• 28327
    emre belozoğlu'nun “galatasaray’dayken de fenerbahçeliydim” demesi hakkında;

    "ben inanmıyorum buna. futbol böyle, bunu bütün futbolcular söyler. bazen çok dürüst değiliz. her şeyi söylüyoruz ama gerçekleri söylemiyoruz. çünkü böyle söylenmesi gerekiyor. ama inanmıyorum. benim tek bildiğim; yurt dışından döndükten sonra galatasaray’ın ona davranış biçimini hiç beğenmediği. galatasaray onun eviydi, onun da evine dönmesi gerekiyordu. ama galatasarayonu istemedikten sonra ne yapacaktı, futbolu mu bırakacaktı? fenerbahçeli olduğunu söylemese kabul etmezlerdi onu. bana göre mecburen böyle söyledi."

    gheorghe hagi

    kaynak: https://www.socratesdergi.com/...rghe-hagi-roportaji/
  • 28339
    "ndiaye, galatasaray’ın bu sezon yaptığı transferlerin arasında en iyisi. ben ndiaye'yi tanıdığım için bunu söylüyorum. diğerlerinin haklarını yemek istemem ama benim düşüncem bu yönde. galatasaray çok doğru bir karar verdi.

    zaten daha önce galatasaray kulübü sezon devam ederken beni aramıştı. sportif direktör cenk ergün, benden ndiaye hakkında bilgi almıştı. o zamanda gerekenleri söylemiştim. ndiaye, çok çalışkan, dürüst, düzgün ve sahada her şeyini veren bir oyuncu. futbolu da bilerek oynayan, yorumlayarak oynayan bir oyuncu. galatasaray’ın şu anda orta saha hattında ihtiyacı olan bir oyuncu.

    beni bilirsiniz, büyük rakamlı transferlere karşıyım. ama doğru yere veriliyorsa, hiçbir şey demem. ndiaye bu parayı çıkartır. ben bu bonservis bedellerinin doğru yere verilmesinde sakınca görmüyorum. ndiaye de doğru bir hamledir. göreceksiniz galatasaray bu ödediği rakamın karşılığını fazlasıyla alır ve bu verilen parayı çıkartır. zamanla bu dediğimi daha iyi anlayacaksınız.

    ndiaye’nin 8 ya da 10 numara, nerede oynayacağını tudor bilir. bu hocanın kararı. selçuk ile birlikte ndiaye dinamik, hem top kullanan, hem oyunu yönlendiren, yöneten, hücumu da dönüşümlü olarak destekleyen bir ikili olabilirler. onların form durumları önemli. bunun da değerlendirmesini de mutlaka tudor yapar.

    selçuk’a yakın bir futbolcu. selçuk modelinde bir futbolcu. ama selçuk’un yerine diye düşünmemek lazım.

    maalesef hep bir melo sevdası yüzünden galatasaray’ın 2 senesi heba oldu. dünya kadar paralarda heba oldu. hep bir melo-selçuk ikilisi olmaz. bilal de galatasaray’da fena işler yapmadı. selçuk-ndiaye oynayabilir. tolga-ndiaye ikilisi de olur. üçü bir arada da oynayabilir. bunu form durumları belirler. ndiaye galatasaray için doğru bir seçimdir. ben hem ndiaye hem de galatasaray adına sevindim. "

    bunları söyleyenin kim olduğunu söylememe gerek bile yok da neyse. hamza hamzaoğlu

    kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/...lcuk-inanin-40537734

    link de çok manidar bitiyor.
  • 28418
    --- alıntı ---

    juventus'tan asamoah'ın transferi ile ilgili bilgi veren özbek, "taraftarlarımız yeni transferlerden sonra oynanan oyundan çok mutlu oldu. onları daha da mutlu etmek için transfer hamlelerimiz sürecek. asamoah transferi ile ilgili görüşmeler var, resmiyet kazandığında açıklayacağız" ifadelerini kullandı.

    --- alıntı ---

    dursun aydin özbek

    http://www.webaslan.com/...lamasi-SXHBQ96818SXQ
  • 28433
    "mehmet topal, valencia'da takım arkadaşımdı. valencia'da kardeşim gibiydi. mehmet orada çok güzel günler geçirdi. soldado birkaç yıl valencia'da oynadı. alvaro negredo da valencia'da oynadı. şimdi beşiktaş'ta. evet bunlar eski tanıdıklarım.

    soldado bence ispanya'daki en iyi hücum oyuncularından biri, en iyi 9 numara. alvaro negredo da aynı. o da golcü. ona iyi top atarsanız kolayca gol yapabilir. iyi yer değiştiren gerçek bir 9 numara, gol yollarında çok becerikli.

    kayserispor maçı çok iyi bir maç oldu. oyuncular tüm enerjilerini ortaya koyup çok iyi savaştılar, çok iyi oynadılar. taraftarlar mutlu oldu. çalışmaya devam ediyoruz. buraya çok büyük bir arzuyla geldim ve ben de elimden gelenin en iyisini vermek istiyorum. bundan sonrasını antrenörün seçimi belirleyecek.

    stattaki karşılama olağanüstüydü. teşekkür ediyorum. beni kabul eden tüm taraftarlara çok teşekkürler. tüm galatasaraylılara ve türk halkına çok saygı duyuyorum. büyük bir tarihi olan bir halk ve ülke. herkese karşılamadan ve misafirperverliğinden dolayı teşekkür ediyorum.

    cezayir ile pek çok benzer taraf var. milli duygularımız, futbol çevresindeki rekabet... bunu çok seviyorum. buraya gelmemin esas nedeni taraftarların futbola olan bu tutkusu. bu duyguları yaşamak istiyorum burada. burada olmaktan çok mutluyum.

    fenerbahçe ve galatasaray arasındaki derbileri konuştuk, elbette çok büyük bir maç, bunu yaşamak gerek. kayserispor'un sportif direktörüyle konuştum, kendisi eski bir galatasaray futbolcusu. derbilerin bir futbolcu için yaşanması gereken büyük anlardan, akıllardan çıkmayacak maçlardan olduğundan bahsetti. umarım biz derbileri kazanırız."

