24
dünya futbolu için 2012'den geriye akılda kalan 10 büyük olay
10-corinthians’tan kıtalararası mesaj
gazeteciliğin en meşhur klişesidir; köpek insanı değil insan köpeği ısırırsa haber olur. teşbihte hata olmasın, ancak adı kadar itibarı olmayan fifa kulüpler dünya kupası’nı, avrupa şampiyonu ve ingiliz devi chelsea kazansaydı bu listede yer almayacaktı. gelin görün ki corinthians rakibine nazaran mütevazı kadrosuyla üstün bir oyun sergileyerek kupaya uzandı ve belki de gözleri okyanus ötesine aşina olmayan, güney amerika futbolunu dahi schengen ülkelerindeki temsilcileriyle sınırlayan kibirli bizlere (sizi tenzih ederim!) bir mesaj vermek istedi: biz futbolun tüm güzellikleriyle hala buradayız.
9-montpellier mucizesi
almanya’da bayern, ispanya’da barça, italya’da inter-milan ikilisi, ingiltere’de ise united veya chelsea. bu devlerin ortak özelliği beklenenin aksine 2012’yi lig şampiyonluğundan yoksun geçirmeleri. ancak avrupa’nın beş büyük liginin en büyük sürprizi kuşkusuz fransa’da yaşandı. ne para babası psg, ne fransa futbolunun 2000’li yıllardaki tek kralı lyon, ne de bu kralın saltanatına yakın zamanda ilk darbeyi indiren 90’ların devi marsilya… fransa’da bu üç devin arasından sıyrılan mütevazı bir kulüp vardı 2012’de. alkışlar şampiyon montpellier’ye…
8-tek adam platini ve euro 2020
severiz sevmeyiz, ancak michel platini, futbol oynadığı yıllarda sahada nasıl oyunu kontrol etmeyi seviyorsa, başkanlığı sırasında da uefa’yı ve avrupa futbolunu kendi bildiği yörüngede kontrol etmeyi o kadar sevdiğini bir kez daha gösterdi. aylardır dilinden düşürmediği euro 2020’yi avrupa’nın önemli şehirlerine yayma fikrini etkili bir lobi çalışmasıyla karara bağladı bile. üstelik ezici bir çoğunluğun desteğiyle… bu kararın avrupa’nın en önemli futbol organizasyonunu taraftarın ayağına getiren bir devrim mi yoksa futbol kozunu kullanarak ekonomik krizle boğuşan avrupa’ya mali destek sağlama projesi kapsamında bir karşı-devrim mi olduğu ise siz futbolseverlerin fikrine kalmış.
7-kasım’da ibra-mexes düeti
‘kasım’da aşk başkadır’ önermesinin aslı astarı var mıdır bilmem. ben hiçbir etkisini görmedim. ancak 2012’nin kasım’ında atılan iki gol var ki, futbol aşkının yeşil sahadaki estetik tezahüründen başka bir şey değil. önce zlatan ibrahimovic’in ingiltere’ye attığı golü ağzımız açık izledik bu ayda, hemen arkasından anderlecht deplasmanında philippe mexes’in ibra’dan nasıl rol çaldığını, ‘bu gol kalede kaleci varken de atılır’ dediğini seyrettik şaşkınlıkla. 2012’ye damgasını vuran bu iki golü hatırlarken futbolu bu kadar sevme nedenlerimizi tekrar gözden geçirelim.
6-ömre bedel 5 dakika
katarlı sahipleri ve transfere harcadığı sayısız milyonlarla para-başarı denklemini birkaç sezondur yeniden gündeme getiren manchester city’nin 2012 mayıs’ında kazandığı şampiyonluğa ‘parayla saadet oluyormuş’ deyip geçmek haksızlık olur. ne kadar para harcarsanız harcayın, şampiyonluğun sahada ruhla kazanıldığını bize gösteren bir 5 dakika var ki bu yılda, onu unutmak mümkün değil. önce edin dzeko, sonra agüero ve sonra sahayı bir anda istila eden binlerce mavili taraftar… belki de hepsinden önemlisi manchester’in kırmızı yakası old trafford’da yıllardır asılı duran ve her sene müstehzî bir çentik daha atılan o ‘44’ yazısını yerle yeksan etmek… ne dersiniz?
