50
eğer işbu girinin müellifini linç etmezseniz ve en azından galatasarayla alakasız mankenler kadar vakit ayırısanız ateş güneş olayıyla alakalı şimdiye kadar en teferruatlı çalışmayı paylaşacağım sizlerle. ismailenver'i subjektif olarak gördüğünüzden kendi değerlendirmelerimi bir başka girdiye saklayarak ateş güneş olayının gerçeklerini akademik bir metin ile değerlendirin istedim. aşağıda sevecen tunc'un çalışması noktası virgülüne bulunmaktadır;
spor tarihimizde ateş-güneş kulübü’nün kısa ama enteresan öyküsü çoğu zaman galatasaray kulübü’nde yaşanan ‘amatörlük’ ve ‘profesyonellik’ ayrımına dayalı bir bölünme üzerinden ele alınır. bu anlatıya göre 1930’ların başında galatasaray spor kulübü ve lisesi arasındaki organik bağın korunmasını isteyen kulüp yönetimi ‘dışarı’dan futbolcu alınmasına karşıyken, başını yusuf ziya öniş’in çektiği muhalif bir grup profesyonelliği savunmaktadır. kulüp üyesi eşref şefik atabey’in olimpiyat dergisi’nde galatasaray futbol takımı aleyhine yazdığı yazılar ileri sürülerek kulüpten ihraç edilmesi ile hız kazanan sürecin sonunda galatasaray’dan ayrılan profesyonelleşme yandaşları tarafından sarı kırmızı renklere alem adıyla ‘ateş-güneş’ kurulur. bir süre sonra atatürk’ün isteğiyle ismi ‘güneş’ olarak değiştirilen kulübün başkanlığını da atatürk’ün yaveri cevat abbas gürer yapmaktadır. güneş, 1937-1938 istanbul ligini şampiyon olarak tamamlayacak; ancak atatürk’ün ölümünden kısa bir süre sonra kapatılacaktır.
bu yaygın anlatının dışında birtakım kaynaklarda konu ile ilgili farklı bilgilere de yer verilmektedir. kurthan fişek, tartışmayı ‘amatörlük-profesyonellik’ ayrımının ötesine taşıyarak, güneş’i “devletin kulübü” olarak nitelemektedir. cevat abbas gürer üzerinden gelişen atatürk ve güneş kulübü arasındaki ilişki, kulübe birtakım ayrıcalıklar eşliğinde başarıyı getiren ana etken olarak belirlenmiştir. güneş’in atatürk’ün ölümünden kısa bir süre sonra kapatıldığı iddiası da bu bağlamda anlamlandırılmak istenmektedir.
mehmet ali gökaçtı ise ateş-güneş serüvenine geniş yer ayırdığı ufuk açıcı kitabında, kulübü kuran ekibin iş bankası çevresiyle bağlantılarını gözler önüne sermektedir. galatasaray’dan ayrılarak ateş-güneş’i kuran grubun lideri yusuf ziya öniş iş bankası istanbul şubesi müdürüdür ve aynı zamanda celal bayar’a yakınlığı ile bilinen bir isimdir. öniş ile beraber galatasaray’dan istifa edenlerin yarısına yakını da iş bankası’nın çeşitli kademelerinde çalışan kişilerdir.
abdülkadir yücelman da tartışmaya benzer bir açıdan yaklaşarak, galatasaray’daki bölünmenin siyasi uzantılarına işaret etmiştir. yücelman’a göre amatörlüğü savunanların inönücü, profesyonellikten yana olanların ise bayarcı olduğu pekâlâ söylenebilir.
aslında spor yazarlarımızın çoğu, birbirine yakın ifade ve argümanlar kullanarak güneş’in ortaya çıkışında spor-dışı etmenlerin de rol oynadığını dile getirmek istemiştir. ancak kulaktan kulağa yayılarak, tekerrürle ‘gerçeklik’ kazanan hikâyelerin yerine, dönemin gazete ve dergilerinde yer alan haber ve yazılar doğrultusunda bir gerçeklik kurgusu spor tarihçiliğimizin selameti açısından daha makul gözükmektedir. ateş-güneş kulübü’nün sıra dışı hikâyesi, tarihsel bağlamına oturtularak yeniden yazıldığında, erken cumhuriyet döneminde siyasi elitlerin spora bakışı, futbola atfettikleri toplumsal işlevler, futbol camiasındaki güç ilişkileri ve futbol önderlerinin iktidarla uzlaşma mekanizmaları hakkında bize önemli bilgiler verecektir.
1930’lu yıllar, büyük buhran ile içine kapanan türkiye ekonomisinde devletin nüfuzunun gittikçe arttığı, ekonomiye paralel biçimde toplumsal hayatın her alanında kemalist iktidarın ‘asıl aktör’ olarak çarpıcı biçimde ön plana çıktığı bir dönem olarak hatırlanır. sağlıktan eğitime, sanattan tüketim biçimlerine devletin her unsuru milli birer dava olarak ele aldığı geniş toplumsal yelpazede sporun da oldukça önemli bir yeri vardır. devletçi elitler, sporu bir boş zaman uğraşından ziyade beden terbiyesi zihniyeti içinde kitleleri sağlıklı kılabilmenin ve savaş koşullarına hazırlayabilmenin bir yolu olarak değerlendirmektedir. bu bağlamda mücadeleci, rekabetçi ve saldırgan yönleriyle futbolun kemalist fizik kültürü nezdinde ‘iyi’ bir konumu olduğunu iddia etmek güç gözükmektedir. bununla birlikte siyasal elitler arasında futbol konusunda tam anlamıyla bir konsensüs olduğunu söylemek de mümkün değildir.
bilindiği gibi ittihatçılar özellikle balkan savaşı yıllarından itibaren gerek yeni spor kulüpleri kurarak, gerekse türk takımları ile işgal takımları arasında maçlar düzenleyerek milliyetçi mobilizasyon bağlamında futbolun kitlesel cazibesinden yararlanma yoluna gitmişlerdir.
