• 66
    (bkz: 28 kasım 2018 lokomotiv moskova galatasaray maçı) gecesi:

    sahada 90 dakika boyunca hiçbir işe yaramayan eren derdiyok güzelce takımla beraber dönüp euro’ları cukkalamaya devam edecek.

    23 kasım 2018 galatasaray konyaspor maçının tetikçisi hüseyin göçek aynı gece tottenham inter maçında ilave yardımcı olarak görev alıyor. maç bitince tatlı tatlı türkiye’ye dönüp paraları cukkalayacak.

    aynı maçta şaibeli cüneyt çakır orta hakem olarak zaten para kesiyor.

    sen ben de cebimizdeki parayı bunlara harcayıp burada böyle kafayı kırıyoruz.

    işte endüstriyel futbol budur.
  • 63
    boşuna sövdüğümüz gerçeklik. buna ya uyum sağlarsınız ya da kaybedenlerden olursunuz, bu kadar basit.

    belki de ilginç bir anektod olacak. 2000'lerin başında batan leeds united eğer bir 5-6 sene daha dayansaydı bugün ingiltere'nin en büyük 3-4 kulübünden biri olacaktı, tabi ki endüstriyel futbol sayesinde. ama o devre yetişemediler. alt liglerde sürünüp büyüklüklerini kaybettiler. şanslarına küssünler.
  • 33
    galatasaray endüstriyel futbolun baskısını kulüp, camia, tribün olarak tüm alanlarında hızlı ve yozlaşarak yaşamaktadır.
    evet çok ciddi bir ekonomik sıkıntı yaşamaktadır. evet bunun için taraftarının sağlam desteğine ihtiyaç duyuyordur. lakin taraftarı için çok önemli bir maçın biletlerini açık arttırmayla satmak benim nazarımda taraftarından faydalanmak değil sömürmektir.

    ben galatasaray'ın ekonomisinin düzgün olduğu zamanı hiç hatırlamıyorum, hep sıkıntılar vardı, başkanları hiçbir zaman çok büyük zenginlerden olmamıştır. hatta şöyle bir örnek verebilirim. galatasaray'ın başkanları hep entellektüel kişilikleriyle ön planda olmuştur. ali sami yen'in numaralısında hep devlet adamları, ateşeler, yazarlar, tiyatrocular, profösörler otururken, karşı kıyıda localarda ülkenin en zenginleri otururdu hep, hala da öyledir. doğuş grubu, koç grubu, genelkurmay başkanları, ülkenin enerji piyasasını elinde tutan patronlar vs.

    yeni statla birlikte bir çok değişim yaşıyoruz, belki ilerde aklımızın hiç bir yerinde olmayacak durumlar şuan bizi çok rahatsız ediyor. endüstriyel futbol'u yeni keşfetmiş bir yönetimimiz var gibi duruyor, her alanda para kaynaklarını kendine akıtmaya çalışıyorlar. sigortalar, telefon hatları, internet hatları, kredi kartları..
    tabi bu durum pazarlama stratejileri vasıtasıyla bir sömürü değil galatasaray'lının sanki mecburi kullanması gereken, hatta kullanmazsa tam anlamıyla taraftar olamayacağını düşündürten tekniklerle yapılıyor. en basiti artık taraftar bilet aldığı zaman bir çok şeyi elde etmiş gibi hissediyor kendini, sahada futbolcu bir hata yaptığı zaman ağır ithamlarda bulunup hakaret ediyor. elbette arena çok büyük bir stat taraftarı çekmek kolay değil, bazı etkinlikler yapılması gerekiyor ama işte bu etkinlik altında yapılanlar taraftarı gerçek anlamda yozlaştırıyor.

    bence galatasaray taraftarının son zamanlarda bu kadar yozlaşmasının altında son iki yönetimin pazarlama stratejisi de yatıyor. ve bu stratejiler taraftarımız da şuana kadar yaşamadığı bazı duygular tatmasına vesile oluyor, taraftarımız biraz şımarmaya başlıyor. bu da otomatik men tribüne etki ediyor. tribüne gelen taraftar tribünün hakkını verebilecek miyim düşüncesinden sıyrılıp, buraya kadar geldik verdiğimiz paranın emeğin hakkını alabilecek miyim düşüncesine itiliyor. ürünlerini alan, montlarını sırtına geçiren, formayı giyen takımı üzerinde hakkı olabileceğini düşünmeye başladı..

    elbette taraftarlığın tam anlamı ile tarifi nedir i yapmak çok zor. kimsenin galatasaray’lılığını ölçmek bize düşmez, kimseye düşmez. ama bu durum önümüzdeki yıllarda tribünlerde bizim açımızdan daha çok sıkıntılar doğuracak gibi gözüküyor. homurtular kavgalara dönüşmek üzere tibünlerde, her an uzun zamandır tribünleri kovalayanlar yeni nesil taraftarla bir birine girme durumunda.

