futbolu birçoğumuz çok seviyoruz. hatta bazen bu sevgimiz öyle büyük oluyor ki; sevdiklerimizi görmezden gelebiliyor, değerlerimizi unutabiliyor, vicdana aykırı hareket edebiliyoruz. iş bu noktaya gelince aslında futbol sevgisi holiganizme dönüşüyor. burada şu söz çok açıklayıcı :
"futbol, ezilen halkların mutluluğudur."
----------------------------------------27 ocak 2013 galatasaray beşiktaş maçından çıkmıştım. gayrettepe metro durağından zincirlikuyu'ya yürüdüm ve oradan otobüse bindim. evim beşiktaş çarşı'ya yakın olduğu için beşiktaş'ta inmem gerekiyordu. açtım, neredeyse saat ikiden bu yana bir şey yememiştim. otobüs beşiktaş'ta ineceğim durağa yaklaşmak üzereyken; kapının camından üstüme başıma çekidüzen vermiş, sarı-kırmızı renkleri bir arada içeren her türlü görüntüyü atkım ve montumla bertaraf etmeye çalışmıştım. otobüs durdu, ben de indim. garanti olsun diye, soğuk havalarda yürüyen tipik üşüyen adam görüntüsüne bürünüp montumun önümde görünen kısımlarını kapamasına gayret ettim. açlığımı gidermek üzere, çarşının giriş kısımlarına doğru yürümeye başladım.
bir iki adım atmıştım ki; kafamın arkasında bir darbe hissettim. darbeyle birlikte küfürler başlamış etrafta bulunan üç dört cengaver daha vurmaya ve tekmelemeye başlamıştı. gözlük takıyorum, çok değer verdiğim bir aksesuar. zira gözlüksüz iki metre önümü bile göremiyorum. malum miyobuz. tekme ve yumruklar üstüme gelirken, başımı koruyor ve geri geri gidiyordum. bir ara; ölecek miyim acaba diye düşündüm. korkmuyordum ama, daha yapacaklarım olduğunu düşünüyordum. yazmakta olduğum ve çok emek verdiğim bir kitap vardı. güzel bir okulun güzel bir fakültesinde okuyor, master planları yapıyordum. ölmek için çok erkendi. ölmem gerekseydi bile daha yumuşak ve normal bir ölüm daha güzel olacaktı şüphesiz. şans eseri, durağın hemen oradaki pideciden içeri girmiştim. allah onlardan razı olsun, beni korudular. yalnız başıma içerideyken dükkanın yan tarafında dışarıda duran ve sigara içen bir adam da dışarı çıkmamı emrediyordu. sonra birkaç dakika bekleyip yandan fıydım ve eve döndüm.
beni dövenler yanlış görmediysem 4 kişilerdi. sorsan delikanlılık derler. ben, ailem tarafımdan biraz muhallebi çocuğu eğilimiyle yetiştirildim. tabi ki, geride kalan hayatımda birkaç kavgada bulunmuştum. ancak hiçbir zaman yumruklarımı mükemmel bir biçimde konuşturmamış, birine kalıcı zararlar vermemiştim. bu sefer de, gücümün yetmeyeceğini adım gibi biliyordum. ancak delikanlılar, 4'e 1 cılız bir adama dalmışlardı. bana inen darbeler beraberinde bir bira kokusu da savuruyordu burnuma. içtiklerinden iyice azmışlardı. şu an evde ağrısız, sızısız en ufak bir zonklama olmadan oturuyorum. 4 kişi dövmeye yeltendiniz, bari dövebilseydiniz.
bu kadar kişi, güçsüz bir galatasaray taraftarına daldılar; galatasaray'a yenildikleri bir maçtan sonra, birilerini döverek giden 3 puanı geri getiremeyeceklerini bilerek. ben onlara ne "orospu çocuğu" diyorum ne de "orospu çocuğu olacak kadar bile şerefi olmayan" şeklinde bir ad takıyorum. onlara kızmıyorum da, neticede onların yerinde ben de olabilirdim. hatta onları affediyorum, herkes affedilmeyi hak eder. ben onları affettim ama; onlar kendilerini affedebilecekler mi?
ayrıca "çarşı" çıkıp bunları kınamalı diye düşünüyorum. madem ona buna karşılar, icraat görelim. hem ne demiş ziya paşa :
"aynası iştir kişinin, lafına bakılmaz."
bunca şeye rağmen gıkımı çıkarmadım; ama tek bir şey söylemek istiyorum :
futbol,
ezilen halkların mutluluğudur.
sevgilerimle...