---
alıntı ---
florya topraktı, o cesur...
yoğurtçuların gezdiği, sokaklarda iki taştan kale yapılan, üç kornerin bir penaltı olduğu, kazananın ankara gazozunu kafaya dikdiği 70'li yıllarda, florya'da mahallenin küçük bülenti'ydi. bugün ise 22 yılını verdiği galatasaray forması altında 28 kupa kaldıran bir futbol fenomeni.
"büyük kaptan" diyorsa ali sami yen tribünleri bir sebebi var. korkmaz ailesi'nin "cesur"u, yeşil sahaların en cesuru....
***
geçen sezon diyarbakırspor maçında orta sahadan vurduğu top ağlarla buluştuğunda, ali sami yen tribünlerinde kaç kişi acaba onun bir zamanlar o golün aynısını edirnekapı surları dibindeki toprak sahada da attığından haberdardı?
futbol sevdası edirnekapı'nın toprak sahalarında, mahalle arasında düşer kalbine bülent korkmaz'ın. mahallede bir takım kurarlar, adı tayfunspor, formaları kırmızı-siyahtır. orta sahada oynar o günlerde. tayfunspor finale kalır bir turnuvada, 29 gol atmıştır bülent finale kadar. o yaşta bile karagümrük'de, edirnekapı'da adı duyulmuştur. 2-0 mağlup duruma düşerler. rakip takımın yedekleri "nerde sizin golcünüz?" diye dalga geçmeye başlamıştır. bülent, orta sahadan vurur topa gol olur, sonra bir gol daha atar. kazanırlar turnuvayı...
malatya doğanyol, gevheruşağı köyünden osman korkmaz ve nevin korkmaz'ın üç erkek evladından ortancasıdır. osman korkmaz, başarılı bir tekstilcidir. ilk çocukları recep'den sonra 68'in kasım 24'ünde doğan evlatlarına cesur ismini verirler. nüfus müdürlüğü'ndeki memur, ismi duyduğundaki bir anlık duraklaması, baba korkmaz'ın ağzından ikinci bir ismin çıkmasına sebep olur. "cesur bülent" olsun der. tembel midir, dalgın mıdır, nüfus memuru bilinmez; sadece "bülent" yazar nüfus kağıdına.
doğuştan lider
edirnekapı'daki mahalle arkadaşlarını maç için ayartan odur. aşağı mahalle, yukarı mahalle maçlarının değişmez organizatörüdür. okulun bahçesi, toprak saha, sokak arası hiç farketmez, derslerden arta kalan vakitte her daim futbol vardır hayatında. ilkokulda sınıfında başkanlık yapmaz ama sahaların lideri her zaman odur. 70'li yıllar, uzay yolu seyredilen, pikap çalınan, telgraf çekilen, yoğurtçuların gezdiği sokaklarda iki taştan kale yapılan, üç kornerin bir penaltı olduğu, kazananın ankara gazozunu kafaya dikdiği, çocuklarının terli sırtlarına annelerin tülbent koyduğu yıllardır. yerinde duramayan bir çocuktur bülent. eve sadece yemek ve uyumak için uğrar. futbol topunun, misketin peşinde geçer o yıllar. hava karardığında gider eve ve en geç 9.30'da yatağında olur. uykusuna düşkündür. yıllar sonra profesyonel yaşamında da bu huyundan vazgeçmez: "evde misafir olsa bile farketmez benim için, bana müsaade der ve gider yatarım. suarede sinemaya gitmemişimdir. en geç 12'de yataktayımdır" diye anlatır profesyonelliğinin sırlarından birini.
ilkokulu bitirdiğinde aile florya'ya taşınır. edirnekapı yıllarında da galatasaray'lıdır o. yeşil kaleci kazağı ile galatasaray kalecisi nihat'ın bir minik kopyasıdır. zaten ilk zamanlarda kalede oynamıştır, daha sonra orta saha en sonunda da defans...
kim hayal edebilir ki bu kariyeri?