    şu an galatasaray tribünlerinde yaşanan durum tam anlamıyla endüstriyel futbol yöneticileriyle tribün kültürünü manevi duygularla bezemiş romantik tribüncülerin savaşına sahne oluyor.
  • 68
    bir parçası haline isteyerek veya istemeyerek geldiğimiz lanet.

    ali sami yenler, metin oktaylar, turgay şerenler, fatih terimler geride kaldı artık. hoca çok direndi, çok dayandı. galatasaray'ı yaşadı; ama olmadı. çark; ama yukarıdan emirlerle; ama saha içindeki saçmalıklarla imparatoru kopardı galatasaray'dan. ben de dedim; olmuyor bu sene; bırakmalı. hoca kendi bırakmalıydı! avrupa kupası istediği gibi sonuçlanmasa bırakacaktı da sanki. çok gördüler; hocanın tırnağı etmeyecek adamlar.

    şimdi birileri çıkıp diyor ki düne kadar kimsenin adını bilmediği birisiyle anlaşılmış; destek olacakmışız. ben galatasaray'ı her daim desteklerim desteklemesine de. madem futbol artık endüstriyel oldu ve ben de bir nevi müşteriyim yok öyle gözü kapalı destekleme! kim olursa gelecek bu takımı düştüğü bataktan çıkaracak ligi avrupa kupası potasında bitirecek, avrupa'da iyi futbol oynatacak. bunları yapamayacaksa da alacak tazminatını gidecek birçokları gibi. yok öyle kuru kuru hep destek! madem hocayı kurban ettik koruyamadık; gelen de bir zahmet hocanın yapamadıklarını yapacak! yok sezon ortası geldi, yok kendi takımı değil bahaneleriyle yeni sezona başlayıp oranın da içine etmesine izin verilmeyecek. ya kısa sürede başaracak ya da mayıs sonu elveda denilecek; çünkü futbol artık endüstriyel ve ben müşteriyim ve saha içini uzun süredir beğenmesem de dün saha dışı yaşananlar benim için kaldırılamaz şeyler oldu! yine yeniden biz nostaljik futbol romantiklerinin suratına tokadı vurdu: yaşayan galatasaray efsanesi, tarihteki en önemli 3 figürden biri çapsız tiplerin mobbingi ile taraftardan koparıldı. şu saatten sonra değil guardiola'nın yardımcısı kendisi gelse benim sabrım yok. hocanın yapamadığı ne varsa yapmak zorunda kısa sürede şu saatten sonra!
  • 52
    değişen ve adeta bir endüstri haline gelen günümüz futbolu , kendisi ile birlikte tüm paydaşlarını da değiştiriyor ve dönüştürüyor. futbol artık sadece amatörce yapılan bir spor değil aynı zamanda büyük boyutta ekonomik hinterlandı olan dev bir yapı haline geldi. ulusal ve uluslararası tüm organizasyonlarda futbolun bu ekonomik yüzü ön planda olmaya başladı. yeni futbol ekonomisi her alanda kendi aktörlerini yaratıyor.

    geçmiş yıllarda sadece tribün gelirleri ve bazı işletmelerinden elde ettiği gelirlerle ayakta kalmaya çalışan kulüpler bugün attıkları her adımdan para kazanmaya başladılar. satılan kulüp logolu ürünlerden tutun , günlük yaşamda kullandığımız kredi kartları ve cep telefonu operatörlüğüne kadar her şey pazarlanır oldu.

    sadece taraftarın kullanımına yönelik bu ürünler değil, futbolun kendisi de tüm dünyada pazarlanır hale geldi. futbolun bu yönü doğal olarak büyük şirketlerin de gözünden kaçmıyor.

    geniş kitlelere ulaşabilmenin en kolay yolu olarak gördükleri futbola sponsorluk adı altında kendileri ve ürünlerinin reklamı için destek veriyorlar.

    ayrıca son yıllarda rus, çin ve arap oligarkları başta olmak üzere hatırı sayılır iş adamları da değişik amaçlarla futbola yönelmeye başladılar.

    devlet televizyonunun tek kanal olduğu yıllarda maçların 3-5 dakikalık özetlerinden , artık hazırlık maçlarının bile şifreli kanallarda pazarlandığı bir döneme geçmiş durumdayız. son yıllarda naklen yayın pastasının büyümesi ve bu pastanın paylaşımı, hem yayınlayacak kanallar, hem de kulüplere dağıtımı tartışmalar yaratıyor.

