• 358
    futboldan gerçekten anlayan adamdır. gerçekten mi ciddi misin? diyerek kinayeyi yapmayın tanım yaptım. şimdi kendisi 31 mart 2012 galatasaray orduspor maçında necati topu sürmeye başladı ya şutundan tahmini 3 saniye önce "vurulur be" dedi. vuruldu gol oldu. kendisine sarıldım sarstım resmen bıraktım sonra. görmüş geçirmiş adam tabi sonuçta.

    bir de kendisini dün akşam ilk defa sivil yani sarı-kırmızısız gördüm yadırgadım. kendisi de yadırgadı sanırım arkadaşının formaya el koymaya çalıştı. 4. golü de görmemiş, saymamış zaten muslera'nın golünden sonra.

    not:orduspor maçında ben bunu sözlüğe yazarım demiştim araya vizeler girdi, iki vize birden yüklendiler anca yazabildim. bu da böyle bir anımdır.
  • 359
    veda gibi….

    futbol; ilgilenmekten en çok hoşlandığım, bu hayatta en iyi bildiğim şey. eğer gerçek dünyada ve sanal dünyada beni tanıyan binlerce insan varsa futbol yüzündendir.

    kendimi bildim bileli futbol oynarım, izlerim. 6 yaşındayken yaptığım minyatür kale teke tek turnuva bile aklımda. 70’lerin başlarında bizde televizyon yokken, bir avrupa kupası maçını pederin müdürü olduğu yurdun kantinindeki tvden maçı izlemek için, üstümde paltom, binanın dışında camdan maçı izlemem de aklımda.
    kaptan, kapo, captano hepsi aynı şey ve hepsi futbol kaptanlığından gelir. 11 yaşımdayken sokaklarda “büyük kaptan” diye omuzlara alınışımı bilirim.
    ilk galatasaray maçıma 1974’te bursa’da gitmiştim. daha önce çok maç izledim ama ilk galatasaray maçım bu; 6 ekim 1974 bursaspor-galatasaray : 0-2.
    20 sezon resmi maça çıktım. kim bilir kaç maç oynamışımdır. gittiğim hemen hemen her takımda kaptanlık yaptım.
    çok insan tanıdım, çok az düşman edindim. sahada olan sahada kalır (her şey değil tabii) nitekim. şampiyon da oldum, küme de düştüm.

    bunları hava atmak için falan yazmıyorum, tanıyanlar bilir. futbolun benim için ne kadar önemli olduğunu, ne kadar değer verdiğimi ve bana ne kadar değer kattığını anlatmak içindi.

    bundan 8-10 sene öncesine kadar ilgilendiğim diğer konu siyasetti. gazetelerden, tvlerden takip ettim. öğrenmek için bir dolu kitap okudum. sonra bir gün baktım ki; bunların hepsi hikaye. hele günlük siyaset, bana hiçbir faydası yok aksine beni gerginleştiriyor. elimde olmayan bir çok şey için tasalanıyorum. aktif olup bir şeyleri değiştirmeyi deneyeyim dedim, bezirganbaşları kapıları açmadı, dışarıda kaldım.
    haberleri izlemiyorum. bazen babamlara falan gittiğimde rastlıyorum, aradan aylar, yıllar geçmiş olmasına rağmen hiçbir şeyin değişmediğini görüyorum. hala aynı kısır çekişmeler, hala aynı ayak oyunları, hala güçlünün güçsüze baskısı. hep aynı bel altı vuruşlar.

    ve siyasetle ilgilenmeyi bıraktım. sadece sporla, aslında futbolla ilgilenmeye başladım. bazen siyasetle ilgilenmediği duyanların şaşıran ve küçük gören bakışlarına, sözlerine muhatap oluyorum. onlara diyorum ki; siyasetle spor arasında bizim gibi sıradan insanların ilgilenmesi arasında fark yok. her ikisine de müdahale edemiyoruz, hepimiz hepsinin izleyicisiyiz. eskiden spor magazin programları vardı televole gibi. haberler denen şey de tamamen siyasetin magazini.
    siyasetle ya da sporla ilgilenmek tamamen kişinin ilgi alanına bağlı. biri diğerinden üstün falan değil, birbirimizi kandırmayalım.

    bugünlerde spordan ve futboldan da nefret etmeye başladım. sahada oynanandan değil, masada, kapalı kapılar arkasında oynanandan.
    siyasetin ayak oyunları aynen futbolun içinde, özellikle bu sene. hep vardı diyeceksiniz. elbette vardı. ama hiç bu kadar utanmazca değildi. hiç değilse, azıcık da olsa sahadaki oyunun bir etkisi vardı. artık o da yok.