evleri galatasaray tesisleri'nin karşısındadır. çocukluğunun aşkını baştan çıkarmak için fırsat ayağına gelmiştir. altyapı sorumlusu rahmetli salih bulgurlu ve halen galatasaray'daki görevine devam eden ahmet keskinkılıç mahallenin minik yeteneğini keşfetmekte zorlanmazlar. o yıl florya tesisleri bir arsadan öte birşey değildir. antrenmanlar mecidiyeköy'dedir. o günün küçük bülenti yıllar sonra yine k.bülent olarak adını duyuracağı günlerden habersiz topun peşinden koşturmaya devam eder. 1979'da florya tesisleri'nde antrenmanlar başlayınca bülent, soluğu seçmelerde alır. "kaleciler kim?" diye sorar salih hoca. el kaldırır bülent ve "sen kaleci değilsin, orta sahasın, indir bakim elini" der salih bulgurlu. o dakika anlar artık galatasaray formasını giyeceğini. bilimkurgu ustalarının bile hayal etmekte zorlanacakları kariyerini, o günlerde bülent korkmaz da tahmin edemez elbette.
okuduğu ilkokulu bile "vefa stadı'nın arkasındaki hattat ragıp ilkokulu" diye futbolca tarif eden bülent'in top sevdasına, babası osman korkmaz da destek olur. "onun içindeki hırs ve isteği görünce elimden geldikçe destek olmaya çalıştım. futbolla yatıp futbolla kalkardı" der yıllar sonra sorulduğunda. kardeşi mert de bülent'in futbol sevdasının peşinden gitmiştir.
haftada üç maç oynamaya yıllar sonra a takımda değil, 15 yaşında başlar. 14-16 yaş takımında ahmet hoca onu liberoda görevlendirir. genç takımı çalıştıran bülent ünder, onu genç takıma çağırdığında, artık haftada 4-5 maça çıkmaya başlamıştır. galatasaray'ın nerede maçı varsa bülent ordadır. amatör, paf, 3.lig. bir yaz sezonu boyunca ahmet keskinkılıç ile dayanıklılık idmanları yapar. inatçı ve hırslıdır, tekmeye kafasını sokacak kadar da cesur...
"kızardım, indirirdim camı"
çok cam kırar çocukluk yıllarında. bugün "uzun toplarla mı kırdın o camları?" sorusuna, o günleri hatırlayıp kahkahayla cevap verir: "kızdığım zaman indirirdim camı. edirnekapı'da bir alt komşumuz vardı. bir öğleden sonra top oynuyoruz. top balkonlarına kaçtı. kadın aldı topu, 'kocam uyuyor, oynamayın top' dedi. ben de topu vermezsen camı kırarım dedim. vermedi, ben de kırdım." baba korkmaz en iyi müşterileridendir mahallenin camcısının.
gece uykudan kalkıp, yemek yeme alışkanlığı vardır bülent'in, bir de tatlı sevdası. bir akşam babası, kalan pasta dilimlerinden sadece birini buzdolabına koymasını söyler anne korkmaz'a. diğer dilimler balkonda bir köşeye saklanır. sabah kalkıldığında ne buzdolabında pasta vardır ne de balkondaki divanın altında... geceyarısı operasyonu başarılı geçmiştir bülent'in. "sirkeci'deki hacıbekir'in çikolatalı pastası oldu mu dayanamazdım" diye anlatır o günleri...
1984 yılında galatasaray genç takımı türkiye şampiyonası öncesi almanya'ya turnuvaya gider. glasgow rangers, kızılyıldız gibi güçlü takımlar vardır. leverkusen ile final oynayan ve penaltılar sonrasında kaybeden kadroda, bülent korkmaz da vardır. leverkusen'in altyapı sorumluları transfer teklif ederler. yirmisinde, 25'inde, 30'unda da galatasaray'dan kopamayan bülent korkmaz, kariyerinin ilk transfer teklifine "hayır" der. turnuva dönüşü galatasaray tarihinde sıkça rastlanan bir durumla karşılaşırlar. avrupa zaferleri sonrası sürpriz yenilgiler!.. dönemin en iyi kadrosu ile kütahya'da oynadığı maçı kaybeder ve elenirler. çok kızar bülent ünder ve salih bulgurlu hocaları...