    - sofiane feghouli

    http://tr.beinsports.com/...eni-bein-sports-ozel
  • 28466
    “bilirsiniz ki her insanın ayrı bir huyu, ayrı bir karakteri olduğu gibi, her futbol takımının da kendine has bir karakteri vardır. biz sizlere burada galatasarayımız’ın huyunu suyunu açıkça ve iyice anlatabilirsek, onu adamakıllı tanıyıp, inşallah senelerce dost geçinirsiniz. galatasaray bir his takımıdır. renklerine aşık birbirlerine seven futbolcuların takımıdır. galatasaray feragat(vazgeçiş) ve fedakârlıklarla çalışacak futbolcuların takımıdır. galatasaray şımarıkları, kendini beğenmişleri, yalnız kendini düşünenleri sevmez. kısacası galatasaray, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır.”

    baba gündüz

    https://twitter.com/...s/900739283522400256
  • 28493
    (gbkz: jean-cristophe gleyze’nin senin kariyerindeki yeri çok büyük. seni önce liberoda denemiş.)

    "benim için antrenörden fazlasıydı. gelişimimde çok büyük payı vardır. önce libero olarak başlattı beni ama çok tekniktim. bendeki tekniğin farkına vardı ve beni daha sonra öne attı. forma numaraları ile ifade etmem gerekirse önce 5 numara oynadım, sonra sonra 6, ardından 10 numara oldum. jean-cristophe gleyze, 7 yaşından itibaren antrenörüm oldu. kariyerimdeki yeri çok önemli. montpellier geçince tam olarak 10 numara oynamaya başladım."

    (gbkz: dönemin montpellier başkanı louis nicollin, senin için, “bir ayağında iki nasri, diğerinde üç ben arfa var” gibi bir söz söylemişti o günlerde.)

    "başkan beni çok seviyordu. mükemmel bir sezon geçiriyordum. benim dışımda diğer takımlardaki 10 numaralar konuşuluyordu. o yüzden başkan çıkıp, böyle bir söz söylemişti."

    (gbkz: daha önce fransa, ukrayna ve almanya liglerinde forma giydin. farklı ligler, hem saha dışı hem saha içi farklı alışkanlıklar demek. adaptasyon sorununu nasıl aşıyorsun?)

    "normalde saha içine çok çabuk adapte olan bir oyuncuyum. gittiğim takımlarda karakterimden dolayı bir adaptasyon sorunu yaşamadım."

    (gbkz: birkaç yıl önce sana tek kelimeyle, “istanbul ya da galatasaray” desem aklına neler gelirdi?)

    "türkiye’den teklif almak benim için çok yeni değil. daha önce de teklif almıştım. türkiye bilinen bir futbol ülkesi... galatasaray da avrupa’nın güçlü ekiplerinden, devamlı şampiyon olan bir takım… her dönem çok büyük oyuncular yer aldı galatasaray’da... ne zaman o teklif galatasaray’dan geldi, hiç düşünmeden kabul ettim."

    (gbkz: galatasaray bu sezon kadrosunda önemli değişikliklere gitti, yeni bir takım diyebiliriz. sen de bu yeni takımın en önemli pozisyonlarından bir tanesinde görev alıyorsun. beklenti büyük, bu durum üzerinde baskı yaratıyor mu?)

    "doğrusu, taraftar ve basın ya da diğer unsurlar üzerimde baskı yaratamaz. en azından ben dış etkenlerin baskısını hissetmem. “daha iyi oynamalıyım” diye ben kendi üzerimde baskı yaratırım."

    takımın potansiyeli hakkında ne düşünüyorsun. sence bu takım neleri başarabilir?

    "yeni bir takım kurulduğu zaman mutlaka zorluklar olur ama benim şu an takımımızda gördüğüm savaşan ruha sahip bir ekip olduğu. evet, yeni oyunculardan kurulu bir takım ama yeni olmasına rağmen mücadele eden bir takım. taktik olarak bazı eksiklerimiz şu an için var. ama taktik anlayış zamanla, beraber oynadıkça daha iyi olacaktır. bence önemli olan, sahadaki herkesin birbiri için mücadele etmesi… buna sahip olmak çok önemli."

    (gbkz: ilk lig maçında gol attın. ve inanılmaz bir sevinç yaşadın? gol sevincin ayrı bir enerji yaydı seyircilere, bir hikayesi var mı?)

    "küçükken arkadaşlarımla karate yapardık. jackie chan ve bruce lee gibi karakterlere özenirdik ve yaptıklarını yapmaya çalışırdık. git gide daha zor hareketler yaptık. arkadaşlarım “gol attıktan sonra da yapabilirsin” demişlerdi. marsilya’ya karşı 2009 yılında bir gol atmıştım, o golün ardından ilk kez yapmıştım."

    kariyerindeki en iyi maçın hangisiydi?

    "2012 yılında marsilya’ya karşı iki gol attığım bir maç vardı. yine aynı sezon paris saint germen’e bir gol attığım bir maçım var. bu iki maçı sayabilirim."

    (gbkz: bu hayattaki kahramanın kimdi diye sorsam…)

    "hz. muhammed."

