• 1
    maçları halen inönü kapalısında izleyen, medyadaki ender beşiktaşlı yorumculardan. gazete ve televizyon gibi organlarda kullanılan ağdalı ve düzgün lisandan biraz uzaktır. ha bu demek değildir ki üç kelimesinde birinde argo ya da küfür kullanır. konuşmalarında, yazılarında belki biraz da kullandığı üslup gereği garip bir samimiyet vardır. bir şekilde kendini sevdirmeyi başarır.
  • 6
    spor yazarları içerisinde benim için her zaman farklı bir yeri olmuş yazar. kendisinin 4 eylül 2009 adana demirspor livorno maçı ile ilgili yaptığı yorum ve benzetme bu yeri daha da sağlamlaştırmıştır. ntvspordaki ters köşe adlı programda mehmet yakup yılmaz sormuştu kendisine bu maç hakkındaki fikrini cem dizdar'da aklımda kaldığı kadarıyla şöyle bir cevap vermişti;

    ''şimdi heralde bizim çocuklar italyan çocuklarla konuşmuşlar demişler bizler aynı kafada, birbirimize benzeyen adamlarız hele bir maç edekde hem dostluğumuz pekişir hem de çoluk çocuk kaynaşırız, eğleniriz. işte onlar da demiş siz kurun kaleleri biz takımı taklavatı toplayıp geliriz adana'ya maç yapmaya. işte böyle sıcak ve samimi bir ortam olacak orada o yüzden ben de gitmeyi çok istiyorum.''

    endüstriyel futbola alternatif bir maç ancak bu kadar güzel anlatılabilir sanırım.
  • 14
    bugün çok güzel bir yazı kaleme alarak bazılarının riyakarlıklarını yüzüne vurmuştur.

    --- alıntı ---

    hayde eğlenun hayde!

    fenerbahçe yönetimi galip geldikleri maçın ardından 'zaferi' taraftarlarına, tabutu trabzonspor formasıyla örtülü kazım koyuncu'nun 'hayde'siyle kutlattı...

    kazım’ı kazım yapan onlarca halden biri de kuşkusuz ki trabzonspor taraftarı oluşuydu. futbolu da severdi kazım hepimiz gibi, hayatı da...

    futbol malum nicedir kendi sevincinden öte başkalarının üzüncünün/acısının eğlenceye katık edildiği bir oyuna dönüştü. kazım da görmüştü yaşarken bunları, biz yaşayanlar hâlâ görüyoruz.

    oysa, mağlubun ‘hayde’ ile ‘ti’ye alınmaya çalışıldığı saracoğlu stadı, insan acısının en keskin yaşandığı yerlerden biridir. iki sezon önceydi... bu pazar gecesi ‘hayde’nin yükseldiği hoparlörlerden o gün yanlış anons yapılınca yüzlerce insan sahaya akıp çimler üzerinde ‘timsah yürüyüşü’ yapmıştı coşkuyla... son anda gelen şampiyonluğu kutluyoruz sanıyorlardı. gerçeğin ortaya çıkması uzun sürmedi ve o ‘timsah yürüyüşü’ fotoğrafları günlerce bir başka ‘mizah’a konu oldu..

    o günlerde “bir fenerli’nin acısına bakmak” başlığıyla yazdığım yazıda şöyle demişim; “başkasının acısı, hüznü üzerine neşe, eğlence kurmak olsa olsa biz ‘medenilere’ özgü bir hal olmalı... her şeyi eğlence malzemesi haline getirebilen, eğlencenin olmadığı bir hayatı anlamsız bulan bu hal, hüzne, eleme burun kıvırdığından birilerinin acısını da gülünç bir malzemeye dönüştürmek için çırpınıyor...”

    o gece o statta ‘ayağı taşa değen’ fenerliler, önceki akşam bir başka yerde üzülenleri eğlence malzemesi yapıp, ‘nasırlarına basarak’ acıtmaya çalışıyorlardı. kuşkusuz ki aralarında bu cümbüşe katılmayan ‘aksiler de vardır’, onları tenzih ederim...

    oysa kazanılmış bir maçın ardından kendi kavillerince eğlenip, galibiyetlerini hep yaptıkları gibi ya da yeni bir şeyler yaparak doyasıya kutlayabilirlerdi.