    özellikle yüksek paralar veren yayıncı kuruluşlar, verdikleri paraların karşılığını alabilmek için istedikleri lig kurgularını dizayn etmeyi ve ligin gelişim senaryolarını yazmayı da daha çok dekoder satabilmek/daha çok ürün tükettirebilmek için kendilerinde bazen bir hak olarak görmektedirler. maçların yayın saatleri bile federasyonun değil yayıncı kuruluşun tekelinde.

    endüstriyel futbol anlayışının ortaya çıkardığı bu yeni tablo ; kulüplerden federasyonlara, yayıncı kuruluşlardan kulüpler birliğine , televizyonlardaki spor programlarından gazetelerdeki spor yazarlarına kadar herkesi taraf yapmakta ve yeni rant kapıları açmaktadır.

    büyük paraların döndüğü bu ortamlarda kimse bulunduğu konumu kaybetmek istemeyecek ve bu düzenin öyle ya da böyle bir parçası olacaktır. kimisi iyi polisi oynarken, kimisi de bazen kötü polis olacaktır.

    bu sistemde herkesin bir rolü vardır. ama başrol daima taraftarındır. o olmadan çark dönmez. daima para harcaması gereken taraftardır. çünkü sistem onun cebindeki paraya göre kurgulanmıştır. o para cepten çıkmalı ve endüstriyel futbol havuzlarına akmalıdır. taraftar futbolun adının geçtiği her alanda mutlaka olmalı ve sürekli para harcamalıdır.

    bu nedenle futbol denen ürün bir şekilde taraftara özel ve de güzel gösterilmelidir. bu bazen marka değeri üzerinden pazarlanır , bazen günümüzün olmazsa olmaz eğlencesi ya da yıldız savaşları olarak sunulur ama en önemlisi büyük kulüplerin taraftarları arasındaki rekabet kızıştırılarak ve arma –forma sevdası parlatılarak kitlelerde bir alışkanlık/rekabet/tutku yaratılır.

    taraftar ise sanki burada asıl belirleyicinin kendisi olduğunu düşünerek amatör futbol sevgisinin olduğu dönemlerdeki gibi armasının peşinden koşmaktadır.
    takımı için her türlü fedakarlığa ve rekabete hazırdır. taraftarların bu fedakarlığı ve rekabeti kendisi dışında tüm futbol paydaşlarına kazandırır. taraftarın tek mutluluğu ve kazancı takımının başarısıdır. başarı ne kadar mutluluk getirirse, başarısızlık da o kadar üzüntü verir.

    burada en önemli noktalardan biri de endüstriyel futbolda artık taraftar da değişime uğramıştır. taraftar da yaptığı bu katkının bilinci ile kendisinde birilerinden hesap sorma hakkı bulunduğunu düşünmektedir. bu bazen yönetim olur, bazen futbolcu. bazen teknik direktörü yollamak ister bazen neredeyse takımın tümünü...

    çünkü artık gücünün farkına varmıştır. karşılıksız destek verdiği , çile çektiği, günlerce üzülüp yine tribünleri doldurduğu günler geride kalmıştır. maçlar istediği sonuçla bitmediği takdirde her türlü protestoya hazırdır. çünkü tuttuğu takım uğruna değişik sektörlerde harcama yapmıştır.

    artık sürekli başarı olmalıdır... daha çok başarı, hep başarı, sonsuz başarı. sezon sonunda başarının tek ölçüsü şampiyon olmakla ölçülür olmuştur. onun sözlüğünde başarısızlık asla olmaz olamaz . en küçük başarısızlık tepki yaratır. endüstriyel futbol artık kendi taraftar kitlesini yaratmış ve amatör ruh her geçen gün giderek azalmıştır. şampiyonluk ve transfer sevdalısı taraftar profili endüstriyel futbolun yeni yüzüdür.