    (gbkz: kayserispor maçının ardından oğlun sahaya girdi. oğlun muhammed’in futbolcu olmasını ister misin?)

    "babam nasıl bana yardımcı olduysa, ben de oğluma sonuna kadar destek veririm. babam bana öyle yapmıştı. şu anda yeteneğini sorgulamak için çok erken. aslında bir çocuğun futbolcu olabilmesi için kaliteden çok kafasının güçlü olması lazım. mesela ben, genç yaşlarımda benden bin kat daha iyi futbolcularla oynadım. ama onların kafaları futbolcu olmaya hazır değildi. ben ise kendimi her zaman hazır tuttum. kalite tabii ki de önemli ama mantalite olarak buna hazır değilseniz, futbolcu olmanız çok zor. bu işin bir psikolojisi var. bu anlamda çok güçlü olmalısınız."

    - younes belhanda

    http://www.galatasaray.org/...n-ruha-sahibiz/36303
  • 28501
    profesyonel kariyerinizde ilk golünüzü attığınızda neler hissettiniz?

    "galatasaray gibi tarihi büyük, güçlü bir takımda oynamaktan dolayı çok mutlu oldum. tabii ki farklı takımlarda oynadım ve goller attım. ama buradaki attığım gol bambaşkaydı ve heyecanlandırdı beni. burada oynamaktan çok memnunum."

    aslan sevincinin sizin için önemi nedir?

    "türkiye’ye gelmeden önce farklı kulüplerden teklifler aldım. bunların arasında fenerbahçe ve beşiktaş da vardı. benim yaptığım ‘panter’ sevincinin galatasaray ile daha çok özdeşleşeceği söylendiği için yaptığım görüşmeler sonucunda galatasaray’ın bana en uygun kulüp olduğunu düşündüm. aslan ile panteri aslında birleştirip ne kadar güzel bir ikili ortaya çıktığını gördüm."

    sizin için 18 numaranın önemi nedir?

    "gençliğimden geliyor. ben ilk futbola başladığım zaman benden 5 yaş büyük biri vardı saint-etienne’de. o takımdan ayrıldıktan sonra ben onun 18 numaralı formasını alıp giydim bana şans getireceğini düşündüm. galatasaray’da bu forma sinan’daydı. ben formayı istedim ve o da bana verdi. aynı şansın devam etmesini diliyorum. aynı şekilde galatasaray’da da bu formayla beraber goller atmak istiyorum."

    oynadığınız takımlarda en çok etkilendiğiniz taraftarlar...

    "bugüne kadar farklı yerlerde oynama şansı buldum ve farklı taraftarlar görme şansı yakaladım. beni en çok etkileyen taraftarlar türk taraftarlarıdır. türk taraftarlar benim için en ateşli, en coşkulu taraftarlar. oynadığım andan itibaren bunu gördüm."

    gücünüzü neye borçlusunuz?

    "ben de sizlerin arasından geldim, sizler gibi öğrenci oldum. saint-etienne’deyken yatılı olarak kalıyordum. arada antrenman yapıyorduk, maçlara çıkıyorduk, kimi zaman sahaya bile alınmıyordum. bazı akşamlar ağladığım bile oluyordu. bunların hepsini güçlü olarak aştım. oynamak istiyordum ve her gün bunun için çalıştım. eğitmenlerimi iyi dinledim, onların koydukları kuralları yerine getirdim. disiplin çok önemli. disiplinli olarak çalışırsanız güçlü bir hale gelebilirsiniz."

    galatasaray taraftarlarını nasıl buluyorsun, nasıl bir heyecan katıyor?

    "çok heyecanlandırıyorlar beni. özellikle son maçta birçok kez ofsayta düştüm ama taraftarlar beni oyuna dahil etmek için sürükledi. oyuna senin daha çok adapte olmanı sağlıyorlar. bundan dolayı da çok şanslıyım."

    küçükken hangi futbolcuyu idol alırdınız?

    "tek bir tane sevdiğim futbolcu yoktu. çeşitli oyunculardan, çeşitli özellikleri almayı tercih ediyorum. türkiye’den de galatasaray’da oynamış olan shabani nonda ve rigobert song’un çeşitli özelliklerini kendime katmaya çalıştım. siz belki daha küçüksünüz onları tanımak için ama onlar eskiden bayağı ünlü olan isimlerdi."

    kariyeriniz boyunca en çok zorlandığınız defans oyuncusu kimdi?

    "sergio ramos."

    sizin futbolda en çok zorlandığınız şey nedir?

    "futbolun zorluğu aslında kendisi. futbol, başlangıcından itibaren zor. normal çocuklar dışarda gidip vakit geçirebilirken, oyun oynayabilirken sinemaya gidebilirken senin antrenman yapman gerekiyor. bu sadece şu anda değil ilerleyen hayatınızda da bu şekilde devam ediyor. insanlar dışarıda bir şeyler yaparken sen profesyonelliğe geçtiğin anda bir sonraki maçını düşünmek zorundasın. antrenman yapmalısın o maç için, maç bittikten sonra eve dönüp dinlenmen lazım. ona göre yemek yemen lazım, masaja gitmen lazım. bu zorluklarla geçen bir süreç. bütün kazandığın parayla da ancak futbolu bıraktıktan, emekli olduktan sonra rahata erebiliyorsunuz. ben sizin için buradayım. sizler ufaksınız. beni bir star olarak görmeyin. aynı formayı taşıyoruz. hepimiz galatasaray forması altında çalışıyoruz. gerekirse ben sizin yanınıza ayda bir olarak geleyim, sizin gelişiminizi görelim, birlikte hareket edelim. benim yanıma dışarıda gelip ne zaman isterseniz konuşabilirsiniz."

    kariyerinizde en iyi geçirdiğiniz sezonda hangi takımdaydınız?

