1
psikolojik bir olaydır ve doğa akışının insanoğlu üzerindeki kaçınılmaz etkisidir. yalnız burada iki karşıt fikir söz konusu:
1) ''sürekli başarı kazanırsan, hedefe ulaşmada güçlük çekersin ve azmini kaybedersin.''
2) ''başarı kazandıkça fiziksel kapasiteni optimum kullanırsın ve fiziki üstünlüğün sonucunda daha da başarılı olursun.''
ben kendi hayatımda iki durumu da yaşadım. ikisinin de yerine göre doğru olduğunu düşünüyorum. topluma göre, yaşanılan ortam ve alınan eğitime göre ise sonuçlarda farklılık oluşuyor. örneğin bir afrikalı ile alman'ı ele alalım.
afrikalı sporcular, eğer zirvede değillerse yani alanlarında bir numara değillerse istikrar sağlayamazlar. samuel eto'o örneği var gözümüzün önünde. barca yıllarında dünyanın en iyi golcusüydü. ama birkaç kupa sonunda kazanma tutkusunu kaybederek, azmini yitirerek gerileme dönemine girdi. haa yine de kazanma hırsı yüksektir ona lafım yok. ancak azalma elbet vardır.
veya bastian schweinsteiger; 31 yaşında manchester united gibi bir deve transfer olabildi. bayern münih gibi bir kulüpten geldi hem de. asla başarı yorgunluğu yaşamayacak bir oyuncu bastian. çünkü aldığı iş disiplini, büyüdüğü kültür bunu gerektiriyor. geçen sene elinde dünya kupası yükselen adam yine kupalar için savaşabiliyor.
türk toplumuna gelirsek;
asırlar önce, evet asırlar önce belki dünyanın en çalışkan milletiyken kendimizi başkalarına benzeteceğiz diye kendi benliğimizden olduk. 1500'lerden itibaren bir arayış içine girdi türkler. ''batı'dan ve diğer milletlerden bir şeyler entegre edelim kendimize.'' denildi. sürekli bir şeyler entegre ettik kendi kültürümüze. bunu yaparken bencil ve tembel davrandık. çalışma, iş gücü, emek gerektirecek şeylerdense kolay ve fikr-i işleri aldık getirdik. aslında en büyük hatayı ise rakiplerimize saygı göstermeyerek yaptık diyebilirim. bin yıl mücadele ettiğin çinliler'den birkaç icat ve kültürel değer dışında hangi olumlu özelliği kendimize entegre edebildik? kilise sonrası avrupa'yı 200 yıl sonra keşfedebildik biz. oysa zamanında saygı gösterseydik, böbürlenmeyip en büyük biziz demeseydik, biz de erken devrim yapabilirdik.
olmadı...
türk insanı tembeldir, çalışmayı sevmez, bencildir...(en azından artık böyle)
türkiye'de sportif alanda istikrarlı başarı çok zor. gerçekten çok zor. bu başarılırsa ancak avrupalı elemanlarla gerçekleşebilir. çin de olabilir.
galatasaray örneğin:
2011'den itibaren 4 senede= 3 lig şampiyonluğu+ 2 türkiye kupası + 3 süper kupa + 1 emirates cup kazandık.
toplam 12 kupanın 8'ini biz aldık türkiye'de. yaklaşık türk futbolunun %70'ine ambargo koymuşuz kısacası. bir de üstüne 1 adet cl çeyrek finali + 1 adet cl üst tur başarıları var.
kolay değil arkadaşlar. ne yazık ki futbolcularımız da bitmiş olabilir artık. sen her başarıyı yakalamışsın, işine odaklanamayabilirsin. ama bayern münih nosol yopoyor demeyin sakın, anlattım çünkü aradaki farkı. bu futbolcuların yerinde siz de olsanız sonuç değişmeyecektir.
bu sene chelsea'yi gördük. mourinho adamları eritmiş resmen. zihnen eritmiş, bitirmiş. mourinho belki doğruyu yapıyordur ama böyle şeylere her insan dayanamaz. çoğu oyuncunun chelsea'den ayrıldıktan sonra ''tanrı'ya şükürler olsun'' tarzında açıklamaları var. cuadrado mesela. veya diego costa. psikoloji sporda çok önemli bir konuma sahiptir.
şimdi bazı arkadaşlarımız sorun futbolcularda, hocada değil diyorlar ama ben aynı şekilde düşünmüyorum. futbolcu robot değildir. onların da hissettiği bazı şeyler, düşünceleri vardır. nasıl ki kötü bir patrona karşı artık dayanamayıp da istifa edersin. bu durum da aynı. futbolcunun istifa şansı da yok. bu yüzden sahadaki oyununa yansıyor.
