• 78
    18 subat 2010 atletico madrid galatasaray maci için "g.saray’ın bu yıl aldığı hiçbir oyuncuya atletico talip olmadı. keita’yı da, giovani’yi de, elano’yu da isteseler madrid’e rahatlıkla getirebilirlerdi, ama istemediler. yine atleticolu forlan, agüero, simao’nun şu anda istanbul’a tatile gelmelerinin bile sürpriz olduğunu herhalde söylemeye lüzum yok. öyleyse uğur’la, mehmet’le, caner’le avrupa ligi son 16 biletinin yarısını cebine koymuş olarak istanbul’a dönen rijkaard’ın iyi iş başardığının altını çizmek gerek" diyen yazar.
  • 80
    daha önce üslubu için bir yorum yapmıştık (bkz: #264213). fakat 25.03 'de yazdığı yazı ile kendisine şapka çıkarıyorum. neden servet ile sorun yaşanıyor, neden rijkaard 'a güvenmemiz gerek mükemmel özetlemiş.

    --- alıntı ---

    80’li-90’lı yılların önemli kanat oyuncularından chris waddle, ingiltere-mısır maçının ardından theo walcott için “o, bir türlü futbolu öğrenemiyor” yorumu yapmış: “walcott topu ayağına aldığında doğru kararları veremiyor, nereye koşacağını kestiremiyor, ne zaman defansın üstüne gideceğini/ne zaman verkaç yapacağını bilmiyor. herkes onun genç olduğunu söyleyip duruyor ama rooney de fabregas da onun yaşındayken futbolu pekâlâ öğrenmişlerdi”
    20 yıl önce walcott’un bölgesinde oynamış, onun kanatta yapması gerekenleri de başarıyla yapmış waddle’ın samimi eleştirilerini okuyunca, zihnim beni 2 hafta önceki g.saray-eskişehir maçına götürdü.
    maçın 19’uncu dakikasıydı... galatasaray kendi yarı sahasında pas yaparak oyunu ileriye taşımaya çalışıyordu, top da defansın göbeğinde servet’in ayağındaydı. o sırada orta sahanın yakınlarında, sol taç çizgisi kenarında olan elano boştu, iki kolunu da havaya kaldırarak top istedi. onun hemen arkasındaki neeskens de servet’e aynı yeri işaret etti. servet, rahat durumdaki elano’yu gördü, topu ona doğru yollamaya çalıştı.
    ama olmadı... top elano’nun 4-5 metre uzağından geçerek arkadaki neeskens’i buldu. hollandalı futbol efsanesi, kösele ayakkabılarının üstüyle kusursuz bir stop yaptı. topu oracıkta bıraktı, arkasını döndü ve kulübeye doğru yürürken rijkaard’la göz göze geldi. muhtemelen rijkaard-neeskens ikilisinin o dakikada servet hakkında düşündükleri, waddle’ın walcott için söylediklerine benziyordu.
    * * *
    rijkaard da aşağı yukarı chris waddle’ın yaşlarında... waddle’ın 80’li-90’lı yıllarda yaptığı ve walcott’un bugün yapamadığı işlerin bir benzeri de rijkaard-servet düzleminde yaşanıyor. herkes rijkaard’ı milan’daki orta saha günlerinden hatırlıyor, ama hollandalı hoca’nın kariyerinin büyük bölümü ajax’ta stoper oynayarak geçti. futbolu, 1995’te 33 yaşındayken ajax’ın şampiyonlar ligi şampiyonu stoperi olarak bıraktı. bugün servet’in topu her kötü stopunda, her yanlış çalım denemesinde, her hatalı pasında muhtemelen rijkaard da aynı şeyleri düşünüyor: “servet çok iyi bir kesici, çok yürekli ve çok çalışkan ama top kullanma konusunda kendini bir adım ileriye götüremiyor.”
    zaten rijkaard’ın sürpriz bir kararla trabzon maçına emre güngör’le başlamasının altında da büyük bir ihtimalle bu gerçek yatıyor. ama emre’nin de galatasaray’daki iki buçuk sezonunda top kullanma konusunda çok ilerlediğini söylemek güç...
    * * *
    oysa rijkaard’ın 2003-2008 arasında bugünün barcelona’sının temellerini atarken yaptığı en önemli değişim, sahadaki 10 oyuncunun tamamının başarıyla katıldığı bir pas trafiğiydi. daha ikinci sezonunda oleguer’in yerine marquez’i defansın göbeğine monte etme nedeni buydu. beklerde yetenekli belletti ve van bronckhorst’un oynamasının, ıniesta’nın 20 yaşındayken ilk 11’e girmesinin nedeni de... eğer çigrinskiy beklenen çıkışı yapabilse, kariyerine kötü bir sevilla gecesi kaydetmeseydi; guardiola’nın puyol’un formasını ağır ağır ukraynalı oyuncuya devretmeyi düşünmesinin sebebi de aynı düşünceydi: sahanın her metresini pasla geçebilme düşüncesi...
    belli ki galatasaray’ın elindeki oyuncu listesi bu düşünceye bire bir uymuyor. yaz döneminde hollandalı hoca’nın transfer marketinde bir yetenekli stoper, bir de top kullanabilen orta saha oyuncusu arayacağı muhakkak. eğer rijkaard, aradığı iki yeni rijkaard’ı bulabilir, galatasaray gelecek sezon hemen her metreyi pasla geçebilecek bir oyuncu listesine sahip olursa; o zaman belki sezonun en kritik maçında 1-0 mağlupken 90 dakikayı sadece 1 oyuncu değişikliğiyle tamamlamaz, daha fazla müdahale edebilir oyuna...

