1770
subjektivitenin dibine vuran tanım: yazmaya kıyamadığım sözlük.
yıllardır çeşitli sözlüklerde, nacizane okur, yazar, silik statülerinde varlığımı sürdürmekteyim. onay bekleyen iki bin küsür çaylağın arasında, bir gün yazar olacağıma dair umudumu kesmiş, okuma amaçlı girmiş bulunduğum galatasaray sözlük'te, mesaj kutumda yazar olduğumu bildiren iletinin yüz ifademde yarattığı değişimi tarif edebilmek, o an yaşadığım tarifi mümkün olmayan mutluluğu anlatabilmek, sözcük öbeklerini bir araya getirip o anı anlaşılabilir biçimde dış dünyaya yanısıtabilmek, edebi yetersizliğimin yüzüme vurması şeklinde bir tezahürle uzun zamanlarda içimde bir ukte olarak kalacak gibi.
yazmaya kıyamıyorum diyorum, şöyle ki; yazmak istediğim şeylerin çokluğu ile yazabildiklerim arasındaki korelasyon, inanamadığım bir şekilde negatiflerden negatiflere koşuyor. bir konuda iki kelam edeyim diyorum, elim klavyeye gidemiyor. hep bir korku, hep bir çekinme hali. burayı güzelleştirenin yüceliği mi, yoksa buranın salt güzelliğinden mi ürperiyorum bilemiyorum lakin, yazağım hiçbir şey buraya layık, buraya yakışacakmış gibi durmayacakmış gibi geliyor.
sen tarih yaz, biz seni yazalım denilmiş ya, tarih yazan bir galatasaray'ı yazabilmek, sanki benim diyen yiğidin kalemin mürekkebini solduracak.
diyeceğim o ki, duvağı açılmamış bir gelin gibi burası, açması zor, beklemesi zor...
iki gün, on iki entry'lik yazar, aylardır da okur olan bir kardeşiniz olarak, gönülün, bazı kardeşlerimizin de bu konuda biraz özen göstermelerini istediğini belirtmek istiyorum. kimsenin galatasaray'dan çok diğerlerini konuşmasını, ti'ye almasını yadırgama hakkımız yok lakin, galatasaray'dan başka her şey, burada beyaz bir örtüye dökülen çikolata sosu kıvamında duruyor.
yıllardır çeşitli sözlüklerde, nacizane okur, yazar, silik statülerinde varlığımı sürdürmekteyim. onay bekleyen iki bin küsür çaylağın arasında, bir gün yazar olacağıma dair umudumu kesmiş, okuma amaçlı girmiş bulunduğum galatasaray sözlük'te, mesaj kutumda yazar olduğumu bildiren iletinin yüz ifademde yarattığı değişimi tarif edebilmek, o an yaşadığım tarifi mümkün olmayan mutluluğu anlatabilmek, sözcük öbeklerini bir araya getirip o anı anlaşılabilir biçimde dış dünyaya yanısıtabilmek, edebi yetersizliğimin yüzüme vurması şeklinde bir tezahürle uzun zamanlarda içimde bir ukte olarak kalacak gibi.
yazmaya kıyamıyorum diyorum, şöyle ki; yazmak istediğim şeylerin çokluğu ile yazabildiklerim arasındaki korelasyon, inanamadığım bir şekilde negatiflerden negatiflere koşuyor. bir konuda iki kelam edeyim diyorum, elim klavyeye gidemiyor. hep bir korku, hep bir çekinme hali. burayı güzelleştirenin yüceliği mi, yoksa buranın salt güzelliğinden mi ürperiyorum bilemiyorum lakin, yazağım hiçbir şey buraya layık, buraya yakışacakmış gibi durmayacakmış gibi geliyor.
sen tarih yaz, biz seni yazalım denilmiş ya, tarih yazan bir galatasaray'ı yazabilmek, sanki benim diyen yiğidin kalemin mürekkebini solduracak.
diyeceğim o ki, duvağı açılmamış bir gelin gibi burası, açması zor, beklemesi zor...
iki gün, on iki entry'lik yazar, aylardır da okur olan bir kardeşiniz olarak, gönülün, bazı kardeşlerimizin de bu konuda biraz özen göstermelerini istediğini belirtmek istiyorum. kimsenin galatasaray'dan çok diğerlerini konuşmasını, ti'ye almasını yadırgama hakkımız yok lakin, galatasaray'dan başka her şey, burada beyaz bir örtüye dökülen çikolata sosu kıvamında duruyor.