    "geçen sene marsilya’da oynadığım sezon en iyi sezonumdu. 20 ye yakın gol attım. bacağımdaki sakatlık olmasa daha fazla atacağımı da düşünüyorum. bu sene galatasaray’da bunun da ötesine geçmek ve daha iyi bir sezon geçirmek için çalışacağım."

    futbola nasıl başladınız?

    "ben marsilya’nın yakınlarında toulon’da büyüdüm. bizim mahallemiz çok iyi bir mahalle değildi. hırsızlığın çok olduğu, imkanların çok olmadığı bir yerdi. benim de tek imkanım futbol oynamaktı. bir tek futbol oynayarak iyi yerlere gelebilecektim. benim 5 yaş büyük bir ağabeyim var. beni futbola yönlendirdi ve başımda bekledi oynamam için. 13 yaşımda da saint-etienne beni fark etti ve oradan da saint-etienne’e doğru geçiş yaptım."

    kariyeriniz boyunca hangi ülkelere gittiniz?

    "türkiye’ye tatil için gelmiştim ama oynamak için hiç gelmemiştim. aslında hemen hemen her yerde oynadım. ispanya’da oynadım, şampiyonlar ligi’nde ve fransa milli takımı’nda da oynadığım için birçok ülke gördüm. ama bunların hepsini saymak şimdi imkansız. birçok ülke gezdim."

    (gbkz: saint-etienne ve lyon buradaki galatasaray ve fenerbahçe gibi. saint-etienne’den lyon’a gittiğiniz zaman taraftarların tepkisi neler oldu?)

    "öncelikli olarak ikisi denk takımlar değil. karşılaştırma yaptığınız zaman saint-etienne ile lyon’u galatasaray ve fenerbahçe ile kıyaslayamazsınız. çünkü lyon, şampiyonlar ligi’nde oynayan bir takım ama saint-etienne şampiyonlar ligi’nde oynamayan daha çok ulusal ligde oynayan bir takım. ben saint-etienne’den ayrıldım çünkü saint-etienne’in maddi sıkıntıları vardı. bu maddi sıkıntıları gidermek için lyon bana bir teklif yaptı ve ben teklifi kabul ettim. hem saint-etienne bu imkandan yararlandı hem de ben şampiyonlar ligi’nde oynama fırsatı buldum. size şunu temin ederim ki fenerbahçe’de oynamayacağım. saint-etienne ile lyon arasındaki ilişkiye dönmeyecek."

    galatasaray’da ilk golü attığınızda neler hissettiniz?

    "en çok hissettiğim şey gururdu. çünkü galatasaray’a gelmeden önce iki aylık bir süreç geçti transferin gerçekleşmesine kadar. bu sürecin sonunda da geldiğiniz zaman bir forvet için en önemli olan şey gol atmak. ben, bunun için kendi hedeflerimi koydum. ilk maçımda gol atmak beni çok gururlandırdı."

    türkiye’ye gelirken neler hissettiniz ve neler düşündünüz?

    "türkiye’ye gelmeden önce türkiye ile ilgili medyada olumsuz bir hava vardı. fakat gelir gelmez gördüğüm şey insanların çok kibar, saygılı ve sevgi dolu olduklarıydı. kulüpte çalışan insanlar da aynı şekilde bana ve aileme karşı bu sevgiyi ve kibarlığı gösterdi. bunu gördükten sonra da aslında yurt dışında gösterilenin doğru olmadığını gördüm. bundan sonra da umuyorum burada görev yapmaya ve yaşamaya devam ederim."

    profesyonel kariyerinizde çıktığınız ilk maçınızda neler hissettiniz?

    "ilk maçıma çıktığım zaman aslında sizlerin geçtiği benim de geçtiğim bu yolları gözümün önüne getirdim. çünkü o profesyonelliğe çıkmak, o golleri atmak gurur verici bir şeydi. sizlerin geçtiği bu yoldan geçip oraya ulaşmak çok keyifliydi. benim sizin yanınıza gelme sebebim biraz da bunları anlatmak. size bir yol göstermek için buradayım. her başlangıcın bir sonu da var aslında. ilk profesyonelliğinize adım attıktan sonra aslında siz de kısa süreliğine o duyguyu yaşayacaksınız. yine de ben o ilk profesyonel olduğum zamanki anlarımı hatırlayacağım. siz de o yollardan geçiyorsunuz ve siz de o anları unutmayacaksınız."

    galatasaray ile çıktığınız ilk resmi maçında neler hissettiniz?

    "ilk kez galatasaray formasını isveç’teki maçta giydim. soyunma odasına gittiğim zaman sarı-kırmızı formayı üzerimde görünce ilk başta şaşırdım. biraz da onun benliğime oturması, hissetmem zaman aldı. sonuçta güzel bir forma giyiyoruz, galatasaray gibi büyük bir kulüpte top oynuyoruz. dolayısıyla da o formayı giydikten sonra çok büyük bir heyecan, istek ve oynama hırsı yakaladım."

    neden galatasaray’ı seçtiniz?

    "öncelikle galatasaray geldiğim zaman iyi bir hissiyatla geldim. diğer kulüplerle kıyaslandığında yöneticiler bana fransızca konuşabiliyordu ve bu konuda anlaşmak önemliydi. takıma baktığımız zaman aslında 2 senelik kötü sonuçların alındığı bir dönem geçirmişti. bunun üzerine iyi bir takım kurma hayaliyle birçok futbolcu bir araya geldik. bundan sonraki hedefimiz de şampiyonluklar ve kupalar elde edip galatasaray tarihine adımızı yazdırmak."

    fransa milli takımı’nda maça çıkarken neler hissettiniz?

