48
o eski güzel günlerin son demlerinde oynanmış olan unutulmaz maç.
yaş 12. futbolla ilgilenmeye başladığımız, aklımızın az da olsa amaya başladığı zamanlar işte birinci fatih terim döneminin herhangi bir yerine denk geliyor. bazı önemli maçlarda yalvar yakar kahvehanelere gitmeler, her mayıs ayında şampiyonluk kutlamak, şampiyonlar ligi maçları günlerinde aileyle yapılan pazarlıklar falan...
uefa kupasını görmüşüz çocuk yaşta. çok sevinmiştik, gururlanmıştık ama tabi çocuk kafası çok idrak edemiyorsun. bizim yaş grubunda olup da aksini iddia eden de yalan söylüyordur. ertesi sezon da real madrid'e çeyrek finalde kaybedince "lan biz galiba hep buralarda olacağız" gibi bir his gelmişti sadece. çocuksun tabi, aklın çok fazla almıyor.
fatih hoca 2000 yazında ayrılmıştı takımdan. ama hemen arkasından süper kupa'yı almıştık. 4 yıldan sonra şampiyonluk kaybetmek çok da önemli değildi, sonuçta şampiyonlar ligi çeyrek finali vardı ortada. daha sonra tabi geriye dönüp bakınca farkediyorsun sezonun nasıl el değiştirdiğini. bir tek o kansız muhabbetleri benim bile o yaşlarda hakim olabileceğim kadar ayyuka çıkmış...
tabi sezon sonu, hagi'nin vedası. henüz çok yakın sevdiğimiz tanıdığımız biri için gözyaşı dökmemişiz. yaşlılık ne demek, yaşlanmak nasıl bir şey ben hagi'den öğrendim. 25 şubat 2001 galatasaray kocaelispor maçında hagi'nin bir fotoğrafı var meşhur. galiba kocaelispor'un galibiyet golünde, topu kaptırdı orta sahada, yere oturdu hafif yana doğru elini koydu, pozisyonu izliyor. uzaklarda flu şekilde kocaelispor gol sevinci yaşıyor...
ben yaşlılığı orda gördüm tanıdım, o fotoğrafı bir gazete gördüğüm anda...
o kare, hagi'nin o sezon sonu bırakacağının gayrı resmi ilanıydı. nitekim öyle de oldu. hagi'yle beraber o efsane kadronun bir kısmı ayrıldı takımdan. taffarel, popescu, okan ve emre; o efsane kadronun ilk 11'inden ayrılan oyunculardı. ümit davala'nın da son maçıydı bahsi geçen maç...
öyle enteresan bir dönemdi işte. "sensizliğin ertesi" derler ya işte, tam da öyle bir zamandı. yarı yarıya değişmiş çehresiyle, özellikle hagi'nin yokluğunda takımın neler yapabileceği merak konusuydu. tabi şimdiki kadar dert etmezdik de, az çok aklımız ermeye başlamıştı dedim ya...
tabi o zamanlar fikstür avantajı tatile denk gelen maçlardı. arsenal maçının bile normal süresinden sonra salya sümük yatağa postalanmış bir çocuktum neticede. şampiyonlar liginin ilk haftası bazen okulun açılmasından önceki haftaya denk gelirdi. fikstür avantajının kralı oydu o zamanlar.
evde cine 5 yoktu, kapalı mekanda sigara içme yasağı yoktu. ayda yılda bir kritik maça giderdin ama bir yandan da nefret ederdin o gözün gözü görmediği kahvehanelerden...
o gün de öyle bir gündü işte. sabahtan hafif bir heyecanla uyanıyorsun. mustafa denizli kafasından oynuyordu ya maçları, biz de fifa 2001'de açtık oynadık maçı. tabi kadrolar eski kadrolar, aynı sonucu vermez heralde. ama yok ki kardeşim o zaman transfermarkt, vikipedia falan. fifa 2002'nin çıkmasına da iki ay falan kalmış. çıktı mı tezgaha düşerdi, on lira verirdin cd'yi alırdın oh mis.
şimdi ben fifa oyununa nasıl 500 kağıt vereyim?
öğleden sonra zaten babanın işten eve gelmesi ve okul alışverişi zamanı. yaptık bitirdik alışverişi, günün kapanışı da o dönem en sevdiğim mekan. şimdi ayakta mı, sahipleri hayatta mı kim bilir? pizzamızı sipariş ederken çük ekran televizyonda ikiz kulelerin dumanı tüten görüntüsü...