21 yaş altı takımla balıkesir'deki finallere gittiğinde ateşi 39.5'dur. bugün halen görevde olan masör erkan kazancı, hastaneye götürür ve iğne yaptırır. "otelde kal" derler durmaz, giyer kat kat eşofmanı, yedek kulübesinde de olsa takımını yalnız bırakmaz. takım 2-0 mağlup duruma düşer. bülent hoca, "adalı bülent"i oyuna almak için seslenir. "adalı" yı duymaz bile bülent, çıkartır eşofmanları dalar sahaya. 2-0'dan 3-2'ye döner maç, altay bir gol daha atar, penaltılar sonrasında kazanan galatasaray'dır...
bülent-tugay-hüseyin-ihsan
"tugay'dan 6 ay sonra a takıma çıktım, ihsan ve hüseyin, dört gençtik" diye anlatır profesyonelliğe adım attığı günleri. tugay'ı bilir ama hüseyin ve ihsan'ı merak eder galatasaraylı. "ihsan, gaziantep'de, antalyaspor'da oynadı, sonra bıraktı futbolu, hüseyin de hala 3.lig'de oynuyor" diye giderir merakımızı.
"avrupalı bülent"e çıkar adı a takımdaki ilk yılında. mustafa denizli, bülent'i lig maçlarından çok avrupa kupaları'nda oynatmaktadır. "raşit hoca'nın, öner abi'nin jübilesinde çok iyi oynamıştım, beşiktaş'ta o yıl ferdinand vardı, onu çok iyi tutmuştum" diye anlatır denizli'nin tercihini. kendini yetiştiren tüm isimleri tek tek saymayı da ihmal etmez. öncelikle salih bulgurlu, ahmet keskinkılıç ve bülent ünder. sonra a takımda beni "küçük bülent" olarak tanınmamı sağlayan mustafa denizli, çok şeyler öğrendiğim feldkamp ve kazandığı 28 kupanın 13'ünde teknik adamlığını yapan fatih terim...
stumpf'dan profesyonel futbolcunun nasıl yaşaması gerektiğini öğrenir. falco ve stumpf ile, -bugün belki de unutulan- bir sistemin parçasıdır. "iki stoper ve liberolu oyunda, adam markajı yapmaktan yorgun düşerdik. gölge gibi takip ederdik rakibi" diye anlatır o günlerin taktik anlayışını. bireysel hata affedilebilir ama pozisyon hatası onu çılgına çevirir. rambo yusuf, falco, semih, erhan önal, kardeşi mert, popescu, emre aşık. defansta beraber oynadığı isimleri tek tek saymasını istemek haksızlık olur aradan geçen 14 yıldan sonra...
"bayrak adam"
deplasmandaki derbi maçlarında, ali sami yen'deki büyük maçlarda takım arkadaşlarından beş dakika önce çıkar sahaya. aslında soyunma odasında da yarım saat önce başlamıştır ısınmaya. daha da geriye gidersek maç sabahı yaptığı "streching"le. isınmanın yanında, bir ayrıntı daha vardır. rakip seyircinin bütün elektriğini çeker üzerine sanki bütün takıma bir kalkan olur o beş dakikada. sahanın ortasında tek başına, sarı-kırmızı formasıyla "bayrak adam"ın en hasıdır...