ha futbolcu çalışacak kardeşim. yatan adamın işi yok burada. ama çalıştığı halde olmuyorsa orada başka şeyler vardır. prandelli'den sonra hamzaoğlu geldi ve takım bambaşka oynamaya başladı. hadi dedik yerli hoca etkisi falandır. ama hamzaoğlu'ndan sonra denizli geldi, takım çöktü resmen. yani yerli yabancı farketmeksizin iş hocada bitiyor. teknik direktörlük sadece teknik-taktik bilmekle olmaz. mourinho teknik-taktik bilmediğinden mi başarısız oldu bu sene? hayır elbette. bu iş kapsamlı bir iş. kondisyondan, psikolojiden, iletişimden anlaman gerekli teknik ve taktiğin dışında.
bizler taraftar olarak farklı farklı bireylerden, farklı insanlardan aynı lezzetleri istiyoruz. selçuk'tan melo gibi hırçın ve agresif olmasını, sneijder'den hagi kumandanlığı bekliyoruz. olmaz. bu karakter meseledir. takımı sevip sevmeme olayı değildir. benim bir arkadaşım vardı. maç esnasında gamsız gamsız oynar ama soyunma odasında hüngür hüngür ağlardı yenilince. aslında herkesten çok isterdi kazanmayı ama karakteri itibariyle bunu yansıtamazdı dışa.
başarı yorgunluğuna dönersek...
normaldir ve doğaldır. her insanın da başına gelebilecek bir şeydir bana kalırsa. benim en çok kızdığım şu: eleştirdiğimiz şeyleri biz ne kadar doğru yapıyoruz? bizim çok farkımız yok ki kızdıklarımızdan.
başarı çok komplike bir olay. inanç, azim, yetenek, konsantrasyon gibi etkenlerin birleşimyle gerçekleşir ancak. futbolcularımızda bunlardan en az biri eksik. hal böyle olunca da çuvallıyorsun.
başarı yorgunluğunun en büyük belirtilerinden biri şudur:
hedeften uzaklaştığını anlarsan o hedeften tamamen koparsın. galatasaray bunu son dönemde yaşadı. 2010 ve 2011 yılları farklıdır. orada tamamiyle başka yetersizlikler etkendi. ancak gerek mancini'li sezon gerekse bu sene bunun belirtisidir. çünkü futbolcu grubu en iyiye odaklanmıştır ve sadece onu kazanırsa başarılı görür kendini. diğer sonuçlar arasında kıyas yapmaz.
bu yorgunluğu giderebilecek tek şey motivasyon olabilir. bu motivasyonu da taraftar sağlar. futbol oynarken pek koşmazdım ama hocam benimle bazen öyle konuşur, öyle motive ederdi ki sanki içime matuidi kaçmış gibi koşardım.
demem o ki bazı şeyleri değerlendirirken çoklu düşünmek gerek. birçok etkeni göz önünde bulundurmak gerek. aksi halde değerlendirmede hataya düşme ihtimalimiz çok yüksek.
1) ''sürekli başarı kazanırsan, hedefe ulaşmada güçlük çekersin ve azmini kaybedersin.''
2) ''başarı kazandıkça fiziksel kapasiteni optimum kullanırsın ve fiziki üstünlüğün sonucunda daha da başarılı olursun.''
ben kendi hayatımda iki durumu da yaşadım. ikisinin de yerine göre doğru olduğunu düşünüyorum. topluma göre, yaşanılan ortam ve alınan eğitime göre ise sonuçlarda farklılık oluşuyor. örneğin bir afrikalı ile alman'ı ele alalım.
afrikalı sporcular, eğer zirvede değillerse yani alanlarında bir numara değillerse istikrar sağlayamazlar. samuel eto'o örneği var gözümüzün önünde. barca yıllarında dünyanın en iyi golcusüydü. ama birkaç kupa sonunda kazanma tutkusunu kaybederek, azmini yitirerek gerileme dönemine girdi. haa yine de kazanma hırsı yüksektir ona lafım yok. ancak azalma elbet vardır.
veya bastian schweinsteiger; 31 yaşında manchester united gibi bir deve transfer olabildi. bayern münih gibi bir kulüpten geldi hem de. asla başarı yorgunluğu yaşamayacak bir oyuncu bastian. çünkü aldığı iş disiplini, büyüdüğü kültür bunu gerektiriyor. geçen sene elinde dünya kupası yükselen adam yine kupalar için savaşabiliyor.
türk toplumuna gelirsek;
asırlar önce, evet asırlar önce belki dünyanın en çalışkan milletiyken kendimizi başkalarına benzeteceğiz diye kendi benliğimizden olduk. 1500'lerden itibaren bir arayış içine girdi türkler. ''batı'dan ve diğer milletlerden bir şeyler entegre edelim kendimize.'' denildi. sürekli bir şeyler entegre ettik kendi kültürümüze. bunu yaparken bencil ve tembel davrandık. çalışma, iş gücü, emek gerektirecek şeylerdense kolay ve fikr-i işleri aldık getirdik. aslında en büyük hatayı ise rakiplerimize saygı göstermeyerek yaptık diyebilirim. bin yıl mücadele ettiğin çinliler'den birkaç icat ve kültürel değer dışında hangi olumlu özelliği kendimize entegre edebildik? kilise sonrası avrupa'yı 200 yıl sonra keşfedebildik biz. oysa zamanında saygı gösterseydik, böbürlenmeyip en büyük biziz demeseydik, biz de erken devrim yapabilirdik.
