım. maalesef maçı kaybettik ama maçtan sonra taraftarlar tarafından tribüne çağrılıp teselli edildik. genk’in harika bir taraftar grubu var, iç sahada olduğu kadar deplasmanda da bizi yalnız bırakmıyorlar.

    biraz da saha içinden bahsedeyim… öncelikli hedefim, oyun sistemine adapte olmaktı ve bunu büyük ölçüde gerçekleştirdim diyebilirim. geçen sezon üzerimde oluşan baskı ve bunun sonucunda ortaya çıkan stresi resmi maçlarda sahaya çıktıktan sonra attım. kendimi saha içinde çok iyi hissediyorum. daha da önemlisi huzurluyum. belçika ligi zor ve tempolu bir lig. belki bizdeki kadar kaliteli futbolcu yok ama atletik ve kuvvetli oyuncular var. her takım belli bir şablon ve sistem üzerine kurulu, gelişigüzel oyun oynayan takım bulunmuyor ve bu da özellikle deplasman maçlarını daha da zorlu hale getiriyor. nitekim lige de bu sebeple futbol otoriteleri “gelişim ligi” adını veriyor.

    buradaki sosyal yaşantımla ilgili de birkaç satır paylaşayım. ilk günlerim antrenman-yemek-uyku şeklinde geçti diyebilirim. yorucu kamp dönemi sonrası yeni bir ülkeye adapte olmadan önce biraz zihnen sakinleşmem gerekiyordu. bu süreçte şehrin sakinliğinin katkısının büyük olduğunu bir kez daha belirteyim. akşamlarımı kitap okuyarak ve takip ettiğim dizileri ya da filmleri izleyerek geçirdim. genk’in hemen yakınındaki brugge kentinde geçen “in bruges” filmini de bu süreçte seyretme şansı buldum. keşke bu şaheseri daha önceden izleyebilseydim dedim ama sanırım bulunduğum coğrafya itibarıyla en ideal zamanda izledim.

    şehrin genelinde çok türk var. ne zaman dışarı çıksam mutlaka sağdan soldan türkçe konuşmalar duyuyorum. ülke insanımızın sıcakkanlılığı burada da aynen geçerli; bana her konuda yardımcı olmaya çalışıyorlar. böyle olunca yabancılık hissetmiyorum tabii.

    şu an için otelde kalıyor olmam en büyük sıkıntı diyebilirim ancak siz bu satırları okurken büyük ihtimalle evim de hazırlanmış olacak ve geriye yapmam gereken tek bir şey kalacak; saha içinde iyi bir performans göstermek ve atacağım güzel gollerle sizlere selamlarımı iletmek…
    --- spoiler ---

    - enes ünal
  • 873
    milli futbolcumuz. la liga gol krallığında yarışması bir şey ifade etmez. çünkü galatasaray sözlük tarafından bidon ilan edilmişti. kitap okuyordu. yabancı sevgilisi vardı. henüz 24 yaşında avrupa'nın farklı liglerinde 220 maça çıkmış oyuncuyu çöp ilan etmişlerdi. la liga'da muhtemelen uzun yıllar oynar. yıllar geçtikçe iago aspas gibi kaşar golcüye dönüşür.
  • 955
    dün gece oynadıkları maçta celta vigo karşısında takımına çok önemli bir 3 puanı neredeyse tek başına getirdi. önce penaltı aldı ve aldığı penaltıyı gole çevirdi. sonra arkadaşına nefis bir pozisyon hazırladı ama gol kaçtı. 75. dakikada rakibini geçti ve faul aldı, o pozisyonda rakibi 2. sarı kartı görünce celta vigo sahada 10 kişi kaldı. son dakikada da yüzde doksan dokuzluk bir pozisyonu kaçırarak nazar boncuğunu da taktı dün geceki.