    bana bunları söyletenler; şike soruşturması ve ırkçılıkla mücadelede türkiye’nin sınıfta kalması.
    modern dünyada şike soruşturmalarında eldeki çok daha az kanıta rağmen cezalar verildi. yine modern dünyada eldeki daha az kanıta rağmen ırkçılık cezalandırıldı.
    biz de ise “kim yapmış” diye bir kritere göre değerlendirmeler yapılıyor. bunlar dandik, muz cumhuriyeti siyasetinin stili.
    hem suçlu hem güçlü diye bir söz var ya, hah işte, ülkenin her konusunda geçerli.
    yıllarca siyasi güç elindeki tüm olanakları kendi çıkarları için kullandı. kullanılmayan bir tek dönem yok. istediğiniz başbakanın, partinin ismini söyleyin sonuç asla değişmez. isveç miyiz lan biz?

    gelgelelim kendi çıkarı için hareket etmek futbolda hiçbir zaman bu kadar bariz olmamıştı.
    adam büyük bir holdingin (siteye reklam almıyorum) başındayken gidiyor beşiktaş kulübü başkanı oluyor, sonra onu da bırakıp tff başkanı oluyor. hem de ne zaman, ülke futbolunun başının en çok belada olduğu zaman. kendi kulübünde neyi çözmüş ki(aksine iyice çarşafa dolamış) türk futbolunu kurtarmaya soyunuyor. ilk fikirlerinden biri “kimseye ceza vermeyelim, gerekirse avrupaya gitmeyelim.”
    üstüne ülkenin başbakanı çıkıp “5 sene avrupaya gitmesek bir şey olmaz” diyebiliyor. nasıl denir bu, akıl alıyor mu?

    bir tutturmuşlar marka değeri. bunlara işletme fakültesinde hızlandırılmış pazarlama dersi aldırmak lazım. dünyaya satılmayan markanın marka değeri mi olurmuş? ha, eğer anadolu kasabalarına gider de çarşıda dolaşırsanız, orada hiç duymadığınız bir sürü soba, el aleti, mutfak robotu markası görürsünüz. fiyatlarını sorun, şaşırırsınız. ama bizim ligimiz hem dünyada tanınmayan bir lig hem de fiyatı tavanda.
    ligin devletten başka sponsoru yok yahu. spor toto. bari iddaa(bedava reklam aldım) olsaydı ismi. lige bu ismi koyanı da pazarlama dersine yazdırmak lazım.
    bu nedir biliyorsunuz değil mi, çok eskilerde kalan, en ucuz türkün türke propogandası. geçmiş siyasetçiler bunun ekmeğini çok yediler. dış dünyaya kapalı, cebinde 1 doları olanın hapse girdiği bir türkiye’ydi o. zaten azıcık olan arabalar için benzin kuyrukları, tüp kuyrukları (ürünle konunun tesadüfü de ilginç), yağ kuyrukları olan, elektriği, suyu düzenli olarak kesilen bir ülkeydi o. ama artık işler çok değişti. fakat anlaşılan kafalar değişmemiş. aferin.

    bütün bunların sonucunda, nasıl yıllar önce siyaseti takip etmeyi bırakmışsam, aynı şekilde galatasaray’ın şampiyonluğundan sonra da futbolu, en azından türk futbolunu takip etmeyi bırakacağım.

    işin doğrusu, tamamen bırakamam ama hayatımdaki yerini azaltacağım. gerçekten o kadar bıktım ki.

    sakin ol, hayat senin….

    *
  • 362
    kendisiyle tanışıklığım yoktur, sadece arada yazdıklarını beğenerek okurum ve sözlükte övülmesinden dolayı ismini bilirdim. 6 mayıs 2012 galatasaray beşiktaş maçı'nda güney tribünde yerimi almışken sağ tarafımızda bir gerginlik yaşandı. olayların tam ortasında da koltuğun üzerine çıkmış kel kafalı * * olaya tamamen hakim bir abimiz var. beyaz formasının arkasında büyük harflerle captano yazıyor. aha dedim bu bizim sözlüğün captano abisi. tam anlamadım meseleyi ama ya kavganın ana sebebiydi, ya da 2 tarafa da müdahale ederek ortalığı sakinleştirmeye çalışıyodu ki muhtemelen bu dediğim, anlamak için oralara dikkatli baktık ama ortamdakiler tamam lan bişey yok ne bakıyosunuz, dönün önünüze tarzı laflar edince biz de döndük haliyle :) bu olayın aslı nedir kendisinden onu duymak isterim sadece, her ne kadar tanımasam etmesem de o ortamda en dikkat çeken abimiz olarak güldürdü kendisi *
  • 371
    sabahın köründe bir yazı yazdım, hangi başlığa koyacağımı bilemedim*