    "benim için çok büyük bir gurur oldu. aslında annem ve babam senegal’den göçerek gelmişler fransa’ya. ikisinin arasında tercih yapabilirdim. ben tercihimi fransa’dan yana kullandım. çünkü orada büyük oyuncular vardı. thierry henry gibi büyük oyuncularla milli takım’da oynama fırsatı buldum. benim için çok büyük bir gururdu onlarla beraber oynamak ve milli takım’a hizmet etmek. senegal, badou ndiaye’nin de ülkesi aynı zamanda…"

    iyi bir forvet olmak için neler gerekir?

    "öncelikli olarak çok çalışmanız gerekiyor. antrenman yapıp işiniz bitmiyor. antrenmandan sonra da gerekirse kaleciyle beraber kalıp bol bol çalışmak gerekiyor. ancak forvetlerin gol atması için takımın da olması gerekiyor. iyi bir takım olmadan siz isteseniz de çok fazla gol atamazsınız. forvetlerin tek görevi de gol atmak değil. bunun da bilincine varmak lazım. aynı zamanda dönüp arkadaşlarınıza defansta yardım etmeniz gerekiyor. dolayısıyla iyi bir forvet olabilmek için bu özelliklerin sağlanması gerekiyor. belki izin alabilirsek ben de sizinle gelip bir gün antrenman yapacağım. güzel bir deneyim olur."

    bunca yıllık kariyerinizde gol atmakta zorlandığınız kaleci kim?

    "iker casillas ve petr cech. gol attım fakat beni bir hayli zorladılar."

    kötü bir maç çıkardınız, ayağa nasıl kalkarsınız?

    "her şey çalışmaya bağlı. yani kötü bir maç geçirsen bile ertesinde hemen çok çalışman gerekiyor. kötü bir maç geçirebilirsin ama sen kendi özgüveninle çalışmayı bir araya getirdiğin zaman aslında tekrardan iyi bir oyuncu oluyorsun. kendi iyi olan özelliklerini kaybetmiyorsun. sadece çalışıp biraz daha üzerine koyarak devam etmen gerekiyor."

    - bafetimbi gomis

    http://www.galatasaray.org/...ir-araya-geldi/36325
  • 28515
    "takım takım gezen bir futbolcu olmak istemiyordum. aston villa oynamak istediğim tek kulüptü ve manchester city’i sevmek için büyütülmüştüm fakat aynı şeyleri ingiltere’de tekrar yaşamak istemiyordum; yeni ve tamamen farklı bir şey istiyordum. menajerime, ingiltere’de benim için doğru olan hiçbir şey kalmadığını ve yurtdışına gitmenin tek seçenek olduğunu söyledim. yurtdışında yaşamaya, yeni bir dil öğrenmeye, yeni bir kültüre adapte olmaya yatkındım, dolayısıyla bunun harika bir fırsat olacağını düşünüyordum. fransızca öğrenmekteydim ve orada oynamak istedim ama doğru kulübü bulamadık.

    menajerim türkiye’de bir kulüp seçeneği ile geldi. ankaraspor adındaki bir süper lig kulübünün benimle ilgilendiğini söyledi. “ankaraspor” olduğuna emin olup olmadığını sordum, “ankaragücü” olarak düzeltti. onlar daha da gösterişsiz bir kulüptü!

    kulübün internet sitesi pek de resmi bir kulüp izlenimi vermiyordu hatta yanlış sayfaya baktığımı bile düşündüm, fakat ne kadar başka bir site arasam da bu onların internet sitesiydi. kafamda her şeyi ölçüp tarttım ve onlarla tanışıp, ortama bir göz atmak için uçmaya değeceğine karar verdim.

    1 temmuz 2009’da ankara’ya uçtum ama ankara esenboğa havaalanı’nda gördüğüm karşılamaya hazır değildim. binlerce taraftar bayrakları ve formalarıyla beni karşılamaya gelmişti ve inanılmaz bir gürültü yapıyorlardı; tamamen şok olmuştum, daha önce hiç böyle bir şeye şahit olmamıştım. “hoşgeldin” pankartları ve meşaleler tutan insanlar vardı. bütün televizyon kameraları bana dönük hâldeydi.

    havaalanından çıktıp delicesine bir kalabalığın içine yürüdüğümde muhtemelen far tutulmuş tavşan gibi görünüyordum. insanlar, atlayıp zıplayarak “dar-ee-us varr-sell, dar-ee-us varr-sell, olé, olé, olé!” tezahüratları yapıyordu. kalabalığın içinde yürürken, bana takmam için bir ankaragücü atkısı verildi, ardından bir sürü atkı ve forma da üzerime atıldı.

    bir genç kadın bana, kulübün renkleri olan sarı-lacivert renklerde çiçeklerden yapılmış bir buket verdi. biraz sonra, bekleyen arabalara binmek için bana daha yakın olmak isteyen insanların birbirini itekleyerek oluşturduğu büyük bir kaosun içinden geçmem gerekti. bir türk kulübünü ziyaret eden ingiliz futbolcudan çok nelson mandela gibi bir dünya lideri ya da bir rock yıldızı için görmeyi umacağınız türden bir karşılamaydı.

    birçok taraftar arabalarına atlayıp bizi takip etse de, kalacağımız yere ulaşmayı başardık. menajerlere, bu inanılmaz tepkinin bana oldukça ilginç göründüğünü söyledim. menajerime, imza atmaya gelmediğimi sadece kulübü tanımak için burada olduğumu hatırlattım.