milan'da baresi ve maldini, real madrid'de hiero, arsenal'de adams ne ifade ediyorsa galatasaray taraftarının kalbinde de bülent korkmaz odur; "bayrak adam"dır, "büyük kaptan"dır. simgedir, formasını derisi yapmış adamdır bülent korkmaz. 22 yıldır sarı-kırmızıdan başka renk bilmez. ezeli rakiplerin tarihleri boyunca oynadıkları avrupa kupası maçından daha fazlasında (96) ter dökmüştür. 400'ün üzerinde lig maçında puan savaşı vermiştir. 16 yaşından beri de her transfer döneminde tekliflere "hayır" demiştir. "kızlarım florya'da tesislerde büyüdü, burada yürümeye başladılar, benim için herşey bir tarafa, galatasaray bir tarafa" diye en "baba"ca anlatır cimbom aşkını. yurtiçinde aracılar vasıtasıyla transfer teklifleri gelir elbette ama -eden de bilir ki- bülent galatasaray'dan kopmaz. "1999 yılında sadece bir problem yaşadım, amerika'da oynamayı düşündüm, çocuklarımın geleceğini düşünmek zorundaydım. büyüklerim ve eşim engel oldu. sabretmesini bildim.
ben hayatım boyunca hep sabrederek kazandım. satıştan kaldım, 50-60 bin dolara oynadım o sezon." taraftarın "3 numaralı formasının birgün müzeye kaldırılması fikrine" ise suskun kalmayı tercih eder. "benim için galatasaray'ın zaferleri önemli" der sadece. kazanılan hiçbir kupayı tek başına kaldırmadı bülent korkmaz. "bütün takım aynı anda kaldırabilsek, yeter ki kazanalım" diye açıklar ortak zaferlerin en keyifli dakikalarını...
17 mayıs 2000'de, kopenhag parken'da kaldırdığı uefa kupası'nın müjdesini 8 ay önceden almış bülent korkmaz. yazlığında, yardımcıları nursel hanım'ın falından. "fala da inanmam ama bana 'sen haçlı bir kupa kaldıracaksın' dedi. kahkahayı basmıştım o gün, ben takımda yoktum o günlerde, kendi başıma antrenman yapıyordum yazlık evimde. sezon sonunda kaldırdık o kupayı." kolay değildir elbet uefa kupası'nı kazanmak. maç içinde iki kez çıkan omuzuna rağmen savaşır sahada bülent. "tanrı'nın eli" ya da taffarel'in elini görmemiştir. henry kafayı vurduğunda gözlerini kapatmıştır. "açtığımda gözlerimi bu kupa bizim, bu iş bitti" dedim. popescu topu ağlara gönderdiğinde, ellerini açan ve o inanılmaz kareleri ekrana yansıyan fatih terim'in o görüntülerini çok sonra seyreder. "hala etkilenirim fatih hoca'yı öyle gördüğümde. o baskının, medyanın ağır eleştirilerinin yok olup gittiği ve "ohhh" çektiği andır hocanın. inanılmaz bir sahnedir o." futboldan sonra gönlü teknik adamlıktadır ama bir çekingesi vardır. "ben teknik adamlığı yaparım ama türk futboluna bu kadar emeği, katkısı olan insanların bu kadar acımasızca eleştirildiği bir ortamda bu eleştirileri kaldırabilir miyim?" diye de kendine sormadan edemez...
bir de bugünden herkesin bilmesini ister. galatasaray'dan başka takımda zordur çalışması, cimbom deyince akan sular durur...
hagi'nin yıllar boyunca oda arkadaşlığını yapar. "inanılmaz bir adam o" diye başlar söz hagi'den açılınca: "kamplarda 2. lig maçlarını seyrederdik, hangi oyuncu hangi takımdan gelmiş tek tek bilirdi. 2. lig'i bizden iyi takip ederdi, şaşar kalırdım. futbol sevgisi kelimelerle anlatılmıyor hagi'nin. bir de kocaelispor maçı var, 2-0 öndeyiz, son dakikalarda bir frikik kazandık, ben atmak istedim. bana "sen topun üzerinden atla ve git kaleden topu al" dedi. dediğini de yaptı, ben de kaleden çıkardım topu...."
yazanın da okuyanın da merakı vardır elbet bu konuda. yıllardır futbol yorumcuları avrupa kupası maçlarında hakemle konuşan bülent için "hangi dili biliyor da itiraz ediyor?" gibi kompleks dolu yorumlarda bulunurlar. gülüp geçiyor bunlara bülent. 15-20 milletten futbolcu ile yıllardır aynı formayı giyen galatasaray kaptanı "ortak bir dil var" diyor: "ingilizce. sanırım o sahada derdimizi anlatacak kadar da ingilizce biliyorum". yorumcular yorumlayadursun.
