kendisini geliştirmesi gerektiği fikriyle çocuğa 'devrecilik' ya da 'abilik' taslama arasında gerçekten büyük fark olmasına rağmen, bazen gördüğü muameleye çok şaşırıyorum. muhtemelen kaybettikten sonra kıymetlemek ya da ağlayıp zırlamak için geliştirilmiş/genlerde olan arabesk bir refleks.
taraftarlara çok sözüm yok aslında. bir futbolcuyu; oğlu, kardeşi, arkadaşı gibi görenlerin samimiyetlerine de tükürüyorum sanılmasın, sahiplenmeye karşı değilim, dolayısıyla kendisini geliştirmesi gereken noktalar konusunda, ilkokul öğretmeni edasıyla öğüt verilmesini ya da içten içe gurur duyup şımartmamaya gayret gösterilmesini de anlıyorum. bana bu tavrın çoklukla gülünç gelmesi, öyle olduğunu kanıtlamaz tabii, lakin bir noktadan sonra yanlışa düşüldüğü kabul edilmeli.
o nokta da, bruma'nın beynelmilel çapta, gerçek bir yıldız adayı olduğu. hatta 'adayı'nı biraz geçmeye başladı; takım bu sene avrupa'da olsaydı, ispanya'da yol kat ederek değerlediği bu gelişimini daha üst seviyelere çıkarabilirdi. bu anlamda da, elbette şampiyonluğu her taraftar gibi istiyor ve bekliyorum, ama daha da önemlisi, gelecek yıl mutlaka şampiyonlar ligi'nde olmalıyız. içinde bulunduğumuz konumun maddi ve manevi çöküntüsünden sıyrılmak için zaten mutlaka ihtiyacımız var buna da; bruma nezdinde de var, demek istiyorum. hem dünya futbolunun bir yıldız kazanması hem de
porto ya da
atletico madrid gibi yıldız veya avrupa'ya üst düzey futbolcu yetiştiren takımların içinde olabilme vizyonu açısından önemli; yani, bunun kamuoyunda alışkanlık yaratması, takımın repütasyonu açısından önemli; arda ve emre'nin de bu listede olduğunu unutmayalım. avrupa takımı olmak, bunlarla da gerçekleşir zira. neyse.
bruma özeline dönersek, bence, bencil oyunu tolere edilmeli. nerdeyse her pozisyonda, her pas atmadığında, mutlaka birileri dönüp "hay yapacağın işi skym" der gibi sitemde bulunuyor (
sneijder hariç, onun kendini tuttuğuna defalarca şahit oldum) ya da kendince trip atıp gidiyor.
kıskançlıkla falan açıklamak istemiyorum bu durumu, öyle görünüyor, ama yakıştıramıyorum.
azıcık futbol oynamış ve aklı olan biri, kendinden daha iyi oyuncuyu fark eder. bunu kabul edersen takım olursun hatta. böyle minik egoyu sikmek gerek. bu, gerçekten egonun en biçimsiz hali. çekememezliği anlarım; normal ve insanidir de, ama takım arkadaşının senden daha yetenekli olduğu şeylerde, ona izin verir ve ortam yaratırsın. eğer sen de iyiysen, senin de onu gösterme anın gelecektir ve o ana kadar, takımın iyiliğini düşünmen gerek ki bu senin de iyiliğinedir aslında. bunu göremeyen ve idrak edemeyen futbolcular görünce, deliriyorum.
moda bir tabir ya, "takımıma katkı yapmak için uğraşıyorum", sakız oldu artık, lan yılan, katkı yapmak, it gibi koşmak değildir ki. doğru anda doğruları yapmaktır. bir yerde hangi kavram eksikse en çok o dillendirilir misali (özgürlüğün olmadığı yerde en çok
özgürlük konuşulması gibi), "takıma katkı... ben takıma katkı..." e hani doğrular?
futbolcular özelinde ele aldım, ama eminim taraftarlar da kendi hesabına düşünecektir; hepsinin ışığında, soruyorum: biz nasıl yıldız yaratabiliriz böyle davranarak? sen sevdiğini yüceltmez, parlatmaz, onun hatasını bile gerçekten sevmez ve onu sahiplenmezsen, nasıl daha değerli hale gelebilir? fenerli gibi koşulsuz destekten bahsetmiyorum- özeleştiri, bu takımın en sevdiğim özelliklerinden biri, ama bırakın da azıcık şımarsın çocuk. kötü şut çeksin. bazen de pas atması gereken yerde atmasın amına koyiyim ya. karşı takımı musa gibi yarıp geçer, unutursun ayrıca, merak etme.
ya üstelik, biliyor da ne olduğunu çocuk. yok yere huzurunu kaçırıyorsun sadece. futbolcular çoklukla aklı kıt kimselerdir, büyük oranda da doğrudur, ama gelişmek başka şey, bazen o yanlışı (örn. bencil olmak) bile bile yapma özgüveni başka şeydir. sociedad'ta kendini böyle geliştirmemiş ve burada da üstüne koymamış olsaydı, muhtemelen bu satırları yazamazdım, ama bu bahsettiğim özgüven, monaco maçında ya da a. bilbao maçında
hagi'ye o şutu çektiren şeydir. çocuğu bencillikle sürekli töhmet altında bırakma baskısı, "o büyülü an" geldiğinde, bizi üzebilecek sonuçlara yol açabilir.
"hagi on tane vurdu bir şey yok biz bir vurduk auv... ne auvv amk" diyen hasan şaş'a da bir cevap olabilir bu.
biraz uzun oldu galiba, ama kıymetini bilmemiz gereken bir oyuncu. gittikten sonra ağlamanın faydası olmuyor çünkü. (bkz:
frank ribery)