    menajerim ve ben bu işi bir sonuca bağlamak için hemen hemen aynı minvalde, dürüst bir konuşma yaptık. 21 temmuz’da sözleşmeyi imzalamak için ankara’ya döndüm ve hayatımın en detaylı sağlık kontrollerini yaptırdım.

    gözlerim hatta saçım dahil bütün vücudum test edildi. imzamın onlar için önemli olduğunu zaten biliyordum ama ne kadar ciddi olduğu o anda kafama dank etti. farklı bir şekilde söylemek gerekirse, uzaya gönderilecek bir kapsülün içinde gibi hissediyordum.

    bu benim için yeni bir başlangıç ve tekrar olgunlaşma şansıydı. maalesef dinlenmek için vakit yoktu. kulübün sezon öncesi hazırlık kampı için avusturya’ya uçmam gerekiyordu. takım arkadaşlarımla ilk akşam yemeğimde, bayern münih seviyesine çıkmış, ingilizce konuşabilen orta saha oyuncusu barbaros beni hemen rahatlattı.

    kaptan gelene kadar kimsenin yemek yemediğini ve masadan kalkılacağını söyleyene kadar kimsenin kalkmadığını farkettim. saygı oldukça önemliydi ve bu hoşuma gitmişti. herkesin elini sıktım, alacağım tepki konusunda gergindim. uyumaya gittik. ertesi gün ilk antrenmanıma çıkacaktım. o gün yemekten sonra akşam üzeri, hepimiz müzikli küçük bir bara gittik. antrenörümüz hikmet karaman da bizimle birlikteydi. kültürel ve dini sebeplerden dolayı alkol yoktu ama herkes türk müziği eşliğinde dans ediyordu. bir anda bir grubun alkışla müziğin ritmine tempo tuttuğunu duydum ve insanlar ortaya dans etmeye gidiyordu. sıranın bana geldiğini görebiliyordum, açıkçası bu hiç de istediğim bir ilgi değildi.

    oldukça tedirgindim. lanet olsun, lanet olsun, lanet olsun! derin bir nefes aldım, aniden dans etmeye başladım ve bir anda beni içlerine alıp, sırtımı sıvazladılar. artık onlardan biriydim. hikmet tıpkı bir düşünür gibi görünüyordu, bunun küçük bir test olduğunu ve benim tepkimi izlediğini hissettim. beni kulübe o getirdiği için üzerinde bir baskı vardı ve benim rahat olduğumu görmesi gerekiyordu. gözlerin üzerimde olmasından nefret ederim ama bu yıllarca alıştığım bir şeydi. hikmet, birkaç dakikalığına bu garipliğe son verdi. bu konuda ona teşekkür borçluyum.

    sonraki gün, antrenör bana sürmem için bir bisiklet verdi fakat frenleri ters taraflardaydı. bunu, bir dağ eteği inişinde ani bir fren yapmak zorunda kalana kadar farketmemiştim; bisikletin üzerinden çalılara uçtum. antrenör mahcup olmuştu. “ben şimdi bunu nasıl açıklayacağım” der gibi bir bakışı vardı. takımın geri kalanı stadyumda antrenman yaparken, yalnızca ikimiz dağa hafif bir fitness eğitimi için çıkmıştık. benim imza atmam için harcanan efordan sonra ilk maçta olmamamın sebebi olan bir sakatlığın sorumlusu olmak istemiyordu. daha topa dokunmamıştım bile. neyseki iyiydim. saçımdaki çalıları temizledim ve çok daha dikkatli bir şekilde devam ettim.

    o sırada, kulüpte kapalı kapılar ardında bir şeyler olduğunu hissediyorduk. planlar son anda değişmişti, çalışanlar ve futbolcular sinirlenmiş görünüyordu.

    elektrik kesintileri vardı, oyuncular hiçbir açıklama yapmadan ayrılıyordu ve taraftarlar arasında huzursuzluk söylentileri vardı.

    mesela, ilk geldiğim zamanlarda olan bir izin günümde, antrenman bittikten sonra otobüsün beni şehre bırakacağı ve bir şoförün beni alacağı söylenmişti. fakat hiç kimse gelmedi, ben de volkan demir’i aradım ve kimsenin beni almak için ayarlanmadığını söyledi. çalışanlar o saate kadar çoktan ayrılmıştı ve otobüs gitmişti; ben ter içinde, çantamda cep telefonum ve omzumda sallanan botlarımla yolda kalmıştım. tesisler kapanmıştı dolayısıyla şehrin ortasında eşyalarımla tek başımaydım.

    menajerimi aradım, neler olduğunu anlattım ve kontratta söylenen hiçbir şeyin henüz yapılmadığını söyledim. sözde sürekli bir şoförüm olacaktı ve ben yolları öğrenene kadar birinin sürekli yanımda olacağını söylemişlerdi. oldukça üzülmüştüm, antrenmandan dolayı yorgundum ve sanırım bütün bunların acısını menajerimden çıkarıyordum. bana geri dönüş yaptı, kulübün bize olmayacağını söylediği ne varsa olduğunu hatırlamıştı ve haksızlığa uğramış hissediyordu.

    menajerim, daha çok probleme hazır olmamı ve birleşik krallık’ta olduğu için bana çok da fazla yardımcı olamayacağını söyledi. çok kızgındım ve bu, menajerimle son konuşmam oldu. menajerimin hiçbir şey yapamayacağı belliydi, yapabilseydi bu zamana kadar yapacağına emindim.

    kontratı yapalı aylar olmuştu ama henüz tek bir şeyi bile ayarlayamamışlardı. pazarlık için harcadığımız saatler önemsiz görünüyordu. menajerim, aylar sonra bana türkiye’de olanlar için özür dilediği bir mail attı ama cevap vermedim. menajerimin o tepkisinden sonra ankara’da kendi başıma olduğumu biliyordum.

