76
1980'lerin en sonundan 1990'ların ortalarına kadarki dönemde dünyaya gelmiş tüm türk çocuklarına futbolu sevdiren unutulmaz turnuva. istisnasız her futbolsever için kendine malik olarak izlediği ilk dünya kupasının yeri ayrıdır ki zaten bu da 8-12 yaş aralığında olur istisnai vakalar haricinde. hakikaten 1 ay boyunca herşeyi bırakıp tadını alarak izleyebileceği dünya kupası sayısı da azami 3 ya da 4 olur. zira yirmili yaşlardan sonra hayat koşuşturmacası bir yere kadar size müsade eder...
bizim neslin şanslı olduğu nokta bu turnuvanın türkiye'nin 48 sene sonra katıldığı ve daha da ekstra olarak dünya üçüncülüğünü kucakladığı bir kupa olmasıydı. bir daha ömrümüz yeter mi bilinmez ama hafta içine denk gelen maçlarda milletin işi gücü bırakıp bulabildiği bir ekran önünde cümbür cemaat maç izlediği, hatta bir çarşamba gününe denk gelen yarı finaldeki brezilya maçı için hükümetin idari tatil açıklaması yaptığı fantastik bir dünya kupası olmuştu.
bir ay boyunca her sabah uyanıp 6 saat boyunca üç maçı pür dikkat izleyip öğlen arası şekerlemesinden sonra mahalleye çıkıp maçlara kaldığı yerden devam etme şeklindeki muhteşem programa ek olarak her yaştan insanın bir seferberlik halinde olaya dahil olabilmesi ve tabi yaşanan büyük başarının etkisiyle bugün yavaş yavaş orta yaşlarına doğru giden pek çok futbol delisinin zehri aldığı bir turnuva olmuştur.
tabi o zamanlar her anlamda dışa açılmaya, kendini ve potansiyelini beynelminel arenaya taşımaya çalışan bir türkiye vardı. eski neslin çok iyi hatırlayacağı mektup arkadaşı olaylarının bile son demleri yaşanıyordu henüz. dış dünyayla iletişimimiz hala o noktalardaydı. spor özelinde ele alırsak makus talihini yeni yeni kırmaya başlayan, "evet biz de yapabiliyoruz"un tadını yeni yeni tadmaya başlayan bir türk sporu vardı. yıllar yılı deplasmanda korner atınca gol gibi sevinen, herhangi bir branşta bir tur geçince bayram eden ülkeye uluslararası kupalar gelmeye başlamıştı. koraç kupası, uefa kupası, türkiye'de düzenenlenen turnuvalarda erkek basketbol ve kadın voleybol'da gelen avrupa ikincilikleri yavaş yavaş ülke sporunun/sporcusunun ufkunu açmaya başlamıştı.
tüm bunlara ek olarak henüz milli değerlerin belli bir zümreye değil millete ait olduğu tatlı dönemlerdi. toplumun farklı görüşe hakim sınıfları tam bir barış ortamında olmasa da net bir çatışma ya da ayrışma halinde değildi. aralarındaki etkileşim kişisel insan ilişkileri çerçevesinde daha sınırlı bir boyuttaydı. bu da her kesimi belli ölçüde dizginleyen bir durumdu. ve en önemlisi türk futbol ailesi ya da benzeri örgütlenmeler varsaydı bile bu kadar sahanın önüne geçer boyutta değildi. ama hepsinden daha önemlisi kendini yurtdışında ispat etmenin tadını almaya başlamış, hala daha başarıya aç bir toplum vardı. bu da o kupanın layığıyla yaşanıp o başarının da doya doya kutlanmasında önemli faktörlerden biri olmuştu.
saha içine bakıldığı zamansa taffarel'in yerine rüştü, popescu'nun yerine alpay, hagi'nin yerine yıldıray değişikleri yapılmış bir galatasaray vardı. yaklaşık 10 yıldır beraber oynayan ve takır takır işlemekte olan bir iskeletin üzerine birkaç zorunlu değişiklik ile gayet de başarılı bir milli takım ortaya çıkarılmıştı. zaten yılın belli dönemlerinde bir araya gelebilen milli takımlarda başarı yakalayabilmenin en basit ve pratik yolu sezon hatta sezonlar boyu belli bir seviyeyi yakalamış takımlardaki iskeleti birkaç takviyeyle sahaya sürmektir. avrupa futbol medyasının o dönem çok dillendirdiği avrupalı takımlarla karşılaşmama konusu bir yere kadar şans olarak kabul edilebilir olsa da tarihin en çok yıldız barındıran brezilya takımlarından biriyle 2 defa oynamanın o bakış açısıyla gidersek biraz o "şans"ı tolore ettiğini söylemek haksızlık olmaz. hakiki ronaldo, tiyatrocu rivaldo, top cambazı ronaldinho ve o dönemlerin genç yeteneği kaka'nın bir arada bulunduğu o çılgın kadroyla 2 maç yapmak bile neredeyse bir dünya kupası elemesine bedeldi. özellikle yarı final maçında rüştü'nün performansı berlin panteri turgay şeren ile birlikte türk futbol tarihinin en büyük kaleci performanslarından biridir.
