• 1
    öncelikle

    (alinti: http://www.rerererarara.net/...d&eid=21460)

    gaziantepspor maçında kondisyonumuzla ilgili konuşanlara kapak olmuş maçtır...

    arda turanın türkiye futbol tarihinin en yetenekli oyuncularından birisi olduğunu ispatladığı maç olmuştur..

    ayhanın ikinci gol öncesi ardaya muazzam bir pas verdiği, maç genelinde orta sahada cesur yürek olduğu maç olmuştur...

    emre aşıkın hayatının maçı olmuştur...

    ve benim özlediğim maç olmuştur...

    teşekkürler arda turan, teşekkürler adnan polat, teşekkürler galatasaray...sadece galibiyet için değil, bu muhteşem futbolunla 30 bin portekizliye futbol nasıl oynanır gösterdiğin, ezik değil yüreğinle, sert değil tekniğinle oynayarak bizi keyiflendirdiğin, bu sene yeni bir sayfa açtığını gösterdiğin için...

    unutmadan, (bkz: morgan de sanctis)
  • 2
    yıllardır özlediğimiz oyununun oynandığı karşılaşmadır.

    umarım ligde ve uefa da aynı oyun mantığı devam eder. uzun zamandır izlediğim en iyi galatasaraydı diyebilirim bu gece. onca eksiğe rağmen skibbe'nin galibiyet için çıkması benfica'nın bütün oyun anlayışını tersine çevirdi. çok daha fazla gol atabileceğimiz bir karşılaşmaydı, sağlık olsun.

    ayrıca gollerdeki güzellik ayrı bir zevk yaşattı bana. ilk golde kornerden lincoln'ün kullandığı topa servet( parantez içinde servet, evet evet gerçekten servet)'in kafa pasıyla harika bir vuruş yapan emre aşık ( evet bu da şaka değil harbiden servet verdi emre vurdu) izledik. rüya gibi bir goldü.

    ayrıca ikinci golde, gol öncesi lincoln'ün müthiş baskısı ve azmi, ayhan'ın pası, ardından arda'nın harika pası, ümit karan'ın bitirici vuruşu da görülmeye değerdi. özellikle ümit, arda, lincoln ve emre kusursuz oynadılar. ümit'in zaman zaman baros ile yer değiştirmesi, orta sahada ve defansta yaptığı yardımlar benfica'yı çok etkiledi.

    hem gol atıp hem de kritik müdahalelerde bulunan emre ise maçın yıldızı denilebilecek seviyede güzel oynadı. baros ise bugün girdiği pozisyonlarda gol bulamasa da, özellikle birinci golün hemen öncesinde kaleciyle karşı karşıya kaldı ve atamadı, ama pozisyonun devamında korner ve gol geldi. yine de baros'da görevini iyi yaptı. kewell'ın yokluğunda ümit ile beraber hem forvet hem sağ kanat açığını maç boyunu beraber kapattılar.

    maçın kırılma noktası ise morgan de sanctis'in kurtardığı harika şuttu. maçın genelinde güven verdi ancak kurtardığı o muhteşem pozisyon tam jeneriklikti gerçekten.

    deplasmanda oynanan ve harika organizasyonlarla, ayağa top yaparak bitirdiğimiz bu maç bu senenin dönüm noktası olacaktır bence.tekrar tekrar galatasarayıma teşekkür ediyorum.

    cehennem dedikleri stadı başlarına yıktık, sıradaki gelsin.
    http://vincasports.blogspot.com/...2008/11/resital.html
  • 3
    o zaman üniversite için kocaeli'de kalıyordum. maçı da yan dairede oturan galatasaraylı arkadaşımla izlemiştik. o zamanın uefa kupası statüsüne göre 5 takımlı grupta 2'şer iç saha ve deplasman maçı yapılıyordu. ben de grup çekildiğinde iç saha maçlarımızın oly ve benfica olmasını dilemiştim. berlin zaten deplasman sayılmazdı, o zamana kadar adını duymadığımız metalist'i de her türlü yenerdik... o yüzden benfica deplasmanı çıktığında ve maç günü geldiğinde de ufaktan tırsıyordum açıkçası ama takım o kadar iyiydi ki gerçekten eski avrupa zaferlerimizi hatırlatan türden bir gece yaşatmışlardı bize.