5-chelsea kadere inat
londra’nın mavileri chelsea’nin, avrupa’nın en büyük turnuvasında 2008’de penaltılarda manu’ya 2009’da ise son saniye golüyle barcelona’ya kaybetmesi hafızalarda tazeliğini koruyor. yıldızları ve potansiyeliyle avrupa futbolunu titretmesi beklenen dönemde hüsranlara alışan chelsea, olgunlaşmış kadrosu ve di matteo’yla kazandığı karakterle 2012’de şampiyonlar ligi kupasına uzanan ilk londra kulübü olma onuruna erişti. yarı finalde en büyük favori barcelona’yı elemeleri, finalde ise bayern’i geriden gelip kendi evlerinde eli boş bırakmaları, yılların dramatik kaybedişlerine selam çakar nitelikteydi. kazanılan kupa ve bu fotoğraftaki adam chelsea’nin yazılı/sözlü tarihinin nesiller boyu en önemli parçalarından olacak.
4-rangers’ın çöküşü ve sabır dersleri
piyasaların ekonomik krizle boğuştuğu 2012 yılında rekabetçi serbest piyasanın belki de en pür ve en vahşi özelliklerini bünyesinde barındıran endüstriyel futbolun bundan nasibini almaması düşünülemezdi. nitekim en büyük çöküş, iskoçya futbolunun iki devinden birini vurdu. tarihinde elde ettiği 54 şampiyonlukla dünyanın en çok şampiyon olan takımı unvanını elinde bulunduran 139 yıllık çınar glasgow rangers, birikmiş borçlarını ödeyemeyince 4. lige düşürüldü. bu kümedeki ilk maçında 49.118 seyirciyle dünya rekoru kıran rangers taraftarı, bizlere futbolun gerçek güzelliğinin para ya da başarı fetişizminde değil amatör ruhta yattığını bir kez daha hatırlattı. o ruhu kaybetmememiz dileğiyle…
3-şampiyon zambiya
gabon’da düzenlenen 2012 afrika uluslar kupası, her turnuvada olduğu gibi birçok futbolseverin en büyük neşesi olmasının yanı sıra, sürpriz kazananı ve trajik tesadüfleriyle unutulmazlar arasına girdi. tarihinde iki ikinciliği bulunan ancak avrupa devlerinin afrika ‘pazarına’ el atmalarıyla milli takım düzeyinde başarıya hasret kalan zambiya, güçlü kıtadaşlarının arasından sıyrılarak anlamlı kupaya uzandı. o kupayı zambiyalılar için çok daha anlamlı kılan ise finalin, 1993’te zambiyalı 18 milli futbolcunun hayatını kaybettiği uçak kazasının meydana geldiği şehir olan libreville’de oynanmasıydı. umarız hiç tanıyamadıkları abileri de zaman ve mekândan âzat, onlarla gurur duymuştur.
2-bu gurur ispanya’nın
franco’nun sahada izlediği söylenen yegâne maçta 1964’te ispanya, sscb’yi yenerek kendi evinde avrupa şampiyonu oluyor; daha sonra ise kırk küsur yıl aradığı başarıyı bulamıyordu. şimdilerde ise barcelona ve real madrid temeli üzerine kurulan ispanya milli takımı, kimileri tarafından dünyanın gelmiş geçmiş en iyi takımı olarak nitelendiriliyor bile. istatistikler ise ortada; geçtiğimiz yaz 2012 avrupa futbol şampiyonasında mutlu sona ulaşan matadorlar tarihte 3 büyük turnuvayı üst üste kazanan ilk takım oldular bile. üstelik finalde rakibi italya’yı 4-0 geçerek işi ciddiye aldıkları takdirde 2’şer yıl arayla sek sek oynar gibi şampiyonluklar kazanabileceklerini göstermek suretiyle… bu saltanata kim nasıl son verecek bilemeyiz ancak bir gerçek var, futbolda 2012 de ispanyolların senesi oldu.
1-‘91’
lionel messi öyle bir futbolcu ki artık onu konuşmak, onu anlatmak sıradanlaştı; tıpkı attığı akıl almaz gollere verdiğimiz tepki gibi. “abi gel biraz messi övelim / eyvallah moruk, övdüm de geldim, sağ ol” kıvamına gelmiş vaziyetteyiz. ancak 2012’nin en önemli futbol olayının messi’nin 91 gollük rekoru olduğunu inkâr edersek en hafif tabirle kadirnâşinaslık etmiş oluruz. barcelona formasıyla attığı 79 gole arjantin milli takımı’yla eklediği 12 gol ona guiness’e göre bir takvim yılında en fazla gol atan futbolcu olma şerefini kazandırdı. ancak attığı gollerden sonra asiste koşması, kendini hiçbir zaman takımın üstünde görmeyerek sergilediği tevazu örneğiyle messi’nin kalplerimizdeki yerini kırdığı kıracağı her türlü rekordan bağımsız tutmak gerek. umarız messi sanatıyla uzun yıllar daha, onu izleme şansına erişmiş jenerasyonlara futbol aşkı ve umut aşılamaya devam eder.