1930’ların siyasal elitleri arasında da futbolun, dejenere ve faydasız bir spor olduğuna inananların aksine, hem kitleleri ‘beden terbiyesi’ne teşvik etmenin, hem de uluslararası platformda ülkeyi temsil etmenin bir aracı olduğunu düşünenlerin sayısı az değildir. bu anlamda devletin futbola bakışında ikili bir tutumun hakim olduğu söylenebilir. 1930’ların başında spor çevrelerinde dönen tartışmalar, sporun yurt sathında inkişafının nasıl sağlanacağı sorusuna odaklanıyordu. türkiye idman cemiyetleri ittifakı’nın (tici) kemalist fizik kültür anlayışını tam anlamıyla hayata geçiremediği düşüncesi yeni bir yönetim biçimi arayışını doğurmuştu.
devletin spor alanındaki nüfuzunun arttığı bu dönem yönetsel anlamda almanya modelinin örnek alınması gerektiği inancı güç kazanmaya başladı. nihayetinde 1936 yılında alman uzmanlardan alınan destekle türk spor kurumu kuruldu. bununla beraber bu tarihe kadar geçen süreç içinde spor efkârındaki tartışmaların nispeten özgür biçimde sürdürülebildiği görülüyordu. öne sürülen fikirler arasında kuşkusuz en dikkat çekeni türk futbolunun ancak avrupa’da olduğu gibi profesyonelleşme ile gelişebileceği düşüncesiydi. bu düşünceyi savunanlar arasında yusuf ziya öniş, ulvi yenal, adil giray, kemal rıfat kalpakçıoğlu ve eşref şefik atabey ilk akla gelenlerdi.
dönemin ünlü spor dergisi olimpiyat’ın profesyonelleşme taraftarlarının sözcülüğünü
üstlendiği söylenebilirdi. derginin 1933 tarihli 32. sayısında, spordaki geriliğin nedeni olarak spor
teşkilatının bozuk durumu gösterilmekteydi. avrupa’da spor idareciliği ücrete tabi olduğu için işlerin
daha intizamlı yürüdüğü iddia edilerek, türkiye’de de önemli idari vazifelerin başındakilerin maaşa
bağlanması önerilmekteydi. ayrıca dergi, spor kulüplerinin daha fazla uluslararası temaslarda
bulunması gerektiğinin altını çizmekteydi. bu şekilde futbolcuların sık ve muntazam spor yapma
imkânı bulabilecekleri, oyun tarzlarını geliştirecekleri, sporun her şubesi için muntazam lokaller ve
sahalar yapılmasının zorunlu hale geleceği ve halkın futbola ilgisinin artacağı düşünülmekteydi.8
benzer şekilde kemal rıfat kalpakçıoğlu da futbolun yükselmesinin yolunun beynelmilel temaslardan
geçtiğini söylemekteydi. slavya ve admira gibi özel karşılaşmalar yapmak üzere yurtdışından gelen
takımlar futbolumuzun gelişmesine önemli katkılar sağlamıştı ve bu tip temasların sayısının artması
gerekmekteydi.
bir başka profesyonelleşme taraftarı adil giray’a göre ise “profesyonel kulüpleri
olmayan milli futbol teşekküllerinin beynelmilel sahada muvaffakiyet göstermesine” artık imkân
kalmadığı bir gerçekti.
görüldüğü gibi, profesyonelleşme tartışmaları gücünü ülke içi değil, uluslararası bir gerekçe
ile ‘milli’ bir hassasiyetten almaktaydı. ancak bu şekilde farklı kolektif kimlikler üretme potansiyeli ile
milli birliği tehdit ettiği düşünülen bir sporun gelişmesine müsaade edilebilirdi. bu nedenle mevcut
kulüplerin birbirleri arasındaki rekabet profesyonelleşme söyleminde asla yer bulmamakta;
profesyonellik ulusal değil, uluslararası bir bağlamda meşruiyet kazanmaktaydı. arzulanan
profesyonelleşmenin futbol altyapısı eksik bir ülkede ne gibi sonuçlara gebe kalabileceğinden ise
bahsedilmemekte; bilakis uluslararası düzlemde kazanılacak başarılar ön plana alınmaktaydı. belki içe
kapanan ülkenin ‘ecnebi temaslar’ üzerinden yeniden dışarıya açılması fikrinin de iktidar nezdinde
olumlu karşılanabileceği düşünülüyordu.
olimpiyat dergisi’nde yazan ve yukarıda ismi geçen spor adamlarını bir araya getiren tek
ortak nokta “profesyonellik” değildi. bu isimler aynı zamanda galatasaray’dan ayrılarak ateş-güneş’i
kuracak ekibin başında gelmekteydi. içlerindeki en etkili isim kuşkusuz yusuf ziya öniş’ti. öniş,
galatasaray lisesi’nin ardından eğitimini sürdürmek amacıyla isviçre’ye gitmiş, burada kaldığı altı yıl
boyunca ülkenin önemli takımlarından servette fc’de futbol oynamıştı. 1920 yılında istanbul’a dönen
öniş, isviçre spor teşkilatı nizamnamesi’ni tercüme ederek türkiye idman cemiyetleri ittifakı’nın
kurulmasında önemli rol oynadı. ayrıca 1923 yılında futbol heyet-i müttehidesi’ni kurarak bugünkü
türkiye futbol federasyonu’nun da temelini atacaktı.11 profesyonelliğin futbolun gelişmesinde ön
koşul olduğuna inanan öniş, federasyon başkanlığı döneminde milli takımı çalıştırması suretiyle ilk
defa yabancı bir antrenörü ülkeye getirmişti. yusuf ziya bey’in galatasaray kulübü içindeki nüfuzu
aslında 1920’li yılların başına dayanmaktaydı. ilk kuşak galatasaraylılar olarak tanımlayabileceğimiz ve
aralarında ali sami yen’in de bulunduğu kıdemli üyeler, birinci dünya savaşı yıllarında kulüple
ilişkilerini kesmek zorunda kalmışlardı. işte yusuf ziya bey ve bir grup arkadaşı, kulübün zor günler
