• 372
    selçuk inan yeniden ilk on bir seviyesine gelebilir mi? hayat, neden olmasın… ancak bugün selçuk’u ilk yarıda çok çok çok beğenmeme rağmen ikinci yarıdaki korkunç performansıyla, performanstan öte yarım saatten sonra bıçak gibi kesilen kondisyonuyla bir kez daha gördük ki o zaman daha gelmemiştir. tekrar ediyorum, ilk yarıda kayserispor savunmasını neredeyse tek başına bazen yerinden kımıldamadan attığı paslarla dağıtmasına, birçok top kesip istekli de bir görüntü vermesine rağmen hala ilk on bire yazılacak isim değildir. daha doğrusu olmamalıdır.

    maçın geneline dönecek olursak, olmadı bir şeyler tat vermedi bu sefer. alınabilecek en güzel skoru aldığımız halde, ilk 18 dakikada 0-2 öne geçmemize rağmen sonrasındaki futbol ve maçın bütününe yakın yaptığımız baskı hataları, pozisyon almadaki hatalar, verdiğimiz pozisyonlar derken aman aman huzur yakalanmadı. elbette ki her şeyden önce çok zor bir maça çıktığımızı, yine çok da önemli eksiklerimizin olduğunu kabul ederek başlamak zorundayız. içimi sıkan şeyse maç içinde yaşadığımız en bariz sorunların isimsel değil takımsal sorunlar olması, yani taktiksel sıkıntılardan kaynaklı sorunlar yaşamamız. neydi bu sorunlar diye sorabiliriz:

    maçın 8. dakikasında top kayserispor takımında ve onların sahasındayken şiddetli bir baskıya çıktık takım olarak. orta sahamızın ilerisindeki oyuncularımızın tamamına yakının katıldığı bir baskı olmasına rağmen o kadar savruk davrandık, o kadar acemice bir baskı uyguladık ki rakibe, tekrar ediyorum takımın çoğu hareket halinde olmasına rağmen yayla gibi bir boşluk bıraktık sahada. kayserispor takımı da altın tepside sunulmuş korkunç boşluğu geri çevirmeyerek kalemizde pozisyon oluşturdu baskı yemelerine rağmen. baskı pozisyonunda sağ açıkla sol açık arasında bir hiza yok derinlik hiç yok, orta elemanların birisi arkasındaki rakibi bırakmış topa koşuyor arkadaki adam bomboş, ortanın diğer oyuncusu apayrı bir yerde, santra civarı oyuncuları kopuk kalmış, savunma yeterince önde değil ve tankla tüfekle saldırdığın bu anda da topu kazanamıyorsun işin kötüsü asıl bu. doğru baskı bu değil.

    yakın dönemde simeone’nin atletico madrid’i, ranieri’nin leicester city’si ve conte’nin italya’sı bu baskı işini çok iyi yaptı. üç takımın ortak yanı da çift forvetli oynamalarıydı. baskı pozisyonlarında uçtaki ikili araları biraz genişçe olacak şekilde açılırlar –oyunun beklere aktarılmasını önlemeye yarar- , arkadaki oyuncu grubu da artık üç oyuncu mu dört oyuncu mu beş oyuncu mu o formasyona kalmış tıpkı önlerindeki iki oyuncu gibi ip gibi dizilerek organize hareket ederler. dolayısıyla rakip topu kaptırmamak için bin bir şekle girer, sıklıkla birkaç oyuncusu düz hattın arasında kaybolur –insigne orta hatta yer aldığında gerçekten kaybolabilir- ve yüksek oranda da rakip topu kaybeder.

    biz ise bu görüntüye yaklaşamadık bile. yaklaşamazsak da eğer iki uç oyuncuyla oynamayı düşünüyorsak sıkıntılı maçlar yaşarız. neyse, zamanla gelişecektir diye umuyorum ve konuyu geçiyorum.

    12. ve 18. dakikalarda bulduğumuz gollerde takım kimliğini hissettik. devre arası kamp dönemindeki maçlarda bolca bulduğumuz türden goller olması daha anlamlı kıldı olayı. dar alanda, tam olarak ezberlenmiş varyasyon diyemesem de aşinalığın olduğu paslaşmalarla hızlıca sonuca gitmeyi başardık ki gerçekten ligin kalitesinin üzerinde pas akışlarıyla bulduk golleri. bunaysa fatih terim etkisi diyebiliriz ancak zira önceki dönemde bu kadar bariz deyim yerindeyse paket gol bulmamıştık. çalışılmış, düşünülmüş, en önemlisi üzerine düşülmüş bir organizasyon olması teknik direktörümüzün kalitesini de belli ediyor. tekrardan maçı kopartanın da bu artımız olduğunu söylemeden geçmeyelim. şunu da söylemeden geçmeyelim,

    ilk yarıda takım diriyken daha bir net gözüme çarpsa da ikinci yarıda da fazlasıyla devam eden bir sorun vardı ortada. top ne zaman santra ile santranın bizden 15 metre tarafında dolaşsa ya top kaybı yaptık ya da pas bağlantılarımızın tıkanması sonucu baskı yedik. burada fernando ve belhanda’nın yokluklarını hissettik kısacası. topun santradan hücum bölgesine geçiş süresi kısalmasına rağmen yukarıda bahsettiğim alandaki geçiş süresinin eskiye kıyasla uzaması da takımın dengelerini bozdu. her ne olursa olsun belhanda- ndiaye- fernando üçlüsünü korumalı ve iyi yaptığımız rakip yarıya sahaya hızlı geçişi sürdürmeliyiz. hocamız da muhtemelen ileriki maçlarda bu üçlüyü kullanacaktır diye düşünüyorum.

    belhanda’nın önemi: selçuk ilk yarım saatte çok güzel oynamasına rağmen bu zamandan sonra öyle bir koptu ki takım da dağıldı. hele ikinci yarının başlarındaki darmadağın görüntü tüylerimi diken diken etti. işte bu noktada belhanda farkı ortaya çıkıyor. belhanda gününde olmayabilir, etkisiz kalabilir, paslar atamayabilir ancak oyun içi performansı en sabit isimlerden biridir. maçın başında da sonunda da koştuğunu, mücadele ettiğini, oyundan kopmadığını görürsünüz ve dolayısıyla takımın bütünlüğüne de doğrudan etki eder. bölgeler arası geçişlerde bir standart sağlar, maçın hiçbir anında bağlantıların yavaşlamasına neden olmadığı gibi rakibin zaman ilerledikçe düşen temposuna koşu kapasitesiyle üstünlük sağlar. takımının maç ilerledikçe, skor ne olursa olsun rakibine üstünlük kurmasına yardımcı olur. bursaspor maçımız, karabükspor maçımız, göztepe maçımız…

    bir konudan daha bahsedeyim, 75. dakikada kalemizde bir duran top yaşandı. herhalde sezon boyunca en sinirlendiğim anlardan biri oldu. ceza sahasının içinde abartısız 15 kişi var. bizim takımın zannedersem tamamı ceza sahamızın içinde ve havadan süzülerek inen topa rakip futbolcu voleyle vurdu. hani az biraz yetenekli de bir oyuncu olsa orada her türlü fantezik vuruş denemesi yapabilirdi. akıl alır gibi değil… orada rakibe öyle bir boşluk vermek gerçekten akıl alır gibi değil.
App Store'dan indirin Google Play'den alın