ek olarak turnuvanın en saygı duyulan süprizlerinden senegal'e karşı 95 dakika oynanan futbol da yabana atılır cinsten değildi örneğin...
yine de son 1.5 yıldır lucescu ile yeni bir oyun anlayışı edinmiş galatasaray yerine 2000 yazındaki form durumu ve mentalite ile devam eden bir galatasaray'dan takımın iskeleti turnuvaya çıksaydı, hele de fatih terim yönetiminde çıksaydı olayların nasıl cereyan edeceği konusu futbol tarihindeki ukdelerden biri olarak her daim kalacaktır. şenol güneş'in literatüre "hakan şükür tipi forvet" tabirini sokacak kadar kendini çift forvet oynamaya adamış hakan şükür ve sezon boyunca tek forvet oynadığı dönenmlerde girdiği gol orucu kavga dövüş daum çift forvete dönünce bozulup gol krallığına koşan ilhan mansız'ı beraber sahaya sürmeme inadı çok eleştirilmşti. o dönem filozofluğunun da staj dönemlerinde olan şenol güneş bir an mustafa denizli tribine girip senegal maçı sonrası galibiyetin de gazıyla "bizi çok eleştiriyorlar, yerden yere vuruyorlar, şimdi ne bulacaklar merak ediyorum" tarzı bir çıkış yapmıştı. üçüncülük maçında sahaya nihayet beraber sürdüğü hakan şükür-ilhan mansız ikilisinin yarım saatte 3 gol bulması ise adeta kendi kendine taktığı bir kapak olmuştu. ne hakan şükür iddia edildiği gibi formsuz, ne de ilhan havalanmıştı. ikisinin de ilacı beraber oynamaktı ama aşırı bir ihtiyat sebebiyle onları beraber sahaya sürememişti şenol güneş.
allahtan kadronun geri kalanı böyle ikilemlere yer bırakmayacak kadar net ve alternatifsizdi...
bizim neslin şanslı olduğu nokta bu turnuvanın türkiye'nin 48 sene sonra katıldığı ve daha da ekstra olarak dünya üçüncülüğünü kucakladığı bir kupa olmasıydı. bir daha ömrümüz yeter mi bilinmez ama hafta içine denk gelen maçlarda milletin işi gücü bırakıp bulabildiği bir ekran önünde cümbür cemaat maç izlediği, hatta bir çarşamba gününe denk gelen yarı finaldeki brezilya maçı için hükümetin idari tatil açıklaması yaptığı fantastik bir dünya kupası olmuştu.
bir ay boyunca her sabah uyanıp 6 saat boyunca üç maçı pür dikkat izleyip öğlen arası şekerlemesinden sonra mahalleye çıkıp maçlara kaldığı yerden devam etme şeklindeki muhteşem programa ek olarak her yaştan insanın bir seferberlik halinde olaya dahil olabilmesi ve tabi yaşanan büyük başarının etkisiyle bugün yavaş yavaş orta yaşlarına doğru giden pek çok futbol delisinin zehri aldığı bir turnuva olmuştur.
tabi o zamanlar her anlamda dışa açılmaya, kendini ve potansiyelini beynelminel arenaya taşımaya çalışan bir türkiye vardı. eski neslin çok iyi hatırlayacağı mektup arkadaşı olaylarının bile son demleri yaşanıyordu henüz. dış dünyayla iletişimimiz hala o noktalardaydı. spor özelinde ele alırsak makus talihini yeni yeni kırmaya başlayan, "evet biz de yapabiliyoruz"un tadını yeni yeni tadmaya başlayan bir türk sporu vardı. yıllar yılı deplasmanda korner atınca gol gibi sevinen, herhangi bir branşta bir tur geçince bayram eden ülkeye uluslararası kupalar gelmeye başlamıştı. koraç kupası, uefa kupası, türkiye'de düzenenlenen turnuvalarda erkek basketbol ve kadın voleybol'da gelen avrupa ikincilikleri yavaş yavaş ülke sporunun/sporcusunun ufkunu açmaya başlamıştı.