şimdiki gibi her mekanda üç tane beş tane kocaman ekranlar olmazdı. tüplü televizyonlar falan vardı, onu da ortalığa çıkardığında gökten inmiş bir kutu gibi kalırdı dükkanın orta yerinde. tezgahın kenarında çapraz duruyordu. ilk orda haberdar olduk ikiz kuleler olayından. mekanın sahibi de bir sene önce mi ne gitmiş oralara, fotoğrafı var arkasında ikiz kulelerle. adam mevlid evindeymiş gibi masa masa gezip anlatıyor olayı, fotoğrafını falan gösteriyor.
sanki babasının apartmanıydı da belediye yıkmış gibi...
neyse yemek faslı da bitti, eve geldik. televizyonlardan izliyoruz olan biteni ama maç vakti de geliyor. star tv logosunun mavi s harfi olduğu yıllar. kuleler yıkılıyor, ekrandan izliyoruz. o dönem televizyonda uzak diyarlardan bir şey izlemek bile hala insanları heyecanlandırabiliyordu, bir de böyle bir olay izliyoruz. şimdi açıp uzay'daki nasa merkezinde ne oluyor bitiyor onu izliyorsun cep telefonundan...
maçı çok hatırlamıyorum açıkçası. bir italyan takımına karşı, hele de grubun favorisine karşı nasıl oynanabilirse öyle oynuyorduk. daha doğrusu benim algılayabildiğim kadarıyla öyle ceryan etti. ikinci yarıda yavaş yavaş uykuya yenik düşüyorum, maç böyle parça parça gelmeye başlıyor, aralarda uyuyorum çünkü. babamın gol diye bağırmasıyla uyanıyorum, kulağımda güntekin onay'ın efsanevi lazio telaffuzu...
tekrarını izliyorum golün, sergen'in pası, ümit karan'ın usta işi golü... nerde viera petit repliği henüz kamuya açılmamış ama aynen öyle bir hissiyat. alessandro nesta - jaap stam o dönemin ürküten tandemlerinden ama ikisini de deviriyor karan...
kalan dakikalar hafif stresli ama çokça de neşeli geçiyor. maç bitiyor, gidiyorum huzur içinde yatağa giriyorum...
hoca değişti, kadro değişti, biz hala kazanıyoruz... herhalde biz buralarda kalacağız diye içimden geçiriyorum..
çocuk aklı işte...
haftaya 17 eylül 2020 neftçi bakü galatasaray maçı var. hoca dahil kimse "rahat kazanırız" diyemiyor.
nerelerdeydik, nerelere geldik. biz kaç kişiydik, kaç kişi kaldık?
(bkz: tarihte bugün)
yaş 12. futbolla ilgilenmeye başladığımız, aklımızın az da olsa amaya başladığı zamanlar işte birinci fatih terim döneminin herhangi bir yerine denk geliyor. bazı önemli maçlarda yalvar yakar kahvehanelere gitmeler, her mayıs ayında şampiyonluk kutlamak, şampiyonlar ligi maçları günlerinde aileyle yapılan pazarlıklar falan...
uefa kupasını görmüşüz çocuk yaşta. çok sevinmiştik, gururlanmıştık ama tabi çocuk kafası çok idrak edemiyorsun. bizim yaş grubunda olup da aksini iddia eden de yalan söylüyordur. ertesi sezon da real madrid'e çeyrek finalde kaybedince "lan biz galiba hep buralarda olacağız" gibi bir his gelmişti sadece. çocuksun tabi, aklın çok fazla almıyor.
fatih hoca 2000 yazında ayrılmıştı takımdan. ama hemen arkasından süper kupa'yı almıştık. 4 yıldan sonra şampiyonluk kaybetmek çok da önemli değildi, sonuçta şampiyonlar ligi çeyrek finali vardı ortada. daha sonra tabi geriye dönüp bakınca farkediyorsun sezonun nasıl el değiştirdiğini. bir tek o kansız muhabbetleri benim bile o yaşlarda hakim olabileceğim kadar ayyuka çıkmış...
tabi sezon sonu, hagi'nin vedası. henüz çok yakın sevdiğimiz tanıdığımız biri için gözyaşı dökmemişiz. yaşlılık ne demek, yaşlanmak nasıl bir şey ben hagi'den öğrendim. 25 şubat 2001 galatasaray kocaelispor maçında hagi'nin bir fotoğrafı var meşhur. galiba kocaelispor'un galibiyet golünde, topu kaptırdı orta sahada, yere oturdu hafif yana doğru elini koydu, pozisyonu izliyor. uzaklarda flu şekilde kocaelispor gol sevinci yaşıyor...
ben yaşlılığı orda gördüm tanıdım, o fotoğrafı bir gazete gördüğüm anda...
o kare, hagi'nin o sezon sonu bırakacağının gayrı resmi ilanıydı. nitekim öyle de oldu. hagi'yle beraber o efsane kadronun bir kısmı ayrıldı takımdan. taffarel, popescu, okan ve emre; o efsane kadronun ilk 11'inden ayrılan oyunculardı. ümit davala'nın da son maçıydı bahsi geçen maç...