    artık futbolun günümüzde geldiği nokta, sürekli başarı ve sürekli para harcama üzerine kurulu yeni endüstriyel düzendir.

    arma-forma sevdalısı güzel insanlar her geçen gün bu sistemin dışına itilmektedir.

    metin kurt”un “futbol borsada değil, arsada güzel” sözleri artık mazide kalan hoş bir sedadır.
  • 50
    geçtiğimiz çarşamba akşamı*(u: nalet olsun böyle referansa :() bahia ile oynanan maçta, flu de feira'nın forması, bu işin artık bokunun çıkmaya başladığını gösterdi cümle aleme.

    http://gss.gs/pmV.jpg

    şunlarla ne espriler yapılır var ya.

    düşünsene bizim memlekette bunun tezahürünü. eray'ın veya sabri'nin sırtında sizce hangi ürünün reklamı yapılırdı? :(
  • 32
    halktan kopmadan büyüyen takım: bvb

    endüstriyelleşme günümüzde hergün daha çok kendini kabul ettiren bir gerçek futbolda. birçok taraftar grubu ise buna karşı. futbolun duygusallığını, tribun kültürünü yok ettiğine inanılıyor endüstriyel futbolun. bir çok konuda taraftarların haklı olduğuda bir gerçek peki günümüzün futbol düzeni taraftarı müşteri olarak görmeye mecbur mu? futbol takımlarının yöneticileri takımlarını endüstriyel futbol gelirlerinden mahrum etmemek için taraftarı üzmek zorunda mı?

    b.dortmund bu sezon gelirlerini rekor düzeye getirdi. sportif başarıda doğru planlama en büyük neden olarak gösteriliyor. bu başarıyı yakalamış kulüplerin cefakar taraftarlarının bir çok hoşnutsuzluğu varken bvb’de bu durum diğerlerine göre minimum seviyede. bu yazımızda bvb yönetiminin bir kaç icraatından bahsedeceğiz.

    *bvb iflas bayrağını çektiğinde kulübün tarihinin sayesinde bu durumdan maddi olarak kurtulacakları teklifleri aldılar. bir sex-shop firmasından büyük bir sponsorluk anlaşması gelmişti. e.futbola göre bu kaçırılmayacak bir fırsat olarak görülsede bvb yönetimi taraftarını üzmemek için bu teklifi kabul etmedi.

    *yine bu süreçte diğer takımların önde gelen isimleri maddi yardım teklifinde bulundular yine taraftar protestosu ile bvb yönetimi bu işlere hiç girmedi.

    *bvb tribunlerinde e.futbola çok ters olan bir inanış var: maç ayakta izlenir. bvb yönetimi bu konuda bundesliga ve avrupanın tüm baskılarına rağmen taraftarının yanında olmayı tercih ediyor ve tribunlerdeki koltuksuz bölümü kaldırmıyor. bu durumla gurur duyduklarınıda her fırsatta söylüyor.

    *bvb kombine satışı dünyaya nam salmış durumda 2 tane stadyum dolduracak kapasiteleri olsada direk sıcak para almaktan vazgecip her sezon önceki sezon rekoru geçildikten sonra kombine satışı durduruluyor. bunu yapmalarının nedeni: her taraftarın kombine almaya gücü yetmeyebilir fakat her taraftarın bvb’yi izlemeye hakkı var. bu yüzden kombinesi olmayan taraftarlarında stadyuma gelebilmesi için her maça bilet satmak gerekiyor.

    *hemen hemen her maçın biletleri çok kısa sürede tükeniyor yani bvb yönetiminin elinde biletleri istediği fiyattan satmak gibi bir avantaj var. fakat onlar bunu hiç kullanmıyor iyi günde kötü günde yanlarında olan taraftarı sömürmeyi hiç düşünmüyor. busezon 17 eurodan bilet satıyorlar. (dortmundda işsiz bir insan bile devletten kira yakıt giderleri haric 330 euro para alıyor)

    *şampiyonluk kutlaması, forma tanıtımı gibi durumları asla bilet satarak stadyumlarında yapmıyorlar. şehir merkezinde halka açık büyük kutlamalar düzenlemeyi tercih ediyorlar. takımın halktan kopmaması onlar için önemli çünkü herkes gider halk(taraftar) kalır.