memetcan kutlay
10-corinthians’tan kıtalararası mesaj
gazeteciliğin en meşhur klişesidir; köpek insanı değil insan köpeği ısırırsa haber olur. teşbihte hata olmasın, ancak adı kadar itibarı olmayan fifa kulüpler dünya kupası’nı, avrupa şampiyonu ve ingiliz devi chelsea kazansaydı bu listede yer almayacaktı. gelin görün ki corinthians rakibine nazaran mütevazı kadrosuyla üstün bir oyun sergileyerek kupaya uzandı ve belki de gözleri okyanus ötesine aşina olmayan, güney amerika futbolunu dahi schengen ülkelerindeki temsilcileriyle sınırlayan kibirli bizlere (sizi tenzih ederim!) bir mesaj vermek istedi: biz futbolun tüm güzellikleriyle hala buradayız.
9-montpellier mucizesi
almanya’da bayern, ispanya’da barça, italya’da inter-milan ikilisi, ingiltere’de ise united veya chelsea. bu devlerin ortak özelliği beklenenin aksine 2012’yi lig şampiyonluğundan yoksun geçirmeleri. ancak avrupa’nın beş büyük liginin en büyük sürprizi kuşkusuz fransa’da yaşandı. ne para babası psg, ne fransa futbolunun 2000’li yıllardaki tek kralı lyon, ne de bu kralın saltanatına yakın zamanda ilk darbeyi indiren 90’ların devi marsilya… fransa’da bu üç devin arasından sıyrılan mütevazı bir kulüp vardı 2012’de. alkışlar şampiyon montpellier’ye…
8-tek adam platini ve euro 2020
severiz sevmeyiz, ancak michel platini, futbol oynadığı yıllarda sahada nasıl oyunu kontrol etmeyi seviyorsa, başkanlığı sırasında da uefa’yı ve avrupa futbolunu kendi bildiği yörüngede kontrol etmeyi o kadar sevdiğini bir kez daha gösterdi. aylardır dilinden düşürmediği euro 2020’yi avrupa’nın önemli şehirlerine yayma fikrini etkili bir lobi çalışmasıyla karara bağladı bile. üstelik ezici bir çoğunluğun desteğiyle… bu kararın avrupa’nın en önemli futbol organizasyonunu taraftarın ayağına getiren bir devrim mi yoksa futbol kozunu kullanarak ekonomik krizle boğuşan avrupa’ya mali destek sağlama projesi kapsamında bir karşı-devrim mi olduğu ise siz futbolseverlerin fikrine kalmış.
7-kasım’da ibra-mexes düeti
‘kasım’da aşk başkadır’ önermesinin aslı astarı var mıdır bilmem. ben hiçbir etkisini görmedim. ancak 2012’nin kasım’ında atılan iki gol var ki, futbol aşkının yeşil sahadaki estetik tezahüründen başka bir şey değil. önce zlatan ibrahimovic’in ingiltere’ye attığı golü ağzımız açık izledik bu ayda, hemen arkasından anderlecht deplasmanında philippe mexes’in ibra’dan nasıl rol çaldığını, ‘bu gol kalede kaleci varken de atılır’ dediğini seyrettik şaşkınlıkla. 2012’ye damgasını vuran bu iki golü hatırlarken futbolu bu kadar sevme nedenlerimizi tekrar gözden geçirelim.
6-ömre bedel 5 dakika
katarlı sahipleri ve transfere harcadığı sayısız milyonlarla para-başarı denklemini birkaç sezondur yeniden gündeme getiren manchester city’nin 2012 mayıs’ında kazandığı şampiyonluğa ‘parayla saadet oluyormuş’ deyip geçmek haksızlık olur. ne kadar para harcarsanız harcayın, şampiyonluğun sahada ruhla kazanıldığını bize gösteren bir 5 dakika var ki bu yılda, onu unutmak mümkün değil. önce edin dzeko, sonra agüero ve sonra sahayı bir anda istila eden binlerce mavili taraftar… belki de hepsinden önemlisi manchester’in kırmızı yakası old trafford’da yıllardır asılı duran ve her sene müstehzî bir çentik daha atılan o ‘44’ yazısını yerle yeksan etmek… ne dersiniz?
