"bonservisini neden almalıyız?" konulu çoğunlukla kendi hayatımdan örneklerle biraz uzunca bir yazı yazacağım. kişisel bir konu okumak istemeyenler için vakit kaybı olmaması açısından bu ön bilgilendirmeyi yapmış olayım. aşşşırı ikna edici bir yazı ama onu da söyliyim, herhangi bi yönetici falan okusa yarın bonservisini almak için her şeyi yapmaya başlarız. okumazsanız çok şey kaybedersiniz....
ben bu işime ve dolayısıyla şu an bulunduğum şehirde yaşamaya takribi 10 sene önce başladım. ilk maaşımı aldığımda aklımı kaçıracak gibi olmuştum. daha iki ay öncesinde kahvede arkadaşımla iki çay içecek iki lirayı zor çıkarırken ilk maaşımla dönemin en kral oyun bilgisayarını tek çekim alabiliyordum. hem o dönem ülke olarak alım gücümüz daha iyiydi, hem de maaşım ülke standartlarında çok iyiydi. yani en azından alt-orta sınıf bir ailede büyüyen bir çocuk için rüya gibi bir başlangıçtı.
bu şehre tek bir bavul dolusu kıyafetle taşınmıştım. zamanım kısıtlı olduğu için bulduğum ilk eve razı oldum ve çok küçük de olsa 1+1 eve çıktım. ilk maaşım yattığında da her aklı başında erkeğin yapacağı gibi tamamını oyun bilgisayarına bastım. şöyle bir ev düşünün: yatak odasında yerde bi arkadaşın verdiği geçici kullanmalık eski, bozuk bir yatak; bommmboş oturma odasında da üzerine sadece monitör sığacak bir sehpa var, bilgisayar kasası onun yanında yerde duruyor. bilgisayar oynarken de bir minderde oturup sırtımı duvara yaslıyorum. klavye kucağımda, mouse da yerde oluyor. bir sonraki ayın maaşı yatana kadar böyle bir evde yaşadım. bu noktaya kadar okuduysanız anlamışsınızdır ki dünyanın en güzel eviydi çünkü çok mutluydum.
sonraki üç ay boyunca bir eve gerekli olacak tüm mobilya, beyaz eşya ve diğer her şeyi tamamladım. ev bahsettiğim gibi çok küçük olduğu için ilk yılın sonunda çok daha güzel bir eve çıktım ancak en başta kritik bir hata yapmıştım. şöyle ki, ben ev eşyalarımı düzerken bilgisayarım hariç hepsini öğrenci kafasıyla ucuza kaçarak almıştım. henüz ekonomik olarak stabil bir duruma geldiğimi sindirememiştim. eşyalarım ya spotçulardan ya da sıfır bile olsa en ucuzu alınan şeylerdi. evini, dekorasyonu falan da seven biriyim, güzel bir eve taşınınca bu birbiriyle uyumsuz, çirkin eşyalar beni rahatsız etmeye başladı. bu sefer de beyaz eşya hariç her şeyi zamanla yenilemeye başladım. evim yine dünyanın en güzel evi oldu, çünkü hala çok mutluydum. bu süreç bana bir şey alacağım zaman daha pahalısını ve kalitelisini almaktan korkmamayı öğretti.
bu konularda mental olarak üçüncü ve son değişimimi 2021 ekim-kasımında başlayan korkunç dolar artışı ve enflasyon döneminde yaşadım. daha bir sene öncesinde maaşıyla -kendince- kral gibi yaşayan biriyken artık bu dönemle kirasını ve temel giderlerini hesaplaması gereken biri oldum, tıpkı ülkenin yüzde 80'i falan gibi. o dönemde canım bir şey almak, bir yere gitmek istediğinde eski alım gücümün yarısında olmasam bile sosyologların da böyle ekonomik dönemler için bahsettiği "bas amk bi daha mı gelcez dünyaya" mentalitesine eriştim. orta sınıf memur ailesinin çocuğu olmak bana hayatım boyunca hep cesur adımlar atmaktan ziyade garantici olmayı öğütledi. sanırım 2021 kasımı ülkedeki bir çok insan için de kırılma anı olmuştur. artık sağlıklı ve sağ olduğum müddetçe bir çay içmek bile olsa hayatı yaşayıp keyif almaktan başka bir amacım yok. her şey her an tepetaklak olabiliyor, fırsatım varken mutlu olmak istiyorum.
ben bu victor james osimhen kardeşimizin bonservisinin alınmasını sonuna kadar destekliyorum. 4 yıl önceki ben bonservisini almayı düşünmezdi, 10 yıl önceki ben kiralamayı bile lüks/pahalı bulabilirdi ama ben şimdi mümkünse sabaha falan kap'a bildirilmesini istiyorum. sonuçta kulübün tapusunu satmayacağız, sponsor falan derken bir şekilde hallolur olacağı varsa. işin finansal boyutu benim derdim değil.
bu işin riskleri tabii ki var. dönemin en iyi santrforuna sahip oluruz ama boş oturma odasında sırtımızı duvara yaslayarak oturmamız da gerekebilir bir süre. öte yandan fiyatı gözümüzü korkutabilir ama sonrasında yerine alacaklarımızı değiştire değiştire daha zararlı da çıkabiliriz. ancak hepsine rağmen en kritiği, bi daha mı gelicez amk dünyaya? alabiliyorken basalım alalım, daha önce böyle santrfor mu gördünüz?? dünyada bu adamın ikamesi sayacağım bir tane herif var, o da bizde zaten.
* alalım abi, yarına çıkacağımızın garantisi yok. bu hayatı biraz da biz yaşayalım.
başkanım! duy sesimi, al şu adamın bonservisini. sonra da lütfen bas istifayı.
(bkz:
dursun özbek istifa)
edit not: çok caka satmışım gibi anlaşılmasın, hiçbir zaman zengin falan olmadım. ben tavuk döner aldığımda bile fiyatı beni zorlamadığı için şükreden biriyim. o yüzden hayatımın kral gibi olduğunu söyledim, yoksa dümdüz maaşlı çalışanım.