1
1971 doğumlu alman bisikletçi. bisiklet dünyasının en renkli simalarından belki de en birincisi. geçtiğimiz hafta bisiklet sporuna veda etti. bunu yaparken de son yarışında dünya pist saat rekorunu kırarak adını efsaneler arasına bir kez daha yazdırdı.
şike, doping, ırkçılık, torpil ile çevrelenmiş, tam bir bataklığa batmış türk spor dünyasına spor nedir, nasıl yapılır'ın dersini vermesi gereken insan. jens voigt hiç bir zaman en iyi olamadı, ama en iyi olmak için hep çok çalıştı. bunu yaparken de insan olduğunu hiç bir zaman unutmadı. aşağıda; 2011 fransa bisiklet turu sırasında yaşadığı bir anıyı paylaşmak istiyorum.
--- alıntı ---
jens voigt neden yaşayan efsanedir, işte sebeplerinden biri: jens voigt’un kendi kaleminden:
seni bilmem ama, ben bu yıl şu romantik, nostaljik tiplerden biri olmaya meyilliydim. hala gerçekleştirebileceğim, yarım kalmış bazı şeyleri başarmayı düşünüyordum, örneğin fransa turunda alpe d’huez etabını kazanmak – ya da benim için daha gerçekçi bir hedef, mesela piyangoda büyük ikramiyeyi kazanmak. :)
geçen hafta berlin’deki tenha ormanlarda dağ bisikletimle dolaşırken, birden geçen yılki (2011) tour de france’ta başımdan geçen bir olayı hatırladım. hatırlayınca yüzüme bir gülümseme konduran hikayelerden biri: yavaşça başlayıp giderek içten bir gülmeye dönüşen şu gülümsemelerden.
geçen temmuz’daki alpe d’huez etabı. hepimizin bildiği gibi, alberto contador etabın hemen başında atak yaptı ve pelotonu dağıttı. favoriler arasında kıyasıya bir savaş başladı. ben limitlerimdeydim. gruptan düşmüştüm ve neredeyse bitmek üzereydim. ancak alpe d’huez’in eteklerine gelmeden önce son bir kez schleck kardeşlerin yanında olmak için ön gruba katılmak üzere savaşmaya başladım.
schleck kardeşlere soğuk, taze mataralarını verdim ve son tırmanış öncesi onları iyi bir pozisyona getirmeye çalıştım. tırmanışa gelir gelmez üst üste ataklar başladı. ve ben, nasıl derler, “doğuştan tırmanışçı” değilim, yeniden koptum. ancak bir domestiğin hayatı zaten böyle geçer ve şikayetçi olacak bir durum yok. işimi yaptım ve kendimi bitirdim. artık bu andan sonra sadece oturup manzaranın tadını çıkarmak ve alplerin ambiyansıyla sarhoş olmak var. alpe d’huez mitik bir dağ, ve orada yarışmak her zaman çok özel.
neyse, yapayalnız, yavaşça sürüyordum (ne hızda sürdüğümü söylememeyi tercih ediyorum), etraftaki bisiklet tutkunlarının desteklerinden keyif alarak, ve duygulanarak, çünkü bu belki de profesyonel bir bisikletçi olarak fransa turunda alpe d’huez’e son tırmanışım olabilirdi. sonuna kadar zevkini çıkarmak istiyordum, tabii alpe d’huez’e tırmanıyor olmaktan ne kadar zevk alınabilirse! ve bu çılgın zorluktaki dağın zirvesine daha epey bir yolum vardı.
zirveye yaklaşık 3 kilometre kala son suyumu da bitirdim ve mataramı vermek için bir çocuk aramaya başladım. sonunda, babasıyla birlikte yolun kenarında dikilen bir çocuk gördüm. yanlışlıkla çarpmamak için yavaş ve dikkatli bir şekilde ona doğru sürdüm. amacım matarayı ayaklarının dibine bırakmak ve ona hoş bir hediye vermekti. ve öyle de yaptım.
ancak, inanılmaz bir şekilde orta yaşlı bir adam savunma yapan bir amerikan futbolcusu gibi aniden çocuğa doğru hamle yaptı! ve zavallı çocuk dengesini kaybedince, matarayı aldı. bu sahneyi gördüm ve sürmeye devam ettim, ancak çok büyük bir hayal kırıklığı ve kızgınlık içindeydim. evet kızgınlık!