    http://www.youtube.com/watch?v=R8WlCXWYwVc

    grubun diğer maçları da şöyleydi:
    (bkz: 23 ekim 2008 galatasaray olympiakos maçı)
    (bkz: 27 kasım 2008 galatasaray metalist kharkiv maçı)
    (bkz: 3 aralık 2008 hertha berlin galatasaray maçı)
  • 5
    yanlış hatırlamıyorsam, golleri 52 ve 69. dakikalarda bularak maçtan 2-0'lık galibiyetle ayrılmıştık.
    gollerimizi emre aşık ve ümit karan atmıştı.
    emre aşık, baros'un kaçırdığı net gol fırsatından sonra kazandığımız köşe vuruşunda ileri çıkmış, karambolde topa son dokunan isim olmuştu.
    biraz sonra da arda turan'ın kafa pasıyla topla buluşan ümit karan, topu ağlarla kucaklaştırmıştı.
    liseden arkadaşımla sohbet etmiştik maçtan önce.
    ben benfica'yı yeneceğimizi söyledim.
    o da "nah yenerizoğlum. adamlarda reyes ve dimaria var." demişti.
    maçın kadroları:
    bir fikir oluştursun diye yazıyorum. dikkatinizi çekiyorum, maçı 2-0 aldık.
    benfica ilk 11:
    quim
    maxi pereira, luisao, sidnei, jorge ribeiro
    angel di maria, konstantinos katsouranis, hassan yebda, josi antonio reyes
    nuno gomes, david suazo
    galatasaray ilk 11:
    morgan de sanctis
    sabri, emre aşık, servet, hakan balta
    meira, ayhan
    baros, lincoln, arda
    ümit karan
    maçı yalçın çetin anlatmış ve ömer üründül yorumlamıştı.
    düzeltme: lincoln'ü sağ ön tarafa yazmışım. halbuki baros, lincoln, arda ve önlerinde de ümit karan şeklinde bir dizilişle sahada yer almışız.
    bu durumu fark etmemi sağlayan efsane bir gol efsane'ye teşekkür ediyorum.
  • 6
    uefa avrupa ligi grup aşamasının ilginç bir fikstüre sahip olduğu zamanlarda oynanmış ve galatasaray'ın sürpriz deplasman oyunuyla portekizlileri soğuk duştan çıkmışa çevirdiği maçtır. grup aşaması için neden ilginç diyorum, çünkü 5 takımlı grupta herkesin birbiriyle iki değil tek maç oynadığı (iki takımla içerde diğer ikisiyle deplasmanda olacak şekilde) ve bu 4 maç sonunda en çok puan toplayan ilk 3'ün tur atladığı değişik bir yapısı vardı. aynı grubu paylaştığımız diğer takımlardan olympiakos cfp (1-0 kazandık) ve metalist kharkiv (0-1 kaybettik) ile içerde, grubun son üyesi hertha berlin (0-1 kazandık) ile de benfica'yla birlikte dışarda oynadığımız bir gruptu. fikstürün bizim adımıza en zor maçı gibi gözüken lizbon deplasmanından net bir oyunla ve 0-2 gibi net bir skorla dönmemiz müthiş bir keyif vermişti. morgan de sanctis'in maçın ilk yarısında skor henüz 0-0 iken yaptığı jeneriklik kurtarışı da sonraki günün en çok konuşulan pozisyonlarından biri olmuştu. hepi topu 4 maç oynayacağımız grupta daha 2. maçlar sonunda edindiğimiz 6 puanla gruptan çıkmayı garantilemiştik bile. evimizde aldığımız kharkiv mağlubiyeti sürpriz olmuş, ama deplasmandaki hertha galibiyeti kadayıfın üstündeki kaymak görevi görmüştü. devamında da son 32 turundaki bana göre efsane statüsünde olan fc girondins de bordeaux eşleşmesi, ama son 16'da da 2-0 öndeyken 2-3'lük skorla çeyrek finali hediye ettiğimiz ve bordeaux eşleşmesinin tam aksi yönündeki yıkıcılığıyla hamburger sv maçları. eey gidi goca dünya gam yükü müsün, söyle söyle fani dünya dert küpü müsün yani. neyse, olanla ölene çare yok. o yüzden benfica'nın o maça çıkardığı kadrosuna şöyle bir bakayım dedim de bize tanıdık gelen kimleri kimleri gördüm. en başta henüz real madrid yapmamış ama o yıllarda arjantin milli futbol takımı'na seçilmeye başlamış angel di maria sağ kanatta. ki kendisini yıllar sonra 9 nisan 2013 galatasaray real madrid maçı'nda bu sefer real'in sağ açığı olarak evimizde ağırlayacağız. dider drogba'nın bizi 4-1 öne geçiren ama ofsayt nedeniyle iptal edilen golü sonrası ufaktan elenme korkuları yaşamaya başlayan real'in 90 dakika boyunca sahada kalan oyuncuları arasında olacaktır. hadi bu sefer ucuz yırtmışsın köftehor seni hehehe. kendisinin 5 buçuk yıl önceki benfica maçında ters kanatta bulunan partneri ise atletico madrid'in 1 yıllığına benfica'ya kiraladığı jose antonio reyes. reyes deyince herkesin aklına ünal aysal ve o meşhur kap bildirimi gelmiştir sanırım hahah. hatta sözlükte başlığı bile var: (bkz: diego forlan jose antonio reyes tomas ujfalusi üçlüsü) bu üçlüden sadece birini ama en önemlisini çekip yolumuzu gene bir şekilde bulacaktık zaten. madem reyes üzerinden ujfalusi'nin bahsi açıldı ve dolaylı yoldan süper lig 2011-2012 sezonu şampiyonluğumuzu andık, o zaman aynı benfica kadrosundaki bir diğer isim üzerinden ilginç bir bağlantıya geçelim şimdi. bu maça benfica'nın sağ stoperi olarak çıkmış ve yıllar sonra da yolu ülkemize düşerek beşiktaş formasıyla vasat bir performans göstermiş olan, ama bizim onu en çok, o epik 26 şubat 2012 galatasaray beşiktaş maçı'nda kuzey tanrısı johan elmander'in son golünde can çekişirkenki hâliyle hatırladığımız, sidnei rechel da silva junior. ahanda şurada, "anam noldi öşek mi töpti" ifadesiyle yerden bakan kavruk arkadaş kendisi: https://gss.gs/ekc.jpg o değil de ne koymuştuk be hahah. golden sonraki rönesans tablolarını aratmayacak o görsel çoğunuzun aklındadır hâlâ: https://gss.gs/O8n.jpg ayrıca elmander ile özdeşleşmiş olan, o elleri iki yana açık bağırarak tribüne doğru koşma sevincinin en güzel pozu da bu maçta verilmiştir, ona da şuradan buyurun: https://gss.gs/lhT.jpg şaka maka bizim en güzel gol sevinci pozlarımız beşiktaş maçlarından çıkıyor galiba. madem bahsi açıldı, şuraya da inönü'de golünü atan bir harry kewell bırakalım: https://gss.gs/w92.jpg ve tabii ki o meşhur zalad gelsin sizi kurtarsın tezahüratının hemen 3 saniye sonrasında olanları anmazsak dilimiz kurusun: https://gss.gs/mDH.jpg ve hemen ardından gelen bu maçı satanın anasını sikeyim ağlamalarını da yad edelim hahaha. hatta gelin bir canlandırma yapalım bu noktada:

    -beşiktaş taraftarı: zaaalad geelsin sizi kurtarsın, zaaalad geelsin sizi kurtarsın.

    -ercan taner: hasan kaaabze gooool, duraklama anlarında hasan kabzee gecenin flaş ismi oluyoor.

    -beşiktaş taraftarı: bu maçı satanın anasını sikeyim, bu maçı satanın anasını sikeyim.