    8 ağustos’ta diyarbakırspor’a karşı yedek olarak ilk maçıma çıktım. deplasmandaki maç 2-2 bitmişti. maçı çok hatırlayamasam da yeri ve atmosferi oldukça iyi hatırlayabiliyorum.

    barbaros, diyarbakır’ın oldukça farklı bir yer olduğu konusunda beni uyarmıştı. ülkenin güneydoğu anadolu kısmında, suriye ve irak tarafındaydı. kültürel olarak ankara’dan oldukça farklıydı. şehir ve stadyum da oldukça eskiydi. bütün gün mide ağrısı çektim ve tuvalet ihtiyacım olduğu zaman tuvalet, soyunma odasında yerdeki bir delikten ibaretti ve içine düşebileceğimden korkmuştum. sifon ya da başka bir şey yoktu. bambaşka ama alışmam gereken bir dünyaydı.

    yapmak istediğim son şey türkiye’den şikayet etmekti çünkü burası artık benim evimdi. önceki deplasmanda ankaragücü oyuncuları, yerel halk tarafından otel kapısında uyarılmışlardı; eğer kazanırlarsa olay çıkabilirdi, sahaya çıktıklarında atmak için şişelerce idrarları vardı ama barbaros bütün bu gözdağlarını görmezden gelmem konusunda beni uyardı. biraz gerilmiştim ve tetikteydim.

    o dönem bunun değişik bir deneyim olduğunu düşündüysem de sezonun ilerleyen bölümündeki bir iç saha maçında karşılaşacaklarıma kıyasla bu hiçbir şeydi. takım otobüsüyle sahaya gittik, maçtan önce stadyumun dışında otobüsümüz bir keçinin kurban edilmesi için durduruldu. etrafta sadece çalışanlar ve futbolcular vardı. keçinin kesilmeden hemen önce bana baktığını hissettim ve o zamanlarki blog’umda, kesinlikle bir hayvansever olduğumu farkettiğim zamanın o olduğunu söyledim.

    dramatik davrandığımın farkındayım, yıllarca otobüs koltuğundan birçok şeye şahit olmuştum ama bu tamamen yeni bir şeydi. bazı futbolcular, iyi şans getirmesi için kanı kramponlarına ve kafalarına sürdü. bu onların kültürünün bir parçası olduğundan, onlara saygısızlık etmek istemedim ve sadece izledim. katılmamı istemediler ama bu konuda iyi olup olmadığımdan emin olmak istediler ki bu yapmak zorunda olmadıkları oldukça saygılı bir davranıştı. jamaika’daki ailemin bunu oldukça normal bulacağından haberleri bile yoktu. ipod albümümü tupac’tan bob marley’e geçirdim ve kendimi maça hazırlamaya başladım.

    kulüpteki ikinci, evimizdeki ilk maçım, bir hafta sonra manisaspor karşısındaydı. son dakikada skoru 1-1’lik eşitliğe getirmeyi başardım. bu aşamada, orta sıralardaki bir takım olduğumuzu fakat ilk altıda olacak kadar iyi olmadığımızı farkettim. dolayısıyla her maç daha da zor olacaktı.

    bir hafta sonra, 2-2’lik istanbul başakşehir maçında ikinci golümü attım. üç maçta iki beraberlik olmuştu ve ben iki gol atmıştım. barbaros herkese, benim gol kralı olacağımı söylüyordu ve soyunma odasında sadece gollerimle değil çalışkanlığımla da konuşuluyordum. taraftarlar tarafından “kara boğa” olarak adlandırılıyordum ve özgüvenim göklerdeydi.

    buna rağmen 26 eylül’deki gaziantep deplasmanına kadar maç kazanamadık, dolayısıyla kazanmayalı neredeyse iki ay olmuştu. o ay, volkan kulüpteki görevinden atılmıştı ki bu ankaragücü’nde iyi gitmeyen şeylerin olduğuna işaretti.

    hikmet, sezonu ilk sekizin içinde bitirmesi yönünde kulüpten büyük baskı görüyordu ve pek de etkileyici olmayan başlangıcımız bu konuda pek yardımcı olmuyordu. dolayısıyla üstlerindeki bu belirsizlikle kulüp sahibinin ve yönetim kurulunun değişmesiyle sezon sonunu getiremeyeceğini biliyordu. 12 kasım’da görevinden alındı.

    o zamanlar crowne plaza’da kalıyordum. hikmet kovulduktan bir gün sonra, odamda otururken otel müdüründen bir telefon aldım. iyi bir adamdı, orada konaklamam boyunca benimle ilgilenmiş, neye ihtiyacım olduysa hemen yardımcı olmuştu. fakat bu konuşamanın tonu biraz farklıydı. çok iyi ingilizce konuşuyordu, bir anda duygusuzlaştı ve gün sonuna kadar otelden ayrılmam gerektiğini söyledi. saat akşam 7 civarıydı, kulüple buluştuğunu ve bu konu hakkında onlarla konuşmam gerektiğini söyledi. “kesinlikle kulüp bana neler olduğundan bahsedecektir. yani akşam üzeri olmuş ve otelden atılmak üzereyim” diye düşünüyordum, olanlar hiç mantıklı gelmiyordu. bir şekilde bilgilendirilmeliydim. yeni yetkililer geldiği için kulüpte kimi arayabileceğimi bilmiyordum ve bundan rahatsızdım. bütün bunları çoktan duymuş olan, kulübün sekreteri osman’ı aradım.

