ante scriptum: bir önceki sözlük hesabım, diagne denen topçu ve benim iradesizliğim sebebiyle kapatılmıştı. bu maçta da bu giriyi yazmamın ilham kaynağı, kendisi ve feghouli denen topçu oldu. artık küfür etmeden küfür ediyorum. :)
ben bir galatasaraylıyım. galatasaray benim. öyle ki, hangi maçı izlersem izleyeyim, sahanın alakasız -ve tamamen kendine has- bir bölgesinde akrobasi yapan hagi'yi; bir golü, bir seri katilin soğukkanlılığıyla düşünüp tasarlayan hakan'ımı; koridorlarını hayatlarına kazıyan beklerimizi ve futbol oynamayı bir ko-operasyona dönüştüren orta sahamızı görürüm. halisünasyondur, olur. ancak uzunca bir süredir, takım pozisyonlara aynı tutku ve ciddiyetle yaklaşmıyor.
bu maçta elde ettiğimiz pozisyonları ve o pozisyonları bitiren vuruşları iyi izleyin. ne kadar rahat ve açı olarak ne kadar müsait pozisyonlardı... golü düşünmek, golle yaşamak, golü koklamak, golü sevmek, golle sevişmek sadece belli forvetlere özgü bir karakteristikmiş anlaşılan. "vurayım, elbet bir şekilde gol olur." vuruşlarını kurtararak ünlü olan tonla kaleci var. lung her ne kadar bu lig seviyesinde iyi bir kaleci olsa da, golcülerimizin defolarını ortaya çıkarmak onun için bir 2. lig işiydi. nitekim son vuruş olarak bugün bir 2. lig takımından hâlliceyiz.
tutkulu futbolcu. bu, ihtiyacımız olan şeyin adı. estetik adamlar. hakan'ım, "unutulmaz maçlar"da anlatır ya, bir golü nasıl düşündüğünü... etrafındaki insanlar ondan, gol hususunda bu kadar detaycı olmamasını beklerler de, o da onları dinlemeyip estetik uğrunda bir kaçırırsa iki atar ya... işte, öyle bir şey.
değişen dünya, değişen zevkler ve gelişen teknoloji, insanın ruhuyla; dertleri ve zevkleriyle oynadı. hakan'ımı, hagi'mi, ergün'ümü, bülent'imi, tafo'mu ve diğerlerini efsaneleştiren, yine de geçen zaman değil; tamamen kendi tutkuları idi.