    hahahahaaaaa ulan yaaa. şu yukarıda yazdıklarımın tamamının 10-15 saniyelik bir zaman dilimi içinde olması gerçekten efsane bir enstantane. futbol tarihinin en güzel ayarları listesinde zirveyi zorlar ki literatürümüze de hasan kabze kapağı gibi bir kullanım sokmuştur o dönem zaten: https://gss.gs/uEJ.jpg ve bu olayın devamının da o meşhur 16 dakikalık uzatmayla gelmesi her şeyi bir peri masalına dönüştürmüştü. zaten süper lig 2005-2006 sezonu neredeyse her detayıyla tarihimizin en epik şampiyonluğudur desek çok abartmış olacağımızı da düşünmüyorum. ve söz konusu beşiktaş maçlarıysa daha anılacak çok isim var aslında. ressam bob amca gibi şuralara biraz da sasa ilic serpiştirebilirdik mesela. ya da berileri minik fernando francisco reges'lerle donatabilirdik. tam göbeğe de felipe melo'yu dikebilirdik tüm azametiyle. kıyaya köşeye de sahaya atlamaya hazır 1453 kartalları detayını verebilirdik. ancak bob amcayla resim saatinin bugünlük sonuna geldik dostlar. zira konumuzdan epey şaştık hahah. yine de son söz olarak şunu ekleyelim, eğer bir yerlerde beşiktaş muhabbeti açıldığını duyarsan, asla ve kat'a hasan kabze'yi unutma. neyse, ne anlatıyorduk ulan biz. bu gidişle bitmeyecek bu entry. ha evet, başlığında olduğumuz maçın benfica kadrosundan bahsediyorduk. ulen ne biçim kadroysa şu, kime el atsak laf lafı açıyor anasını satayım. aynı maçın ileri ucunda fatih terim'in eski öğrencisi olan ve belgeselinde de konuşmacılar arasında bulunan nuno gomes var ki maçtaki yerini de fenerbahçe'nin avrupa kupası hayallerini 2013'te yerle bir edecek adam olan oscar cardozo'ya bırakmış. cardozo'nun da yolu daha sonra ülkemize düşecek ve gollerine trabzonspor forması ile devam edecektir. yine aynı maç kadrosunun orta sahasında bulunan çok özel bir isim var bence ki adını yazdığımda eminim çoğunuz için bir anlam ifade etmeyecektir. işte o benfica oyuncusunun adı: kostas katsouranis. kendisi neden özel bir anlam ifade ediyor? çünkü 2008'deki bu avrupa ligi gruplarında haşat ettiğimiz bencifa'dan sonra soluğu panathinaikos'da alıyor bu arkadaş. biz de 2009 yılında kendimizi gene avrupa ligi'nde mücadele ederken bulacağız ve gruptaki rakiplerimizden biri de panathinaikos'dan başkası olmayacaktır. tıpkı soğuk bir lizbon akşamında portekizlilere aldırdığımız soğuk duş gibi bu sefer de nispeten ılık bir atina akşamında, 17 eylül 2009 panathinaikos galatasaray maçı'nda, yunanlı dostlarımızı alışık oldukları üzere serin denizlere dökecektik. ve evet, bildiniz, dostumuz kostas da tıpkı benfica maçında olduğu gibi yine ilk 11'in orta sahasında ama bu sefer bilhassa elano blumer karşısında perperişan olmakla meşgul olacaktı. zaten elano'nun galatasaray formasıyla en iyi performansını gösterdiği belki de ilk ve tek maçtır bu. kendisine dair o yüksek beklentilere cevap verebildiği başka bir maçını hatırlamıyorum ben. sonuç olarak elano'nun neredeyse tek kişilik resitaliyle 0-3 öne geçtiğimiz maçı 1-3 gibi net bir skorla kazanıyorduk. ve kostas isimli arkadaşımız, o yıllardaki en dişe dokunur 2 avrupa deplasmanı zaferimizi sahanın en güzel yerinden takip ediyordu. kıskanmayalım da taşa mı dönüşelim şimdi hahah. ama o yıl avrupa ligi'nin grup formatı yine değişmiş ve şu anki bildiğimiz hâline gelmişti. yani yine 4 takımlı olan ve içerde dışarda oynanan 6 maç sonucu ilk 2'nin tur atladığı o bilindik sistem. hâliyle yunanlı dostlarımızı bir de sami yen'de ağırlayacaktık. onlar da geldiler, gördüler ve galatasaray tarihinin gördüğü en kazma orta saha olan mustafa sarp'ın depiklediği topun gilberto silva'ya çarpıp kendi ağlarına gitmesiyle, 3 aralık 2009 galatasaray panathinaikos maçı'nda gene yenildiler. ve kostas gene sahada. ya kardeşim, sal bizi artık. bırak galibiyeti beraberlik bile koklatmayacağız sana işte, ne zorluyorsun daha hahaha. ulan o değil de bir de topun çarptığı isim kostas olsaydı ne gülerdim he. ki bence bu hâliyle bile nefis komik. kostas'ın korkulu rüyası olmuşuz o yıllarda resmen. acaba kendisinin bize karşı oynadığı başka bir maç oldu mu. sanmıyorum ama araştırmaya da mecalim yok şu an. en nihayetinde diğer üyelerinin fc dinamo bükreş ve sturm graz olduğu o grubu da sürklase ederek gruptan lider çıkacağız ve son 32 turunda atletico madrid ile eşleşeceğiz. 2010 yılında tur atlamak için karşılıklı 2 maç yapacağımız bu takımın kadrosunda kimler var dersiniz? evet, bildiniz, diego forlan jose antonio reyes ve tomas ujfalusi üçlüsü. hani şu 2 sezon sonra 3'ünden 1'ini alıp şampiyonluğa gideceğimiz o meşhur ünal aysal üçlüsü. aynı zamanda reyes de şu an başlığında olduğumuz maçın benfica kadrosundaki sol açığıydı hatırlarsanız. işte bu mevzubahis üçlü, içimize yerleştikleri caner erkin isimli meymenetsiz ajanlarının da yardımıyla, avrupa'daki tur umutlarımızı maalesef hiç edeceklerdi. deplasmandan avantajla döndüğümüz 1-1'lik sonucun onlar adına skoru yazan ismi reyes olacak, içerdeki maçta da gene 1-1 giden ve öyle bitecekmiş gibi duran maçın 89. dakikasında reyes'in asistini gole çeviren forlan ise hayallerimizi tuz buz edecekti. caner erkin isimli, içimden çok daha büyük küfürler geçirdiğim, ama burada geri zekalı demekle yetineceğim herifin 79 ve 80. dakikalarda arkaya arkaya gördüğü iki aptallık dolu sarı kartla kendini attırması, turun elden kaçmasındaki en büyük sebeplerden biriydi. bizim de şansımız bu kadardı işte anasını satayım. hani caner kendini attırmasa tur gene elden kayar giderdi belki, futbol bu sonuç olarak, ama şöyle bir karaktersizin eline bakarak şu hâllere düşmek cidden sinir bozucu. hani aynı aptallığı sabri sarıoğlu yapsa, kendini benzer bir şekilde attırsa ve tur öyle gitmiş olsa, gene bu kadar koymazdı. onun aptallıkları bünyede bağışıklık yapmış artık. gene sineye çeker yolumuza devam ederdik bir şekilde. onun elinden en az "55" kez de yaşamızdır zaten. ama kısıtlı yeteneklerine rağmen özverisiyle yüzümüzü güldürdüğü de olmuştur en azından. ancak suratından ayrı ağzından ayrı pislik akan şu geri zekalı caner söz konusu olunca işte, insanın çok daha fazla sövesi geliyor ve zor tutarken buluyorsun kendini. neyse, daha önce de dediğimiz gibi, olanla ölene çare yok. ha bu arada ağzımıza bir sezonluk bal çalıp sonrasında elden çıkarılan abdul kader keita, her iki maçta da attığımız gollerin yegane sahibi olacaktır. onu da anmadan geçmeyelim ve azıcık tebessüm edelim bari. ayrıca iç sahada oynadığımız maçta tribünde açılan, atletico is not the real madrid pankartı, hafızamda kalan bir başka güzel detay. sonrasında atletico ile hukukumuz devam edecek ve arda turan'ı 2011 yılında 12 milyon euro'ya onlara okutacaktık. biz de aynı transfer döneminde onlardan, şu an üçüncü kez referans verdiğimiz, forlan-reyes-ujfalusi üçlüsüne talip olup aralarından ujfalusi'yi çekerek şampiyonluğa yürüyecektik. arda'nın satışından doğan boşluğu da olympiakos'dan aldığımız albert riera ile dolduracaktık. o sezona pek de parlak giriş yapamayan riera, ilk 11'deki yerini zamanla emre çolak'a kaptıracak ancak süper final isimli neye ve kime hizmet ettiği bugün bile tartışma konusu olan saçmalıklar silsilesindeki tüm maçlarımızda tecrübesiyle sahada olacaktır. hatta o epik 12 mayıs 2012 fenerbahçe galatasaray maçı'nda 90 dakika boyunca sahada kalan oyuncularımızdan biri de kendisidir. devamını zaten hepiniz biliyorsunuz: (bkz: karanlıklar içinden gün doğar ya aniden) sol açık olarak geldiği galatasaray'daki futbolculuk kariyeri ise sol bek olarak sessiz sedasız bitecektir zamanla. ancak şampiyonluk kutlamasında yaptığı matador sevinci olsun, sol beke çekildiğinde hiç şikayet etmeden özveriyle oynama çabası olsun ve 12 mart 2013 schalke 04 galatasaray maçı'nda umut bulut'un golünden sonra ekranlara yansıyan sempatik gol sevinciyle olsun galatasaray tarihinin güzel hatırlanan detaylarından biri olmaya hak kazanacaktır. melo ile yaptığı kavganın nahoş anısı ise 2012 şampiyonluğunun en ilginç hikâyelerinden biri olarak kıyıda köşede yaşamaya devam edecektir. futbolu bıraktıktan sonra kısa bir dönem teknik ekibimize bile katıldı kendisi. şimdilerde ise nk olimpija ljubljana isimli sloven takımının teknik direktörlüğünü yapmakta. yolu açık olsun diyelim. yerine alındığı arda ise diego simeone önderliğinde atletico tarihinin belki de en özel, en tarihi başarılarında takımının önemli bir parçası olacaktı. boru değil, sırasıyla uefa kupası ve süper kupa, kral kupası, ispanya la liga şampiyonluğu ve şampiyonlar ligi finali. vay babağan anağan kemüğüne yani. arda buradaki başarılarıyla fc barcelona görecek ve onun barça yaptığı sezon biz bu epik atletico ile şampiyonlar ligi gruplarında eşleşip iki maçta da pek varlık gösteremeyecektik ki aynı atletico o sene de şampiyonlar ligi finali görecekti. simoene hâlâ takımının başında ve benzer başarıları dönem dönem tekrar etmekle meşgul. arda ise avrupa'da elit takımlar görmüş, başarıdan başarı beğenmiş, şahane ortamlara girip çıkmış olmasıyla ters orantılı bir şekilde skandallardan skandallara koşmaya başlamış, kendisini gereksiz tartışmaların ve kirli siyasetin içine sokmuş, vandallığa varan hareketleriyle magazin gündemlerinden düşmemiş ve rezalet hâlde geri döndüğü türkiye'de önce başakşehir sonrasında galatasaray formasını tekrar giyip yine rezalet performanslarından sonra emekli olmuştur. peheey, nereden nereye geldik bakın. gözümde canlanır koskoca mazi resmen.