“hayır, bu olmamalı” diye düşündüm. böyle güzel bir günde hem de! oysa o ana dek ne kadar iyi hissediyordum. güneş parlıyordu ve profesyonel bir bisikletçi olmaktan gurur duyduğum anlardan biriydi. bu adamın günümü berbat etmesine izin veremezdim!
o anda kararımı verdim ve bisikletimi durdurdum, geri döndüm ve tırmandığım yokuşu gerisin geri inmeye başladım. yolun kenarındaki kalabalık şaşkınlık ve sessizlik içinde beni izliyordu. muhtemelen “jens yarışı bırakıyor mu? sakatlandı mı? neden bir dağ finişinin son anlarında geriye dönüyor?” diye kendi kendilerine soruyorlardı. bense küçük çocuğun elinden matarasını alan o adamı arıyordum. tüm bu süre boyunca kalabalık suspus olmuştu, ne olacağını bekliyordu.
sonunda adamı gördüm, tam önünde durdum, çocuğun elinden kaptıktan sonra matarayı koyduğu çantasını işaret ettim, ve ona, mataranın yanda duran çocuğa ait olduğunu söyledim. hemen matarayı aldı ve çocuğa uzattı. bisikletime geri bindim, şimdi kendimi çok iyi hissediyordum. sonra birden kalabalık gürültüyle patladı ve eminim ki o sırada en az öndeki sarı mayo grubu kadar alkış alıyordum.
bu çok müthişti ve o an üzerine sık sık düşünüyorum. ne zaman fransa turunda alpe d’huez’de gerisin geri döndüğüm o günü hatırlasam, gülümsemekten kendimi alamıyorum. hayattaki küçük şeyler için söylenenleri bilirsiniz, işte bu da o anlardan biriydi.
http://ozgurnevres.com/...jens-voigt-hediyesi/
--- alıntı ---
şike, doping, ırkçılık, torpil ile çevrelenmiş, tam bir bataklığa batmış türk spor dünyasına spor nedir, nasıl yapılır'ın dersini vermesi gereken insan. jens voigt hiç bir zaman en iyi olamadı, ama en iyi olmak için hep çok çalıştı. bunu yaparken de insan olduğunu hiç bir zaman unutmadı. aşağıda; 2011 fransa bisiklet turu sırasında yaşadığı bir anıyı paylaşmak istiyorum.
--- alıntı ---
jens voigt neden yaşayan efsanedir, işte sebeplerinden biri: jens voigt’un kendi kaleminden:
seni bilmem ama, ben bu yıl şu romantik, nostaljik tiplerden biri olmaya meyilliydim. hala gerçekleştirebileceğim, yarım kalmış bazı şeyleri başarmayı düşünüyordum, örneğin fransa turunda alpe d’huez etabını kazanmak – ya da benim için daha gerçekçi bir hedef, mesela piyangoda büyük ikramiyeyi kazanmak. :)
geçen hafta berlin’deki tenha ormanlarda dağ bisikletimle dolaşırken, birden geçen yılki (2011) tour de france’ta başımdan geçen bir olayı hatırladım. hatırlayınca yüzüme bir gülümseme konduran hikayelerden biri: yavaşça başlayıp giderek içten bir gülmeye dönüşen şu gülümsemelerden.
geçen temmuz’daki alpe d’huez etabı. hepimizin bildiği gibi, alberto contador etabın hemen başında atak yaptı ve pelotonu dağıttı. favoriler arasında kıyasıya bir savaş başladı. ben limitlerimdeydim. gruptan düşmüştüm ve neredeyse bitmek üzereydim. ancak alpe d’huez’in eteklerine gelmeden önce son bir kez schleck kardeşlerin yanında olmak için ön gruba katılmak üzere savaşmaya başladım.
