peşin peşin söyleyeyim, ilk fırsatça dostça yollarımızı ayırmamız gereken, prime zamanını baz alırsak tüm zamanların en iyi santraforları arasına girebilecek oyuncumuz.
bakın bu 2. kısım 2 açıdan çok önemli; şöyle izah edeyim:
o kadar sövdük, saydık ama itiraf edin son maçta
* oyuna girmek üzere kenarda kendisini görünce bir çoğumuz heyecanla gülümsemiştir. sanatçının dediği
40 bin kere tövbe eder, yine şarap içeriz kısmında olduğu gibi yarın yine
usta, adele attı usta moduna girip 2 ay olmaza, 2 ay sonra dönüp yine oyuna girse, yapabilme ihtimalini bildiğimiz şeyler aklımıza geldikçe yine heyecanlanacağız. bu açıdan takımda kaldığı her güne de içten içe seviniyorum.
takımda kalmasına sevindiğim bir diğer unsur ise, ünal aysal dışında ne yazık ki hiç bir yönetimin yıllardır değerlendiremediği
marka değeri konusu. şöyle bir anektod paylaşayım. geçen sene kadıköy serisini bitirdiğimizde dünya derbimiz dış basında nasıl yer bulmuş, bu serinin bitimi nasıl haber olmuş diye merak ettim. tahmin edebileceğiniz üzere dış basının aşırı umurunda olan bir konu değil ancak yer yer maçtan söz edilmiş. ve bunların bir çoğunun ortak noktası neydi biliyor musunuz?
"falcao, galatasaray'a galibiyeti getirdi."
"falcao, boğaz derbisinin kaderini değiştirdi."
"galatasaray, falcao ile kazandı."
gibi manşetlerle ve sadece falcao'nun fotoğrafı ile anlatılmasıydı. yani belki o maçta gol bile atmasa odak yine formamızı giyen dünya markası olacaktı.
işte sırf bu sebeple her yıl kadromuzda karşılanabilir bir maliyetle
* ve asgari düzeyde katkı veren bir dünya yıldızı olmasına hayır diyemiyorum. dünyanın en bilinen türk markasını pazarlayacak beceriye sahip değiliz, en azından bu isimler aracılığı ile markamız kendi kendini yaşatır oluyor.