kendisiyle gezi parkı direnişi sırasında tanıştık ve o zamandan beri aramızda sıkı bir dostluk mevcut durumda. sıkıcı desem daha doğru.
direnişin en yoğun olduğu zamanlarda, cihangir tarafından meydana doğru yükleniyorduk. toplumun her kesiminden binlerce insan kardeş olmuş, solcusu sağcısı, liboşu, enteli, danteli tam bir dayanışma içerisinde, omuz omuza polis engelini aşmaya uğraşıyorduk. plastik mermiler, gaz fişekleri kulağımızın dibinden sivri sinek vızıltısı çıkararak geçiyordu. bir anda ortalık toz dumana karışmış, millet panik halinde sağa sola savrulmaya başlamıştı. tam bir kaos ortamı hakimdi, göz gözü görmüyordu desek yeridir. ben ezelden beri uyanık ve tedbirli biri olarak, eczaneden 1 liraya hemşire maskesi almış, başıma geçirmiştim. portakal gazını yiyince maskenin bir hükmü kalmadı tabi, gözlerim nikaragua şelalesine dönmüştü, gözyaşlarımdan ve öksürükten adım atamaz hale gelmiş, kaldırıma yığılıp kalmıştım. haziran ortasında, kara bulutlar çökmüştü dünyama, gözlerim öyle yanıyordu ki, acıdan söküp atmak istedim ellerimle. tam o sırada, kurtarıcı bir melek gibi çıkıp geldi karşıma
daç. o karşı konulamaz çaresizliği dağıtmıştı bir anda, aslan gibi kükrüyordu, sesi hala kulağımdadır :
'limonn, yerli limoon, sulu limon, gel abi, gaz limonu bunlar'.
adam meğer işin ticaretindeymiş, millet hak hukuk davasına yardırırken, gaz yerken, cop yerken, bu vatandaş ekmek kovalıyormuş ortamdan istifade. mecburiyetten 5 lira bayılıp bir limon aldık tabi, gözler öyle bir yanıyor ki, bi milyar istese vericez, o kadar perişan haldeyiz. bu sözde anti-kapitalist, icraatte multi-kapitalist müslüman evladı acımadan kitledi 5 liraya limonu bize. utanmadan bir de demez mi 'abi, süt de var bak süt çok iyi geliyor, 10 lira sütaş, sür gözüne, yürü devam buradan gülhane parkını bile zaptedersin bu gazla'
gel zaman git zaman, aramızda anlamsız bir yakınlaşma oldu, iki farklı dünya görüşünden iyi birer arkadaş haline geldik. gerçi bunda dünya görüşü namına kayda değer pek bir şey yoktu, ilimden irfandan nasibini almamış bir insan evladıydı ama yine de kanım kaynamıştı. emekçiydi netice itibariyle, sıcak soğuk demeden, işporta peşinde, kah zabıtadan, kah zenci saatçilerden kaçarak hayatını idame etmeye çalışan garibanın biriydi. bir de boş konuşmaları olmasa tadından yenmeyecekti ama işte ne yapalım o kadar kusur kadı kızında da olur.
'abi şimdi siz burda direniyonuz ama boşuna. haybeye ıslanıyonuz, bak it eniği gibi titriyon, bunlar hep faiz lobisinin işleri, amerika var bu olayların arkasında bak görürsün yakında kokusu çıkar'.
'valla televizyonda izledim, başbakan çok kızmış, bu gece dağılmazsanız yakıp yıkacak buraları, aramızda bi hukuk oluştu, uyarması benden, yavaştan yol alın bak, akşama polis 4 bir yandan saldıracak'.
'yav nolmuş sanki ağaçlar kesiliyorsa, bizim köyde ormanları tüketti kereste tüccarları, yenisini dikerler nedir yaaani, mesele ağaç meselesi değil bak israil planlıyor bunları yakında ortaya çıkar'
adamı direndiğine direneceğine pişman eder, o kadar çenesi düşük bi adam. öyle böyle günler geçti, direniş bitti, parkı kurtardık sözde ama ingiliz gemileri 6 ay sonra elini kolunu sallayarak geçti boğazı, istanbul'a dayandılar. görüşemez olduk sonra bunla, taksim'e de çıkasım gelmiyordu artık. ilkbahara doğru bir işim düştü istiklal'e çıktım, baktım bu işi büyütmüş, şemsiye işine girmiş, halkbank'ın arada kaldırıma oturmuş, elinde 10 tane şeffaf şemsiye, yağmur duasını okuyordu içli içli, desem ki ümmet-i muhammedin selameti için böyle dua et, bi haftaya kalmadan islam ülkeleri süper güç haline gelir, 5 liraya şemsiye satacağım diye öylesine içten, öylesine kalpten dua ediyordu, kabe imamları halt etmiş.
*