    --- alıntı ---
  • 85
    --- alıntı ---
    ilk yarının sonları... ıvankov kolundan sakatlanıyor, tedavisi uzuyor, oyun soğuyor. o sırada neill kenardan bir top buluyor, kendini sıcak tutmak için pas yapacak bir arkadaşını arıyor. sabri’yle bir pas yapıyor, ikinci pasta sabri’nin sırtını dönüp gittiğini görüyor. elano’nun da ömrü 1 pas oluyor! ama neill ısrarlı, soğumak istemiyor, paslaşmak için kendine h.balta’yı ve ardından da aykut’u buluyor. üç oyuncu yaklaşık 5 dakikalık duraksamayı paslaşarak geçiriyorlar, konsantrasyonlarını deyim yerindeyse 90 dakikaya değil, 95 dakikaya yaymak istiyorlar. bursaspor gibi rakiplerinin bir anlık konsantrasyon eksikliklerine volkan ve sercan gibi çabuk adamlarıyla fatura kesme konusunda uzman bir takımı, 72 dakika boyunca (neill atılana kadar) bu üçlünün ciddiyeti durduruyor zaten.
    evet, bu üçlünün uyumu ve formu parmak ısırtıyor; ama ilginçtir, rijkaard’ın bu üçlüyle oynadığı yalnızca üçüncü maç bu. g.saray sezona 4 milli stoperle başladı, dördü de sağlıklı olmalarına rağmen nisanı biri kulübede, üçü evinde geçirdiler. sezona başlanan 5 göbek oyuncusundan da biri futbolu bıraktı, ikisi kulübede, biri tribünde... sarı-kırmızılıların 31 maçta yalnızca 61 puanda kalmasında da rijkaard’ın bu iki bölgede aradığını bir türlü bulamamasının çok önemli payı var muhakkak...
    --- alıntı ---

    25 nisan 2010 galatasaray bursaspor maci ertesi, milliyet.
  • 89
    güzel bir yazı yazmış. tamamen katılıyorum.

    --- alıntı ---

    sambacılara benzer bir yetenek oyunu oynadığı için portekiz’e “avrupa’nın brezilya’sı” diyorlardı, dunga birkaç yıl daha bu takımın başında kalırsa brezilya olsa olsa “güney amerika’nın portekiz’i” olarak anılabilecek.

    ...ama brezilya milli takımı’ndaki elano’ya, galatasaray’daki elano’dan daha fazla sorumluluk veriliyor, daha fazla güveniliyor. duran topların yüzde sekseninde o var, hücumda hemen her top onun ayağına değiyor.

    milli takımda duran toplarda ve pas trafiğinde sürekli yer aldığı için oyunun içinde kalıyor, galatasaray’daysa bu kadar top kullanma hakkını elde edemiyor. elano eğer g.saray’da kalacaksa, ona daha fazla sorumluluk verilmesi lazım.

    --- alıntı ---

    http://www.milliyet.com.tr/.../1251467/default.htm
  • 93
    26 temmuz 2010 tarihli yazısı...

    fb ile gs dost olmak zorunda mı?

