abdullah avcı
başlık abdullah avcı ama aslında konumuz türk futbolu. başlığa iki de bir yazmaktan sıkıldım diye hocanın ismini verdim. nasılsa mevzunun içi boş değilse bile boşaltılıp abdullah avcı başardı-başaramadı konusuna dönecek.
ben bildim bileli futbolumuzdan şikayetçiyizdir. adamlar oynuyor abi en klişe lafımızdır. ama doğru da, oynuyor adamlar. biz sadece 2000-2002 döneminde galatasaray ve milli takımla oynadık, sonuçları aldık ve yattık. sonra 2008’de milli takım ve bir ara fenerbahçe’yle şampiyonlar ligi’nde sonuçlar aldık, sadece sonuçlar ama. devamı gelmedi. aziz yıldırım’a kızdık ya “tesadüf” dediği için, haksız değildik ama adamı haklı çıkardık. sürdürülebilir başarı gelmediği müddetçe istisnai başarılar alacağız ama çoğunlukla sürüneceğiz.
milli takım’ın çehresini değiştiren fikirleri veren adam mustafa denizli, bu işi başaran adam fatih terim ve sürdüren şenol güneş’tir. elbette derwall ve piontek’in büyük katkılarıyla. bu büyük futbol adamlarının katkılarını tartışmaya açmak lazım aslında, keyfim olur da konuyu çok dağıtmazsam bu yazıda anlatayım bir şeyler.
milli takım ne zaman yenilse, turnuvaya gidemese hemen “efendim bizde altyapı yok” diye başlardı yazılar. doğru mu doğru, işin kötüsü hala doğru. bunları yazan ve hala yazmaya devam eden aynı ağabeyler (ben abi yazıyorum, word uslu çocuk olmamı söyleyip kendi düzeltiyor) bir tane çözüm önermemişlerdir, bir işin ucundan tutmamışlardır.
mustafa denizli çıktı dedi ki ”yemişim altyapıyı, a milli takım bir üst yapı işidir”. buyrun. tipik mustafa denizli. ama iyi oyaladı bizi yıllarca.
sonra, tff işe uyandı. başkan kimdi hatırlamıyorum, sanırım şenes erzik’ti. piontek’i milli takımlar teknik direktörü olarak işin başına getirdiler, yardımcısı fatih terim. fakat a milli takım dışındaki bütün milli takımların başında fiilen fatih terim vardı.
fatih işleri ele aldı, sonuna kadar götürdü. bölge antrenörlüğü kuruldu, alt yaş gruplarında ciddi çalışmalar yapıldı, kademe kademe, elene elene futbolcular a takıma kadar yükseldiler. sonra ne oldu da bu işleyiş durdu bilmiyorum. en son olarak ersun yanal getirilmişti alt yapının başına. görevden alındı. kimisi diyor ki çok güzel çalışmalar yaptı, kimisi diyor ki hiçbir şey yapmadı. hangisine inanacağımızı bilmiyorum. ama şu bir gerçek ki ersun yanal neler yapıldığını hiç anlatmadı. kamuoyu desteğini istemedi mi, gerek mi duymadı, yoksa hakikaten hiçbir şey yapmadı mı? muamma.
hiddink geldi, takım rezil olarak play-off sonucu euro 2012’ye gidemedi yerine abdullah avcı geldi. ne fark edecek ki? belki abdullah hoca daha iyi takım çıkaracak falan, dünya kupasına gideceğiz. sonra? tarih hep tekerrür edecek. ne demişler; tarih, ders almazsan tekrar eder.
futbol meraklıları yine ikiye bölünmüş durumda. hiddink ne suçu var gitmemeliydicilerle milli takıma yabancı hoca olmaz, ille de yerli olmacılar kapışıyor. her iki tarafında doğru söylediği yanlış söylediği şeyler var ama bunları öyle bir savunuyorlar ki, herhangi birinin tarafında olmak insanın içinden gelmiyor, en azından benim gelmiyor.
senin yattığın kadının yüzü çirkinse istediği kadar makyaj yapsın, sabah uyanıp yüzünü görünce kıçına tekmeyi basmak isteyeceksin. bir daha da o kadını görmezsin zaten. ama kafan basmıyorsa, aynı kadını değil ama benzerini ertesi gün gene yatağa atarsın, sabah kalkıp yine basarsın tekmeyi. bizim futbolumuzun durumu budur.
en tepedeki teknik direktör ne zaman önemlidir biliyor musunuz, işte bu alt yapı hamlesi denen şeyi yapacak adam olduğunda. bunun için büyük bir bilgi gerekir. futbol bilgisi değil, organizasyon bilgisi. keşke hem futbol bilgisi hem de organizasyon bilgisi johann cruyff gibi olsa. hem de kime ne isterse yaptırabilecek kadar kariyerli, karizmatik, inatçı, kavgacı biri olsa. fatih terim’in zamanında başarmasının sebebi buydu işte.