geçirdiği bu dönemde kulübe sahip çıkmışlardı.12 1921-1925 yılları arasında kulübün başkanlığını
üstlenen öniş, isviçre’de edindiği bilgi ve deneyimlerin yanı sıra sosyal ilişkilerini de etkili bir biçimde
kullanarak kulübün finansmanı için çeşitli kaynaklar bulmayı başarmıştı. refik osman top yıllar sonra
yazdığı anılarında yusuf ziya bey’i sevme nedenini “galatasaray’ı yıkılmaktan kurtarması” olarak
açıklayacaktı. sıkıntılı günler geride kaldıktan sonra, eski üyelerin kulübe dönerek yönetimde yeniden
yer alma çabaları, eski ve yeni kuşak arasında bir iktidar mücadelesinin doğmasına sebep olacaktı.13
bu iktidar mücadelesi ilk defa 1920’lerin sonunda su yüzüne çıkmış, 1932-1933 sezonunda
galatasaray futbol takımının kötü gidişatı ile doruğa ulaşmıştı.14 sarı kırmızılıların bu yıllardaki
başarısızlığı temelde iki nedene bağlanabilirdi. birincisi, galatasaray takımı 1931-1932 sezonunda
liglere iştirak etmemişti. bu durum, zaten bir arada antrenman yapma imkânı fazla bulamayan
futbolcular için olumsuz bir etkendi. ayrıca eski oyuncuların bir kısmı takımdan ayrılmış, bir kısmı ise
sakat olduğu için kadroya alınamamıştı. oyuncularla ilgili bir başka problem ise maarif bakanlığı’nın
koyduğu yasaktı. talebelerin kulüplerde oynamasının yasaklaması, futbolcu kaynağı lise olan
galatasaray kulübü için büyük bir sıkıntı yaratıyordu. ikinci nedenin kulüp içinde yaşanan huzursuzluk
olduğu söylenebilirdi. idare heyeti 2,5 sene içinde 5 defa değişmişti. üst üste alınan kötü sonuçların
ardından gelen eleştiriler, yönetimi olduğu kadar futbolcuları da olumsuz etkilemekteydi.
galatasaray’a yönelik en sert eleştirilerin sahibi aynı zamanda kulübün üyesi olan eşref
şefik’ti.16 kısa sürede kulüp içindeki muhalif grubun sembol ismine dönüşecek olan şefik yazılarında,
takımın kötü gidişatını yönetime mal ediyor; galatasaray’ın mevcut haliyle “ecnebi takımlarla maç
kombinezonlarına girmesinin mümkün olmadığını” söylüyordu.
eşref şefik de diğer muhalif üyelergibi, liseli talebelerin takımda oynayamayışını ve söz konusu kötü gidişatı, kulübü ‘profesyonel’ anlamda yeniden yapılandırmak için bir fırsat olarak görmekteydi. ancak yaptığı ağır eleştiriler 3 şubat 1933 tarihli kongrede kulüpten ihraç edilmesine mal oldu. sadun galip kongrede, eşref şefik’e nefsi müdafaa hakkı verilmemesini sert bir dille eleştiriyor; yusuf ziya bey ise eski heyetlerde çalışanların başarılı olamadıklarını söyleyerek, yönetimin gençlere devredilmesi gerektiğini iddia ediyordu.
işte bu kongrede yaşananlar muhalif grubun ayrılığına kadar giden sürecin fitilini ateşlemişti. milliyet’ten cumhuriyet’e, son posta’dan vakit’e tüm istanbul basını eşref şefik’in ihracından söz ediyordu;
"açık söyliyelim: bizler falaka ile büyümüş nesilleriz. çocukluğumuzda büyüklerin
yanında söz söylemek en büyük suçlardan biriydi ve ilk mektep sıralarında
münakaşa sevdasının cezası kızılcık spoasıydı. bir çoklarımız hala fikirlerimizi
açıkça söylemek istediğimiz vakit hala ayaklarımızın altında o ince değneklerin
keskin yanığını duyuyoruz; eşref şefik gibi düşündüğünü yazmak cesaretini
gösterenlere karşı da bazılarımız mahalle mektebi hocasının göreneğile hemen
gazaba gelip falakaya sarılıyoruz. osmanlı imparatorluğu bize çocuk ve siyaset
terbiyesi olarak bu iki usulden başka ne göstertti ki: falaka ve cellat satırı!
galatasaray klübünde hakiki cumhuriyet ilan etmek saati çalmıştır."
peyami safa “falaka ile büyümüş nesiller” başlıklı yazısında “eski kuşak” galatasaray
yönetiminin eleştiriye tahammülsüzlüğünü dile getirmekteydi. ancak ‘galatasaray’da cumhuriyet ilan
etmek’ ifadesi, ‘genç kuşağa şans vermek’ anlamına da geliyor olabilir miydi? kulüp içi çatışma, bir
süre sonra kulüpler arası bir boyut kazanacaktı. genç ve muhalif kuşak olarak tanımladığımız grubun
üyeleri yönetimi ele geçiremeyince, yusuf ziya bey başta olmak üzere galatasaray’dan peş peşe istifa
edeceklerdi. öniş’in kulüple ilişkisinin kesilmesinin üstünden henüz bir hafta geçmeden eşref şefik’in
24 şubat tarihinde akşam gazetesi’ndeki yazısında ortaya attığı proje, ateş-güneş’in nasıl ve hangi
amaçla ortaya çıktığı konusunda benzersiz ipuçları vermekteydi. eşref şefik, ülkeye gelecek yabancı
takımlarla maç yapmak üzere özel olarak seçilmiş futbolculardan oluşan “seçme bir takım”
kurulacağından bahsetmekteydi. takımın başında avusturya’dan getirtilecek “muktedir” bir
antrenörün bulunması öngörülüyordu.
o dönem uluslararası karşılaşmalarda ‘futbolun beşiği’ ingiltere’ye kafa tutan avusturya, modern futboldaki ekolümüzdü. söz konusu projeyi hayata geçirecek kişilerin ismi zikredilmese de “memleket spor idareciliğinde uzun seneler tecrübe görmüş” ve “avrupa sporunu yakından takip etmiş” olma gibi özellikler, öniş ve ekibine işaret ediyordu.