    tam bu noktada tekrar malum maçın benfica kadrosuna dönelim hahaha. çıkamıyoruz şu kadrodan. çünkü o maça sağ bekleri olarak çıkmış maxi pereira'ya da ayrı ve çok özel bir parantez açmak istiyorum. bilenler bilir, süper lig 2014-2015 sezonu'nda kek kalıbına girilmesiyle başlayan süreç'in şampiyonlukla sonuçlanmasının ardından, benfica'yla sözleşmesi biten pereira'nın adı bizimle anılmaya başlar. emmanuel eboue ile yollarını ayıran ve tarık çamdal, veysel sarı, salih dursun, sabri sarıoğlu gibi ölmüş ama gömeni olmayan yerli çöplüğünden hiçbirine sağ bek pozisyonu için güvenmeyen galatasaray adına, bonservisi elinde olan pereira ismi oldukça ideal durmaktadır. onca sıkıntıya rağmen çifte kupalı bitmiş, taraftarın müthiş fener ağlama koreografisi ile özdeşleşmiş, dünyanın sayılı 10 numaralarından wesley sneijder'e şampiyonluk kutlamalarında eline mikrofonu aldırıp fener ağlama diye şarkı söyletmiş ve tüm bunların hepsine ünal aysal ve cesare prandelli ile kek kalıbına girerek başlamış ama o kalıptan duygun yarsuvat dede ve hamza hamzaoğlu ile çıkılmış, hatta gs store da kek kalıbı satışlarının başlamasına neden olmuş mindfuck bir sezonun ardından, taraftar olarak keyifler yerinde bir şekilde transfer haberlerini beklemeye başlamıştık. duygun dede emaneten sahip olduğu başkanlık makamını dursun aydın özbek'e bırakınca, onun listesinde yer alan cüneyt tanman da sportif direktör olarak göreve başlamıştı. ve herkesin keyfinin gıcır olduğu bir yaz sabahı, galatasaray tarihinin efsane kaptanlarından olarak bildiğimiz cüneyt tanman'ın şöyle bir söylemine uyandık: sabri maxi pereira'dan daha iyi. daha yeni uyanmış ve üzerinde uyku mahmurluğu olan her galatasaray'lının şu cümleyi duyar duymaz gözlerinin fal taşı gibi açıldığına çok eminim, ama kanıtlayamam. tabii bunu duyan taraftar kısa süreli bir felç geçirdikten sonra öyle bir infial yarattı ki cüneyt tanman'ı o günden sonra pek göz önünde görmedik bir daha. ama günler gelip geçtiği hâlde kulüp ısrarla bir türlü sağ bek transferi yapmıyor ya da yapamıyordu. biz kadroyu güçlendirecek hamleler beklemeye devam ederken ve yumurta kapıya dayanmışken bir de bir sabah ne görelim? felipe melo transfer sezonunun son günü fc internazionale'ye satılmıştı ve yanında da eşantiyon olarak alex telles aynı inter'e kiralık gönderilmişti. haydaaa atilla maydaaa yani. biz kadronun güçlenmesini beklerken sanki bilinçli olarak zayıflatılan bir kulüp vardı ortada. telles yerine sol beki işgal edecek oyuncunun adı lionel carole'dü çünkü. sağ beki de baya baya sabri'ye bırakacak gibi duruyorduk gerçekten. hadi bekler gene neyse de türk futbol tarihinin gördüğü en kaliteli defansif orta sahalarından olan melo'nun satışı ve o bölgenin bomboş bırakılışı özellikle çok ilginç bir hamle olmuştu. okan buruk ve emre belözoğlu'nun inter'e kaçışlarından sonra, bu sefer kendi elimizle takımımızdaki bölgesinin en iyi oyuncularını bir bir milano şehrine gönderiyorduk. malum sona doğru giderken buraya melo parantezini açmak istedim çünkü şu an şöyle bir karmaşanın içindeyim. bakın dostlar, ben an itibariyle süper lig 2015-2016 sezonu'nun ilk yarısında, bizim defansif orta saha olarak bildiğimiz ve 6 numara dediğimiz ön libero pozisyonunda, as oyuncumuzun kim olduğunu hatırlamıyorum. çok ciddiyim bu konuda. kimdi ulan o 6 numara diye de soruyorum sizlere hatta. sakın bana ryan donk demeyin çünkü o devre arasında geldi ve ligin ikinci yarısında başladı ön libero oynamaya. ki onun transfer hikâyesi de bambaşka bir parantezdir ya neyse, ilerleyen sezonlarda fatih terim dokunuşuna dua etsin, çok ucuz yırttı bir çok konuda. gerçekten yazıya ara verip bir süre düşündüm o sezonun ilk yarısında as ön liberomuzun kim olduğunu. sanırım o transfer sezonunun müthiş hamlesi jem paul karacan baya baya denendi o bölgede. bir de aurelien bayard chedjou fongang'ı nispeten yumuşak bileklere sahip diye ara ara atıyorduk galiba oralara. hakan balta'yı da denemiş olabiliriz bakın, ona da emin değilim. acaba aynı transfer sezonumuzun bir başka müthiş hamleleri bilal kısa ve jose rodriguez martinez'e de başvurulmuş muydu o bölge için? ve son olarak, babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi? şaka bir yana gerçekten beynim bu bilgiye hasıl değil şu an, kadroda unuttuğum biri falan varsa yazın bana. o sezonun ilk yarısında ön liberomuz kimdi ulan bizim? neyse, bizim şaka olmasını dilediğimiz bir açıklama olan sabri'nin maxi pereira'dan daha iyi olduğu tezi, faiz sebeptir enflasyon sonuç ile yarışacak kadar kötü bir tez olduğu hâlde, sanırım ciddi ciddi uygulanmak istenen bir düşünceydi ki taraftarın tüm baskısına rağmen sağ bek transferi geciktikçe gecikti ve son güne gelindi. üstüne üstlük bildiğim kadarıyla takımın net bir ön liberosu da yoktu artık. ama o an nihayet gelip çatmıştı işte. rivayet o'dur ki efsanevi yorumcu oktay derelioğlu, sansasyonel eto'o istihbaratından sonraki en büyük haberini o gün almıştı ve gene onur abisine anlatmıştı ama tam bilmiyordu da. yüzde 99 doğru deniliyordu, dün de yazmıştı gerçi, grosskreutz ismi, oktay almanya'dan arkadaşıyla konuşmuştu, grosskreutz bitmişti. kevin grosskreutz galatasaray'daydı. grosskreutz bitmişti. arkadaşlarına söylüyordu ki alt yazıyla geçebilsinlerdi. çünkü grosskreutz da gorsskreutz da grosskreutz da bitmişti. son dakika gelişmesi olarak verilebilirdi. hatta ve hatta grosskreutz bitmişti. hikâyenin devamını hepimiz biliyoruz zaten. bir efsanenin doğuşu ve cimbom tersten fakslar geyiğinin alıp yürüdüğü o epik rezillik. ha bu arada maxi pereira da fc porto'nun oyuncusuydu artık. enayi porto 1.750 milyon euro'ya kevin "der übermensch" grosskreutz'u almak varken gidip bedavaya maxi pereira'yı almıştı. yüzyılın kerizliği resmen. öyle ki rasim ozan kütahyalı tarafından hatasız oynadığı için yılın en'lerine alınacak bir performans gösterdi galatasaray'da. grosskreutz 1'se