    çarşamba günü borussia park’ta enteresan bir maç izledik gerçekten... hakemin işi çığrından çıkardığını düşünenlerden değilim, çünkü kinhöfer mesleğinde tecrübesiz bir adam değil.

    42 yaşında, bundesliga’nın kıdemlilerinden ve fıfa kokartlı. üstelik de kinhöfer, daha önce kore’ye, katar’a hatta arabistan’a bile derbi yönetmesi için davet edilmiş, yani değişik kültürlerde değişik atmosferlerde çok farklı müsabakalar görmüş bir hakem... belli ki f.bahçe-g.saray müsabakasındaki olumsuz hava onu böyle bir otorite kurmaya yöneltti, yarım saatte çaldığı düdük kadar kart çıkarttı cebinden. sonunda da maçı yarım bırakıp çekip gitti içeriye...

    aslında kinhöfer, bizim yıllardır aramızda konuştuğumuz bir şehir efsanesini de doğrulamış oldu: eğer fb-gs derbilerini üst düzey bir yabancı hakem yönetirse olacağı bu maalesef...

    tabii esas mesele m’gladbach’ta başlamadı, bunun bir de evveliyatı var. alex de souza, internet sitesinde “fb-gs dostluğu” diye bir şey olmadığını söyleyeyazdı; zaten her iki takım sporcularının (ve yöneticilerinin) uzun zamandır davranışlarıyla açıkça ifade ettiği ama dile getirmediği bir şeydi bu. sanırım bir sonraki derbiye kadar genç sporculara uzatılan mikrofonlarda şöyle bir soru da seslendirilecek: “sahi, fb ile gs dost olmak zorundalar mı?”
    sade bir sporsever olarak benim bu soruya cevabım şu: bugünün kaptanları, yani bir anlamda formalı kanaat önderleri alex’le arda, bu konuyla ilgili fikir beyan etmeye yetkin değillerdir. bu soruyu ancak can bartu, turgay şeren, coşkun özarı ya da ogün altıparmak gibi belli bir görmüş-geçirmişliğe sahip sporcular cevaplayabilir.

    neden mi? kendi gerekçemi ifade etmeye çalışayım...

    günümüz futbolu
    aslında bu hikâye, bir taraftan “günümüz futbolu” adı altında bir şeyler karalamaya, içinde ferguson, aykut kocaman, abramoviç filan geçen süslü cümleler kurmaya çalışırken, diğer tarafta bir italyan kanalında kutu açan ve ağlaşan insanları görmemle başlamıştı!

    doğrusu ben biraz cahilmişim; yüzde yüz şansa dayalı, piyango bileti almaktan temelde hiçbir farkı olmayan bir oyunun, ancak türkiye’de ciddi bir yarışma programı gibi saatlerce izleneceğini sanıyordum. oysa aynı oyunun italyan versiyonu “affari tuoi”de gördüğüm o sahne; gözleri ağlamaktan şişmiş bir kızcağızın, bugüne kadar hayatta ne zorluklar yaşadığını anlattığı ve telefondaki “doktor”un ona daha büyük bir teklif yaparak geleceğini kurtarmasını beklediği o sahne, çıplak gerçekle yüzleştirdi beni... birden ne kadar sübjektif bir yazıya başlamak üzere olduğumu, kendi kendimize “günümüz futbolu” içerikli mottolar üretip, onlara sorgusuz sualsiz “tapındığımızı” fark ettirdi bana...

    zira o “günümüz futbolu”, “günümüz müziği”, “günümüz teknolojisi” filan diyerek yere göğe sığdıramadığımız gün, yani bugün; insanların sabahtan akşama kadar yemek yiyip dedikodu yapanları, geceleri de üç kuruş piyango için ağlaşanları izlediği gün değil miydi?

    “bugün”, her perşembe akşamı sokakların 2 saat boyunca boşaldığı ve çok sakin geçen o iki saatin sonunda şehirde en azılı suçların işlenmeye başlandığı gün değil mi? iki ortaokul öğrencisinin, tek mahareti iyi rol kesip milyonlar kazanmak olan bir artiste özenip, birbirini bıçakladığı gün değil mi “bugün”?

    bir teknik adamın bir sporcusundan yalnızca ten rengi nedeniyle üstün olduğunu zannettiği gün de “bugün” değil mi sahi? bir başkasının, “artistik hareketler” yaptığı gerekçesiyle rakip takım futbolcusunun üstüne yürüyüp dövmeye kalktığı... atılan golde başkanından teknik adamına, masöründen taraftarına herkesin emeği varken, yenen golde hep “bireysel hata” tarifi yaptığımız gün de “bugün” işte..