öyle enteresan bir dönemdi işte. "sensizliğin ertesi" derler ya işte, tam da öyle bir zamandı. yarı yarıya değişmiş çehresiyle, özellikle hagi'nin yokluğunda takımın neler yapabileceği merak konusuydu. tabi şimdiki kadar dert etmezdik de, az çok aklımız ermeye başlamıştı dedim ya...
tabi o zamanlar fikstür avantajı tatile denk gelen maçlardı. arsenal maçının bile normal süresinden sonra salya sümük yatağa postalanmış bir çocuktum neticede. şampiyonlar liginin ilk haftası bazen okulun açılmasından önceki haftaya denk gelirdi. fikstür avantajının kralı oydu o zamanlar.
evde cine 5 yoktu, kapalı mekanda sigara içme yasağı yoktu. ayda yılda bir kritik maça giderdin ama bir yandan da nefret ederdin o gözün gözü görmediği kahvehanelerden...
o gün de öyle bir gündü işte. sabahtan hafif bir heyecanla uyanıyorsun. mustafa denizli kafasından oynuyordu ya maçları, biz de fifa 2001'de açtık oynadık maçı. tabi kadrolar eski kadrolar, aynı sonucu vermez heralde. ama yok ki kardeşim o zaman transfermarkt, vikipedia falan. fifa 2002'nin çıkmasına da iki ay falan kalmış. çıktı mı tezgaha düşerdi, on lira verirdin cd'yi alırdın oh mis.
şimdi ben fifa oyununa nasıl 500 kağıt vereyim?
öğleden sonra zaten babanın işten eve gelmesi ve okul alışverişi zamanı. yaptık bitirdik alışverişi, günün kapanışı da o dönem en sevdiğim mekan. şimdi ayakta mı, sahipleri hayatta mı kim bilir? pizzamızı sipariş ederken çük ekran televizyonda ikiz kulelerin dumanı tüten görüntüsü...
şimdiki gibi her mekanda üç tane beş tane kocaman ekranlar olmazdı. tüplü televizyonlar falan vardı, onu da ortalığa çıkardığında gökten inmiş bir kutu gibi kalırdı dükkanın orta yerinde. tezgahın kenarında çapraz duruyordu. ilk orda haberdar olduk ikiz kuleler olayından. mekanın sahibi de bir sene önce mi ne gitmiş oralara, fotoğrafı var arkasında ikiz kulelerle. adam mevlid evindeymiş gibi masa masa gezip anlatıyor olayı, fotoğrafını falan gösteriyor.
sanki babasının apartmanıydı da belediye yıkmış gibi...
neyse yemek faslı da bitti, eve geldik. televizyonlardan izliyoruz olan biteni ama maç vakti de geliyor. star tv logosunun mavi s harfi olduğu yıllar. kuleler yıkılıyor, ekrandan izliyoruz. o dönem televizyonda uzak diyarlardan bir şey izlemek bile hala insanları heyecanlandırabiliyordu, bir de böyle bir olay izliyoruz. şimdi açıp uzay'daki nasa merkezinde ne oluyor bitiyor onu izliyorsun cep telefonundan...
maçı çok hatırlamıyorum açıkçası. bir italyan takımına karşı, hele de grubun favorisine karşı nasıl oynanabilirse öyle oynuyorduk. daha doğrusu benim algılayabildiğim kadarıyla öyle ceryan etti. ikinci yarıda yavaş yavaş uykuya yenik düşüyorum, maç böyle parça parça gelmeye başlıyor, aralarda uyuyorum çünkü. babamın gol diye bağırmasıyla uyanıyorum, kulağımda güntekin onay'ın efsanevi lazio telaffuzu...
tekrarını izliyorum golün, sergen'in pası, ümit karan'ın usta işi golü... nerde viera petit repliği henüz kamuya açılmamış ama aynen öyle bir hissiyat. alessandro nesta - jaap stam o dönemin ürküten tandemlerinden ama ikisini de deviriyor karan...
kalan dakikalar hafif stresli ama çokça de neşeli geçiyor. maç bitiyor, gidiyorum huzur içinde yatağa giriyorum...
hoca değişti, kadro değişti, biz hala kazanıyoruz... herhalde biz buralarda kalacağız diye içimden geçiriyorum..
çocuk aklı işte...
haftaya 17 eylül 2020 neftçi bakü galatasaray maçı var. hoca dahil kimse "rahat kazanırız" diyemiyor.
nerelerdeydik, nerelere geldik. biz kaç kişiydik, kaç kişi kaldık?
(bkz: tarihte bugün)