5-chelsea kadere inat
londra’nın mavileri chelsea’nin, avrupa’nın en büyük turnuvasında 2008’de penaltılarda manu’ya 2009’da ise son saniye golüyle barcelona’ya kaybetmesi hafızalarda tazeliğini koruyor. yıldızları ve potansiyeliyle avrupa futbolunu titretmesi beklenen dönemde hüsranlara alışan chelsea, olgunlaşmış kadrosu ve di matteo’yla kazandığı karakterle 2012’de şampiyonlar ligi kupasına uzanan ilk londra kulübü olma onuruna erişti. yarı finalde en büyük favori barcelona’yı elemeleri, finalde ise bayern’i geriden gelip kendi evlerinde eli boş bırakmaları, yılların dramatik kaybedişlerine selam çakar nitelikteydi. kazanılan kupa ve bu fotoğraftaki adam chelsea’nin yazılı/sözlü tarihinin nesiller boyu en önemli parçalarından olacak.
4-rangers’ın çöküşü ve sabır dersleri
piyasaların ekonomik krizle boğuştuğu 2012 yılında rekabetçi serbest piyasanın belki de en pür ve en vahşi özelliklerini bünyesinde barındıran endüstriyel futbolun bundan nasibini almaması düşünülemezdi. nitekim en büyük çöküş, iskoçya futbolunun iki devinden birini vurdu. tarihinde elde ettiği 54 şampiyonlukla dünyanın en çok şampiyon olan takımı unvanını elinde bulunduran 139 yıllık çınar glasgow rangers, birikmiş borçlarını ödeyemeyince 4. lige düşürüldü. bu kümedeki ilk maçında 49.118 seyirciyle dünya rekoru kıran rangers taraftarı, bizlere futbolun gerçek güzelliğinin para ya da başarı fetişizminde değil amatör ruhta yattığını bir kez daha hatırlattı. o ruhu kaybetmememiz dileğiyle…
3-şampiyon zambiya
gabon’da düzenlenen 2012 afrika uluslar kupası, her turnuvada olduğu gibi birçok futbolseverin en büyük neşesi olmasının yanı sıra, sürpriz kazananı ve trajik tesadüfleriyle unutulmazlar arasına girdi. tarihinde iki ikinciliği bulunan ancak avrupa devlerinin afrika ‘pazarına’ el atmalarıyla milli takım düzeyinde başarıya hasret kalan zambiya, güçlü kıtadaşlarının arasından sıyrılarak anlamlı kupaya uzandı. o kupayı zambiyalılar için çok daha anlamlı kılan ise finalin, 1993’te zambiyalı 18 milli futbolcunun hayatını kaybettiği uçak kazasının meydana geldiği şehir olan libreville’de oynanmasıydı. umarız hiç tanıyamadıkları abileri de zaman ve mekândan âzat, onlarla gurur duymuştur.
2-bu gurur ispanya’nın
franco’nun sahada izlediği söylenen yegâne maçta 1964’te ispanya, sscb’yi yenerek kendi evinde avrupa şampiyonu oluyor; daha sonra ise kırk küsur yıl aradığı başarıyı bulamıyordu. şimdilerde ise barcelona ve real madrid temeli üzerine kurulan ispanya milli takımı, kimileri tarafından dünyanın gelmiş geçmiş en iyi takımı olarak nitelendiriliyor bile. istatistikler ise ortada; geçtiğimiz yaz 2012 avrupa futbol şampiyonasında mutlu sona ulaşan matadorlar tarihte 3 büyük turnuvayı üst üste kazanan ilk takım oldular bile. üstelik finalde rakibi italya’yı 4-0 geçerek işi ciddiye aldıkları takdirde 2’şer yıl arayla sek sek oynar gibi şampiyonluklar kazanabileceklerini göstermek suretiyle… bu saltanata kim nasıl son verecek bilemeyiz ancak bir gerçek var, futbolda 2012 de ispanyolların senesi oldu.
1-‘91’
lionel messi öyle bir futbolcu ki artık onu konuşmak, onu anlatmak sıradanlaştı; tıpkı attığı akıl almaz gollere verdiğimiz tepki gibi. “abi gel biraz messi övelim / eyvallah moruk, övdüm de geldim, sağ ol” kıvamına gelmiş vaziyetteyiz. ancak 2012’nin en önemli futbol olayının messi’nin 91 gollük rekoru olduğunu inkâr edersek en hafif tabirle kadirnâşinaslık etmiş oluruz. barcelona formasıyla attığı 79 gole arjantin milli takımı’yla eklediği 12 gol ona guiness’e göre bir takvim yılında en fazla gol atan futbolcu olma şerefini kazandırdı. ancak attığı gollerden sonra asiste koşması, kendini hiçbir zaman takımın üstünde görmeyerek sergilediği tevazu örneğiyle messi’nin kalplerimizdeki yerini kırdığı kıracağı her türlü rekordan bağımsız tutmak gerek. umarız messi sanatıyla uzun yıllar daha, onu izleme şansına erişmiş jenerasyonlara futbol aşkı ve umut aşılamaya devam eder.
memetcan kutlay