    maç sonu trabzonspor başkanı sadri şener, “rahmetli kazım koyuncu’nun şarkısının maç sonu çalınması hiç hoş değildi. fenerbahçe camiasına yakıştıramadım” diye sitem ediyordu.
    trt spor’da yaptığımız ‘spor manşet’e gelen ve başkalarının hüznünü anlamamız için ‘acıyı ters yüz etmemizi’ öneren gökhan adlı arkadaşın twitinde ise şunlar yazıyordu; “avni aker’de trabzon galip gelse ve ‘şu metris’in önü bir uzun alan’ çalınsa düşünceleri ne olurdu acaba?..”

    ne diyordu gülten akın ‘ilkyaz’da... “ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya...” şimdi denecek ki, “basit bir olaydan çıkara çıkara bunu mu çıkardın? bu düpedüz demogoji...” bunu diyecekler belki haklı da. çünkü, biz hâlâ başka bir oyunu izliyor, başka bir oyunu seviyoruz...

    --- alıntı ---
  • 17
    posta kutuma göz gezdirirken buldum aşağıdaki iletiyi. gönderdiğim ileti kendisine ulaşmadığı için buraya yazayım bari dedim.
    işte 'yıldızlı bakınız'ları bana ait olan 31 temmuz 2011 tarihli yazısından bir bölüm.

    ******************************************************************************************************

    bu 'imparator' benzetmesi iyi durmuyor

    bu ülkede futbol etrafına kümelenmiş karakterler arasında üzerine en çok yazı yazılmayı hak eden isimlerin başında kuşkusuz ki fatih terim gelir. * son maçta stat “imparator fatih terim” diye inlerken şu soru geldi aklıma... terim hakkında benim bildiğim iki kitap -biri metin tükenmez diğeri necati kola- dışında bir şeyler yazılmamış olması, aralarına kendimi de dahil ettiğim bu ülke futbol yazarlarının yetersizliğine bağlanabilir mi?(u: hayır bağlanamaz; çünkü terim, hakkında 'kitap' yazılacak kadar özel bir figür değil. terim'e dair kaleme alınacak herhangi bir kitabın ne derece lüzumlu olduğu da ayrı bir mevzu. ayrıca terim hakkında yazılacak herhangi bir kitabın ucundan kulağından tutmaması, hatta bunu hiç dillendirmemesi gereken yazıcıların başında metin tükenmez ve zat-ı şahaneleriniz geliyor.)
    ilk gençliğimde rockçu arkadaşlarımın pink floyd için söylediği “ya çok sevilir ya nefret edilir” dilemması ne yazık ki bu ülkede terim için hep geçerli oldu.* eli yüzü düzgün eleştiriler yapmak yerine daha çok fırsatı geldikçe bir hesaplaşmaya dönüştürüldü onunla ilgili görüşler, duygular, hisler... * sanırım hâlâ değişen bir şey yok...(u: sizlerde bir değişme var mı ki..?) futbolun boğazına elma düğümlenmişken, rakiplerinin çoğunun başı ‘şike ve teşvik operasyonu’yla dertteyken şu günlerde, en rahat durumda görünen galatasaray’da yaşanan ‘terim tartışması’ da bunun açık göstergesi kanımca...

    hepimiz biliyoruz, bu ülkede yöneticiler, hatta eski yöneticiler futbolculardan ya da hocalardan rol kapma konusunda usta ötesi ustadırlar. bu aralar çoğunun başının belada olması da biraz bu tutkularıyla ilintili kuşkusuz...(u: eee o zaman?)

    öte yandan yönetim kurulundaki bazı yöneticilerin transfer politikaları için gelir/gider dengesi üzerinden yürüttükleri itirazları (u: itirazlarını drogbalar, forlanlar için yapmayan idarecilerin niyetini bilmeyecek kadar aptal mıdır sizce terim?) “odam belli, sıkıntısı olanlar gelsin görüşelim” türünden, (u: evet odası florya'da terim'in isteyen gider; ne yapsın terim önünü ilikleyerek, adını sanını duyurma derdindeki bir takım yeni yetme idareci tıfılın ayağına mı gitsin?) bulutlar mevkiisinden(u: ?) karşılayan terim de, (u: bulutlar mevki hafif gelir imparator'a/'bulutlar mevki' diye bir yer varsa şayet, yaşayan galatasaraylılar içerisinde o mevkiden konuşma hakkına sahip üç beş kimseden biridir terim, itirazı olan?) yangına körükle gitme konusunda hayli mahir insanlarla dolu ülkemizde bu akımın iyi bir temsilcisi olduğunu bir kez daha gösterdi... * yetmedi, galatasaray terbiyesinden bahsettiği konuşmasını “herkes haddini bilecek” türünden keskin bir sloganla taçlandırdı... (u: zaman zaman ben de yaparım, hatta dayanamayıp en galizinden kalayladığım vakidir.) galatasaray terbiyesi ve ‘had bildirme’... (u: evet aynen, niye ki bu şaşkınlık, onlar insan değil mi yoksa?) sanki yan yana iyi durmuyorlar gibi geldi bana...*