zaten kısa bir süre sonra türkspor dergisi söz konusu projenin başında yusuf ziya bey ile birlikte
arkadaşları sadun galip, nüzhet bey ve eşref şefik’in bulunduğunu açıkça ortaya koyacaktı.
seçme takım haberi spor efkârında çok ses getirmiş, gazete ve dergilerde hararetli tartışmalar
dönmeye başlamıştı. olimpiyat dergisi, seçme takımın kadrosunda sadece istanbul’dan değil; ankara,
izmir, trabzon, konya ve adana gibi muhtelif kentlerden de futbolcuların bulunacağını, bu
futbolculara iş ve eğitim imkânları sağlanacağını muştuluyordu.
bu, seçme takımın profesyonel bir yapılanma içinde olacağı anlamına gelmekteydi. kemal rıfat, aynı dergide yayınlanan bir yazısında, ülke futbolu için yeni bir model öngörüyor ve anadolu’nun muayyen mıntıkalara bölünerek, seçme takımın özel karşılaşmalar yapmak üzere bu mıntıkalara gönderilmesi gerektiğini söylüyordu.
bu şemada istanbul aracı bir konumda, batı’dan öğrendiğini doğu’ya aktarıyordu.
olimpiyat’ın olumlu yaklaşımı karşısında, türkspor’un “profesyonellik kokusu veren” bu
projeden hiç hoşlanmadığı açıktı. dergiye göre, “türkiye’nin spor bünyesi profesyonelleşmeyi
kaldıracak inkişafı henüz bulmamıştı.” yine de böyle “büyük masraflı” bir proje illa hayata
geçirilecekse, seçme takımın doğrudan fenerbahçe kabul edilmesi ve onun üzerinde çalışılması
gerektiği yazılmaktaydı.25 aynı tarihlerde takım kaptanlığının zeki rıza sporel’den rica edileceği
yönünde haberler de basında yer aldı. akşam gazetesi’ne göre, spor efkârı seçme takımın forma rengi
konusunda ikiye bölünmüştü ve bazıları sarı-kırmızı derken, çoğunluk sarı-lacivertten yanaydı.
hepsi eski galatasaraylılardan oluşan “müteşebbis” bir ekip tarafından kurulacak seçme takımın renklerininsarı-lacivert seçilmesi ilk anda kulağa şaşırtıcı gelmekteydi. nitekim kısa bir süre sonra aynı ekibin bu defa “sarı kırmızı” adıyla bir kulüp kurmaya çalıştıkları gündeme gelecekti. gol dergisi’ne kulübün yakında faaliyete geçeceğine dair bilgi veren yöneticinin ifadeleri, aynı zamanda bu kişilerin eski kulüpleri ile girdikleri mücadeleyi de gözler önüne sermekteydi: “uzun seneler emek verdiğimiz ve rengini çok sevdiğimiz sarı kırmızı kulübümüzün ismi olacaktır. herhalde güzel bir lokalimiz olacak,
kuvvetli bir futbol takımımız olacak ve herhalde galatasaray kadar şerefli bir kulüp olacağız.”
bir avcılık kulübüne ait olduğu gerekçesiyle “sarıkırmızı” ismini alamayan eski galatasaraylılar
bu defa, ‘sarı kırmızı’yı ve dolayısıyla galatasaray’ı çağrıştıracak bir başka isme, “ateş güneş”e
yöneldiler. ‘ateş güneş evlatları’ zaten uzunca bir süredir galatasaraylılar için kullanılan bir takdir
ifadesiydi.28 ateş-güneş, spor efkârında büyük tartışmalar yaratan tüm bu olayların sonunda, 1933
yazında kurulmuş oldu. kulüp, ileride tartışılacağı üzere, gerek profesyonel hüviyeti ve gerekse dış
temaslara verdiği önem bakımından eşref şefik’in sözünü ettiği seçme takımın işlevlerini yerine
getirmekteydi. ancak ateş-güneş, bir spor projesinden ibaret değildi. kulüp, sivil dinamiklerin
oldukça zayıf olduğu spor dünyasında liberal görüşlü siyasi elitlerin kanatları altında gelişecekti.
devletçi bürokrasinin spor anlayışının çok uzağında olan bu kulüp, ancak liberallerin devlet katındaki
güçlerinin ani bir tecrite uğradığı 1938 yılına değin ayakta kalabilecekti.
şubat’ta eşref şefik’in ihraç edilmesinden temmuz ayına kadar geçen sürede galatasaray
kulübü’nden ayrılanların sayısının yirmi yediyi bulduğu bilinmekteydi. bu rakamın galatasaray gibi
köklü bir kulüp için tehlike yaratacak bir boyutta olduğu söylenemezdi. peki, ayrılıkçı grubun sosyoekonomik arka planı galatasaray’ın rakibi olacak kulübün gücü hakkında birtakım ipuçları sağlayabilir miydi? türkspor dergisi’ne göre, galatasaray’dan ayrılanların bir kısmı müteşebbisler, diğer kısmı da iş bankası istanbul şubesi memurları idi. dergi, ateş-güneş’i kuranların “bankanın istanbul şubesi erkânı” olması sebebiyle, galatasaray’daki diğer iş bankası çalışanlarının da istifa ederek yeni kulübe girmelerini “beklenen pek tabii” bir hareket olarak değerlendirmişti.
olimpiyat dergisi isegalatasaray’dan ayrılanların isimlerini ve mesleklerini detaylarıyla vermişti. buna göre yirmi yedi ismin dokuzu iş bankası’nın çeşitli kademelerinde görev yapan memurlardı. geri kalanlar arasında yönetici, sigortacı ve gazeteci gibi çeşitli meslek gruplarından kişilere rastlanmaktaydı.
