6062
2 yılı aşkın süredir sözlüğü takip ediyorum, okur olma fırsatını elde ettiğim günden (yanlış hatırlamıyorsam 2014 ocak) beri yazar olmayı bekliyorum ki kendisi hakkında yazabileyim. hakkında yazmak istiyorum çünkü anlamlandıramadığım işler yaptı.
biz bu adama xelçuk dedik, maestro dedik, başımızın üstüne koyduk. bunları söylerkende, onu bu kadar severkende haklıydık. selçuk -kim ne derse desin- bu takımı 11/12 sezonunda maestro gibi yönetti. o dönem, uzun zamandır bu gözlerin gördüğü en iyi yerli orta saha oyuncusu performansını gösterdi. şampiyon olabilmemiz için çok çaba sarf etti. karakterli, basan, top kapan, kaptığı topu -dikine ya da yana- olumlu kullanan, elinden geleni yapan, yüreğini ortaya koyan bir performans sergiledi. 12/13 sezonunda ilk devreye tutuk başladı, sonra toparladı ancak performansındaki bu dalgalanma sezon boyu sürdü. tabi taraftar olarak bizde kredisi sonsuzdu, çünkü fenerbahçe yerine o sezon 8. olmuş, maddi güçten yoksun, tam kadro revizyona gitmiş ve geleceği belirsiz bir galatasaray'ı tercih etmişti. çünkü bir önceki sezon federasyona, türlü oyuna, galatasaray düşmanı siyasilerin engellemelerine rağmen biz şampiyon olmuştuk, ve selçuk o şampiyonluğun simgelerinden biriydi. çünkü selçuk allahın adaletine inanıyor ve bunu bizlere de belirtiyordu, çünkü selçuk son damla terini de akıtmadan maç kaybetmiyordu, çünkü selçuk yüreğini ortaya koyuyordu.
sonra bir şeyler oldu, belki hiç olmaması gereken bir çok unsur bir araya geldi, belkide tek bir nedenden ötürü böyle oldu bilemiyorum, ancak bildiğim şu ki; selçuk yüreksiz oynamaya başladı, o basan, koparan, mücadele eden, sahada yattığı için eboue'ye bağıran, sahanın her yerini gören, muhteşem paslar atan, olmadık şutlar çıkaran, adam eksilten, top saklayan, tek pas yapan selçuk gitti. aniden gitti. yerine korkarak oynayan, topu kaybetmemeye bakan, ikili mücadeleden kaçan, 90 kiloluk bünyemle halı sahada orta saha oynarken, defans oynayanlardan laf yememek için benim bile yapmaktan imtina ettiğim gölge prese kurtarıcı olarak sarılan, gereksiz gerginlikler çıkaran, hep suratı asık bir selçuk geldi.
bu değişimin nedeni hakkında yorumda bulunmayacağım, zaten sözlükte bu konu bir yıldır konuşuluyor. yüzlerce giri var konuyla ilgili, ki arada gözden kaçan bir-iki tane hariç hepsini okumuşumdur. benim derdim mazeret bulmak ya da selçuk'u savunmak değil. girinin başında dedim ya; okur olduğumdan beri yazar olmayı bekliyorum ki selçuk hakkında yazabileyim diye, nedeni şu; selçuk inan'ı öyle sevdim ki o sevgi selçuk bu hallere düşünce bitmedi maalesef, başka bir şeye dönüştü, belki nefret belki de başka bir şey bilemiyorum. şimdi merak ediyorum, selçuk her aklıma gelişinde, sözlüğe her girişimde kafamın içinde bin soru oluyor, ve selçuk'un küçük de olsa bir gün sözlüğe girip bu giriyi görüp bunlara cevap verme olasılığını hayal ederek soruyorum;
selçuk sana ne oldu be kardeşim? ne derdin var da bu durumlara düştün? ailevi bir sıkıntın mı vardı, sneijder geldi diye mi bozuldun, terim gitti diye mi üzüldün, kız arkadaşından mı ayrıldın, evlilik teklifin mi kabul görmedi, burak evlendi diye mi gerildin, muslera'yla mı tartıştın, florya'nın suyunu mu beğenmedin, yemek yediğin lokanta mı kapandı, evine haciz mi geldi, maddi sıkıntın mı oldu, tavuğuna mı kışt dediler, allah aşkına bize cevap ver selçuk inan sana ne oldu?
ben bu sözlükte drogba'nın kredisinin senden daha hızlı tükendiğini gördüm be müdür, düşün öyle sevdirdin kendini bize. ama sen o bitmez tükenmez dediğimiz krediyi de tükettin be kardeşim.
sanıyorum artık düzelmez performansın ya da hareketlerin, ama bil ki biz seni yeni tugay'ımız yapacakken, sen bize eskimiş bir hikayeyi, mustafa sarp'ı sundun. senin posterlerini evlerine, odalarına, yüreklerine asan 7'sinden 70'ine milyonlarca galatasaraylı'yı üzdün.
ah be selçuk inan, ah be maestro...