    dedim ya; terim’i pink floyd gibi nefret/sevgi ikilemi içerisinde tanımlamaya alışkın olanlar, gelişmelerin ardından gazeteye hemen çaktılar başlığı; “terim kükredi aslan sakinleşti...” (u: komik bir başlık, zaten komik olmayan mı var allahasen, değil mi?)

    kanım o ki, insan kendisi için yaratılan bu algıya itiraz etmeyi becerdiğinde, hayattaki ‘gerçek yeri’ne oturur. (u: herhangi bir itiraza gerek yok, hepimiz şöhretli olamayız. terim şöhretli ve olduğu yerle ahenk içinde.) imparatorlar çağı kapanalı çok oldu. (u: terimsever galatasaraylılar için kapanmıyor. imparator diye bağırıp çığırmaktan haz alıyoruz ve o lakabı sevdiğimiz o adama, fatih terim'e yakıştırıyoruz.) evet bir metafor olarak kullanılıyor ‘imparator’ (u: tamam işte metafordur, problem ne peki?) ama yine de insanlığın büyük acılar yaşadığı dönemleri de çağrıştırıyor hızla... (u: yanı başımızda daha büyük acılar yaşandı senelerce; bir milyonu aşkın insan öldürüldü -halen öldürülüyor- ve ortada herhangi bir imparator da yoktu.) ‘imparator’ çığlıklarına mağrur ve anlayışlı bir edayla yanıt vermek yerine, bu tanımı terk etmeyi öneren bir model, * insanların futbola ve hayata başka gözle bakmasını da sağlayacaktır. (u: belki de futbol bu denli -hayatı 'yoracak' kadar- önemli olmamalı hayatımızda. belki de gördüğünü sandığı gözlerini sorgulamalı insan.)

    bu aynı zamanda geçmişte tekrar tekrar gördüğümüz üzre, gelecekteki muhtemel ‘yıkım dönemleri’ndeki travmanın insani biçimde tedavisini ve hallinin de yolunu döşer. *

    “sevilen önderlerin kusursuz olduğu görülmüş müdür hiç?” diyen john berger’le bitirelim bu bölümü; “bizlerin insanca yaşaması ve ölmesi için şeylerin adının doğru konulması gerekli. sözcüklerimizi yeniden sahiplenelim...” (u: sıradan bir sözü sadece okuduğumuz bir kitabın içinde geçtiği için güzellemekle, hakkında herhangi bir kitabın yazılıp yazılmaması hususunda belki de hiç bir eksiklik hissedilmeyecek figürler için kitap yazma düşüncesi nasıl da tencereyle kapak olmuş. halbuki terk etmek lazım bu özlü nakaratları, bu okudum eyledim havalarını. samimiyetten şaşmamak lazım.)

    (u: 'imparator' benzetmesi çok iyi durmuyorsa, bunu 'doğru bir ad' olarak kabul edemiyorsak 'avrupa fatihi'ni de kaldıralım; malum fatih ve fetih cebre işmar eder. aslan ve kartalı yırtıcı hayvanlar olmaları hasebiyle sembol olarak kullanmayalım...)

    samimiyetimle

    bak cem bu sene sırf fatih terim geldi diye, kendisiyle hiç tanışmışlığım, konuşmuşluğum, göz göze gelmişliğim dahi yokken, hatta işsiz iken 600 liralık alış veriş yaptım gsstore'den. sırf fatih hoca geldi diye forma giyip dışarıda gezdim; 5 yaşındaki oğlumu alıp maça götürdüm... ben gidebileceğim her maçta tıpkı galatasaray taraftarının büyük çoğunluğunun yaptığı gibi fatih terim'e 'imparator' diye sesleneceğim; takımımı ve onu öven, onore ve motive eden en güzel tezahüratı sesim kısılana kadar yapacağım. çünkü bu işin kahramanı ne sensin, ne de kendi reklamı için taklalar atan o bir kısım menfaatperest yavşak. bu işin kahramanı terim'dir, futbolculardır ve en önemlisi de benim gibi iki çalımdan, bir pas veya bir güzel şuttan haz alan ve bunlar için para harcayabilen, üzerinden fırtına koparılan transferlere direkt katkısı olan hastalıklı tiplerdir. senin top koşturduğun zemine girmek istemiyorum bak... eğer o mevzuya girersek seni ne rockçu arkadaşların, ne pink floyd, ne de john berger kurtarabilir.