    *her türlü organizasyon yada maçlarda küçük yaştaki taraftarlara indirimler uygulanıyor. çünkü insanlar bir takıma küçük yaşta bağlanır ve bu bağ oluştuğunda asla kopmaz.

    *halkın taraftardan kopmaması çok önemli bvb yönetimi çok sık olarak taraftar buluşmaları düzenliyor. bu yaz 40 derece sıcakta yapılan aile gününe 36.500 taraftar ile buluşuldu.

    *antremanlar belirli aralıklarla taraftara açık yapılıyor. bu antremanlarda t.direktör takımı kısa süre koşturup bir kaç pozisyon çalışması yaptırdıktan sonra serbest bırakıyor. oyuncular ve teknik heyet saatlerce imza dağıtıp fotoğraf çektiriyor.

    *taraftar temsilcileri ile sıksık görüşmeler yapılıyor. taraftarının eğitim üzerine olan turlarının masrafları karşılanıyor, sorunların çözümü konusunda üzerine düşen görevden kaçılmıyor. enson 1 ay önce lösemeli taraftarları için yardım kampanyaları düzenlendi.

    *bvb yönetimi için deplasmana giden taraftarlar çok özel. her fırsatta onlara teşekkür ediliyor onlarla gurur duyulduğu söyleniyor. kulüp ile özdeşleşen echte liebe(gerçek aşk) sözüde deplasman taraftarının takım için verdiği özveriden doğdu.

    *taraftarın bir konuda tepkisi mutlaka değerlendirilip cevaplanıyor. cevap olumsuz dahi olsa nedenleri anlatılıyor ama genel olarak tepki alınan eylemlerden vaz geçiliyor.

    taraftarlık değerlidir.. bvb bu değerin farkında olan kulüplerden ve şuanki durumdan anlıyoruzki doğru politikalar ile taraftarı müşteri olarak görmedende takımınızı maddi olarak büyütebilirsiniz..

    kaynak: http://bvb09tr.blogspot.de/
  • 48
    kaç para ulan bir gol

    günümüzde rodriguez'lerin,di maria'ların,ronaldo ve messinin haftalık kazançları kimsenin gözüne kulağına batmıyor,bu da maalesef endüstriyel futbol algısının ne kadar hayatımıza yerleştiğinin ve kanıksanmışlığın büyük bir göstergesi.luis figo'nun transferi ile 2000'lerin başında transfer ücreti rekoru kırarak herkesin o zamanlar ağzını açık bıraktığı ve akabinde rio ferdinand,zinedine zidane,ronaldo "the real one",beckham gibi futbolcular ile devam eden bu astronomik maaş & bonservis furyası günümüzde artık sadece kelamdan ibaret.alışık olduğumuz üzere,4-3-3 veya 3-5-2 gibi rakamlar değil,6 sıfırlı,7 sıfırlı rakamlarla oynanır oldu bu canım oyun.ve bu çılgın sarmal,günümüzde korkutucu boyutlara ulaşmaya devam ediyor.sadece oyuncu transferlerinde değil,televizyon yayın giderlerinde,bilet ücretlerinde,futbolun hemen her noktasında ve virgülünde ulaşılan astronomik rakamlar,kim ne getirdi ne götürdü ve ne getirecek,ne götürecek,çok daha net anlatıyor herşeyi.

    bu noktada da marx’a başvuruyoruz. marx “meta fetişizmi”ni yazarken basit bir ekonomik çıkarım yapmıyordu,bir madde-görüntü ilişkisinin modern toplumlardaki tezahürünün kapitalizmle ilişkisini anlatıyordu.özetle,kapitalizm yayıldıkça ve şeylerin kendilerine ait kullanım değerlerini (suyun susuzluğu gidermesi, ekmeğin karnı doyurması gibi) birer değişim değerine dönüştürdüğünden bahseder marx (artık su yalnızca su değil, farklı maddeler karşısında bir değişim değeri olarak ifade edilebilir. bir bardak suyun yarım ekmek etmesi gibi).yani,artık şeyler basitçe kendileri değildir, başka şeylerle kurdukları bir madde ötesi ilişkiye dönüşürler. zira kapitalizmin dominasyonu her şeyi değişim değerine indirgemeye meyillidir, zira ana mantığının altında bu yatar. su artık yalnızca su değil, fiyatıdır, markasıdır, görüntüsüdür.yani sevgili renkdaşlarım,marx'ın tabiriyle marco reus'un değerini yıllık forma satışları ve reklam gelirleri belirlemeye başladıysa kapitalizm,futbolun da iliklerine işlemiş bir kanser haline dönüşmüş,halkın oyunu olmaktan çıkmış,bir yeni orta sınıf/yeni küçük burjuvazi sınıfının eğlencesi haline dönüşmüş bir meta haline gelmiştir.