sigdursun da 2'dir fetöcü rok için zaten. ey gidinin koca yürekli grosskreutz'u, şimdilerde neler yapıyor acaba kral. galatasaray efsanelerini anıyor kapsamında sami yen'e çağırsak da plaket mlaket ayağına ahir gözle çim sahanın üzerinde görebilsek keşke bir gün. ama benim kendisinin transferi hakkında merak ettiğim başka bir yön var. şimdi madem sabri, maxi pereira'dan daha iyiydi, bu mantıkla, yani aristo mantığıyla hareket edersek, acaba kevin grosskreutz da teknik ekibimiz tarafından ön libero'ya monte edilmek için mi alınmıştı. çünkü birçok bölgede oynayabilen bir oyuncuydu. hatta biraz önce kontrol ettim, gerçekten de kaleci ve forvet pozisyonu hariç aklınıza gelebilecek her bölgede oynamış. ama kalan tüm bölgelerde en az 1'den fazla kez oynamışken, hayatında sadece 1 defa ön libero oynamış. hamza hoca ve cüneyt tanman da grosskreutz'un tam o maçına denk gelip işte buuuuuuuu diye bağırarak ayağa mı fırladı acaba diye düşünmüyor değilim. ama şu mantıkla adamı transfer ettiklerini birinci ağızdan öğrensem zerre şaşırmam. mevzu da tam olarak bu zaten hahah. işte müthiş planlama dehası. gerçi cüneyt kaptan 2015 temmuzunun sonuna doğru galatasaray'daki tüm görevlerinden istifa edecekti. yani transferlerin ne, nasıl, nerede, niçin, ne zaman ve kim tarafından yapıldığı da pek bilinmiyordu aslında. öyle ki dişe dokunur tek transferimiz lukas podolski bile taraftarın baskısı sonucu zorla alınabilmişti. bir de yanına doğru düzgün hiçbir fikrimizin olmadığı kiralık bir jason denayer çekilmişti ki asıl mevkisinin stoper olduğu söyleniyordu. bizim o noktada bildiğimiz tek gerçek, sabri'nin maxi pereira'dan daha iyi bir futbolcu olduğuydu. ama bu inkar edilemez realiteye rağmen hamza hoca'yı sağ bekte asıl mevkisi stoper olan jason denayer'i denerken falan görecektik. az kurt değildi şu hamza hoca, şapkadan tavşan çıkaran bir sihirbazdı adeta. demek ki grosskreutz'u asıl olarak sağ bek için almış da olabilirdi ama kör talih yoluna taş koymuştu. ama eğer öyleyse, e peki o zaman ne bokuma felipe melo'nun satıldığı bir sezonda ön libero pozisyonu bomboş bırakılmıştı. işte bu ve daha birçok sorunun cevabını kimse bilmiyordu. zaten hamza hoca da 18 kasım 2015 itibariyle görevinden kovulacaktı. o da gittikten sonra geriye kalacak olan cevapsız sorulardı bunlar. üstüne en fazla bir tur o malum manga şarkısını dinleyebilirdiniz soğuk su niyetine. ki artık elde edeceğiniz herhangi bir cevabın önemi de kalmamıştı zaten, sezon çoktan bitmişti bizim için. ama cüneyt ve hamza gitmiş olsa da grosskreutz geride kalmıştı işte. hatasız oynayan sağ bekimiz yine aynı hatasız oyunuyla sessiz sedasız bir şekilde ülkesine geri dönecekti. hatta bizde geçirdiği tüm sürede mutsuzluğu her hâlinde okunan oyuncumuz için, ailesinden ayrı kalmaya dayanamıyor, tadında haberler çıkacaktı. işte tam o noktada müthiş bir empati yeteneği sergileyecek semih kaya'mız, kendisine uzatılan mikrofonlara soyadına yaraşacak bir biçimde kaya gibi şu açıklamayı yapacaktı: "grosskreutz 28-29 yaşında. ailesinden ayrı kalamıyormuş. bu yaştaki adam ailesinden nasıl ayrı kalamıyor şaşırdım doğrusu." grosskreutz olayının başından sonuna kadar olan tüm sürecini şu kadar basit bir noktaya indirgemek ve böyle soğuk bir yorum yaparak bunlara çanak tutmak, gözüne mangal kömürü kaçmasından bile daha kör bir beyin fonksiyonu ister diye düşünüyorum. ama neyse, sonuç olarak hamza hoca ve grosskreutz defterini kapatan galatasaray, mustafa denizli'yi emeklilikten geri dönmeye ikna edecek ve devre arasında ilk iş olarak da sağ bek için martin linnes ve ön libero için de ryan donk transferlerini yapacaktı. linnes'in transferi; maliyeti ucuz, yaşı ideal, ne zaman ne şekilde görev verilirse yapan, ne zaman ıskartaya alınsa zerre bozuk atmayan, düzgün, efendi ve işini elinden geldiğince profesyonelce yapmaya çalışan profiliyle muhtemelen kimsenin lanetle anmadığı bir transferdir. günümüzden bakınca donk için de öyle pek kötü konuşan bulamazsınız aslında, ancak kendisinin transfer sürecini inceleyince kazın ayağı pek öyle değildir. çünkü o dönemde galatasaray'ın orta sahası o kadar aciz durumdadır ki sezon sonu sözleşmesi bitecek olan donk için kasımpaşa'ya 2.5 milyon euro trink para sayılmıştır. aynı donk sahaya adım attığı ilk anlardan itibaren de taraftardan "gamsız" lakabını alacak ve mustafa denizli'nin kazığı olarak anılacaktır. mustafa denizli defteri de aynı sezon içinde kapandıktan sonra, altyapıdan sorumlu hocamız jan olde riekerink başa gelir. bakınız bunların hepsi aynı sezon içinde oluyor he. teşekkürler cüneyt kaptan, teşekkürler hamza hocam, teşekkürler dursun özbek'in ilk başkanlık deneyimi. velhasıl, lige havlu atalı çok olmuş galatasaray, taraftarın kulübe zorla aldırdığı lukas podolski'nin özverisiyle türkiye kupası'nda ittire kaktıra finale kadar gelmiş ve 26 mayıs 2016 galatasaray fenerbahçe maçı'nda yine aynı podolski'nin kafa golüyle kupayı müzesine götürmüştü. üstelik aynı sezona da 8 ağustos 2015 galatasaray bursaspor maçı'yla süper kupayı alarak başlamıştı. şu her detayıyla kaotik sezonu galatasaray 2 kupayla kapatacak, üstüne süper lig 2016-2017 sezonu'nu da 3 ağustos 2016 galatasaray beşiktaş maçı'yla gene süper kupa zaferiyle açacaktı. inanılmaz gerçekten. galatasaray winnerlığı başka bir seviye diye boşuna konuşmuyor insanlar. öyle ki hem medya hem de rakip taraftarlar tarafından beden hocası diye aşağılanan riekerink hocamın bile kariyerinde 2 kupa var. yan sanayi fatih terim yakıştırması yapmaya bile dilimin varmadığı yabancı düşmanı çapsız hamza'nın ise 3 kupası var. bakın, süper lig 2013-2014 sezonu şampiyonluklarından sonraki 8 sezonda fenerin tek bir kupası bile yok mesela hahaha. çok acayip şu durum yani. gerçi bi saniye, haklarını yemeyelim şimdi, bir tane kupa almışlardı o süreçte, ezeli rakip ebedi dostumuza ayıp olmasın diye ekleyelim onu buraya: https://gss.gs/q09.jpg

