barcelona'nın grupta 5 maçta 5 galibiyet alıp en yakın rakibine 10 puan fark atması sonrası antreman maçı havasında geçen, kaynaklara göre 42928 seyircinin lütfedip gittiği maç. tabi tiki-taka'nın icadına henüz 4-5 yıl var, messi arjantin'den yeni gelmiş hormon tedavisiyle uğraşıyor. nou camp yine bir cazibe merkezi ama şimdiki gibi değil...
6 kasım 2002 fenerbahçe galatasaray maçı'ndan 1 hafta sonraya denk gelmiştir. yine bir avrupa kupası maçı sebebiyle ertelenen derbi o dönemki fikstürde mümkün olan tek boşluğa yerleştirilmiş, ancak bu sefer de o maçta alınan tarihi skorun yarattığı karışık ruh hali içinde matematiksel olarak gruptan çıkma şansımız olan deplasman resmen gümbürtüye gelmiştir.
grupta son maçlar öncesinde barcelona 15, brugge 5, galatasaray ve lokomotif moskova 4'er puandaydı. lokomotif moskova'nın brugge'u eli boş göndermesi ve galatasaray'ın formalite maçına çıkan barcelona karşısında bir süpriz galibiyet koparması herşeye rağmen 2. tura çıkmamızı sağlayacaktı. nitekim moskova tam da istediğimiz gibi maçı 2-0 galip bitirmiş, mamafih biz ihtiyacımız olan skoru alamamıştık. malum maçta da giyilen kırmızı çorap-kırmızı şort-çubuklu forma kombinasyonu ile çıkmıştık. maçın başında gelen gole cihan haspolatlı ile cevap vermiş, hemen arkasından baliç'le galibiyete yaklaşsak da golü bulamamıştık. rölanti giden tempoda barceolona çok saldırmadıysa da tedbiri elden bırakmamış, ilk yarının sonu ve ikinci yarının başlarında attıkları gollerle skoru belirleyip avrupa maceramıza o sezon için nokta koymuşlardı.
alamet-i farikası olan 4-3-3 ile sahaya dizilen barcelona karşısına 4-4-2 formatında yayılmıştık. mondragon'un önünde sağdan sola fatih terim'in manevi oğlu
mohammed adama sarr, o dönem bel sakatlığından da muzdarip olan efsane kaptan bülent korkmaz, şampiyonlar liginde forma giyen ilk meksikalı
sergio almaguer ve ilerde "hakan küçüktür mide bulandırır" sloganıyla hatırlanacak olan
hakan ünsal vardı. bu dörtlüye karşılık barcelona ileri hattı ise
daniel garcia lara-
javier saviola -
geovanni deiberson maurício gómez üçlüsünden oluşmaktaydı. her ne kadar bu üçlünün yıldızı saviola'ya yoğunlaşsak da diğer ikisinin birer gol atmasına engel olamamıştır defans hattımız.
orta sahanın sağında ümit davala'nın da yokluğunda normalde sağ bek olarak oynayan
cihan haspolatlı çıkmıştı maça ki nitekim maçtaki tek golümüzü de kendisi atmıştı. orta sahanın göbeğinde takımın işçisi
joaa batista'nın yanında biraz süpriz olarak buz adam
ergün penbe'yi tercih etmişti hoca. sol kenar ise
hasan şaş'a teslim edilmişti. ergün tercihindeki ana sebep de aslında hasan şaş'ın atağa çıktığı bölümlerde ergün'ün orayı kapatabilecek nitelikte olması, zaten genetiğinde üçlü orta saha olan barcelona'ya karşı batista'nın da varlığıyla oyunu dengeleyebilmekti.
sadece 1 hafta önce orta saha üstünlüğünü fenerbahçe'ye kaptırmasına hatta ceyhun eriş-yusuf şimşek gibi iki tane oyun kurucunun orta saha ile bizim ceza sahası arasındaki boşlukta fink atmasına rağmen "taktik sadakat" adı altında bir inatla göbeğe bir oyuncu almayan fatih terim'in belli ki bir kaza daha yaşamaya niyeti yoktu. sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yiyordu ama işte olan ezeli rekabet tarihine geçen unutulmaz bir yenilgi yaşayan bizlere olmuştu...
barcelona orta sahasında ise her zaman ortalamanın üzerinde bir futbolcu olan ve a takımdaki ikinci yılını yaşayan
thiago motta, rotasyondan sebep forma şansı bulmuş vasat topçu
gerard lopez sagu ve
gaizka zabala mendieta efsanesi ile tamamlanmıştı. gerard'ın kariyerindeki ender gollerden birini yeme şerefi de canım ciğerim mondragon'a nasip olmuştu...
forvette ise sir alex ferguson'un "geleceğin en iyi 100 futbolcusu" listesinde adı geçen fabio pinto ve özellikle o sezonun ikinci yarısında formu zirve yapacak elvir baliç vardı. ikisi de safkan forvet olmayan, form düzeyleri de tartışmalı iki oyuncuyla gol aradığımız dörtlü ise
fernando navarro -
frank de boer -
carles puyol -
michael reiziger idi. aradaki sıklet farkını anlatacak kelime ise henüz icat edilmemişti...
10. dakikada dani garcia'nın attığı gole 10 dakika sonra cihan haspolatlı ile cevap verdiğimizde, maçlar o skorla bitse uefa kupasında yolumuza devam edecek konumdaydık. bu golden sonra baliç'in kaçırdığı, o günleri hatırlayanların unutamadığı pozisyon golle sonuçlansaydı kendimizi ikinci tura atacak konuma ulaşacaktık. kaderin bir cilvesi şeklinde iki maçın da 44. dakikasında gelen gollerle lokomotif moskova bir anda kendisini grup ikincliğinde buluverdi.
ikinci yarıya cihan yerine suat kaya'yı oyuna alarak başladı fatih terim. 55. dakikada farkın 2'ye çıkmasından kısa bir süre sonra da batista'nın yerine ayhan akman'ı aldı. takımın iki santraforundan biri olan arif erdem 90 dakikayı kulübede geçirirken
christian correa dionisio ancak 75. dakikada oyuna girebilmişti.
uzun lafın kısası galatasaray kazanmak için çıksa, kazanabilme isteğini ve konsantrasyonunu gösterse kimsenin "ne yapıyorsun" demeyeceği bir ortamda maçı 3-1 kaybederek avrupa defterini kapatmıştır bu maçta. 17 sene sonra böyle yazması kolaydır elbette ama çok kısa süre önce büyük bir travma yaşamış, bir yandan da sakatlıklarla boğuşan bir takımın o dirayeti gösterebilmesi kolay değildi. buna ek olarak lucescu'nun oyun sisteminden tekrar fatih terim futboluna dönmeye çalışma, bu arada takımdan ayrılanlar ve yerine yapılan ama istenen verimi vermeyen transferler gibi temel sorunları da vardı. nitekim ilk 3 haftasını 2. sırada geçirdiği, iç sahada oynadığı 5. haftada yine ipleri eline alma şansı olan bir grubu dördüncü sırada tamamlamıştık.
o sezon rüya gibi geçen doksanlı yılların bitişinin iyiden iyiye hissedildiği sezondu ve her kulvarda tadını unuttuğumuz tecrübeler yaşıyorduk. bu maç da o efkarlı zamanlarda oynanmış, avrupa'daki formsuzluğumuzun aslında sıradanlaşmaya doğru ilerleyişini yüzümüze vuran bir doksan dakika olmuştu...
(bkz:
tarihte bugün)