    sadede gelmeden önce son bir rakam daha atalım ortaya: sky sports ve bt sports un 2013-14 sezonu için ödedikleri yayın kontratının toplam hanesinde 1 milyar 634 milyon pound yazıyor.hani,birkaç milyon gariban ülkenin yıllık ulıusal geliri kadar neredeyse.
    hesap makinelerinde yeterli rakam hanesi,sizde de okuyacak hal kalmadı ise işin özüne gelelim.uefanın gerek galatasaray gerek avrupanın belli başlı kulüplerine çektiği ihtar,kulüp yöneticisinden tutun,patronlardan tribünlerdeki taraftara,futbolcudan malzemeciye kadar,bu işin içinde bulunan herkesin 1 kez değil 10 kez takkeyi önüne koyarak düşünmesi gerektiğini belirtiyor.

    çünkü "değirmenin suyu" tükendi tükenecek.dünya ekonomisinin genelinde ve ulusal ekonomilerde çalan alarm çanları,şu an para için yüzüyor gibi görünen ancak temelde 'sanal' bir alemde yaşayan 'münihler,madridler,unitedlar' ile,icra kapılarında sürünmeye zorlanan glasgow,portsmouth gibi kulüpler arasındaki korkunç uçurum gözleri daha çok açıyor.bugün istediği her futbolcuyu trink para ile alabilen ve önünde her geleni devirebilecek (hem sahada hem masada) güce ulaşan elit takım statüsündeki takımlar önümüzdeki 10 yıllık periyodda belki biraz ileri bir söylemle rekabet edecek takım bulamayacaklar.

    daha da vahimi,yapılan son araştırmalar 50-60 bin kişilik stadlara koşup ya da paralı tv kanallarının ekranları başında futbola arttığı sanılan ilgisinin,semt sahalarında ve parklarda (yani grassroots dediğimiz seviyede) giderek azaldığını göstermekte.yani 15 yıl sonra belki de milyar da verseniz,oynatacak,yetişmiş adam bulamama tehlikesi var.dünyanın en zengin kulübüne ev sahipliği yapan manchester kentinin doğu kesiminde soyunma odası,duşu ve kaliteli bir zemini olan 1 tek kamuya açık park kalmadığını biliyor musunuz ?

    anlaşılan,devlerin ürettikleri ve harcadıkları rant da ileriye yönelik bir spor yatırımına dönüşmüyor.
    işte o yüzden,2000'lerin başından beri konuşulduğu üzere,bu yıl ve bu sistem çökene kadar,yerimiz yettiğince 3-5-2ler 4-3-3ler 4-4-2 ler,kanat akınları,ibrahimovic'in inanılmaz golleri,thiago silvanın kafa topları,fa cup süprizleri kadar,belki de onlardan daha çok para para ve para konuşacağız bu platformda.

    edit:imla
  • 28
    değişen yalnızca sahadaki oyun değildi futbol sadece futbololmaktan çıkıp endüstriyel futbola devşirildiğinde.. değişen bir dünyaydı. kapitalizm ile beslenen dünyada başı çeken devletler, insanların en çok ilgi gösterdiği spordan da faydalanmak istedi. (u: ne alaka diyorsunuz belki ama tüketim alanı oluşturması, sıcak para dönüşü ve devletlerin bu satışlardan elde ettiği vergi gelirleri.)

    hatırlıyorum eski zamanları; kimse bu forma korsan, bu forma şöyle demezdi. hatırlayamıyorum; taraftarlığın kulübe yapılan maddi katkıyla ölçüldüğü seneleri. hatırlamıyorum ki, bir şeye kızan taraftara "2 parça şey alıyorsun kulübü satın aldım sanıyorsun" diyen insanları. şimdi bakıyorum sağıma soluma herkes kulübe ne katkı yaptın da konuşuyorsun diyor birilerine. bunları diyenler aslında "paran kadar konuş" demek istiyorlar ve biz o kadar alıştık ki tüm bunlara artık biz bile kullanıyoruz bazen farkında olmadan.

    halbuki aşktır futbol, sevgilidir galatasaray ne futbol endüstri olmalıydı ne de galatasaray şirket.