görüldüğü gibi, ateş-güneş kulübü’nün kuruluşuna önderlik eden kadroda “aferistler” olarak
da bilinen iş bankası grubunun dikkat çekici bir ağırlığı vardı. iş bankası celal bayar tarafından 1924
yılında, ülkede özel sermaye girişimlerini teşvik edecek milli bir banka olarak kurulmuştu. korkut
boratav’ın da belirttiği gibi, erken cumhuriyet döneminde siyasi kadrolarla sermaye çevrelerinin bir
araya gelmesinde önemli bir yere sahip olan banka, çeşitli iktisat politikası kararlarını özel sektörün
istekleri doğrultusunda yönlendirmede oldukça etkili bir baskı grubu oluşturmuştu. buna bağlı olarak
rejim eliti içinde liberal görüşü temsil eden bayar ve iş bankası çevresi, devletçiler tarafından özel
sektörü kayıran ve devlet girişimciliğini baltalamaya çalışan bir zümre olarak görülmekteydi. bu
kadroya, iş bankası'nın fransızca karşılığı olan “banque d'affaires”den esinlenerek, aynı zamanda
''çıkarcı'' anlamında da kullanılan ''affairiste'' sözcüğünü çağrıştıracak şekilde ''aferistler''
denmekteydi.31 türkspor dergisi, iş bankası’nda çalışan galatasaray üyelerinin birer birer kulüpten
ayrılmasını, yusuf ziya öniş’in bankanın üst düzey yöneticisi olmasıyla ilişkilendirilmişti. iş bankası
istanbul şubesi müdürü öniş dışında, kulübün başkanlık koltuğunda oturan cevat abbas gürer de iş
bankası idare meclisi üyelerindendi. ayrıca iş bankası genel müdürü ve dönemin iktisat vekili
mahmut celal bayar’ın da kulüp üyesi olduğu bilinmekteydi. peki, banka ile kurulan organik ilişkinin
kulübe finansal destek sağladığından söz edilebilir miydi? ateş-güneş, ileride görüleceği gibi, sportif
ve sosyal olmak üzere çok geniş bir yelpazede faaliyet göstermiş; farklı kulüplerden ve hatta
kentlerden futbolcuları kadrosuna dahil etmiş ve birçok yabancı temas gerçekleştirebilmişti. tüm
bunlar diğer kulüplerin yapamayacağı maliyette işlerdi. bu anlamda ateş-güneş’in galatasaray
karşısındaki gücünü maddi olanaklarından aldığı pekâlâ söylenebilirdi. iş bankası’nın özellikle
1920’lerin sonundan itibaren istanbul’da futbol, boks, atletizm ve denizcilik gibi spor dallarını
desteklediği bilinmekle birlikte, ateş-güneş’e doğrudan bir yardımı olup olmadığı tespit
edilememiştir. ancak ülkenin en başarılı futbolcularını kulübe katmak çabasındaki yöneticilerin,
futbolculara iş bankası’nda memuriyet sağlamaya yönelik vaatlerinin, en azından takımın önemli
oyuncularından faruk ve reşad nezdinde gerçekleştiği tespit edilmiştir. devletin liberal kanadına
olan yakınlığın güneş’in yükselişinde farklı dinamiklerin varlığına işaret ettiği bir gerçektir.
ateş-güneş kulübü’nün, henüz kâğıt üstünde bir proje halindeyken bile profesyonel bir
yapılanma içinde olacağı bilinmekteydi. yabancı takımlar karşısında “varlık gösterebilecek” bir futbol
takımı kurma gayretindeki yöneticileri, bazen istihdam bazense yurtdışında tahsil gibi vaatlerle
ülkenin en iyi futbolcularını transfer etmeye çalışmaktaydılar. bu tip ikna yöntemleri, siyasi elitlerin
sporda amatörlük iddiasına tamamen aykırıydı. sporun şöhret ve paraya ulaşmak yerine, iyi huyluluk,
sorumluluk ve sağlıklılık gibi niteliklerin geliştirilmesi için yapılan bir etkinlik olarak algılanmasına
gayret etmekteydiler.
bununla birlikte, daha önce belirtildiği gibi ateş-güneş’in yükselişte olduğu
dönemde siyasi elitlerin spor konusunda mutlak bir uzlaşma içinde olduğu söylenemezdi. 1936’da
türkiye spor kurumu’nun kurulmasıyla devletçilerin spor alanındaki nüfuzu artmış, ancak beden
terbiyesi genel müdürlüğü’nün kurulduğu 1938 yılında kadar kemalist spor politikası henüz tam
anlamıyla konsolide olmamıştı. ancak sporun “devletin mutlak hegamonyası”na girmesiyle, ateş-
güneş’in varlığını sürdürmesi gittikçe zorlaşacaktı.
ateş-güneş, faaliyete geçer geçmez yabancı takımlarla temaslar yapmaya başladı. tespit
edilen ilk dış temas, 1933 yılında cumhuriyet’in 10. yılı şerefine düzenlenen tamisvar
karşılaşmasıydı. avusturya’dan libertas, yunanistan’dan olimpiyakos, isviçre’den servette ve
macaristan’dan seget takımları ateş-güneş’in istanbul’a davet ederek maç yaptığı takımlardan
bazılarıydı. bu organizasyonların çoğu fenerbahçe kulübü ile işbirliği içinde gerçekleştirilmekteydi.
burhan felek’in ifadesiyle ateş-güneş, “galatasaray’ın ananevi fenerbahçe rekabeti”ni dostluğa
çevirmişti.
bu, ateş-güneşli yöneticilerin eski kulüplerine karşı başlattıkları psikolojik savaşın bir
parçası olarak yorumlanabilirdi. ateş-güneş ve fenerbahçeli futbolculardan oluşan muhtelit takımın
yabancı takımlar karşısında aldığı başarılı sonuçlar, 1937 yılında futbol federasyonu’nun yugoslavya
karşısında oynanacak maçta milli takımı, bu iki kulübün oyuncularından kuracağı söylentilerini
gündeme getirdi.gerçekten de güneş kulübü, dönemin bir diğer güçlü ekibi fenerbahçe ile beraber
“milli takım” hüviyetinde çalışıyor; kâh yabancı takımları istanbul’a davet ederek, kâh yurtdışında
turnuvalar düzenleyerek uluslararası temaslara imza atıyordu. futbolun dışında kulübün önem verdiği
bir diğer spor dalı güreşti. çekoslavakya’dan gelen bir güreş takımıyla yapılacak karşılaşmaların
organizasyonu güreş federasyonu tarafından güneş’e verilmişti. 1937 yılında güneş kulübü’nün
ankara’da açılan şubesi tarafından “büyük güreş müsabakaları” düzenlenmiş ve halkevi’nde
düzenlenen bu organizasyona atatürk de teşrif etmişti.