    https://youtu.be/PsEiJVn8C9M

    türkiye'de 100'ler kulübü denen bir şey vardır. vikipedia verileri doğruysa 34 futbolcu şimdiye kadar süper lig'de 100 gol barajını geçebilmiştir. bu adam henüz 25 yaşında la liga'da 52 golü var. ayrılmaz da orada kalırsa adam la liga'da 100'ler kulübüne girecek.
  • 279
    dünyada sadece türklere özgü olan aksan kompleksi ile eleştirilen genç adam.
    bakın arkadaşlar ingiltere'de işim gereği 2 seneye yakın çalıştım. amerika'ya sehayatlerim oldu. panamalısından nepallisine kadar en akla gelmedik tiplerle hostelde bir ranzayı paylaştım. türk milleti kadar kendi ingilizce aksanını dert eden insanlar görmedim. yahu biz de böyleydik işte fatih terimle mesut yılmazla falan dalga geçerdik de bu kompleksleri aşalım artık n'olursunuz. kendini anlatıyor he hö diye sinirlenmeyin hemen. sayısız ingilizce sunum yaptım. hiç de öyle efendime söyleyim bir bronxlu gibi amerikan aksanı ya da londralı gibi cockney konuşmaya çalışmadım. şu ana kadar da kimse bu ne biçim konuşuyor alın bunu kürsüden diye itiraz etmedi. enes kardeşime başarılar diliyorum. kimse bir yabancı dili yerlisiyle aynı aksanda konuşmak zorunda değil. adı üstünde yabancı dil, kasmayın bu kadar.
  • 661
    (bkz: 17 kasım 2019 andorra türkiye maçı)
    iki gol atmış ve maçın adamı olmuştur. illa velakin yıldız oyuncu olacak kuralı mı kondu da bizim haberimiz olmadı? avrupa’da top oynayacağım ve kariyerimi avrupa’da devam ettireceğim demişse, bu hedefinde şu ana kadar başarılı olmuştur. ayrıca başarı nedir? 22 yaşında avrupa’nın izlenen liglerinde top oynamak ve bundan para kazanmak bence başarıdır. daha büyük takımlarda mevkine göre çok daha fazla gol atmak ya da skora katkıda bulunmak büyük başarıdır.
    eğer enes başarısız ise cenk tosun da başarısız demektir. zira iki yıldır forma giyemiyor takımında. ki bence ikisi de başarılı ve çok büyük saygıyı hakeden genç sporcularımız.
  • 649
    kendisini asla pazarlamayan oyuncu. uğur karakullukçu gidip röportaj yapmasa 2 yıldır adam hakkında haber bile yapılmıyor. işinde gücünde adam sessiz sedasız topunu oynuyor.

    oynayabileceğin yere gitmelisin demek konusunda da gayet hakkı var. adam asla 6 ay yatmadı, sürekli olarak oynayabileceği takımlara gitti. gayet de mütevazı bir tarzı var.

    evet hollanda ve belçika günlerinin gerisinde ancak unutulmaması gereken mevzu bu çocuk hala 22 yaşında.
  • 706
    burak yılmaz, cenk tosun, umut bulut ve daha nice türk santraforlar enes'in yaşındayken uçuyordu zaten!! enes, ispanya liginde senede 20 gol atamadığı için eleştiriliyor.
    belki de o beklenen patlamayı yurtdışında hiç yapamayacak ama 25 yaşından sonra yapamayacağı anlamına da gelmiyor.
    yani 22 yaşındaki adam la liga'da 16 gol atıp 8 asist yapmış, öyle veya böyle bir mücadele veriyor. hiç yoksa önünde en az 13 yıl daha futbol yaşantısı olacak.
    o yüzden bir karara varmak için çok erken diye düşünüyorum.
  • 651
    senin genç oyuncularının ptt ligde forma bulamadığı yaşta bu adam hollanda ve ispanya liglerinde forma buldu hala buluyor. çok kolaysa senin gençlerin de gitsin bulsun ama senin gelecek vaat ediyor diye kiraladıkların bırak forma bulmayı, kadroya giremiyorlar daha.

    neyi dert oluyor bu çocuğun anlamıyorum. yolunda giden düzgün bir ilişkisi, kitap ve film sevgisi, efendi duruşu var ve isini yapıyor adam. sağa sola adamlık pozları kesmiyor, ben en iyiyim demiyorum. adamın mesleği futbolculuk ve onu yapıyor, sessiz sedasız yapıyor. tıpkı cengiz gibi, çağlar gibi. cengiz ve çağlar enes'ten çok daha başarılılar diye enes'e niye laf edelim ki? gider cengiz ve çağlar başlıklarında çok haklı olarak onlara övgüler sıralarız.

    ayrıca kendisini 3 yıldır izliyorum. oyununu geliştirdi. bizde olsa mesela böylebir forvet, gayet işimize yarar. dünya çapında olmayabilir ama asla öyle boş bir futbolcu falan da değil. umut kadar, burak kadar, vedat kadar forvettir enes ve bu da az şey değildir. bakın bakalım umut, vedat ve burak enes'in yaşlarındayken nerelerdelermiş.

    enes'ten hiçbir şey olmayabilir de, böyle kalabilir enes ama ne fark eder ki? çocuk sessiz sedasız işini yapıyor. ıtalya'dan, almanya'dan çıkan her forvet dünya çapında mi oyuncu oluyor?
App Store'dan indirin Google Play'den alın