abi gelir sistemi kurar ve sonra gidebilir, bu millet onu sırtında taşır, nereye gidecekse.
mesele rijkaard veya hiddink veya abdullah avcı meselesi değil. rijkaard’ı işin içine sokuyorum çünkü biz galatasaray’a devrim yapmaya geldiğini düşünmüştük, sanmıştık, sanmıştım diyeyim. ama frank, “ben altyapıdaki oyuncuları izleyemem, o kadar zamanım yok. bana oyuncu önerirler, bakarım iş varsa alırım” manasında şeyler söyleyerek bütün umutlarımızı suya düşürmüştü. zaten tek başına galatasaray’da veya başka bir kulüpte devrim yapmak mümkün değil. sadece bir bakanlıkta bürokrasiyi kaldırmak nasıl işe yaramazsa, aynı şey.
hiddink’in suçu yok. iyi, güzel olmasın. iyi de faydası da yok. türkiye’ye gelen bütün yabancı futbol adamları aynı şeyleri söylüyor : “çok duygusalsınız, coşkuyla oynuyorsunuz ama aklınızı kullanmıyorsunuz, türk futbolcusu temel bilgilerden yoksun” biliyoruz. gazetelerin 3. sayfaları ne kadar duygusal, coşkulu ve akılsız olduğumuzu kanıtlayan haberlerle dolu. sen bize bizi anlatma, bizim içimizde de bunları görenler ve söyleyenler ve şikayet edenler var zaten. sen bize bu işleri nasıl çözeriz onu söyle. söyleyemiyorsan, yapamayacaksan ne işin var burada.
elbette kabahatin büyüğü bu adamları buraya getirenlerde. ama asıl zarar bu adamlara oluyor. adamların bize gelmeden büyük kariyerleri oluyor, giderken ne kariyer ne karizma hiçbir şey bırakmıyoruz evelallah.
denizli-derwall , piontek-terim mevzusundan bahsettim ya yazarım diye, hah şimdi sırası. denizli de terim de yanlarındaki büyük hocaların yanında ezilmediler, katılmadıkları fikirlerine karşı seslerini gür şekilde duyurdular. kendi düşüncelerini kabul ettirdiler ve bayrağı devralabildiler. zaten bu büyük hocalar hem bilgi aktarırken hem de denizli ve terim’e kalkan oldular aslında.
çünkü futbol basittir be abi. doğru adamı seçeceksin, doğru yerde oynatacaksın, bu! gel gelelim denizli de terim de kendilerine itiraz edecek adamları yanlarında istemediler. en büyük kabahatleri budur.
oğuz çetin için de aynı formül düşünüldü. takımla ilgili her şeyi oğuz seçecek hiddink vitrin olacaktı. işler iyi gittiğinde bayrağı oğuz devralacaktı. olmadı. oğuz kendi beceremediği gibi hiddink’in kariyerini de baltaladı. kurduğum komplo teorisinde eksik kalan tek bir yer var; hiddink bunu nasıl kabul etti. para yüzünden mi yoksa oğuz’a hakikaten güvendi mi?
neyse, türk futbolu = asiye, derdimiz nasıl kurtulur onu bulmak. ama asiye öyle bir kurtulsun ki, bir daha kötü yola düşmesin.
halbuki önümüzde örnek var. borges, almanya’yı yazmış :
http://devrimderki.blogspot.com/...-futbol-devrimi.html alınacak çok ders var. keşke birileri de ispanya’yı yazsa. (yazılmışı varsa, iletirseniz yayınlamaktan mutlu olurum)
almanya’nın futbolda yaptıklarını okurken beni en çok etkileyen, bundesligada takım çalıştıracak kalitedeki teknik direktörlerin alt yapı organizasyonunda görev almasıydı. bizde bunun mümkün kılınması lazım. çok önemli çok. bizde her çalışanın kendi işini kurmak istemesiyle aynı mantıkla teknik direktörler ille de a takım hocalığı yapmak istiyor. mesela bülent korkmaz ille de a takım diye tutturmayıp alt yapıda çalışsaydı daha yararlı olmaz mıydı? ya da tugay kerimoğlu, galatasaray’a geldiğinden beri bu kadar çok görev değişikliği olur mu yahu, bırakın adam gencecik çocuklara bildiklerini öğretsin. borges’i okurken bir de bunu düşünün rica ederim.
almanya’dan memlekete kesin dönüş yaparsak; yine bekleyeceğiz, yine göreceğiz. umarım bu defa abdullah avcı’nın yardımcılarını seçerken 1 galatasaraylı, 1 fenerbahçeli, 1 beşiktaşlı diye gerzek bir yok izlenmez. izlenirse ne olur, ben kafanın değişmediğini anlarım. bir daha da kolay kolay milli maç izlemem. derim ama duramam ki yahu.
ne diyelim, abdullah hoca’ya da türkiye’ye de hayırlı olsun.
*