    --- alıntı ---

    pencere önü çiçeği

    pencere önünde arkadaştan ayrı
    porselen saksıda bir süs çiçeği
    evin hanımı her akşamüstü
    su ve güneş sunar... entellektüel

    pencere önü çiçeğine
    ne ansızın yağmur ne gökkuşağı
    ne dipdiri sabah, gözyaşı

    ne şebnem görmüştür ne kırağı tanır
    ama iyi konuşur, bir kitap gibi
    rastgele çiçeklere arada bir bakar
    cansız cam ardından, tül perdelerden

    pencere önü çiçeğine
    ne mecburen güneş ne karakış
    ne dopdolu bahar ürpertisi

    zorlu bir rüzgarla boynu hiç kıvrılmaz
    haylaz çocuklarca hiç koparılmaz
    gece çökünce açılır lambalar
    öteki çiçekler ay ışığındalar

    pencere önü çiçeğine
    ne ansızın yağmur ne gökkuşağı
    ne dipdiri sabah; gözyaşı

    futbol yazılarının yer aldığı bir yerde (site deyince garipseyen tipler var) bülent ortaçgil’in ne işi var? yazan dilo olunca böyle atraksiyonlar normal. dilo ne demekse amk (gökmen özdemir yönetiminde yeni spor gazetesi lan, içiniz fesat amk)

    bir elemanım var, bugün maçı var diye izin istedi. kızdım ama izni vermemem mümkün mü? hayatım patronlardan iş günü “saat 14:45 vefa stadında maçım var, benim 12:30’da çıkmam şart” diye izin istemekle geçti. izin vermeyen patronla da bir daha karşılaşamadık zaten, o patron arkadaşlarına hala beni anlatıyordur. salak topçu da olamadı diyordur. adam haklı beyler !
    neyse, elemanın maç çantasını gördüm “ne var lan çantada” dedim. kramponlu, tekmelik. buraya kadar sorun yok. bir de tayt demez mi. adamın yaşı 23. ulan 23 yaşında adam tayt giyer mi? “suni çimde kayınca saha yakıyor” dedi adam. suni çim mi? ulan biz senelerce zımpara gibi toprak sahalarda oynadık lan. demek ki türk futbolu tesisleşme sorununu atlatıyor, futbolcu ve hocaların zihniyet sorununu aşarsa tutabilene aşk olsun. aşk tabii olsun !

    eskiden top oynadığıma vurguyu bilerek ve gıcıklığına yaptım. yazımızın konusu bu nitekim. yazımızın konularından bir diğeri de tribüncü olmak. bu konuya girmeyeceğim, sonra alınıyorlar. şu kadar söyleyeyim “pencere önü çiçeği” olan bazıları tribüne gitmeyi aşağılayıcı bir tavır içindeler. allah akıl fikir versin diyeceğim ama ben olsam zaman saliselerimi harcamazdım.

    futbol taraftarlığı açısında “pencere önü çiçeği” diye tabir ettiğim tipler kısaca şunlar : hayatında para verip halı sahada oynamak dışında oynamamış, tuttuğu takım yaşadığı şehirde olmasına rağmen maça nadiren gitmiş tipler. bu özellikler sağlam taraftarı negatif yaftalamak için yetmez tabii ki, bilmiyorum mu sandınız? sorun şu ki; bu tipler top oynamışları ve/veya tribüne giden adamları aşağılayan ve küçük görenler. derdim bunlarla.

    çok net biliyorum, bazı lavuklar üstlerine alınacak. hep yaptıkları gibi sanmasınlar kendileri yalnız, bu tiplerin sayıları o kadar çok ki. merak edenler ekşi sözlük, galatasaray sözlük ve ismini bilemediğim diğer internet sitelerine baksın, bunların kilosunun yok pahasına gittiğini görecektir.

