genellikle televizyondan izlediğim maç hakkında yorum yapmaktan imtina ederim ve televizyondan izlediğim kadarı ile yorum yaptığımı da belirtirim. genel olarak hemen hepsini dikkate almamakla beraber maçı televizyondan izleyip sonra yine televizyonda ahkam kesenlerden ise olabilecek en uzak mesafede dururum. hasılı stadyumda izlenen maç ile televizyonda izlenen maçların yorumlanmasında çok büyük farklılıklar olduğunu defalarca bizzat tecrübe ettim.
televizyondan izlediklerim haricinde şu yaşıma kadar kaç maç izlediğimi hatırlamıyorum. kendimi bildim bileli maçlara gidiyorum ve onca maçın arasında oldukça garip, acayip, manasız, anlamsız maçlar da izledim haliyle. mesele göteborg ile oynadığımız bir avrupa kupası maçı vardı seneler önce. doksan dakika tek kale oynayıp, yirmi küsür korner atıp, maçın son dakikasında adamların ilk veya ikinci korner atışlarında gol atıp kaybettiğimiz maçta oradaydım. fenerbahçe'ye 3-0 önde iken 3-4 kaybettiğimiz maçta, yine beşiktaş ile şampiyonluk için yarıştığımız bir sezon vardı,
ali sami yen'de beşiktaş ile oynuyorduk ve maçı kazanan resmen olmasa da şampiyonluğu garantiliyordu. maçtan önceki geceyarısı stadı dolduracak kadar taraftar bilet gişelerinin önüne dizilmişti bile. maç başladı 2-0 öne geçtik, sonra bizim defansın ıskası filan derken beşiktaş maçı 2-3 aldığında oradaydım.
graeme souness ile teknik direktör olarak anlaşıp istanbul'a geldiğinde, o sezonun son bi'kaç maçı kalmıştı (belki de son maçtı) ve biz
ali sami yen'de küme düşmesi kesinleşmiş
zeytinburnuspor ile oynuyorduk. maç başladı ve zeytinburnu ilk yarıda 3-0 öne geçti, ilk yarının son dakikasında yanılmıyorsam saffet'in
* topukla attığı gol ile ilk yarıyı 1-3 bitimiş ve ikinci yarı atılan gollerle 7-3 kazandığımız maçta da oradayım.
bunlar ilk aklıma gelenler ve üzerinde o kadar zaman geçti ki aklımda kalanlar ancak bunlar. eksik ya da fazlası olabilir.
hasılı unuttuklarım, hatırladıklarım onlarca katıdır muhtemelen.
ve gelelim
14 mart 2015 galatasaray başakşehirspor maçına.
stada ulaşmak için başlayan çileli yolculuğum (aslında bir çok kişiden daha kolay ulaşım imkanım olmasına rağmen), yediğim yağmur yüzünden daha da acayip hale gelmişti ki ulaşım konusunu direk es geçiyorum.
bu sezon takımın performansına bakınca şampiyonluk konusunda her ne kadar çok ümitli olmasam da gelinen durum bu maçı oldukça kritik bir hale getirmişti ve zor maç olacağı da belliydi. ilk yarı bulunduğum yer itibarı ile
olcan adın tam önümde oynuyordu. sol kanadın otoban olmasını hüzünle izlerken bir yandan da olcan için üzülüyordum. zira özellikle başakşehir gibi kapanan takımlara karşı ileride kilidi açabilecek oyunculardan biri olabilecek iken defanstaki performansı ile iki kere dezavantajlı oynuyordu takım. çok güzel bir zamanda
selçuk inan'ın golü geldi ve ilk yarı bitti. takım iyi değildi ama
hamit altıntop ile
yasin öztekin'in çalışkanlığı ve güzel oyununa
wesley sneijder'ın aklı ve
selçuk inan'ın gayretleri de eklenince ilk yarıyı istediğimiz gibi bitirdik.
ikinci yarı takım golün de etkisi ile biraz daha moralli ve istekli başladı. yasin'in asisti ile ikinci golü bulduk ve o ondan sonra özellikle de yasin (hamit'in katkısını unutmamamak lazım) takımı adeta tek başına sürüklüyordu. takım taraftarla beraber rüzgarı almış ve daha iyi oynamaya başlamıştı. ilk yarıda ataklar yapan başakşehir bile artık oyunu bırakmaya başlamış oyunu kendi sahasında kabul etmeye başlamıştı.
zor maçı kolaya çevirmeyi başarmış hatta koparmak üzereyken, ne olduysa o anlamsız oyuncu değişikliği oldu. öncelikle merak ettiğim neden bu durumda oyuncu değişikliği yapma gereği duyar insan, sebep ne? dedim ya televizyonda daha farklı diye, zira tabelada yasin'in numarası görüldüğü anda şok olmayan çok az kişi vardı. inanılmaz bir alkış sesi ki, oyuncu değişikliğinde duyabileceğin türden bir alkış değildi kesinlikle. takımın en iyi performans gösteren ve fizik olarak da en diri oyuncusu çıkıyordu. ben bi'an bir gariplik hissettim. bilim kurgu filmlerinde olur ya hani. görüntüde kesilme olmuş ve aynı yerden montaj edilmiş devam edilmiş gibi saniyeden de kısa bir süre ekranda takılma-atlama gibi bi'şey olur. o şokla yerime oturup kaldım. içimden "bu maç zor biter" diyordu ama yanımdakilere söyleyemiyordum.
o anda ve sonrasında takıma ve stada çöken havayı nasıl anlatacağımı bilemiyorum. zaten takımın kafası iyice karışmış, kim ne yaptığını bilmez halde acayip bir oyun başladı. ardından gelen goller ve son dakikada muslera'nın yenilmemek adına kırmızı kart görme pahasına golü önlemesi ve sarı ile kurtarmasını görünce bu maç zor biter düşüncesi bile hafif kalmıştı.
zor başlayan, yavaş yavaş düzelen, ardından her şey tam yoluna girmişken anlamsızca yapılan bir oyuncu değişikliğinin neleri kaybettirdiğini düşündükçe çıldıracak gibi oluyor insan. olcan, yasin, diğer oyuncuların şaşkınlığı ve takımın oynama isteği, kaybedilen iki puan ve en kötüsü de şu zor şartlarda bir şekilde elimize geçen şampiyonluk şansı.
anlamsız, gereksiz, saçma bir değişiklik için fazla bir bedel belki ama allah sana akıl vermiş. kullanmazsan cezasını da çekersin.
başta da belirtmiştim onca maç içinde çok garip, acayip, manasız, anlamsız maçlar da izledim diye;
14 mart 2015 galatasaray başakşehirspor maçı ve ben bu maçta da oradaydım.