şubat tatil sayesinde görüşebildiğim arkadaşlarla önceden yapılan ve zaman darlığı sebebi ile ertelenemeyen bir program sebebiyle ilk periyodunu evde, devamını ise dışarda bir mekanda takip etmek zorunda kaldığım maçtı. zırt pırt evi arayıp dakika skor alıyordum. ve hem telefonun ucundaki annemin, hem de masadaki arkadaşlarım ve kardeşimin tepkisi her arayışta biraz daha belirgin hale geliyordu ama aramaktan kendimi alamıyordum. mekan sahipleri tanıdıktı ama hem mekanın konsepti
* *, hem arkadaşlara daha fazla "ayıp" olacağı düşüncesi, hem de mekan sahiplerinin fenerbahçeli olması nedeniyle mekandaki televizyonda maçı açtırmak için fazla bir girişmde bulunamıyordum bir türlü.
3. periyodun sonlarına doğru ise mekan sahiplerinden biri daha gelmişti. altmışlı yaşlarda bir amcaydı bu. mekan sahibi ailenin büyüğüydü ve galatasaraylıydı. evden gelen haberler de pek iç açıcı değildi, fark küçük sayılardaydı ve sürekli açılıp kapanıyordu. ben maçtan, arkadaşlar da benden dolayı biraz keyifsiz otururken "o an" geldi. kafamı çevirince mekanın öbür ucundaki televizyonda ayhan şahenk spor salonunu, ve yüksekçe bir duvara monte edilmiş olan televizyonun önünde dikilen o "abi"yi gördüm. görür görmez tabi şuursuzca o yöne koştum. kısa bir selamlaşmanın ardından birlikte izlemeye başladık maçı. fark gidip geliyordu sürekli, 3 sayı yetecekti aslında ama bir türlü farkı 6-7 sayı gibi nispeten rahat bir düzeye çekemiyorduk bir türlü.
sağımızda, solumuzda masalarda insanlar yiyip içiyor, kadehler kaldırılıp sohbetler ediliyordu. biz ikimiz ise ayrı bir alemdeydik adeta. televizyonu sessiz izliyorduk mecburen. gs tv'nin dandik yayınındaki skorbord görüntüsü de zırt pırt gidiyordu ekrandan. abiden mütemadiyen "kaç fark lazım bize oğlum" sorusu geliyordu. "hadi ışıl hadi bee", "augustus bir tanesin sen yaa" gibi ifadelerle inlemem ve abinin ikide bir "hadi evladım, hadi kızım" diye sayıklaması dışardan; hele de o ortamda nasıl görünmüştür tahmin etmek pek zor değil herhalde
*. son saniyeler geçmek bilmiyordu bir türlü, "elenmeyelim şunlara" kıvranmaları içinde omuz omuza izliyorduk. ses yoktu, altta skor bilgisi de yoktu. fark iki mi üç mü diye kıvranıyorduk ki maç bitti. ekranda gördüğüm son sahne sahaya dalan yaseminle ışıl'ın kucaklaşmasıydı, zira hemen sonra bir benzerini de abiyle biz gerçekleştirdik. bir süre sonra normale dönünce aklıma arkadaşlarım geldi. allahtan söz konusu galatasaray olunca "delidir, ne yapsa yeridir" muamelesi yapmaya alışkınlardı bana. umduğum kadar sert karşılamadılar
*.
sağlam bir galatasaraylıydı abi ama futbol dışındaki takımlarımızla pek ilgisi olmadığı belliydi. maçı sırf karşıdaki takım "rum" olduğu için takip ediyordu belli ki o akşam. o yolun sonunda kızların elinde bir avrupa kupası kalktığından haberi var mıdır, emin değilim. spora siyaset karışmasını da pek desteklemem ama o akşam sıradan bir maçtan fazlasıydı biz kıbrıslı türkler, özellikle 1974 ve öncesi dönemi yaşayanlar için. galatasaray o akşam da böyle bir şekilde görünmüştü bana. normalde olsa "müşteri memnuniyeti" hesabına fazla ortalarda dolanmamasına rağmen o akşam mekanın orta yerinde dikilip "hadi yavrum hadi bee" diye haykıran adamdı. heyecandan nereye koyacağını bilemediği kollarında ve turu geçince buğulanan gözlerinde vücut bulmuştu galatasaray. her haliyle güzeldi galatasaray ama o hali daha da bir güzeldi...