    endişelenmememi ve otele gelip benimle konuşacağını söyledi. geldiğinde bana döndü ve “her şey yeni başlıyor” dedi. bu bana haftalar öncesinden beri bahsettiği yönetimdeki ve kulübün yapısındaki değişime göndermeydi. benim için sorun yaratmaya ve şimşekleri üzerime çekmeye çalıştıklarını hissetmişti.

    benim tarafımda değil, kendi taraflarında olan güçlü taraftarlara ihtiyaçları vardı. kulübün yeni yönetiminin temsilcileri benim hakkımda, çok aktif bir gece hayatımın olduğu, odama insanlar getirdiğim ve gece yarısına kadar parti yaptığım hakkında dedikodular yayıyorlardı. otel bu konudaki en iyi yargı organıydı kesinlikle. yeni yönetim ayrıca hikmet’i de bu yönde etkilemeye çalışmıştı ama o bütün bunların saçmalık olduğunu biliyordu. bütün bunlar benden kurtulmak için miydi?

    osman bana döndü ve bir telefon konuşması yapacağını söyledi. telaşlı bir şekilde toparlanıyor ve her şeyi üst üste atıyordum. kalmam için başka bir otel bulmaya çalışıyordu ve ankara’daki rixos grand otel’den birini tanıyordu. eşyalarımın hepsini, gazeteciler tarafından karşılandığım lobiye taşıdım. “otelden çıkarıldığımı nereden biliyorlar?” diye düşündüm. birisi, olanları onlara sızdırmıştı.

    kazanamadığımız ya da berabere kalamadığımız bir maçta, çalışanların hiçbir şey kazanamadığı bir duruma gelmiştik ve bunu düzeltmeye çalışanların bir parçası olmak iyi hissettiriyordu. elektrik kesintileri olduğunda ve takımın otobüsüne el konulduğunda takım birbirine daha da yakınlaşıyordu. antrenmandan önceki ve sonraki yemeklerde çalışanlar tabaklarımızı doldururdu. her şeyin arka planında, ben takımıma gittikçe daha çok yakınlaşıyordum ve yaşadığımız haksızlıklar paylaşılıyordu. bütün bunlara karşı ingilizce tepkileri “this is ankaragücü, it is normal” (burası ankaragücü, bunlar normal) oluyordu. birlikte gülüyorduk, gerçekten çok alçak gönüllülerdi.

    bildiğim diğer şey yeni bir teknik direktörümüz olacağıydı: fransa ile euro 2000’i kazanan roger lemerre. real madrid ve chelsea’da oynamış geremi, kiralık olarak paris saint-germain’den gelen jérome rothen imza atmıştı. slovakya’nın milli forveti robert vittek ile de sözleşme imzalandı.

    kulüpteki son golümü, 28 şubat 2010’da 1-0 kazandığımız gençlerbirliği deplasmanında attım. bu benim için büyük bir rahatlama olmuştu. çok duygulanmıştım, gözyaşlarımı zor tuttum ve kendimi toparlamam beş dakikamı aldı. gol attıktan sonra ağlamam ilginç görünebilirdi ama gol atmak onlar için her hafta yapmak istediğim bir şeydi. noterde saatler süren toplantılar, atlanan ödemeler, ingiltere’ye gidip gelmeler, görevden alınmalar, üzgün yüzler, bütün suçlamalar ve hayal kırıklıkları ve bütün yalnızlığım, gözlerimden yaş olarak süzüldü. o günü dün gibi hatırlıyorum, ankara’da geçirdiğim zaman için çok önemliydi. futbol, bana bunları hissettirmemeliydi. bu gerçekten hoşuma gitmemişti.

    kulüpteki son maçım, 9 mayıs’ta sezonun final maçı olan 3-0’lık fenerbahçe yenilgisiydi. sezona dönüp baktığımda, türkiye’de harry kewell, milan baros, elano ve roberto carlos gibi çok yetenekli futbolcular vardı. dolayısıyla standart yüksekti. alper potuk, caner erkin, arda turan, emre ve bizim ceyhun eriş gibi harika türk futbolcular da vardı. türk futbolunda iyi iş çıkarabileceğimi hissetmiştim.

    ülkedeki saha dışı zamanlarımı aslında sevmiştim; ağız sulandıran kebaplar, taze balık ve şarap gibi harika yemekler tatmak ve insanlar benim için mükemmeldi. ücret almak istemedikleri için, parayı masada bırakmam gerekirdi. daha misafirperver olamazlardı. genelde yemek zamanlarını, taraftarlarla ya da avukatım cem papila, volkan ya da osman’la geçirirdim. buluşma ayarlayıp, ankara’nın yemeklerini tattığımız zamanlar, taraftarların yüzündeki ifadeyi görmek harika hissettiriyordu.

    ingiliz berberlerim george ve theo ile rekabet edebilecek, türk usulü ustura traşımı oldum. taraftarlardan hediyeler aldım, otel çalışanlarının isimlerini öğrendim, atatürk hakkında bir şeyler öğrendim, yavaş yavaş yollara, kestirmelere, yemek yenecek salaş yerlere aşina oldum. 2015’te ankara’ya döndüğümde dahi insanlar beni sokakta tanıyıp durduruyor, elimi sıkıp beni evime dönmüş gibi hissettiriyorlardı. kim bilir? belki işler farklı bir şekilde ilerleseydi, orada kalabilirdim…"

    - darius vassell

    https://www.socratesdergi.com/...llin-ankara-gunleri/
App Store'dan indirin Google Play'den alın