    sen, 'futbolun gıtlağına elma düğümleyenler'i sorgulayacağına inceden terim'e giydirmeyi tercih ediyorsun. futbolun gırtlağına elmayı düğümleyen terim değil, galatasaraylılar değil.
    bir kimsenin kötü olduğunu veya bir kimseyi beğenmediğini ifade etmek istiyorsan bunu dolaysız yap cem, eğip bükme, referans arama.

    ******************************************************************************************************

    şike mevzusunda masumiyet karinesi sütresinin gerisine mevzilenmiş bu sözde tribün dervişi için ayılıp bayılan galatasaraylılara selam olsun.

    düzenleme: (u: numaralı entry'iniz "bkz fasiliteleri hatalı kullanılmış" sebebiyle silinmiştir.) üzerine.
  • 18
    http://www.ntvspor.net/...i/kural-degismeli-mi

    şimdi benim anlayışıma göre bir insanın, hele de bu beyfendi gibi kafası çalışıyor intibası verecek olan bir insanın n'olursa olsun "gümrük birliği mevzuatına göre bizim avrupa'ya elimizi kolumuzu sallaya sallaya gitmemiz lazım ama egemenler istemiyor" tarzı mallığı böyle artık paçasından taşan bir cümle kurmaması lazım. ama cem dizdar kurmuş. niye kurabiliyor? çünkü bu cümlesinin muhatapları arasında kendisine "ne diyon amk?!" diyecek kimse yok. devamında da anca bir boktan çakmayan dinleyicilerin bir şey dediğini zannetmesini sağlayacak bir sürü laga luga. yok kudretliler, sınıfsal ayrımlar, iktidarlar falan filan.

    gümrük birliği bir ticaret olayı sevgili cemciğim. senin ürettiğin herhangi bir meta olsaydı gümrük birliği mevzuatına göre onun avrupa piyasalarında elini kolunu sallaya sallaya dolaşabilmesi gerekirdi. sen yine burada kalırdın. o vizeler, çalışma izinleri biraz ayrı bir dava.

    çok genel anlamda söylüyorum, "literatürün" cefasını çekmek, dirsekleri çürütmek bize kaldı; sefasını sürmek de böyle fasülye gibi nimetten sayılan boş adamlara kaldı. adam ulusal basında yazıyor, trt'sidir ntv spor'udur hepsine çıkıp hamuduyla götürüyor, sonra gelip bana iktidar ilişkilerini anlatıyor. ezilenler, sınıflar ayağı çekiyor.

    öte yandan da "az okumuş"luğun en kârlı hali nasıl olabilir, o açıdan herkesin örnek alması gereken bir profil. hele beşiktaş gibi bu söylemlere tuzla koşmaya mesaklı camiayı da bulmuşsun ki...
  • 23
    yaklaşık 20 sene boyunca aynı eşofmanı giyip kah tribünde gazete yiyip ona buna tehditler savururken, kah gece kulübü kapısında üstü açık arabalardaki mankenlere sarılıp arabadan düşürürken, ya da rakip takımın sahasına bir şekilde bayrak dikerken ama her daim keyfine göre iş yapan bir adamken fenerium malı formayla sahaya inip kaptan(!)ına sarıldıktan sonra özel güvenlikler tarafından danışıklı dövüş bir itiş kakışla sahadan yürüyerek çıkarılan bir meczuba dönüşen rambo okan sendromuna yakalanmış olan abimiz. arada sırada gazete sütunlarında, çok daha nadiren televizyon ekranlarında görüldüğü yıllarda iyiydi güzeldi de, biraz endüstriyelleşip zırt pırt biryerlerde göründükçe kendinden uzaklaşmış; tabiri caizse alışmamış götte don durmamıştır.

    (bkz: no al calcio moderno)
App Store'dan indirin Google Play'den alın