    bu sabahtan akşama konuşup bitiremediğimiz futbol adamları (ve futbolcular), yeşil sahadaki 90 dakikanın dışında kalan zamanlarında hangi programları izliyorlar, vakitlerini hangi değerli işlere ayırıyorlar zannediyoruz ki? bugünün futbolunu ya da bugünün atletizmini, bugünün sosyal hayatından/eğlence anlayışından, hatta açıkça itiraf edelim, bugünün kültürel erozyonundan ayrı değerlendirmek mümkün mü? korkarım ki, 50 yıl sonra tarih kitapları, 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinden öyle sitayişle filan bahsetmeyecekler.

    yarım kupalar
    işte tam da bu yüzden “bugün” ün yıldızları arda’nın-alex’in, ya da fb-gs yöneticilerinin söylediklerini/söyleyeceklerini çok ciddi süzgeçlerden geçirmeden benimseyemiyorum ben. hatta bu yazıyı da çok ciddiye almamak lazım belli ki... eğer doğan ağbi (koloğlu) fb ile gs dostluğu diye bir şey yok diyorsa; eğer can bartu, metin oktay’la formasını değiştirip 20 dakika sarı-kırmızı renklerle oynarken mutsuz olduysa kabulümdür alex’in söyledikleri... ama eğer faruk ılgaz’la ali uras (bilgin ağbi sayesinde şahit olduğumuz üzere) dostsa, can bartu’yla metin oktay dost idiyseler, birbirlerinin formalarıyla oynarken gurur duyduysalar; borussia park stadı’nın kenarındaki o yarım kupaları almaya gönülsüz adamların düşmanlığı beni pek ilgilendirmiyor...
  • 98
    --- alıntı ---

    galatasaray’ın bu sezonki sorunlarını sadece fiziksel yetersizlik ve kolay gol yenmesiyle açıklamak da mümkün değil. rijkaard’ın geçen sezonun son 5-6 haftasındaki oyuncu tercihleriyle ne anlatmak istediği bugün biraz daha net anlaşılıyor: hollandalı hoca 2009-2010’a sahada başlayan 4 milli stoper (servet, zan, aşık ve güngör) ve 3 merkez oyuncuya (sarp, ayhan, barış) sezonu kulübede/tribünde bitirtmişti. dün 29’uncu dakikada servet’in sol taç çizgisi kenarında topu kullanmak için en az 5-6 saniyesi varken meşin yuvarlağı taca bıraktığı pozisyonu görmüşsünüzdür. galatasaray’ın pas yaparak hücuma başlama şansı varken, aut çizgisinin 10 metre önünden rakibin presi altında taçla oynamak zorunda kalması, rijkaard’ın sezon başı transfer döneminde neler istediğinin küçük bir özeti gibi... ve neler istemediğinin de...

    --- alıntı ---

    (bkz: 29 agustos 2010 eskisehirspor galatasaray maci)
  • 99
    tutarsız konuşan adam.

    http://www.milliyet.com.tr/.../1308250/default.htm

    evet, galatasaray - antalya maçı futbol anlamında çok kötüydü. fakat bu adam bursa - fener maçına övgüler yağdırıyor. diyor ki, bursa celtic forması, fener tottenham forması giymiş olsa kimse anlamazdı. premier lig gibiydi. allah allah?

    bakıyorum, mücadele anlamında galatasaray antalyaspor maçı kat be kat üstündü. orta sahaların bomboş olduğu bursa - fener maçına nazaran da daha kıran kıranaydı. fakat, hagi kalenin önüne otobüs çekmişmiş. 4-5 tane kaçan pozisyonumuz var, orta sahada çatır çatır basan barış özbek ve sabri sarıoğlu, milimetrik paslar atan misimovic, defansın üstüne kamyon sürüp yıpratan pino vardı. alex'e övgüler yağdır, misimovic'i görmezden gel; sinen mehmet topuz aslında iyiydi de, dünkü barış'ın sadece necati'yi beklediğini yaz.

    bir de bu adamlar, türkiye futbolu analisti, he mi? sinan engin nazarımda daha iyi yorumluyor valla.

    mehmet demirkol ile birlikte, bunların da devri geçiyor anam.
App Store'dan indirin Google Play'den alın