m. çulcu ve kırmızı kartlar
hakemler deyince bülent'e, "ben hayatımda hakemlerle kötü dialoga girmedim, faul olup olmadığını sorarım en fazla" diye açıklar futbolcu-hakem ilişkisini. kariyerinde gördüğü kırmızı kart sayısı sadece 3'tür. ne büyük rastlantı ki, 3 kırmızı kartın 2'sini çıkartan gaziantep maçında ümit karan'ın yaka paça indirilişine devam, ali sami yen'de "i love you" tezahüratına anons, kadıköy'de yumurta, taş, maytapa "buyrun" diyen mustafa çulcu'dur.
ilk seferinde, antalya'da çift sarı karttan haksız yere atar bülent'i mustafa çulcu. rize'de son adam diye atıldığı pozisyon hala hatıralardadır. 3. kırmızı kartı ise, kadıköy'de geçen sezon inanılmaz performansı sebebi ile kaptan'ın alkışını hak eden ali aydın'dandır. bunların hiçbiri rastlantı değildir ona göre. geçen sezon umut veren hakem olarak nitelendirdiği kuddusi müftüoğlu'nu sorduğumuzda "sadece beşiktaş maçında vermediği penaltı değil, elazığ deplasmanında da berbat bir yönetim gösterdi" der ve ekler: "futbolun içinden gelen, futbol bilgisi olan insanların hakemlik yapması lazım, illa da futbol oynamış olmaları gerekmiyor ama futbol kültürleri zayıf olmasın".
beşiktaş ve gaziantep maçında yaşanan hakem faciaları, onu sezon başından beri "hakem de insan, hata yapar" fikrinden çok ötelere götürmüş. ümit karan'ın antep'deki pozisyonunda "birbirlerini çektiler" diyen hakemde "ben art niyet ararım" deyince de kimse "haksızsın demez, diyemez" kaptan'a...
"biz elendik, ama..."
beş-altı yıldır gazetelerin spor sayfalarını okumaz, televizyonda spor programlarını seyretmez. naklen yayınlanan maçları hiç kaçırmaz ama. türk futboluna emek vermiş insanların acımasızca eleştiren yorumcuları anlamaz, anlamak da istemez. roma olimpiyat stadı'ndaki olaylarda tüm suçun romalı oyuncular ve teknik ekibinin olmasına rağmen, italyan medyasının ertesi gün roma'ya destek verdiğini hatırlatır ve sorar "bizi, bizim medyamız eleştirdi, aynı şeyi ali sami yen'de biz yapsak eminim bizi istenmeyen adam ilan edeceklerdi."
geçen sezon şampiyonlar ligi'ne 2. turda veda edilen barcelona maçı sonrasında kameralar karşısına geçer, az ve öz konuşur. "galatasaray elendiğinde -galatasaraylılar hariç- çok kişi sevindi türkiye'de. onlar bu kadar sevinmesinler, üzülsünler. biz elendik ama lig şampiyonluğu'nu kazandık". bu kez fala inanmamıştır kaptan. "ben her zaman bu kadar iddialı ve kesin konuşmam ama o gün bunları söylerken inanmıştım" der bugün. inancın zaferi, göğsünde parlayan 3. yıldızdır.
türk futboluna hizmet eden herkese ve tüm taraftarlara bir de mesajı var konuda: "bu ülkede avrupa kupaları'nda mücadele eden tüm takımlar bilmelidir ki, bulundukları yere onları getiren galatasaray'dır, sadece galatasaray. bunu kimse unutmamalı ve artık içimizde kavga etmek yerine mücadelemizi yurtdışındaki rakiplerimize karşı verelim."