    özlüyorum bazen taraftarın müşteri değil taraftar olduğu günleri.
  • 58
    artık öyle bir hale geldi ki 100 milyon euro bandı normalleşmeye başladı. dışardan müdahale, düzenleme falan olmayınca al sana serbest piyasa. acilen birilerinin el atıp düzenlemeler yapması gerekiyor.

    hayır 100 milyon euroluk transfer yapan takımlar bu paraları başarıları ile falan hak ederek kazanıp harcasa bir şey diyemez kimse ama bu paralar dışarıdan aktarılıyor. allah aşkına çin'in dünya futbolundaki yeri ne her transfer döneminde milyon eurolar saçıyorlar. cedric bakambu ve 78 milyon euro? garip.
  • 39
    sadece para kazanmak amaçli oynatılan ve oynanan oyundur. iktisat mezunu olmaya çok yakin biri olarak şunu söylemeliyim ki para beni her zaman korkutmuştur. çocukken arkadaşlarim rüyalarinda 3 başli ejderhalar görürken, ben hep para görüp kendimi annemin kucağinda bulmuşumdur. okumalar, üflemeler, yüze vurulan soğuk sular korkumu bir nebze olsun hafifletmiştir belki ama korktuğum başima gelmiştir en nihayetinde. şu anda hesabinda 13 tl olan biri olarak bu satirlari yaziyorum. 6 sene kadar önce oynanan bir manisaspor maçinda karaborsacinin 13 tl'lik eski açik biletine istediği 50 tl'yi duyunca, polislere yalvararak para teklif eden, kabul edilmeyince ilk yariyi stadin dişinda, bir başina, tribün seslerine göre yorumlayip 2. yari kahveye gidip, oyuncusuna küfür eden adamlarin seslerini dinlemek zorunda kalan taraftarim ben. paranin bana kurdurduğu cümleye bakin. endüstriyel futbolun bizi getirdiği yere bakin. oysa biz sadece renkleri sevmiştik. renklerle eğlenip, guaj boyalari yanaklarimiza sürüp, babamizin omzunda maçlara gitmiştik. babamiz küfür eden taraftari, ''çocuk var, yapmayin'' diye uyarmişti. dedik ki, küfür etmemeliyiz. etmedik. ama, sahadaki, bizim paramizla evine pasta götüren oyuncular hep birbirlerine küfür ettiler. ediyorlar. ablam evdeki teybi esir alip, çelik, soner arica dinlerken, ben şahin marka arabimizda, aküyü bitirmecesine radyodan dinlemiştim, moldovan'in 99 senesindeki fener derbisinde bize attiği golü. arabada kahrolmuştum. 9 yaşindaydim ve hayatin zorluklarindan bir haber, babaanneme verem teşhisi konduğu gün, babama, bana ve ablama verdiği sözü hatirlatip, ''denizli maçina gitmeyecek miyiz'' diye sorabilmiştim. babam ''annem ölüyor, hayatta daha önemli şeyler var'' demişti. şüphesiz ki en önemlisi para, o en önemli şeylerin. ama çocuktum ben o zaman, o anda bilemezdim. şimdi biliyorum ki ağlari delinse ağ parasini hesap edecek başkanlarin yönettiği kulüplerin taraftarlariyiz biz. ama sizin zamaninizda öyle miydi mahalle takimi abi? değildi dimi captano abi? yahu 2000'de bile böyle değildi. ne değişti 13 senede? bir fotoğraf var, bilirsiniz, danimarka'dan, galatasaray ve fenerbahçe formali birkaç kişi, kopenhag sokaklarindan birinde, omuz omuza. neyse, çok geride kaldi değil mi? hayal artik, evet. şimdilerde, yolda rakip takimin formasini giyen birini gördüğünde onu taciz eden insanlar var. nedir yani, 2 renkten oluşan bir t-shirt giymiş adam, nedir, niyedir? ben, o, siz, o formaya para verip, onun var, herkesin var, benim de olmali diyerek, futbolun patronlarina ve onun kulu ve elçilerine gelir sağlamiyor muyuz? niye? bir parça mutluluk için. öyle ki, mutluluk artik içimizde bile değil. o artik, diğer bir kişinin üzüntüsü haline geldi. sosyal ağlarda rakibi yermek artik mutluluk. takipçi sayisi sayesinde para kazanan takimlari tutmuyor muyuz biz? evet, tutuyoruz. kim nasil anlarsa anlasin bu sözlerimi, ancak futbolun ve devletin ve nicesinin başinda gözünde amerikan dolari olan insanlar var ve hepimizin bir değeri var onlar için. senin bir forma parasi verecek kadar değerin var, benim bir kombine alacak kadar. bazilarinin değeri yok. para verip, kulübüne katki sağlamak amaçli aldiği forma yüzünden ya da kombine satin alip sirf yayinci kuruluş daha çok para kazansin diye oynatilan süper final müsabakasini izlerken kalp krizi geçirip ölen birinin önemi yok. futbol sadece futbol değil artik. bugün okula çikarken otostop çeken bir arkadaşimi sirf fenerbahçe formasi giydiği için bir adam durup almiş arabasina ve şu cümleyi sarfetmiş: ''forman olmasaydi almazdim.'' bu yazdiklarimi okuyan kişi; değerli olman için bile bir renge ihtiyacin var artik. rengini belli et! insanlarin birbirini eskisi kadar sevmesi için ve sicak ilişkilerin kurulabilmesi için artik para şart. rengini paran olmadan belli edemezsin. bu kisir döngünün içinde küçük bir noktasin sen, ben. vahim ve daha önemli bir noktaysa; endüstriyel fulbolun başladığı nokta = the end of football
  • 44
    passolig ile artık iyice başka bir boyuta geçmiş olan kavramdır. kulübümüz de allah razı olsun gerek tepkisiz kalışıyla, gerek torun center reklamları ile bu zihniyete çanak tutmaktadır. sike sike digiturk'e para bayılıyoruz en azından maçları izlemek için, onun için de elimden bir şey gelmiyor ne yapayım ama tribüne falan tövbe bir daha, alıp başlarına çalsınlar statlarını.