sporda profesyonellik, özel teşebbüs ve kulüp özerkliği gibi olgular dikkate alındığında ateş
güneş’in pek çok açıdan liberallerin spor anlayışını yansıtan bir kulüp olduğu iddia edilebilirdi. ayrıca
devletçi elitlerin mesafeli tavırlarının aksine futbolun popülaritesi liberallere oldukça cazip
gelmekteydi. ateş-güneş örneğinde de, nizamnamesinde yer alan “cumhuriyet hükümeti’nin büyük
bir ehemmiyet verdiği atçılık, binicilik, atıcılık ve dağcılık gibi vatan müdafaasına hazırlayan sporlarla
meşgul olmak” maddesine rağmen, yöneticilerinin en fazla yatırımı futbola yaptıkları görülmekteydi.
bu bağlamda 1950’de iktidara gelen demokrat parti’nin spor alanındaki liberal açılımları akla
gelmelidir. sporun devlet hegemonyasından kurtulduğu 1950’ler, spor kulüplerinin kurulması
önündeki bürokratik engellerin ortadan kaldırıldığı, futbolun diğer spor dalları arasından sivrilerek
kitleselleşmeye başladığı, profesyonelliğin resmiyet kazandığı ve profesyonel milli liglerin kurulmaya
başladığı bir dönemdi. bu çerçeveden bakıldığında 1951 yılında profesyonellik nizamnamesi’ni kabul
eden futbol federasyonu başkanı ulvi ziya yenal'ın bir taraftan eski bir ateş-güneşli, diğer taraftan
ise demokrat parti üyesi olması pek de şaşırtıcı değildi. önemli bir not olarak kaydetmek gerekir ki
demokrat parti’nin iktidara geldiği sene, yusuf ziya öniş de yaklaşık otuz yıl sonra yeniden
galatasaray kulübü başkanlığına yükselecektir. ateş-güneş’in önde gelen üyelerinden fuat köprülü
ve celal bayar’ın demokrat parti’nin kurucuları arasında olmasının yanı sıra, yine kulüp üyelerinden
eşref şefik atabey ve kemal salih sel gibi isimlerin de demokrat parti safında siyasete atılmaları kayda
değerdir.
ateş-güneş kulübü’nün devletin liberal kanadı ile ilişkisini spor dışı faaliyetleri üzerinden de
izlemek mümkün. her şeyden önce ateş-güneş’in, nizamnamesinde yer aldığı şekliyle “içtimai bir
kulüp” olarak kurulduğuna dikkat etmek gerekir. nizamnamenin ikinci maddesinde yer alan kuruluş
amaçlarından ilki “milli kültür ve ülkü dairesinde ilmi, sıhhi, bedii, iktisadi, içtimai ve terbiyevi seviyeyi
yükseltmek” ve ikincisi “öz türk dili cereyanları ile alakadar olarak ‘t.d.t.c’ türk dili tetkik
cemiyeti’nin bu hususta tespit edeceği esasları yaymaya çalışmak” şeklinde belirtilmişti. daha önce
sözü edilen spora ilişkin amaç ise üçüncü sırada gelmekteydi. ateş-güneş kulübü’nün spor dışı
etkinlikleri arasında konferans, çay, balo, film gösterimi, yılbaşı eğlencesi ve çocuk şenliklerinin yer
aldığı görülmekteydi. başta cevat abbas gürer olmak üzere, fuat köprülü ve neşet ömer bey gibi
dönemin önde gelen siyasi figürlerinin verdiği konferanslarda “kültür inkılabı,” “türk irkı ve dünyaya
yayılışı” ve “ulu gazi ve türkiye’yi esirlikten kurtarma mucizesi” gibi konular işlenmekteydi.
özellikle kulüp başkanı gürer’in söylevlerinde kullandığı dil, kulübün öz türkçeyi yaymaya yönelik
hassasiyetine güzel bir örnek teşkil etmekteydi. tüm bu faaliyetlerin resmi ideoloji ile kusursuz
biçimde örtüştüğü pekâlâ söylenebilirdi.
taksim sıraselviler’deki kulüp lokalinde gerçekleştirilen etkinliklere çoğunlukla kulüp üyeleri
ve ailelerinden oluşan yaklaşık yüz elli kişilik bir kitle katılırdı. 1934 yılında celal bayar şerefine
düzenlenen “celal bey günü” adlı çocuk şenliğine gelenler arasında bayar’ın torunu demirtaş ve fuat
köprülü’nün oğlu orhan köprülü de bulunmaktaydı.
ateş güneş, iş bankalıları, müteşebbisleri ve diğer liberal görüşlü siyasi elitleri bazen konferanslarda, bazen çay toplantılarında, bazense yılbaşı eğlencelerinde bir araya getiren içtimai bir kulüptü. kulüp, gücünü devletin liberal kanadından alıyordu. kulüp başkanı cevat abbas bey “mutad zevat” olarak da anılan; mustafa kemal’in her daim çevresinde olan kişilerin başında gelmekteydi.
kulübün kıdemli üyesi celal bayar, ekonomiye dair görüş ve çalışmalarıyla mustafa kemal’in takdir ettiği bir siyaset adamıydı. iş bankası kariyeri bayar’ın sadece ekonomiden anlayan bir uzman ve iyi bir yönetici olarak ünlenmesini değil; rejim eliti içinde güçlü bir odak haline gelerek, dönemin belli başlı siyasi figürlerinden biri olmasını sağlamıştı.
devletçi kanadın sembol ismi inönü ile birlikte politik mesai yapmasına rağmen, bu iki devlet
adamının siyasi bir rekabet içinde olduğu aşikârdı. 1937 yılının ekim ayında atatürk’ün bayar’ı iktisat
vekilliğinden başvekilliğe yükseltmesi yönetim eliti içinde liberallerin gücünü artıracaktı.