"ingiltere'deki sistemi getirsinler"
leeds'de ellen road'dan çıkan galatasaray'ın kaptanı'nın kadıköy'de yaşananlar için de söyleyecekleri var. "ben 500 bin kişinin önünde de oynasam etkilenmem. küfür edilmesi önemli değil. ben diyorum ki herkes şapkasını önüne koysun ve gerçekleri görsün. ingiltere'deki sistemi alıp getirsinler buraya, bütün kurallarıyla. değişmez diyorlar, bal gibi değişir, komple değişir. ancak hasan'ın kafasına yumurta atanların, eser hoca'nın başını yaranların işine gelmez bu. ben inanıyorum ki, bu manzara ali sami yen'de yaşansaydı, bizim alacağımız ceza çok daha farklı olurdu."
bir de merak edilen dünya kupası sonrasına net bir yanıt: "bizler robot değiliz, arabanızı bile belli zamanlarda bakıma götürürsünüz. bu ülkede ilk kez futbolcular 52 günlük bir kamp yaptı. kupayı kazanma hırsı, maçların stresi, ligi bitirip kampta bulmuştuk kendimizi. dünya arenasına çıkmak kolay değil, döndük bir hafta izinde jet-lagı zor attık üzerimizden. benim gibi arka adalesinden yıllarca sorun yaşamayan futbolcu bile, sezon başında hazırlık kampında adalesinden sakatlandı. gerisini siz düşünün."
yıllarca aynı formayı beraberce sırtına geçirdiği kardeşi mert korkmaz ya da onun seslendiği şekilde "gomez" ile gurur duyuyor kaptan bülent. "gittiği her takımda başarılı oldu. gaziantep'de de mükemmeldi. memleketimiz malatya'da da harika oynuyor, takım olarak çok iyi durumdalar".
"şampiyon olacağız"
hayatının imzasını 15 haziran 1990'da atmış kaptan. kızları, 10 yaşındaki selen ve 5 yaşındaki ezgi, ali sami yen'in müdavimleri. kaptan'ın giyim zevkinin altında ise eşi banu hanım'ın gustosu yatıyor. "çok dostum, arkadaşım yoktur", bütün boş vakitlerini evde ailesiyle beraber paylaşmayı tercih eder. bir de, sıkı ferrari taraftarıdır. elbet sarı-kırmızının payı vardır bu tutkuda. çok fazla araba değiştirmemiştir. ilk arabası renault 11'dir: "sonra bir honda cvx aldım, bmw'den sonra da son olarak mercedes. benim için arabada önce güvenlik gelir".
bıyıklarını 10 yıl önce eşinin önerisi ile kesmiş, bir daha da bırakmamış. antalya'daki tatilde kesilen bıyıklar, kaptan bülent'e bir umut olmuş: "artık kolay tanınmam, rahat bir tatil olur dedik ama otelin animatörü sağolsun mikrofondan seslendi: bülent bey bıyıklarını kesmişsiniz ama yine de tanıdık sizi!.."
geçen sezon ikinci yarının ilk maçı öncesinde taraftara "şampiyonluk için geri saymaya başlayın" diyen bülent korkmaz, bu sezon için de farklı konuşmuyor: "2. yarıda fikstür avantajımız var, 10 maçımızı sahamızda oynayacağız, kötü oynadığımız maçlar da oldu. bazı hedeflerimizi de yitirdik ama taraftarımız unutmasın, galatasaray'ın, galatasaray'lının hedefleri bitmez., bu sezon sonunda şampiyonluk yine bizim olacak. ali sami yen'de tek bir boş koltuk görmeyelim. bizi sonuna kadar destekleyen taraftarlarımızı yine mutlu edeceğiz."
büyük kaptan "sezon sonunda şampiyon olacağız" diyor. 8 lig şampiyonluğu, 5 türkiye kupası, 5 cumhurbaşkanlığı kupası, 2 başbakanlık kupası, 6 tsyd kupası, 1 uefa kupası, 1 süper kupa ve dünya kupası 3.lüğü.
başka teminat isteyen?!..
---
alıntı ---
galatasaray dergisi ocak 2003