    geçen gün ayasofya'ya gideyim dedim, yok, paralıymış. amına koyim allah'ın ayasofya'sı lan fetih masrafını mı çıkarıyorsunuz? hadi turist olsak neyse, bu vatanın evladıyız ama olmaz işte bayılacaksın paraları ancak öyle, neyse hadi biraz daha fazla verip toptan ödeyerek müze kart alayım dedim hani böylece hepsini bir arada gezerim dedim, neymiş aya irini kilisesi dahil değilmiş de oraya ayrıca bilet parası bayılmak lazımmış müze kart kapsamıyormuş.

    ulan dedim sikerim ayasofyanızı da aya irininizi de, basıp gittim. nasıl olsa dışarıdan bakmak beleş :( bir tarafınıza sokun hepsini, mezara götürün...

    bedava yaşıyoruz, bedava;
    hava bedava, bulut bedava;
    dere tepe bedava;
    yağmur çamur bedava;
    otomobillerin dışı,
    sinemaların kapısı,
    camekanlar bedava;
    peynir ekmek değil ama
    acı su bedava;
    kelle fiyatına hürriyet,
    esirlik bedava;
    bedava yaşıyoruz, bedava.
    orhan veli

    işte o hesap maçları da dışarıdan izlerim ben, belki bir gün burama kadar gelir hiç izlemem.

    not: sultanahmet camii hala beleş allah'tan orayı gezmiş bulundum. aman fırsat kaçmasın orayı da müze yapın ama müze kart geçmesin paralı olsun. how can i go to sultanahmet :( blue mosque :(
  • 14
    yeni neslin bu sahneleri artık göremeyecek olması ne kötü. futbolcularla tribünden bir tepsi baklava iddiasına girememek. maç başlamadan kolkola stadyuma yürüyememek. kupayı alınca tüm futbolcuların telörgüyü aşarak taraftarların üzerine uçamaması.

    bu resim ankaragücü'nün ikinci lig de oynarken türkiye kupası'nı kazanması üzerine eski fenerbahçeli kaleci adil'in tel örgüyü aşıp taraftarların üzerine uçmasını gösteriyor. ardından tüm futbolcular tel örgüyü aşıp birer birer taraftarların üzerine uçmuşlardı. resim de avrupa da "yılın spor fotoğrafı" seçilmişti.

    http://www.klasspor.com/...bericfoto/atlama.jpg
App Store'dan indirin Google Play'den alın