• 1726
    özellikle 21. yüzyılın başında kazandığı başarılar ile türkiye'de kitleleri peşinden sürüklemiş ,taraftar sayısını arttırmış ancak son yıllarda aldığı şampiyonlukları takımdaki aksaklıkları gizlemiş olan yeni atılımıyla eski günlerine dönecek olan spor kulübüdür.bu objektif bilgi cümlesidir.burada yazmamıza neden galatasaray'ı anlatmaya ne entryler yeter ne sayfalar(örn:sokakta galatasaray forması ile gördüğü adama öz kardeşiymiş gibi gülümsemek)
  • 1728
    sen öyle bir aşksın ki hayatımda belki sayfalar senin benim hayatımda olan yerini yazsam. ilk galatasaray formasını giydiğimde beni ağlatabilecek kadar , üstümden 1 hafta çıkartmayacak kadar bağlandığım , her nefes alış verişimde , yolda yürürken birisinin üstünde sarı kırmızı renklere sahip bir şey gördüğümde bile duygulandığım ve sana tutku ile bağlanıp , yenildiğinde sadece '' ahh bee galatasaray'ım '' diye bildiğim , avrupada hangi branşta olursa olsun galibiyetinde veya kazandığın zaferlerden sonra göğsümü kabarta kabarta yürüyü gururla '' ben bu büyük kulübün aşığıyım arkadaş! '' dediğim aşksın hayatsın..

    hayatın acımasız anlarına inat yaşasın galatasaray'lı hayat !
  • 1729
    7 yaşından itibaren taraftarı olduğum 26 yıllık sevdam. 4 yıl öncesine kadar en sevdiğim; sonrasında istemeyerek de olsa gönlümde ikinci sıraya düşürdüğüm takımım (ama anne ama baba ama kardeş vs dediğinizi duyar gibiyim ama bizde böyle. atanmışın değil seçilmişin sevgisi ölçüdür bizim için). çeyrek asırdan uzun süredir başarısında başarısızlığında, üzüntüsünde sevincinde, iyi gününde kötü gününde, bazen kızarak bazen överek ama her zaman gururla yanında olduğum kulüp.
    onun için yeri geldi üç kuruşluk adamlarla ağız dalaşına girdim, yeri geldi stadyumlarda 10 saate yakın zaman geçirdim, yeri geldi eve gece birlerde döndüm; hepsi de fazlasıyla helal olsun. bunlardan çoook daha fazlasını yapan bir sürü taraftarın olduğunu biliyorum.