    gerçi yukarıda referans verdiğimiz 5 kupanın asıl mimarlarının, hamza ve riekerink'ten çok, kalesini bölüm sonu canavarı gibi bitmek tükenmek bilmeyen bir aidiyetle koruyan fernando muslera ve takımı sahiplenerek o kötü kadrolara liderlik etmek zorunda kalan wesley sneijder olduğunu düşünüyorum. şu iki isimdir tek başlarına bize 4. yıldızı kazandıran mesela. 2015'i 3 kupalayan, riekerink'in kariyerine 2 kupa armağan eden. bunu da yeri gelmişken ara bir not olarak bırakmak istedim.

    velhasıl, donk mevzusunu kapatmak gerekirse, riekerink hocamın yeni sezon kadro planlamasında düşünülmediği için 2016-2017 sezonunda real betis'e kiralandığını hatırlarsınız. onun gidişiyle gene boşa düşmüş defansif orta saha pozisyonumuz nigel de jong ve tolga ciğerci ile doldurulmaya çalışıldı. ki aynı sezon forvet açığımızın da eren derdiyok ve kolbeinn sigthorsson'la doldurulduğunu görecektik. bu eklemeyi araya sıkıştırmak istedim çünkü sigthorsson da gol yollarına çare olması için geldiği galatasaray'da en fazla grosskreutz'un boşluğunu dolduracak ve tek bir maça bile çıkamadan sigdursun olarak takımdan ayrılacaktır: https://gss.gs/CgZ.jpg gerçi onun başından geçenleri grosskreutz ile bir tutmak biraz haksızlık olabilir ama çok da farklı kapılara çıkaramıyorum ben gene de. çünkü o sırada bizler de bafetimbi gomis'e kadar forvet hasreti çekmeye devam edecektik. gerçi hoş, 2022 yılını bitirmeye yakın bir tarihte kaleme aldığım bir yazıda gomis'in tek sezonluk şovu dışında yıllardır hâlâ net bir forvet özlemi çekmekte oluşumuz nasıl bir ironidir, emin değilim. yana yakıla mauro icardi'nin sahaya çıkmasını bekliyoruz şu sıralar mesela. gelecekten buraya düşmüş ben ve diğer okuyucu kardeşlerim, umarım hanemize bir şampiyonluk daha yazdırmışızdır ve iyi anıyoruzdur aşk adamı icardi'yi.

    donk meselesini hâlâ bitiremedik kafayı yiyeceğim şimdi. o konuya dönersek eğer, igor tudor'un takıma gelişiyle, de jong ile birlikte süresiz kadro dışı bırakılacak, fatih terim tekrar takımı devralana kadar da bir daha galatasaray forması göremeyecektir. biz ise melo'dan sonra fernando'ya kadar geçen 2 yıllık süreçte doyurucu bir 6 numara performansı hiç izleyemeyeceğiz. donk da fatih hocanın elinde defansif orta saha, stoper ve hatta forveti yedeklediği ilginç bir joker oyuncuya dönüşerek taraftarın sempatisini oldukça rötarlı bir şekilde kazanacaktır. bu arada süper lig 2019-2020 sezonu'na son 2 yılın şampiyonu olarak geldikten sonra, sevilla'ya oyuncu almak için gittiğimiz ama onun yerine fernando'yu onlara sattığımız ilginç bir transfer hikayesinden günümüze kadar gelen süreçte, lucas torreira'ya kadar defansif orta saha kanserini yaşamaya da devam ettik. teşekkürler abdürrahim albayrak. ki aynı abdürrahim "the transfer sihirbazı" albayrak, hemen bir üst paragrafta atıf yaptığım forvet krizimizi de iyice içinden çıkılmaz hâllere sokacaktı aynı yıllarda. tam bir cinyıs'tır bu anlamda kendisi.

    sağ bek konusunu da nihayete erdirmek gerekirse, eboue'nin yabancı sınırına takıldığı sezon ve akabinde takımdan ayrılmasını takip eden sezonlarda sabri, denayer, linnes ve luis pedro cavanda ve hatta semih kaya gibi isimlerle idare edilmeye çalışılmış, bu uğurda sayısız yerli çöp sağ bekin kısa süreli işgallerine* maruz kalmış ve tee mariano ferreira filho'yu görene kadar da ihya olmamıştır. maxi pereira ise bu süreçte takımı porto ile ciddi süreler alırken, bizim telles'le birlikte galatasaray'da beklerimiz olması hayal edildikten sonra gidip porto'da bunu gerçekleştirmişlerdir hahaha, kaderin cilvesine bak. şimdilerde ise kendi ülkesi uruguay'da top koşturmaya devam ediyormuş. sabri'den daha kötü olmak da bunu gerektirir diye düşünüyorum. ha bizim sağ bek hikâyemiz mariano'dan sonra da ilginç haller almaya devam etti. onun boşluğunu doldurmak için transfer ettiğimiz omar elabdellaoui, gayet iyi sinyaller vererek sezona giriş yapsa da, önce covid-19'a yakalanarak sonra da yılbaşı akşamı gözüne havai fişek patlatarak kariyerini yok etme noktasına dayandırdı. ki semih kaya'dan sonra yine görme yetisini tehlikeye sokan başka bir oyuncumuz daha olacaktı elimizde maalesef. dünyada sadece galatasaray'ın başına gelebilecek olaylar silsilesinin bilmem kaçıncı halkası. biz ise o bölgeyi yine emektar linnes ve bir başka transfer deandre yedlin ile idare etmeye çalışacaktık ama sonuçlar nafile olacaktı. sonrasında sacha boey isimli çok ucuz maliyeti olan yağız bir delikanlı belirecekti aynı bölgede. ilk maçlar sonunda hepimizi heyecanlandırsa da bu sefer de sakatlık belası baş gösterecek ve boey'nin yolculuğu da sekteye uğrayacaktır. onun yokluğu da gene yedlin ve görme kaybı olan omar ile idare edilmeye çalışılan ilginç kadrolara gebe olacaktı. bitti mi sanıyorsunuz, hâlâ bitmedi. sırasıyla linnes, yedlin gibi sağ beklerini zamanla elinden çıkarmış, omar'ı da dostlar alışverişte görsün kıvamında sağ bek alternatifi olarak kadroda tutmuş, boey'yi de kadro dışı bırakarak satış listesine koymuş galatasaray, bek sorununu kalıcı bir şekilde çözebilmek için olimpik lyon'un* kaptanı ve fransa milli futbol takımı'nın oyuncusu leo dubois ile anlaşmıştı. ama temel de durur mu yapıştırmış cevabı, dubois gelir gelmez kendini sakatlar kervanında buldu. elinde kala kala görme sorunu olan omar'ı kalmış galatasaray, yaz kampına dahil etmediği boey'yi acilen kadroya dahil edip tüm resmi maçlarına sürmeye başladı. şu an içinde bulunduğumuz noktada ise sacha boey, takımın en iyi oyuncusu durumunda ve kendi başlığına girip bakarsanız, sözleşmesine dahil edileceği söylenen 13 milyon euro'luk serbest kalma bedelini az bulan taraftar örneklerini görebilirsiniz hahaha. nerdeeeen nereye diyor insan gene istemsiz. biz boey'den bu şekilde voliyi vurunca, transfer sezonu da kapandığı hâlde, saniye beklemeden omar'a tekmeyi vurduk. o da hâliyle ben şimdi nerden takım bulucam hıaamına diyerek parasının kalanını kulüpten talep etti ve bu durum, gözlerini kaybetme riski taşıdığı hâlde hem kulüp hem de taraftar olarak onun arkasında kenetlenmiş herkesi çok kırdı. leo dubois napıyor şimdilerde derseniz, cevabını hepimiz biliyoruz ama ben gelecekten buraya gelenler için yazayım yine de. adamı bildiğiniz sol bekimiz yaptık. böyle deyince de sanki köpeğimiz yaptık der gibi bir hava oluştu hahaha. yok yahu, çok ihtiyacımız olan bir bölgeydi sol bek tarafı da. patrick van anholt isimli bir yetenek fakirinin uzun zamandır işgal ettiği bölgede, dubois ile fransız devrimi gerçekleştirmeye yakınız diyebilirim. umarım hikâyenin sonu güzel biter.

