1
daha önce türkiye ligi'nde hiç bulunmamış yabancı bir teknik direktörün ismi ne zaman bizimle anılsa, bu teknik direktöre karşı olan galatasaray taraftarları ve galatasaray sözlük yazarlarınca öne sürülen en yaygın argüman. bu taraftarlarımız genellikle bu teknik direktör adayının ligi tanımadığından dem vurur, türkiye liginin avrupa liglerinden farklı olduğundan ve türk futbolcusunun avrupalı oyuncular kadar profesyonel olmadığından bahsederek teknik direktör ligi tanıyana kadar şampiyonluğun elden gidebileceğini öne sürer. alternatifleri ise ligi tanıyan, yani yerli bir teknik direktör veya daha önce süper lig'de mücadele eden yabancı bir teknik direktör getirilmesidir. bundan dolayı da 2 senedir şampiyonlar ligi'nde gruplardan çıkan, bu sene de şampiyonlar ligi'nde mücadele edecek koskoca galatasaray takımı fatih terim, mircea lucescu, gheorghe hagi, mustafa denizli hatta karl-heinz feldkamp gibi birkaç kişi dışında dünyada teknik direktör yokmuş gibi davranmaktadır.
evet türkiye ligi avrupa liglerinden farklıdır; türk taraftarı fazla duygusaldır, sabırsızdır, medyanın manipülasyonlarından kolay etkilenir, aslında tamamı futbolu çok iyi bildiğini iddia etmesine rağmen futboldan gerçek anlamda anlayanı çok azdır ve maalesef kulüp yöneticileri de uzun vadeli proje iddia ederek getirdiği teknik direktörün dahi arkasında durmaz eğer ilk sezonunda şampiyonluk getirmediyse.
bu nedenle de yukarıda ismi geçen teknik direktörlerin büyük kısmının özelliği ilk sezonunda başarılı olmalarıdır. mircea lucescu ilk sezonunda şampiyon olamasa da şampiyonlar ligi'nde çeyrek final oynatmış, erik gerets ilk sezonunda şampiyon olmuş ve feldkamp da her iki gelişinde de takımın şampiyon olmasını sağlamıştır. (2. gelişinde lig bitmeden takımdan ayrılsa da o seneki şampiyonluktaki etkisi inkar edilemez.) bu grubun tek istisnası hagi'dir ki onun da özelliği takımın efsane futbolcusu olması ve ligi futbolculuğu döneminden gayet iyi tanımasıdır. bunun dışında birçok büyük teknik direktör ise ilk sezonunda gerekli başarıyı gösteremediği için takımdan gönderilmiştir. (roberto mancini, frank rijkaard, milli takımda hiddink ve hatta rakiplerimize de bakarsak del bosque, löw ilk akla gelenler)
aslında sadece bu başarılı ve ligi tanıyor olduğunu söylediğimiz teknik direktörlere bakarak bile ligi tanımanın o kadar da önemli bir şey olmadığını görebiliriz. neticede lucescu, gerets, feldkamp... hiçbiri ilk geldikleri sezon bu ligi tanıyan hocalar değildiler fakat şampiyonluk kazanmayı başardılar. evet ligi tanımak, oyuncuların mantalitesine hakim olmak tabi ki bir avantaj, ancak illa ki ligi tanıyan bir teknik direktör olsun diye ısrar edersek bu isimlere mahkum olmak zorunluluğu ve türk futboluna yeni lucescular yeni geretsler kazandıramama kısır döngüsü ortaya çıkmakta. madalyonu biraz daha çevirip diğer tarafına baktığımızda gördüğümüz ise örneğin mancini'yi ligi tanımıyor diye gönderirken yerine gelecek (muhtemel yabancı) teknik direktörün ligi mancini'den daha az tanıyor olacağı. veya ligi tanımayan skibbe'yi takıma getirip hoca tam da ligi ve takımı çözmeye başlamışken gönderince her şeye sıfırdan başlamak ve aynı acıları tekrar yaşamak zorunda kalmak.