olmadı...
türk insanı tembeldir, çalışmayı sevmez, bencildir...(en azından artık böyle)
türkiye'de sportif alanda istikrarlı başarı çok zor. gerçekten çok zor. bu başarılırsa ancak avrupalı elemanlarla gerçekleşebilir. çin de olabilir.
galatasaray örneğin:
2011'den itibaren 4 senede= 3 lig şampiyonluğu+ 2 türkiye kupası + 3 süper kupa + 1 emirates cup kazandık.
toplam 12 kupanın 8'ini biz aldık türkiye'de. yaklaşık türk futbolunun %70'ine ambargo koymuşuz kısacası. bir de üstüne 1 adet cl çeyrek finali + 1 adet cl üst tur başarıları var.
kolay değil arkadaşlar. ne yazık ki futbolcularımız da bitmiş olabilir artık. sen her başarıyı yakalamışsın, işine odaklanamayabilirsin. ama bayern münih nosol yopoyor demeyin sakın, anlattım çünkü aradaki farkı. bu futbolcuların yerinde siz de olsanız sonuç değişmeyecektir.
bu sene chelsea'yi gördük. mourinho adamları eritmiş resmen. zihnen eritmiş, bitirmiş. mourinho belki doğruyu yapıyordur ama böyle şeylere her insan dayanamaz. çoğu oyuncunun chelsea'den ayrıldıktan sonra ''tanrı'ya şükürler olsun'' tarzında açıklamaları var. cuadrado mesela. veya diego costa. psikoloji sporda çok önemli bir konuma sahiptir.
şimdi bazı arkadaşlarımız sorun futbolcularda, hocada değil diyorlar ama ben aynı şekilde düşünmüyorum. futbolcu robot değildir. onların da hissettiği bazı şeyler, düşünceleri vardır. nasıl ki kötü bir patrona karşı artık dayanamayıp da istifa edersin. bu durum da aynı. futbolcunun istifa şansı da yok. bu yüzden sahadaki oyununa yansıyor.
ha futbolcu çalışacak kardeşim. yatan adamın işi yok burada. ama çalıştığı halde olmuyorsa orada başka şeyler vardır. prandelli'den sonra hamzaoğlu geldi ve takım bambaşka oynamaya başladı. hadi dedik yerli hoca etkisi falandır. ama hamzaoğlu'ndan sonra denizli geldi, takım çöktü resmen. yani yerli yabancı farketmeksizin iş hocada bitiyor. teknik direktörlük sadece teknik-taktik bilmekle olmaz. mourinho teknik-taktik bilmediğinden mi başarısız oldu bu sene? hayır elbette. bu iş kapsamlı bir iş. kondisyondan, psikolojiden, iletişimden anlaman gerekli teknik ve taktiğin dışında.
bizler taraftar olarak farklı farklı bireylerden, farklı insanlardan aynı lezzetleri istiyoruz. selçuk'tan melo gibi hırçın ve agresif olmasını, sneijder'den hagi kumandanlığı bekliyoruz. olmaz. bu karakter meseledir. takımı sevip sevmeme olayı değildir. benim bir arkadaşım vardı. maç esnasında gamsız gamsız oynar ama soyunma odasında hüngür hüngür ağlardı yenilince. aslında herkesten çok isterdi kazanmayı ama karakteri itibariyle bunu yansıtamazdı dışa.
başarı yorgunluğuna dönersek...
normaldir ve doğaldır. her insanın da başına gelebilecek bir şeydir bana kalırsa. benim en çok kızdığım şu: eleştirdiğimiz şeyleri biz ne kadar doğru yapıyoruz? bizim çok farkımız yok ki kızdıklarımızdan.
başarı çok komplike bir olay. inanç, azim, yetenek, konsantrasyon gibi etkenlerin birleşimyle gerçekleşir ancak. futbolcularımızda bunlardan en az biri eksik. hal böyle olunca da çuvallıyorsun.
başarı yorgunluğunun en büyük belirtilerinden biri şudur:
hedeften uzaklaştığını anlarsan o hedeften tamamen koparsın. galatasaray bunu son dönemde yaşadı. 2010 ve 2011 yılları farklıdır. orada tamamiyle başka yetersizlikler etkendi. ancak gerek mancini'li sezon gerekse bu sene bunun belirtisidir. çünkü futbolcu grubu en iyiye odaklanmıştır ve sadece onu kazanırsa başarılı görür kendini. diğer sonuçlar arasında kıyas yapmaz.
bu yorgunluğu giderebilecek tek şey motivasyon olabilir. bu motivasyonu da taraftar sağlar. futbol oynarken pek koşmazdım ama hocam benimle bazen öyle konuşur, öyle motive ederdi ki sanki içime matuidi kaçmış gibi koşardım.
demem o ki bazı şeyleri değerlendirirken çoklu düşünmek gerek. birçok etkeni göz önünde bulundurmak gerek. aksi halde değerlendirmede hataya düşme ihtimalimiz çok yüksek.