    son olarak eklemek istediğim bir detay daha var. gerçi paragrafa böyle girdim ama son mu olur bilemem. çünkü bu başlığa geldiğimde şuraya karaladığım şeylerin %90'ı kafamda yoktu. ekşi sözlük tabiriyle "yatakta kendi kendine düşünürken lafın lafı açması" sendromu yaşıyorum resmen. neyse, bu kelimeyi kullanmak için çok geç kalmış olsam da "uzatmayalım" daha fazla. çok yukarılarda kalan paragrafların birinde, hamza'yla başlayıp mustafa denizli'yle devam eden ama riekerink'le son bulan 2015-2016 sezonunda, atletico'lu bir şampiyonlar ligi grubundan bahsetmiştim hatırlarsanız. işte aynı gruptaki rakiplerimizden bir diğeri gene benfica'ydı. o gruptaki tek sihirli anımız yine 21 ekim 2015 galatasaray benfica maçı olacak ve 0-1 geriye düştüğümüz maçı selçuk inan'ın penaltıdan ve podolski'nin sol ayağının dışıyla nefis çakışından bulduğumuz gollerle 2-1 kazanacaktık. hamza isimli vasıfsızın cv'sine yazacağı hayatındaki ilk ve muhtemelen son şampiyonlar ligi galibiyeti de bu olacaktı zaten. ve o maçın kadrosunda gene gözümüze takılan bir benfica oyuncusu var kadroda. an itibariyle başlığında olduğumuz maçta sidnei'in stoper tandemindeki partneri olan anderson luis da silva, namıdiğer luisao, o maçtan tam 7 sene sonra eski kadrodan kalan tek oyuncu olarak yine rakibimiz olacak ve bu sefer sami yen'de yine kabus yaşayacaktır. ayrıca rivayet o'dur ki bu maçta benfica orta sahasında bulunan bir başka yunan oyuncu andreas samaris, maçtan sonra ağlayarak hemşehrisi kostas katsouranis'i aramış ve helallik istemiştir hahaha. ancak lizbon'daki maçta gene 1-0 geriye düşüp ve gene podolski'nin ayağından net bir vuruşla golü bularak beraberliği yakaladığımız hâlde, aynı luisao'nun dakika 85'de yılların acısını çıkaran golüne engel olamıyorduk. yine rivayet o'dur ki ikinci maçın kadrosunda bulunmayan samaris, bir akıl hastanesinde rastladığı kostas'la birlikte 35 ekranlık hastane televizyonu önünde gözyaşlarına boğularak bu maçı izlemişlerdir. daha sonra aralarına luisao'nun da katılmasıyla ekiplerine dördüncüyü aradıkları ama asla bulamadıkları bir okey masası hikâyesi gene rivayetler arasındadır. şaka bir yana, önceki paragraflarda neredeyse tüm detaylarına değindiğim şu kaotik sezonda, son üyesi bir kazakistan takımı fc astana olan şampiyonlar ligi grubunda astana'ya diş geçirebilip lizbon'da da luisao'nun son dakikalardaki golünü yemeseydik, baya baya şampiyonlar ligi'nde üst tur yaptığımız bir sezon olacaktı şaka maka. ama halamın da taşakları olsa amcam oluyordu işte. sonuç olarak olmuyordu olamıyordu. biz de doymuyorduk doyamıyorduk sevmelere galatasaray'ı ve kimseyi koyamıyorduk da yerine. ha bu arada çok çok yukarılarda kalmış bir sorum vardı benim, mevzubahis sezonun ilk yarısında bizim ön liberomuz kimdi diye hani. onun cevabını şu şampiyonlar ligi grup maçlarına bakarken hem bulmuş hem de bulamamış durumdayım. çünkü athletico, benfica ve astana ile oynadığımız 6 maçta hakan balta'dan tutun chedjou'ya, selçuk inan'dan tutun jem paul karacan'a, bilal kısa'dan tutun jose rodriguez'e herkesin ayağı bu bölgeye bir şekilde değmiş hahaha. evet, bu maçlara 10 numaramız olarak çıkmış sneijder arkasına dönüp baktığında bu isimleri görüyordu işte sezon boyunca. bunlara devre arasında bir de donk eklenecekti. öyle bir sezondu işte. ha maxi pereira'dan daha iyi olan sabri de tüm bu maçlarda sahada tabii, o atlanmasın. ayrıca gözüm olcan adın'ın sol bek çıktığı formasyonlara da takıldı ama devede kulak kalıyor bu detay artık. grosskreutz'un o esnada nerede olduğu ise hâlâ meçhul. lan çok ciddiyim, olur da es kaza galatasaray'da herhangi bir yönetici pozisyonunda yer alırsam bir gün, grosskreutz ve sigdursun'u aynı anda sami yen'e davet edip bir maç öncesi taraftara üçlü çektireceğim. çılgın projem olarak şimdiden buraya bırakıyorum bu vaadi, bir düşünün derim. neyse işte, şu paragrafı bir sonuca bağlarsak eğer, astana'dan göt zoruyla kopardığımız 2 puan ve benfica'dan iç sahada kaptığımız 3 puanla uefa avrupa ligi yolları gözükecekti gene takıma. buz gibi bir şubat ayında bitse de gitsek tadında geçmiş 2 ss lazio maçına çıkacaktık ve elbette beklentileri yanıltmayarak turnuvaya son 32'de veda edecektik. maxi pereira'dan iyi olan sabri ilk maçta golünü atarak ikinci maçta da asist yaparak bu tezi haklı çıkarmaya yemin etmişcesine oynasa da maalesef toplamda yediğimiz 4 gole engel olamayacaktık. bu hikâyenin sonu da böyle gelmişti işte. ama gün gelecek ve devran dönecekti. aynı lazio ile yolumuz, felaket bir 2021-2022 sezonunda yine uefa avrupa ligi'nde ama bu sefer grup aşamasında kesişecek ve onlardan çaldığımız 4 puan yüzünden grubu arkamızda bitireceklerdi. luisao örneğinde de gördüğümüz üzere intikam soğuk yenen bir yemekti gerçekten de. arrivederci lazio, lider galatasaray. ulen bir zamanlar şu arriverderci'yi juventus fc'ye falan söylüyorduk he. neyse, deşmeyelim şimdi bu yaraları. hayır, ağlamıyorum, gözüme sneijder'in juve'ye itelediği gol kaçtı sadece: https://gss.gs/HCo.jpg