tüm bunlara ek olarak henüz milli değerlerin belli bir zümreye değil millete ait olduğu tatlı dönemlerdi. toplumun farklı görüşe hakim sınıfları tam bir barış ortamında olmasa da net bir çatışma ya da ayrışma halinde değildi. aralarındaki etkileşim kişisel insan ilişkileri çerçevesinde daha sınırlı bir boyuttaydı. bu da her kesimi belli ölçüde dizginleyen bir durumdu. ve en önemlisi türk futbol ailesi ya da benzeri örgütlenmeler varsaydı bile bu kadar sahanın önüne geçer boyutta değildi. ama hepsinden daha önemlisi kendini yurtdışında ispat etmenin tadını almaya başlamış, hala daha başarıya aç bir toplum vardı. bu da o kupanın layığıyla yaşanıp o başarının da doya doya kutlanmasında önemli faktörlerden biri olmuştu.
saha içine bakıldığı zamansa taffarel'in yerine rüştü, popescu'nun yerine alpay, hagi'nin yerine yıldıray değişikleri yapılmış bir galatasaray vardı. yaklaşık 10 yıldır beraber oynayan ve takır takır işlemekte olan bir iskeletin üzerine birkaç zorunlu değişiklik ile gayet de başarılı bir milli takım ortaya çıkarılmıştı. zaten yılın belli dönemlerinde bir araya gelebilen milli takımlarda başarı yakalayabilmenin en basit ve pratik yolu sezon hatta sezonlar boyu belli bir seviyeyi yakalamış takımlardaki iskeleti birkaç takviyeyle sahaya sürmektir. avrupa futbol medyasının o dönem çok dillendirdiği avrupalı takımlarla karşılaşmama konusu bir yere kadar şans olarak kabul edilebilir olsa da tarihin en çok yıldız barındıran brezilya takımlarından biriyle 2 defa oynamanın o bakış açısıyla gidersek biraz o "şans"ı tolore ettiğini söylemek haksızlık olmaz. hakiki ronaldo, tiyatrocu rivaldo, top cambazı ronaldinho ve o dönemlerin genç yeteneği kaka'nın bir arada bulunduğu o çılgın kadroyla 2 maç yapmak bile neredeyse bir dünya kupası elemesine bedeldi. özellikle yarı final maçında rüştü'nün performansı berlin panteri turgay şeren ile birlikte türk futbol tarihinin en büyük kaleci performanslarından biridir.
ek olarak turnuvanın en saygı duyulan süprizlerinden senegal'e karşı 95 dakika oynanan futbol da yabana atılır cinsten değildi örneğin...
yine de son 1.5 yıldır lucescu ile yeni bir oyun anlayışı edinmiş galatasaray yerine 2000 yazındaki form durumu ve mentalite ile devam eden bir galatasaray'dan takımın iskeleti turnuvaya çıksaydı, hele de fatih terim yönetiminde çıksaydı olayların nasıl cereyan edeceği konusu futbol tarihindeki ukdelerden biri olarak her daim kalacaktır. şenol güneş'in literatüre "hakan şükür tipi forvet" tabirini sokacak kadar kendini çift forvet oynamaya adamış hakan şükür ve sezon boyunca tek forvet oynadığı dönenmlerde girdiği gol orucu kavga dövüş daum çift forvete dönünce bozulup gol krallığına koşan ilhan mansız'ı beraber sahaya sürmeme inadı çok eleştirilmşti. o dönem filozofluğunun da staj dönemlerinde olan şenol güneş bir an mustafa denizli tribine girip senegal maçı sonrası galibiyetin de gazıyla "bizi çok eleştiriyorlar, yerden yere vuruyorlar, şimdi ne bulacaklar merak ediyorum" tarzı bir çıkış yapmıştı. üçüncülük maçında sahaya nihayet beraber sürdüğü hakan şükür-ilhan mansız ikilisinin yarım saatte 3 gol bulması ise adeta kendi kendine taktığı bir kapak olmuştu. ne hakan şükür iddia edildiği gibi formsuz, ne de ilhan havalanmıştı. ikisinin de ilacı beraber oynamaktı ama aşırı bir ihtiyat sebebiyle onları beraber sahaya sürememişti şenol güneş.
allahtan kadronun geri kalanı böyle ikilemlere yer bırakmayacak kadar net ve alternatifsizdi...