güneş kulübü’nün önde gelen bu iki simasının mustafa kemal ile olan yakınlıkları, ‘atatürk
metaforu’nun kulüp faaliyetlerinde yoğun bir şekilde işlenmesi sonucunu doğuracaktı. atatürk ile
gerek nesnel, gerekse sembolik düzeyde kurulan bağ, profesyonellik ve futbolda yarattığı rekabet
noktasında dönemin spor politikalarına aykırı tutumuna rağmen güneş’in, devletin ağırlığının her
alanda olduğu gibi sporda da arttığı 1930’ların dünyasında uzunca bir süre ayakta kalmasına yardımcı
olacaktı. güneş kulübü’nün atatürk ile ilişkisi birkaç değişik biçimde kendini gösteriyordu. öncelikle
kulübün başkanlığını mustafa kemal’in yaverinin yapıyor olması büyük bir güç kaynağıydı. ikincisi
kulübün “ateş-güneş” şeklindeki ismini “güneş” olarak değiştiren de mustafa kemal’di. ayrıca
kendileri ilki 1934, ikincisi 1935 yılında olmak üzere kulübü iki defa ziyaret etmişti. atatürk ve
inkılapları üzerine düzenlenen konferansların yanı sıra, yılbaşı kutlamalarında atatürk’e telgraflar
çekiliyor; çocuk şenliklerinde atatürk’e methiyeler okunuyor; kulübün hemen her etkinliğinde gazi’ye
mutlaka bir referans yapılıyordu. 19 mayıs gününün “atatürk günü” olarak kabul edilmesi teklifi ilk
defa 1934 yılında güneş kulübü tarafından tici’ye sunulmuş ve bir sonraki sene 19 mayıs kutlamaları
tüm ülke çapında yapılmaya başlanmıştı. kulübe ait yazılı ve sözlü metinlerde yer alan “türk
milletinin deha güneşi,” “güneş başlı atamız” ve “türk varlık ve benliğini yaratan sevgili güneşimiz”
gibi ifadeler güneş’i metaforik düzlemde de mustafa kemal ile ilişkilendiriyordu. kulübün
ambleminde yer alan güneş atatürk’ü; güneşten çıkan altı şule de kemalizm’in “altı ok”unu temsil
ediyordu.
hız aldım atatürk’ten/ alnım açık yukarda
ölçülmez gücüm var/ başta kolda bacakta/ ileri durmadan ileri
san aldım atatürk’ten/ onun sözüdür sözüm
ülküde hem savaşta/ ona bağlıdır özüm/ ileri durmadan ileri
ad aldım atatürk’ten/ ona tapmaktır işim
yaşarken de ölürken de/ o benim güneş’im/ ileri durmadan ileri54
nihad topçubaşı tarafından kaleme alınmış güneşlilere ait bu marş, kulübün atatürk
üzerinden kurmaya çalıştığı kimliği tasvir etmekteydi. atatürk fetişizminin, galatasaray, fenerbahçe
ve beşiktaş gibi çeyrek asırlık maziye ve köklü aidiyetlere sahip spor kulüplerinin arasında yer
bulmaya çalışan güneş’e resmi ideoloji ile örtüşen meşru ve güçlü bir kimlik kazandırdığı
söylenebilirdi. öte yandan kulübün tam da celal bayar’ın yükselişte olduğu yıllarda rakiplerini geride
bırakarak ülkenin en güçlü kulübüne dönüşmesi ve ardından atatürk’ün ölümüyle başlayan sürecin
başında faaliyetlerine son vermesi de tesadüf değildi.
ateş-güneş’in kısa sürede sağladığı sportif başarı ele alındığında, siyaseten güçlü kulüp
üyelerinin söz konusu yükselişte oynadığı rol bir defa daha fark edilecektir. 1933 yılında kurulan ateş-
güneş, yeni bir kulüp olduğundan dolayı resmi liglere üçüncü küme’den başlamak zorunda olmasına
rağmen, kulüp yöneticileri birinci küme’ye “kestirmeden” çıkmak için kumkapı ve istanbulspor gibi
kulüplerle birleşme yoluna gideceklerdi. birleşme girişimleri başarılı olamamış, ancak 1935 yılının
temmuz ayındaki istanbul bölgesi spor kongresi’nde bölge futbol başkanlığı’na kulübün
kurucularından kemal rıfat kalpakçıoğlu’nun seçilmesi, güneş’in “birinci küme’de mücadele
edebilecek güçte bir takım olması” gerekçesiyle birinci küme’ye dahil edilmesiyle sonuçlanmıştı.56
güneş takımı, balıkesir’den izmir’e ülkenin farklı kentlerinden kadrosuna kattığı yetenekli oyuncuları
ile lig serüveninin başladığı 1935-1936 sezonunda beşinci, 1936-1937 sezonunda ikinci olacak; 1937-
1938 sezonunu ise istanbul birinci küme ve aynı zamanda milli küme şampiyonu olarak kapatacaktı.
kulübün ligdeki son sezonunda yakaladığı şampiyonlukta, celal bayar’ın başbakan olmasının ardından
futbol federasyonu başkanlığına getirilen kulübün kurucularından sedat rıza istek’in payı olduğu
düşünülebilir. lakin federasyon, daha önce eşine rastlanmamış bir averaj uygulamasına başvurarak,
güneş’in kendisi ile aynı puana sahip fenerbahçe ve beşiktaş’ı geride bırakmasını sağlamış; hatta
beşiktaş’ın ligi namağlup kapatmasına rağmen şampiyonluk unvanını güneş’e vermişti. siyah beyazlı
kulüp averaj uygulamasının yarattığı adaletsizliğe itiraz edecek, güneş lehine alınan nihai karar spor
çevrelerindeki tartışmaları alevlendirecekti. kırmızı-beyaz dergisi güneş’in kazandığı bu şampiyonluğun, dört ay önce kulübün kapatılacağı yönünde çıkan söylentilere bir cevap mahiyeti taşıdığını iddia etmekteydi.