    bitti sanıyorsunuz değil mi, ama bitmedi. "ben ve benim gibi insanlarda hikaye bitmez. ama hikayenin sonu da olmaz" diye boşuna demiyor fatih hoca kendi belgeselinde. ya şimdi çoğunuz kızacak ama hiç sevemedim ben o belgeseli. tek taraflı didaktik anlatımıyla aşırı yapay ve tembel kurgusuyla da çok özensiz geldi bana. gerçi söz konusu galatasaray olunca çöpten bile olsa izliyoruz gene her şeyi işte, naparsın. bu gözler sahada ne rezalet performanslar izlemişken, fatih hoca'nın öyle veya böyle çekilmiş bir belgeseline mi bakmayacak. galatasaray tarihinin canlı izlediğim en kötü oyuncularından bir 11 çıkarsam tansiyonunuz düşer ve dil altı hapı ararsınız evde köşe bucak. onların yanında terim belgesi adeta bir stanley kubrick eseri gibi durur. neyse ya iyice bokunu çıkarmaya başladık biz de. asıl olarak şuraya gelecektim. hatırlarsınız, 2018-2019 yılında tarihimizin en kolay şampiyonlar ligi grubu olarak adlandırılan bir avrupa maceramız daha olmuştu. o gruba bu sıfatı veren en önemli etken ise 1. torbadan lokomotif moskova çekmemizdir. grubun devamını ise aynı yıl kendi liginde küme düşmekten kıl payı kurtulan schalke 04 ve rahatlıkla grubun en dişli takımı diyebileceğimiz porto oluşturacaktı. daha ilk grup maçımızda lokomotif'i 3'leyerek sami yen'den gönderip şahane bir giriş yapacaktık aslında sezona. ancak devamında tarihin en kötü schalke'sinden 2 maçta sadece 1 puan alabilecek ve porto'ya karşı da 0 çekecektik. peki o 2 porto maçında rakibimizin bekleri kim dersiniz? tabii ki de telles ve pereira hahaha. özellikle telles her iki maçta da yaptığı asistlerle ciğerimizi dağlıyordu. pereira ise yine bildiğiniz gibi sabri'den daha kötü bir oyuncu olarak takılıyordu sahada. ayrıca orta sahalarında tanıdık bir isim daha var: sergio oliveria. kral şu sıralar bizde hamit altıntop reenkarnasyonu yaşayarak direk dövmekle meşgul. o sıralar ise sami yen'deki maçta takımının son golünü atıp cesedimizi tekmeliyordu. aynı sezonda pereira'dan daha iyi olan sabri sanırım göztepe formasıyla emekliliğini falan açıklamak üzereydi, emin değilim. bakmaya da hiç niyetli değilim zaten. işin garibi, biz bu grupta topladığımız 4 puanla gene uefa avrupa ligi yollarını aşındıracaktık ve oradaki son 32 turunda rakibimiz, tabii ki yine benfica olacaktı hahaha. zamanında lizbon'da nasıl koyduksak öcünü iyice çıkarmadan salmıyor herifler bizi. sami yen'deki maçta penaltıyla öne geçiyorlar, christian luyindama nekadio'nun kafasından bulduğumuz golle umutlansak da fişi çeken isim, sıkı durun, haris seferovic oluyordu ve iç sahadaki 1-2'lik mağlubiyetimizi tayin ediyordu. üstelik orta sahalarında, bugünlerde bizim eyşan kod adıyla andığımız, gedson fernandes de radarımıza takılıyor yine. turun lizbon'daki ikinci ayağında da bu oyuncular yine sahada olacak ve bizim pek varlık göstermediğimiz maçta 0-0'lık sonuçla tura yine veda edecektik. yani yine olmuyordu, olmuyordu istesek de ve kimse gelmiyordu, gelmiyordu beklesek de. ilerleyen yıllarda takımımıza kattığımız gedson da zaten büyük umutlar beslediğimiz ama hiçbir sonuç alamadığımız kötü bir tinder date'inden hâllice oldu bizim için. sefo ise şu sıralar galatasaray futbol takımı'nın icardi ve gomis'ten sonraki 3. forveti konumunda. ki ilk transfer edildiğinde as forvet olarak alınmış olması oldukça ilginç bir ironi. daha önce icardi'den bahsederken anmadık ama biraz önce andığımız sezonun hemen ertesindeki yılında aynı icardi'nin bizi şampiyonlar ligi grubunda paris saint germain formasıyla fena hâlde üzmüş olduğunu da unutmayalım. ki sami yen'de takımının tek golünü atıp 0-1 kazandıkları maçı, ankara'nın doğusuna geçmemiş olduğum şu ahir hayatımda, bedelli askerliğimi yaptığım hatay iskenderun deniz er eğitim alayı'nda izlemiştim anasını satayım. anıya bak hahaha. o grubun en üzücü yanı da club brugge kv'ye diş geçiremeyip attığımız tek golün getirdiği 1 puanla grubu sonuncu tamamlamamızdır. halbuki en azından brugge'u altına alıp uefa avrupa ligi'nde gene bir benfica eşleşmesi falan kovalasak fena mı olurdu hahaha. o değil de amma ilginç eşleşmelerimiz olmuş bizim benfica'yla he. toplamda 5 kez karşılaşmışız, ilk 2 maçı söküp almışız ama sonraki 3 maçtan 2 mağlubiyet ve 1 beraberlik çıkarmışız. işin daha ilginç yanı şu 5 maçın hiçbirisinde benfica'nın hocası jorge jesus değil. içinde bulunduğumuz günlerde fener'in makûs talihini yenmeye çalışmakla uğraşıyor kendisi ve çok büyük bir aksilik olmazsa benfica'da denk gelmese de ezeli rakibimizin başında ilk kez karşılaşacağız. ilginç derbi hikâyeleri bizi bekler diye düşünüyorum.

    yaa işte dostlar, öyle sıradan bir maç deyip geçmemek lazım. bakın tee 14 sene önce oynanmış bir maçtan kısaca bahsedelim derken nerelere girip çıktık ve hiç hesapta yokken kimleri kimleri andık. her şey birbiriyle ne kadar iç içe ve bağlantılı görüyor musunuz? işte bu yüzden boşuna demiyorlar, futbol asla sadece futbol değildir diye. bir spor dalından çok daha fazlasını ifade eden ama hayatınızın tam göbeğine de asla koymamanız gereken şu ilginç oyunu bir de galatasaraylı olarak takip ediyor olmanın keyfi bir başka bence. tüm bu yazılanlardan çizilenlerden sonra şunu düşünürken buldum kendimi: evet kardeşim, galatasaray ister epik sonuçlar alarak tarih yazıyor olsun isterse de rezil rüsva olsun ama ne olursa olsun bir ayağı mutlaka avrupa kupalarında olması gereken bir takımdır. daha işin başında kuruluş misyonu ve vizyonu da budur zaten. avrupa'da olmayan bir galatasaray'ın can damarlarından biri kopuk demektir. alın işte, süper lig 2022-2023 sezonu kadrosuna bakan herkesin en çok hayıflandığı şey avrupa'da olamayışımız resmen. halbuki tarık çamdal'ların veysel sarı'ların sağ bek olarak arsenal ve dortmund önüne atıldığını, bilal kısa'ların jem paul karacan'ların atletico maçlarına yazıldığını gören bu gözler, şu güzel kadroyu annemizin liginde izlemekle yetiniyor bu sene. ama kadrosunda kim ve ne olursa olsun, (bazı oyuncular "kim"den çok "ne" diye anılmayı hak ediyor çünkü yanlışlıkla futbolcu olanlar var aralarında) bu takımın yolu her sezon avrupa'dan geçmelidir. ulen iyice juventus maçı sonrası tribe giren gökhan zan'a bağladım he. ama katılmamak elde değil krala. galatasaray avrupa takımıdır ve boğulacaksa da büyük denizde boğulmalıdır. cam adamın epik röportajına verdiğimiz referensla da bu entry bitsin ulan artık. en az 82 ayrı başlığa tanım girecek kadar malzeme çıkan bir blog yazısı oldu adeta. yoruldum resmen.

    son söz: ne futbolu aşkım ya, arkadaşlar ısrar ederse arada bakıyoruz sadece. yoksa genelde neyşınıl ceografik belgeseli ve yabancı film dizi yani biz. ayrıca en sevdiğim şarkıcı serdar ortaçgil, en sevdiğim at kara murat, en sevdiğim kürt madonna. haydi bana bugünlük eyvallah.

    edit: imla
App Store'dan indirin Google Play'den alın