    efendim futbolun pencere önü çiçeklerinin ağababası hıncal uluç’tur. şezlong taraftarı diyen haklıdır ama bu bile hıncal’a haksızlıktır. ne yazık ki hıncal’ın ne yapmak istediğini anlayamamışların hıncal’a bok atması normaldir. hıncal ilk defa basın tribününde sarı-kırmızı kaşkoluyla oturan adamdır. riyakarlığa karşı durmuş adamdır hıncal. türkiye’de artık sanatçı tayfası tuttuğu takımı rahatça söylüyosa hıncal yüzündendendir. fener stadınının salı pazarı tarafındaki açık tribüne gidip ağzından salyalar saçarak galatasaray’a küfür eden ercan saatçi sorulara “milli takımı tutuyorum” sahtekarlığından hıncal sayesinde kurtulmuştur. şişt ercan, amigo tevfik’i hatırlıyor musun?
    yaptığı bunca şeye rağmen hıncal, pencere önü çiçeği olmaktan kurtulamaz. özellikle sahanın içine, tribünün koridorlarına girdiğinde. çünkü bilmez. hiç oralarda bulunmamıştır. hiç bir zaman kanat atkaya kadar ali sami yen kapalısının (sevabıyla, günahıyla) ne anlama geldiğini anlayamaz.

    pencere önü çiçekleri için kendi açımdan vurucu cümle “hiç orada bulunmamıştır”. adsl yaygınlaştıktan sonra memlekette herkes genel (genel kelimesi önemli) bilgiye ulaşmaya başladı, kendi fikrini yazacak mecra bulmaya başladı. ekşi sözlük şahane bir örnektir. gelgelelim, uzmanlık gerektiren işlerde genel bilgi asla yetmez. bilgiye ulaşman için ya gerçekten uzman olman gerekir (metin tekin, rıdvan dilmen) ya da bilgiye ulaşman gerekir(mehmet demirkol, bilgin gökberk). örnek vermediğim diğerleri içinde erman toroğlu hariç kimseyi kaale almıyorum. bir de kemal bilgin var ki, bahsettiğim hiç birini kaale almaz. kemal bilgin, ustadır ve asla eğilmemiştir, saygı duymak gerekir.

    pencere önü çiçeği tabir ettiklerim için orada burada klavye delikanlısı diyorlar. bu kadar sert olmaya gerek yok yahu, özellikle futbol gibi konularda.

    pencere önü çiçeği dediğim adam ne yağmur altında çamur sahada, ne degajda topu göremeyeceği gibi bir güneşte, ne tekmeyi yiyince gidip rövanşını adam olmamıştır. 95 kiloluk stoperle kafaya çıktığında, topa sen vursan ve gol olsa bile o ayı üstüne düştüğünde ne olacağını düşünerek top oynadın mı hiç? mesela servet’in veya ujfalusi’nin üzerine düştüğünü düşün, sırf bu yüzden bile (ki çok daha fazlasını hak ediyor) skoda bacaklı pektemek’e saygı göster.

    tribüne gelelim. hadi “cenk dönemi”ni geçelim. burayı okuyanların belki ancak babaları biliyordur. ama yavrum bloglar, forumlar falan her şeyi yazıyorlar. kitaplar bile çıktı yahu. bu ara ne popülerse o kitabın arasına koyup oku, ayıp değil lan. 20 sene sonra telepati grubunda gururla anlatırsın. cenk dönemi marifet değildi. ama zamanın şartları gereği yerine getirildi. peygamber hüseyin, yılmaz başkan, sebo reis, rahmetli optik, pepe metin efsaneleri varsa boşuna değil gençler. bu adamların hepsi önce taraftardır, gerisi hikaye. anlatılan her şeye inanmayın.

    lafı çok dolandırdım farkındayım. ama mevzu şudur ki; bir dava için emek vermeyenlerin emek verenleri aşağılamaya çalışmaları büyük terbiyesizliktir yahu. tamam ulan, sen bir şey yapmadın (zaten isteyen yok) ama bari yapanlara bok atma. cem karaca’nın “yarım porsiyonluk aydınlık” şarkısını armağan ediyorum arkadaşlara.

    topçu almayı fm’de transfer almak kadar kolay sananlar, 7.32-2.44’e gol atmayı kolay zannedenler, penaltıyı kalecinin kurtardığını düşünenler…siz hayat boyu o golü atamayacaksınız. sizi seviyorum ama ne yazık ki gerçek bu.

    aklınızda bulunsun; ne düşünüyorsanız o’sunuz !

    sakin ol, hayat senin…

    --- alıntı ---
    *
  • 374
    istiklalde parçalı formanın arkasında "captano" yazan bir adam gördüm. bi "merhabayın" diyemedim adam öyle heybetli ki nerden baksan 2 metrenin üstünde formaya zor sığıyor. hani bu vinçleri tek eliyle kaldırıp uçakları uçurtma diye uçuran adamlar var ara sıra çıkıyor televizyonlarda. açıkçası ben farkını göremedim. yok abi bulaşılmaz.

    hadi lan ordan sıkma diyene özel not: adam kel.
App Store'dan indirin Google Play'den alın