    ölene kadar sarı kırmızı.
  • 1734
    aynı adı taşıyan topçuların küçük büyük diye ayrıldığı yıllardı. isimlerin de ahmet, mehmet gibi “normal” olduğu kumsal, sağnak gibi “modern” isimlerin olmadığı yıllar… bundan sebep öyle batuhan gibi ismi olan topçular da yoktu. o, güzel andığımız, belki gerekli belki gereksiz nostalji fetişine daldığımız o yıllarda, dizler asfaltlarda paramparça olmuş halde, düşe kalka, bata çıka öğrendik o güzel oyunu. sonraları büyüyüp, iki satır okuyup gördüklerimizle o kanıya vardık ki aslında ne güzel metaformuş o hallerimiz hayat denilen merete dair. daha o zamanlar sınıf kavramı karl babanın anlattıklarıyla değil de sıralarına oturup gs kazıdığımız dersliklerden ibaret yer alıyordu zihinlerimizde. işte yaş alınca insan hatırlayamıyor ve "kendimi bildim bileli" şablonu yetişiyor ya imdada, bizde öyle diyelim. kendimizi bildik bileli galatasaraylıydık. ama aç parantez yapıp, içimize o tarifi ve betimlemesi namümkün sevdanın yerleştiği zamanlar diye belirtelim andığımız o zamanları. o zamanlar ki mahallenin fenerli oğlanının, amcasının alamanya’dan getirdiği çivili kramponlarıyla havasını attığı, ayağımızdaki seneye de giyer sebebiyle iki numara büyük alınmış pabuçlardan mütevellit içimize cam parçacıklarının dolduğu ama başımızın dikliğinden feragat etmediğimiz zamanlar… o zamanlar ki asfaltta çivili krampon giymeye çalışıp ayakta duramayan fenerin oğlanlarına cimbomun çocuklarının iki numara büyük pabuçlarla koyduğu zamanlar...beraber maç izlediğin babanın, koca adamın, en büyük kahramanının gözlerinden süzülen katreleri anlamlandırmaya çalıştığımız zamanlar... içerimize galatasaraylılığın yerleştiği zamanlar.
    galatasaraylılık…
    akılla izah mümkün değil. olsaydı eğer mahallenin beşiktaşlı abisinin teklifiyle beşiktaşlı oldum derdik bi kinder sürpriz yumurtaya. ya da diğerleri gibi beşiktaşlıyım deyip çikolatayı aldıktan sonra kaçıp yalan söyledim diye bağırırdık. öyle ya, aklı başında rasyonel birey aklını kullanıp kendisi için en karlı seçimi yapacaktı. aklını kullan al çikolatayı, bak davana. daha sonraları çikolata yiyemeyen çocukları dert ettiğimizde anlamıştık ki karnımız toktu bu liberal mavralara. çocukken bilmezdik böyle süslü kelimelerle ifade etmeyi belki ama pratiğimiz doğruydu ve aslolan da oydu. yapmadık. satmadık .onur haysiyet şeref gibi kavramların gönlümüzde yanan sevdayla nasıl harmanlanmış olduğunun farkındaydık. babanın gözlerinden süzülenlerin anlamını belli ki o küçük yaşta kavramıştık. galatasaraylıydık.
    o yaşlardan bu yaşlara rasyonel düşüncenin r'si uğramadı bu mevzuda hayatımıza. üç kuruşluk aklımızla sorgulamadık şey bırakmazken hayatımıza dair bi sana dokunamadık galatasaray. allahı sorguladık seni sorgulayamadık galatasaray. haşaaa! allah çarpar.
    yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma vardır duygulanmanın da temeli aşktır demiş ya freud, yattığı yerden kalksa da bi psikanalizle yaşadığımı hissettiren duygulanmaların temelindeki galatasaray aşkını bi anlatsa, açıklasa…
    madem ki çocukluktan girdik, mademki çabamız anlatmaktı galatasaraylılığı,galatasarayı o zaman şöyle bağlayalım;
    çehov demiş ki duyduğum en güzel deniz betimlemesi bir çocuğa aittir; deniz büyüktür. biz de yıllar önceki o çocuğun ağzından en saf en yalın en gerçek haliyle diyelim;
    galatasaray büyüktür.
  • 1740
    vakar. kırmızı ve sarının gözlerimi kamaştırdığı resim. çocukluğumdan beri moralim, motivasyonum, abartısız sevincim.
    ***
    kendi yöneticileri ve taraftarlarının da olağanüstü katkılarıyla senelerdir her platformda hakkı yenen, küçümsenen, itilip kakılan sahipsiz takım. şike filmlerinin yıldızı olan takımın karıştırdığı haltların onda birine karışmış olsaydı muhtemelen şu an bankasya'da onuncu maçına çıkmış olacaktı. düşündükçe soğuyorum bu işlerden.
    ***
    bu ülke için fazla olan...
  • 1741
    pekçokları gibi renklerine vurulup peşine düştüğüm tarif edilemez tutku. nickimdeki gibi tatlı vişne ve tok bir sarının mükemmel uyumu. tarif edemeyeceğime 9 yaşında konya deplasmanında oynadığımız bir lig maçında karar vermiştim. çayıma bisküvi bandırıp yiyerek izlediğim maç kabusa dönmüş ve öne geçmemize rağmen kaybetmiştik. evdekiler neden ağladığımı soruyordu; bir çocuğun hayattan ne beklentisi olabilirdi ki. neden ağladığımı bilmiyordum.. 2000 mayısının on yedi gecesi şahsi nedenlerden dolayı hayatımın en zor gecesi olmasına rağmen o zorlukları unutup umutlara tutunabildiğimi fark ettiğim gün neden ağladığımı daha iyi biliyordum. galatasaray demek umut demek benim için.
  • 1745
    galatasaray ile hikayem ne zaman başladı bilmiyorum.

    neuchatel xamax maçı olduğunda henüz bir buçuk aylıkmışım ve o zamanlar çok ağladığım ancak annem ve babamın maçı rahat bir şekilde radyodan dinlemesine izin verdiğim söylenir. 4 yaşlarındayken sarı kırmızı formayla bir resmim vardır.

