kendisinden nefret eden, onu itici, kibirli ya da fazlaca ukala bulan pek çok insan var ve ben onları anlayabiliyorum. ben de onlardan biriydim bir zamanlar.
manchester'da oynarken çok fazla maçını seyretmemiştim. hakkındaki düşüncelerim futboluyla ilgili değil, özel hayatıyla, verdiği demeçlerle oluşmuştu. yetenekliydi ama sevmemiştim ben bu adamı. çok kendini beğenmişti, pek çok insan tarafından göklere çıkarılıp ilah ilan ediliyordu, sürekli magazin gündemindeydi ve akıllara zarar giyiniyordu. ben ona kısaca cırban diyordum.
her şey real madrid’e transfer olmasıyla değişti. elbette, desteklediğim takıma transfer olmasının fikirlerimi etkilediği düşünülebilir bu durumda. ama öyle değil mesele, ben transfer dedikoduları ilk çıktığında şöyle demiştim; "cırban gelirse, gidene kadar madrid’in maçlarını izlemem.". işte bu kadar önyargılıydım ben bu adama karşı, bu kadar "hoşlanmıyordum" kendisinden. önyargılıydım diyorum, çünkü doğru düzgün izlememiştim futbol oynarken. sonra korktuğum başıma geldi, "cırban" madride transfer oldu. tam "yokum" diyordum ki, madrid xabi’nin transferini açıkladı. ya kaka'lı xabi’li higuain’li falan bir madrid'i izleyecektim, ya da anlamsız bir şekilde kendi kendime protesto yapacaktım. mantıksız geldi bana aldığım karar, vazgeçtim. işte tam da buradan itibaren bütün fikirlerim değişti.
oyunun estetik tarafı bir yana, bu adam o sahanın içinde deli gibi çabalıyor kazanmak için. bir futbolcudan isteyeceğin/bekleyeceğin her şeyi yapıyor. yeri geldiği zaman savunmaya gidiyor, yeri geldiği zaman top çalıp asist yapıyor, gol atıyor. yapması gerekeni fazlasıyla yapıyor.
bunu gördükçe önyargılarımı bir kenara bırakıp sadece izledim. dizlerimi döve döve izlediğim kaç maç, sırtladı takımı, attı arttırdı, ipten aldı. eh, nefret etmeyi bırakınca da, onunla ilgili haberleri, yazıları zart diye hiç bakmadan geçmekten vazgeçtim. karşılaştığımda okudum, bazen merak ettim ben arayıp buldum ve pek çok şey öğrendim hakkında. hiç tanımadan nefret ettiğim adamı, evet şimdi itiraf ediyorum, tanıyınca sevdim.
20 yaşındayken babasını alkol problemleri yüzünden kaybetmiş, bu yüzden alkol kullanmıyormuş. bundan 2 yıl sonra da annesi göğüs kanseri olmuş. annesi kanserle mücadele ederken verdiği bir röportajda şöyle demiş;
"cristiano phones me every day. he's always telling me this is nothing and how i'm going to live until i'm 90."
"cristiano her gün telefon ediyor. sürekli bunun hiçbir şey olmadığını ve nasıl 90 yaşına kadar yaşayacağımı anlatıyor."
kolay bir şey değil bu.
üstelik önce babasını kaybetmiş, sonra annesi hastalanmış 2-3 yıllık bir zaman aralığında. hiç kolay şeyler yaşamamış yani.
ronaldo, gittiği yerde dil öğreniyor.yıllarca ingiltere’de yaşadı, ilk röportajlarını izleyince anlıyorsun aradaki farkı. önce çevirmen olmadan anlaşamayan en sıradan bir kelimede takılan adam, şimdi -portekizce aksanlı da olsa- gayet rahat ifade ediyor kendini, rahat konuşuyor. ne var bunda, elbette öğrenecek dememek lazım. ne futbolcular var premier lig de yıllarca oynayıp da 5 kelimeden fazla ingilizce öğrenmeyen, öğrenmek için çabalamayan. geçenlerde de ispanyolca bir röportajına rastladım. arada kelimeleri çıkartamayıp ingilizce soruyor, portekizce aksanlı ispanyolca konuşuyor ama, konuşuyor işte.
