kendisini genel olarak beğenen ve bugüne kadar da savunmuş biri olarak elimden geldiğince ''neden bu kadar önemli?'' sorusunun cevabını anlatmak istiyorum size.
öncelikle 17/18 sezonundaki ndiaye'li galatasaray ve ndiaye'siz galatasaray'a bakalım. tabii ki burada değerlendireceğimiz şey takımımızın asıl sorunu olan deplasmanlar.
osmanlıspor'u 3-1 yeniyoruz.
antalya maçında ndiaye oyundan çıktığı anda 1-0 öndeyiz fakat 1-1 bitiyor.
bursaspor'u 2-1 yeniyoruz.
konyaspor'u 2-0 yeniyoruz.
ardından 3 deplasman üst üste büyük maçlara çıkıyoruz ve kaybediyoruz ki hepsinde çok kötüyüz ve kimse bunun sorumlusu ''ndiaye'' demez herhalde. bunun üstüne bir de takımla tudor'un arasının tamamen koptuğu malatya deplasmanı var ve yine yeniliyoruz. ayrıca bu maç ndiaye'nin galatasaray formasıyla ilk golünü attığı maç. sonrasında fatih terim geliyor ve fernando'nun da olmadığı maçta kayseri deplasmanında 3-1 kazanıyoruz. sonrasında da ndiaye gidiyor zaten. ben üstteki maçları ''ndiaye sayesinde kazandık.'' gibi bir şey asla söylemiyorum fakat bir de ndiaye'siz performansa bakalım.
sivas'a 2-1 yeniliyoruz.
kasımpaşa'ya 2-1 yeniliyoruz. (bu arada bu maçlarda fernando da yok.)
ardından formalite maçında karabük'ü 7-0 yeniyoruz.
fener ile berabere kalıyoruz.
gençler'e 1-0 yeniliyoruz.
bunların ardından da fatih terim ile birlikte şampiyonluk modunu açarak alanya'yı, akhisar'ı ve göztepe'yi yenerek şampiyon oluyoruz. gel gör ki bu maçları nasıl kazandığımız da malum. alanya maçında 2-0 öndeyken maç 2-2'ye geliyor ve mariano ve sinan'ın becerileriyle 3'ü buluyoruz ve bu arada maçta yenilecek duruma geldiğimiz dahi oluyor. akhisar maçında 2-0'ı buluyoruz, maç 2-1 oluyor hatta beraberliğe çok yaklaşıyor ama neyse ki olmuyor. son maçta da neyse ki huyumuz değil şampiyonluğu kaybetmek. bu arada fernando oynuyor hatta yanında da kariyer performansını gösteren donk oynuyor. galatasaray taraftarı da bu duruma ''deplasman fobisi'' diyor.
peki diyeceksiniz ki kardeşim ndiaye deplasman maçlarında yok da iç sahada var mı? hayır ama iç sahada geçen sene pek rastlanmayacak bir atmosfer oluşturmamız ve takımın tribün gazıyla hayvan gibi oynaması bizi kurtarıyor. mesela deplasmanlarda yok olan belhanda adam geçiyor, pozisyon hazırlıyor.
yani kısacası ben deplasmanlardaki bu anlamsız oyunumuzu, rakibe direnç göstermememizi, kolay pozisyon vermemizi, kolay siniyor olmamızı ndiaye'nin yokluğuna, daha doğrusu ndiaye tarzı bir ismin yokluğuna bağlıyorum. bunun nedeni de ndiaye'nin agresifliği(doğru agresiflik), enerjisi, ortadan rakibin merkezini delebilmesi, patlama yapabilmesi, ikili mücadelelerde ayakta kalmasıdır bana göre. artık her takımın bir şeyler oynadığı futbolda deplasman maçları kolay değildir. önce mücadele etmek gerekir.
bu aslında genel olarak tüm dünyada böyle. ndiaye'nin bütün savunma özelliklerini bir kenara bıraksak dahi merkezde adam geçebilmesi bizim için çok önemli. madrid'de modric veya isco adam geçer, barcelona'da messi merkeze kadar gelip merkezden deler, iniesta da yapardı veya artık bunu zaman zaman coutinho'da yapabilir, manu'da pogba gününde olduğunda bunu yapar, şaşırabilirsiniz ama chelsea'de kante zaman zaman bunu yapar, city'de bunun kralı olan de bruyne var, juventus'ta bunu bazen dybala yapar, bayern'de tolisso veya belki thiago bunu yapabilir. yani bu saydığım takımlar her şekilde gol attığı için direkt aklınıza gelmeyebilir fakat emin olun bu takımların buna muhtaç olduğu zamanlar oluyor çünkü artık herkes savunmayı belirli ölçüde yapıyor çünkü artık herkes belirli bir seviyede koşuyor, alan kapatabiliyor.
dünyanın hiçbir takımı hiçbir zaman evinde ve deplasmanda aynı tempoda oynayamaz. deplasmanda ekstralara ihtiyaç duyar. hücum denilen şeyin temeli zaten rakibi dengesiz yakalamaktır. direkt oynayarak, seri paslaşarak, uzun paslarla veya adam geçerek. galatasaray'da geçen seneden beri deplasmanda şu var: muslera oyunu başlatır, maicon fernando veya donk'a verir, sonrası allah'a emanet. onlar büyük ihtimalle geri döner ve uzun oynarız, zaman zaman ileri atarlar fakat genelde bir sorun çıkar, nadiren de işe yarar. işte bu yüzden topu sırtı dönük de alsa basıp gidebilecek, kendine güvenen hızlı bir adam merkeze şart. senin takımında bu stille uzaktan yakından alakası olan bir adam olmadığı için sen futbolcunun tekniğini 2. plana atmalısın. yani buna tüm dünya ihtiyaç duyuyor. burada önemli olan kısım ndiaye değil, ndiaye'nin tarzıdır kısaca.
kaldı ki geçen sene tudor ndiaye'yi zincirledi resmen. adam saha içinde öne fırlamak isteyip kendini zor tutuyordu. buna rağmen zaman zaman o patlamayı yapıyordu. fatih terim'in elindeki ndiaye'yi düşünün bir de. ayrıca ndiaye'nin performansı direkt olarak fernando'yu da üste çekecektir çünkü fernando hareketli bir futbolcu değil. oyunu aklıyla oynayan ve topu da tam zamanında hamle yaparak kazanmayı amaçlayan bir yapısı var. bunun için ihtiyaç duyduğu şey ise kendisinden önce birilerinin rakibi rahatsız etmesi ve rakibin dengesinin bozulması. bu sayede fernando bir anda belirerek topu alacaktır. ben şunu da söylüyorum: eğer ndiaye gelmeseydi, fernando deplasmanlarda dikkat çekecek ve hem haklı hem de haksız olarak ''çok gömülüyor.'' diye eleştirilmeye başlanacaktı.
açıkçası ben ndiaye'nin fatih terim'in elinde daha da etkili olacağını düşünüyorum ve fernando gibi hızlı düşünen bir adamın önünde hızlı bir ndiaye'nin, ndiaye'nin sağında ve solunda da garry ve onyekuru gibi
yer uçaklarının olması beni heyecanlandırıyor.
ndiaye'nin zaman zaman basit pas hataları yapmasını bekliyorum ama yapacaklarının yanında da bunların göze batmayacağını düşünüyorum. umarım ben doğru düşünüyorumdur da galatasaray kazanır.