gerçekten de kısa bir süre önce kulübün spor şubelerini kapatarak sadece içtimai bir kulüp olarak faaliyetlerinedevam etmesi gündeme gelmişti. elimizdeki bilgiler kulübün aldığı bu kararın nedeni konusunda kesin bilgi sunmasa da aynı tarihlerde fenerbahçe ve beşiktaş’ın da kapatılacağına dair söylentilerin basına yansıdığı görülmektedir. bu dönem esasen kulüpler arasında futboldan kaynaklı oluşan rekabeti önlemeye yönelik birer hamle olarak, ülkenin pek çok yerinde spor kulüplerinin kapatıldığı yahut tek bir kulüp çatısı altında birleştirildiği bilinmektedir. doğrudan bir bağlantı bulunamamış olsa da kulübün kapatılmasının ilk defa galatasaray ile oynanan son maçta yaşanan olayların ardından gündeme gelmiş olması dikkat çekicidir.
kurulduğu günden beri güneş ile galatasaray arasında uzlaşma ve rekabete dayalı ikili bir
süreç ilerlemekteydi. 1934’ten itibaren ateş-güneş’in galatasaray ile birleşeceğine yönelik
dedikodular mütemadiyen basında yer alırken, sahada iki kulübün futbol takımları arasında amansız
bir mücadele yaşandığı görülmekteydi. “ayvalı maç” olarak da bilinen ilk karşılaşma 1 aralık 1935’te
oynanmış ve yaşanan şiddet olaylarının “hükümet merkezinde çok fena karşılandığı” bu maçı
galatasaray 6-2 kazanmıştı. iki takımın istisnasız tüm maçları hadiseli geçiyordu; ancak 4 temmuz
1937 tarihli son karşılaşma devletin spor kulüpleri arasındaki rekabete en üst düzeyde müdahale
etmesini kaçınılmaz kıldı. bu aynı zamanda spor tarihimizde de kritik bir kırılma noktasıydı. ismet
inönü maçın ardından bir bildiri yayınlayarak aralarında eski tici yöneticilerinin de olduğu kulüp
yöneticilerini sert bir dille kınadı. bundan sonraki dönemde spor kulüpleri üzerindeki iktidar baskısı
belirgin bir biçimde artacaktı. güneş’in kapatılması da ilk olarak spor kulüpleri ve devlet arasındaki
iplerin gerildiği işte böyle bir iklimde gündeme taşınmıştı. ancak ilginç bir şekilde, güneş’in
kapatılması gündeme geldikten sadece bir hafta sonra yine aynı dergi, kulüp yöneticilerinin spor
şubelerini kapatmaktan vazgeçtiğini ve kulübün “bilhassa futbol üzerindeki çalışmaları bu mevsim
büsbütün arttırarak” faaliyetlerine devam edeceklerini yazacaktı.
güneş, futbol üzerine çalışmalarına ağırlık verdiği 1937-1938 sezonunda istanbul şampiyon
olacak, ancak kulüp tarihinin doruk olayı sayılabilecek bu şampiyonluktan kısa bir süre sonra futbol
şubesini lağvedecekti. güneşli yöneticiler arzuladıkları başarıyı yakaladıkları bir dönemde futbol
faaliyetlerinden neden vazgeçmişlerdi? galatasaray’ın dördüncü sırada bitirdiği ligde şampiyon olarak
eski kulüplerine karşı giriştikleri mücadelede amaçlarına ulaşmış olabilirler miydi? bu durum ihtimal
dahilinde olsa da, gücünü devletin liberal kanadından alan güneş’in varlığını sürdürmesinin nesnel
koşullarının artık ortadan kalktığı bir gerçekti. atatürk’ün ağırlaşan hastalığı siyasi elitler arasında güç
dengesinin değişeceğinin ve devletçi elitlerin ağırlığının siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşamın her
katmanında artacağının habercisiydi. yusuf ziya bey, sanıldığının aksine atatürk’ün ölümünden sonra
değil; yaklaşık bir ay önce kulübün futbol, atletizm, güreş ve denizcilik şubelerinin kapatıldığını
açıklamıştı.
inönü’nün cumhurbaşkanı olmasının ardından, devletçi spor anlayışına aykırı tavrıyla
güneş kulübü’nün değişen koşullar altında faaliyetlerine devam etmesi zaten mümkün olmayacaktı.
1920’lerin sonunda galatasaray içinde filizlenen iktidar mücadelesi, spor tarihimizin en özgül
deneyimlerinden birine yol vermiş ve ateş-güneş kulübü, kemalist fizik kültürüne aykırı bir model kulüp olarak spor tarihimizdeki yerini almıştır. ancak ateş-güneş’e sadece kulüp içi bir çekişmenin
ürünü olarak değil; rejim eliti içinde spor anlayışındaki ayrışmanın bir tezahürü olarak bakılmalıdır.
yusuf ziya öniş ve ekibi, genelde spora ve özelde futbola atfettikleri toplumsal işlevler bakımından
devletçi/amatör gelenekten ayrılmaktadır. onlara göre futbol, hem yeni kurulan ülkenin uluslararası
platformda temsil edilmesi, hem de spor ve beden terbiyesinin taşrada yaygınlaştırılması noktasında
popüler bir araçtır. bu bağlamda ülke futbolunun gelişmesi için bir önkoşul olarak gördükleri
profesyonelleşmeyi, galatasaray özelinde gerçekleştiremeyince kemalist spor ve beden terbiyesi
politikalarının henüz tam anlamıyla konsolide olmadığı bu ara dönemde ateş-güneş’i kurmuşlardır.
sivil dinamiklerin oldukça zayıf olduğu spor ortamında, kulübün kurucu kadrosu devletin liberal
kanadının desteğini almıştır. kulübün kuruluşundan şampiyonluğuna uzanan dönem aynı zamanda
celal bayar’la birlikte devlet içinde liberal kanadın gücünün yükseldiği yıllardır. varlık gösterdiği beş
yıl boyunca kulüp, sadece sportif faaliyetlerde bulunmamış; düzenlenen çeşitli etkinlikler ile liberal
elit çevreyi bir araya getiren sosyal bir merkez halini almıştır. liberallerin siyasi ve ekonomik alanda
güçlerini kaybettiği 1938 tarihinden sonra güneş’in de herhangi bir faaliyetine rastlanmamıştır.
sporda profesyonelleşmeye inananların ideallerini gerçekleştirebilmeleri için demokrat parti iktidarını
beklemeleri lazımdır.