    sonra bir şeyler olmuş ve tutkulu bir galatasaraylı olmuşum. uefa kupası alındığında okuldaki en iyi galatasaraylı olarak bilindiğimden, maçın ertesi günü beşiktaşlı okul müdürü beni çağırdı andımız töreninden önce. ve büyük bir sarı kırmızı bayrağı, okulun 'tören alanı'na bakan yüksek platformdan aşağıya doğru sallandırabileceğimi söyledi. bu eylem, normalde radikal bir eylem olarak düşünülebilir fakat işin içine okul yönetimi girince bir emir gibiydi. normalde hiç sevmediğim beşiktaşlı müdürle bu emir-komuta zincirinden hoşnut değildim, ancak okulda ondan daha fazla sevmediğim bir fenerbahçeli sınıf arkadaşım vardı ve uefa kupasını almamız onu hoşnut etmiyordu. biraz da bu hırsla, ama her şeyden önemlisi galatasaraylı olduğum için bayrağı bir ucunu tuttum, diğer ucu ise bizden 4 yaş küçük galatasaraylı başka bir çocuktaydı ve bayrağı platformdan aşağıya doğru bıraktık.

    sonraları galatasaray'ın benim hayatımdaki yeri hiçbir zaman daha az olmadı. üniversiteyi kazanıp 2005'te istanbul'a geldiğimde; daha okula kayıt yaptırmadan sabah trenden iner inmez ali sami yen'e yollandım. o zamanlar eski açık'ta indirim vardı ve öğrenciye 150 tl idi. öğrenci olduğumu öss sonuç kağıdımla ispatlayarak kombineyi aldım.

    sonraları okul ve aile sebebiyle yaşadığım bazı kötü şeyler beni stattan uzaklaştırdı, ancak her şey yoluna girdiğinde, maça verecek param ve gidebilecek vaktim olduğunda yine galatasaray'ın stadının yolunu tutmaktan büyük keyif aldım. şehr-i istanbul'un dışında ve adı bir firmanın adı olsa da.

    ben galatasaray'ı hiç bırakmadım...

    edit: imla
  • 1746
    ilk aşk; bana aşkı, sadakati öğreten, kötü günde de iyi günde olduğu kadar hatta daha fazla sarılmayı, omzunda ağlamayı...
    ilk aşk; en ufak bir çatırtıda gemiyi terk etmemeyi öğreten...
    ilk aşk; hayatta çıkışların, zaferlerin olduğu kadar, inişlerin ve hüsranların da olduğunu öğreten...
    ilk aşk; en güzel şeyin insanın yuvası olduğunu; o yuvayı yuva yapanın da sevgi olduğunu...
    ilk aşk; ağlamayı, gülmeyi...
    ilk aşk; hiç tanımadığın bir adama delicesine sarılıp gole sevinebileceğimi...
    ilk aşk; dişinden tırnağından arttırıp para biriktirmeyi öğreten.. sonra o parayı bir hiçbir düşünmeden store'a harcamayı... bunun verdiği tarif edilemez mutluluğu...

    ebedi aşk; bana hayatı öğreten sevgili...
  • 1749
    şu an bu entryi kaçıncı yazışım bilmiyorum ama anladım ki olmuyo. her defasında olayın farklı bir yönünü ele alayım veya farklı bir açıdan bakayım dedim ama olmadı. bu sevda kelimelere sığmıyo benim için. anlattım anlattım bitmedi, bazen de bir bakıyorum yazının başıyla sonu farklı şeyleri anlatıyo. ayırt edemiyorum hiç bir sefasını, cefasını bu aşkın. ama mutluyum şu an, anlatamadığımdan, içim içime sığmamasına rağmen yazıya dökemediğimden veya hepsini birden yazmak için sabremediğimden.

    tarifi yok bu aşkın diyoruz ya aynen öyle işte. eğer nasipse bu başlık altında parça parça dökmeye karar verdim duygularımı ve her zaman yazacak birşeylerimin olacağına eminim bu konuda.
  • 1750
    sarı-kırmızı renklerinden ibaret kimileri için aşkı , kimileri için ise hayatın anlamı galatasaray.benim içinse bana bir çok şeyi öğreten sevgili.bülent korkmaz ile cesur olmayı , hakan şükür ile asla pes etmemeyi , paidar demir ile adamlığı , ali sami yen ile vefayı, ali sami yen stadyumu ile cehennemi , hagi ile mümkün olmayan şeylere inanmayı , popescu ile hayallerin bir gün mutlaka gerçekleşeceğini , lucescu ile kendini korumanın önemini , imparator ile kendinden güçlülere de dik durmanın gerekliliğini,metin oktay ile iyi insanlarında bir gün mutlaka kazanacağını öğretti bana bu camia .

    edit : anlatım bozukluğunun dibe vurduğu an.
App Store'dan indirin Google Play'den alın