yardım kampanyaları, bağışlar... pek çok futbolcu gibi, o da yapıyor bir şeyler. ama bir tanesi var ki;
http://www.goal.com/...g-coach-dan-gaspar-2 kaynak ingilizce; kısa bir özet geçecek olursak,
16 yaşında futbolu çok seven bir çocuk -brandon- diziyle ilgili problemler yaşamaktadır. önce sakatlık gibi dursa da sonra kemik kanseri teşhisi koyulur. ya bacak kesilecektir ya da acil tarafından kemoterapiye başlanacaktır. futbola tutkuyla bağlı olan, bir gün futbolcu olma hayali kuran brandon, bacağının kesilmesini istemez, kemoterapiye başlanır. ancak işler kötü gider, kemoterapinin tümörü küçültememesi bir yana, kanserin vücuda yayıldığı ortaya çıkar. aile çocuğun son dileklerini yerine getirmek ister, ki bunlardan bir tanesi idolü ve en sevdiği futbolcu olan ronaldo’yu old trafford’da antrenman yaparken izleyebilmektir ve hastalığın durumu göz önüne alınınca brandon’ın toronto'dan ingiltere’ye götürülmesi imkansızdır. çocuklarının ronaldo’ya beslediği büyük hayranlığı bilen aile, en azından telefonda konuşturabilmek adına, kaleci antrenörü aile dostundan yardım ister. sonuçta ronaldo’ya bir şekilde ulaşılır. ronaldo çocuğu arar telefonda konuşurlar, ronaldo "yarın tekrar arayacağım" der, ve yarın tekrar arar. arada nasıl olduğunu sormak için mesaj atmaya ve iletişimde kalmaya devam eder. telefonda konuştukları hafta sonu chelsea’yle yaptıkları maçta giydiği formayı ve kramponları imzalayıp çocuğa gönderir. bir de not vardır; “true champions are those who fight till their last breath, and that is the image i have of brandon."
"gerçek şampiyonlar, son nefesine kadar savaşanlardır ve zihnimde oluşan brandon resmi de işte bu."
brandon günlüğüne şöyle yazmıştır; "ronaldo'yla konuştum, artık cennete gidebilirim..."
brandon 17 yaşında ölür, mezarında cristiano ronaldo’nun gönderdiği kramponlar ve forma vardır. gönderdiği not, mezara yazılmıştır.
işte bu, maddi yönü olmayan bir şey olmasına rağmen, gerçek insanlıktır.
tıpkı;
http://www.youtube.com/...GI8&feature= bu videoda 6:15 den itibaren başlayan görüntülerdeki gibi. her çocukla ayrı ayrı konuşup ilgilendi, başlarını okşadı, öptü.
bu da insanlıktır.
başkaları yapmadığından, ya da o herkesten çok, herkesten iyi yaptığından değil. hiçbir kıyaslama olmadan, yaptığı şey doğru ve güzel olduğundan. bunlar bir insanı benim gözümde “insan” yapan şeyler.
yani
cristiano ronaldo; cırbandan, apaçiden, conodan öte, "insan"dır.
sevmeyen elbette yine sevmesin, hala ondan hoşlanmamak için pek çok neden vardır büyük ihtimalle. çünkü ronaldo kusursuz bir insan değil, öyle olduğunu kimse iddia edemez. ronaldo kötü giyinir, şımarıklık yapar, hava atar, her hafta başka bir kadınla adı çıkar. ama bana samimi gelen de budur işte. şimdi evin önünde top oynayan çocuklardan birini alıp, zamanla aynı noktaya getirsek, eğer olmadığı biri gibi görünmeye çalışmayacaksa, hemen hemen aynı şekilde davranır. bir çocuğu alacaksın dünyanın en iyi kulüplerinde en yetenekli futbolcularıyla yan yana oynatacaksın, o çocuk büyüyecek, insanların bir ömür kazanamayacağı parayı bir ayda kazanır hale gelecek… ki bütün bunlar aslında kendi emeğiyle, çalışkanlığıyla, şansıyla, yeteneğiyle geldiği bir nokta olacak. sonra o adam mütevazi konuşup, mütevazi giyinecek, hiç şımarmayacak öyle mi? o kadar parayı cebine koysan hiç şımarmadan mütevazi hayatına devam edecek çok az insan vardır şu dünyada. ve ronaldonun onlardan biri olmaması beni sinirlendirmiyor.
bugün pek çok insan sevmiyor onu, ben de anlıyorum. ama bu adamı, antipatikliğinden, şımarıklığından ya da başka bir nedenden dolayı yerin dibine sokmak, "bu da futbolcu mu?" deyip yeteneklerini, çalışkanlığını hiçe sayıp çöp muamelesi yapmak, asla anlayamayacağım bir şey. ben bunu kendisinden nefret ederken de yapmıyordum. çünkü gerek yok bunlara. sevsek de sevmesek de; bizim kıyaslamaktan, çok sevmekten ya da nefret etmekten izlemeyi unuttuğumuz adamlar; sırf kıyaslama yapmak adına birini yerin dibine gömmek, diğerini uzaya çıkarmak için fazla yetenekliler...