schleck kardeşlere soğuk, taze mataralarını verdim ve son tırmanış öncesi onları iyi bir pozisyona getirmeye çalıştım. tırmanışa gelir gelmez üst üste ataklar başladı. ve ben, nasıl derler, “doğuştan tırmanışçı” değilim, yeniden koptum. ancak bir domestiğin hayatı zaten böyle geçer ve şikayetçi olacak bir durum yok. işimi yaptım ve kendimi bitirdim. artık bu andan sonra sadece oturup manzaranın tadını çıkarmak ve alplerin ambiyansıyla sarhoş olmak var. alpe d’huez mitik bir dağ, ve orada yarışmak her zaman çok özel.
neyse, yapayalnız, yavaşça sürüyordum (ne hızda sürdüğümü söylememeyi tercih ediyorum), etraftaki bisiklet tutkunlarının desteklerinden keyif alarak, ve duygulanarak, çünkü bu belki de profesyonel bir bisikletçi olarak fransa turunda alpe d’huez’e son tırmanışım olabilirdi. sonuna kadar zevkini çıkarmak istiyordum, tabii alpe d’huez’e tırmanıyor olmaktan ne kadar zevk alınabilirse! ve bu çılgın zorluktaki dağın zirvesine daha epey bir yolum vardı.
zirveye yaklaşık 3 kilometre kala son suyumu da bitirdim ve mataramı vermek için bir çocuk aramaya başladım. sonunda, babasıyla birlikte yolun kenarında dikilen bir çocuk gördüm. yanlışlıkla çarpmamak için yavaş ve dikkatli bir şekilde ona doğru sürdüm. amacım matarayı ayaklarının dibine bırakmak ve ona hoş bir hediye vermekti. ve öyle de yaptım.
ancak, inanılmaz bir şekilde orta yaşlı bir adam savunma yapan bir amerikan futbolcusu gibi aniden çocuğa doğru hamle yaptı! ve zavallı çocuk dengesini kaybedince, matarayı aldı. bu sahneyi gördüm ve sürmeye devam ettim, ancak çok büyük bir hayal kırıklığı ve kızgınlık içindeydim. evet kızgınlık!
“hayır, bu olmamalı” diye düşündüm. böyle güzel bir günde hem de! oysa o ana dek ne kadar iyi hissediyordum. güneş parlıyordu ve profesyonel bir bisikletçi olmaktan gurur duyduğum anlardan biriydi. bu adamın günümü berbat etmesine izin veremezdim!
o anda kararımı verdim ve bisikletimi durdurdum, geri döndüm ve tırmandığım yokuşu gerisin geri inmeye başladım. yolun kenarındaki kalabalık şaşkınlık ve sessizlik içinde beni izliyordu. muhtemelen “jens yarışı bırakıyor mu? sakatlandı mı? neden bir dağ finişinin son anlarında geriye dönüyor?” diye kendi kendilerine soruyorlardı. bense küçük çocuğun elinden matarasını alan o adamı arıyordum. tüm bu süre boyunca kalabalık suspus olmuştu, ne olacağını bekliyordu.
sonunda adamı gördüm, tam önünde durdum, çocuğun elinden kaptıktan sonra matarayı koyduğu çantasını işaret ettim, ve ona, mataranın yanda duran çocuğa ait olduğunu söyledim. hemen matarayı aldı ve çocuğa uzattı. bisikletime geri bindim, şimdi kendimi çok iyi hissediyordum. sonra birden kalabalık gürültüyle patladı ve eminim ki o sırada en az öndeki sarı mayo grubu kadar alkış alıyordum.
bu çok müthişti ve o an üzerine sık sık düşünüyorum. ne zaman fransa turunda alpe d’huez’de gerisin geri döndüğüm o günü hatırlasam, gülümsemekten kendimi alamıyorum. hayattaki küçük şeyler için söylenenleri bilirsiniz, işte bu da o anlardan biriydi.
http://ozgurnevres.com/...jens-voigt-hediyesi/
--- alıntı ---