belli ki ligi tanıyan hoca isteyenlerin en büyük dayanağı da bu. "zaten bir teknik direktörün arkasında şampiyon olmazsa asla durmuyoruz, bari ligi tanıyan bir hoca gelsin de şampiyon olamazsa da boşu boşuna bir seneyi kaybetmeyelim" buna karşı da anımsatılacak en önemli şey ligi tanımayan jupp derwall'in ilk iki sene şampiyon olamamasına rağmen arkasında durulmasıdır. evet derwall'in ligi ve ülkeyi tanımaması belki galatasaray'ın 2 senesine mal oldu, fakat derwall'in bu süreçte yaptığı hamlelerin galatasaray'a çok uzun seneler kazandırdığı da ortada. dolayısıyla bazen geleceği kazanmak için 1 sene ya da 2 sene kaybetmek de taraftarın korktuğu kadar kötü bir şey olmasa gerek, hele ki derwall'in hamlelerinin meyvelerini hala topladığımız düşünülürse.
entry'ye başlarkenki asıl amacım daha önce türkiye'de çalışmamış bütün yabancı teknik direktör adaylarına karşı sunulan "ligi tanımıyor" argümanını eleştirmek ve bunun sebeplerini açıklamaktı. düşündüğüm kadar derli toplu bir entry olmadı ama derdimi anlatabildiğimi umuyorum. bir de daha önce çok başarılı olmuş, isimli teknik direktör adaylarına "başarıya doymuş, bize başarıya aç hoca lazım" diye karşı çıkılırken, başarıya aç ve gelecek vaat eden hoca adaylarına ise "ismi yeterince duyulmamış, daha önce pek başarısı yok" diye karşı çıkılması paradoksu var ki, o da başka bir entrynin konusu olsun.
not: daha önce bu konu başka bir başlıkta incelenmiş mi diye aradım fakat bulamadım, duruma en uygun açıklayacak şekilde bu başlığı buldum (teknik direktör yerine hoca kelimesini kullanma sebebim de karakter sınırıydı), moderatör arkadaşlar gerekiyorsa değiştirebilirler.
evet türkiye ligi avrupa liglerinden farklıdır; türk taraftarı fazla duygusaldır, sabırsızdır, medyanın manipülasyonlarından kolay etkilenir, aslında tamamı futbolu çok iyi bildiğini iddia etmesine rağmen futboldan gerçek anlamda anlayanı çok azdır ve maalesef kulüp yöneticileri de uzun vadeli proje iddia ederek getirdiği teknik direktörün dahi arkasında durmaz eğer ilk sezonunda şampiyonluk getirmediyse.
bu nedenle de yukarıda ismi geçen teknik direktörlerin büyük kısmının özelliği ilk sezonunda başarılı olmalarıdır. mircea lucescu ilk sezonunda şampiyon olamasa da şampiyonlar ligi'nde çeyrek final oynatmış, erik gerets ilk sezonunda şampiyon olmuş ve feldkamp da her iki gelişinde de takımın şampiyon olmasını sağlamıştır. (2. gelişinde lig bitmeden takımdan ayrılsa da o seneki şampiyonluktaki etkisi inkar edilemez.) bu grubun tek istisnası hagi'dir ki onun da özelliği takımın efsane futbolcusu olması ve ligi futbolculuğu döneminden gayet iyi tanımasıdır. bunun dışında birçok büyük teknik direktör ise ilk sezonunda gerekli başarıyı gösteremediği için takımdan gönderilmiştir. (roberto mancini, frank rijkaard, milli takımda hiddink ve hatta rakiplerimize de bakarsak del bosque, löw ilk akla gelenler)
aslında sadece bu başarılı ve ligi tanıyor olduğunu söylediğimiz teknik direktörlere bakarak bile ligi tanımanın o kadar da önemli bir şey olmadığını görebiliriz. neticede lucescu, gerets, feldkamp... hiçbiri ilk geldikleri sezon bu ligi tanıyan hocalar değildiler fakat şampiyonluk kazanmayı başardılar. evet ligi tanımak, oyuncuların mantalitesine hakim olmak tabi ki bir avantaj, ancak illa ki ligi tanıyan bir teknik direktör olsun diye ısrar edersek bu isimlere mahkum olmak zorunluluğu ve türk futboluna yeni lucescular yeni geretsler kazandıramama kısır döngüsü ortaya çıkmakta. madalyonu biraz daha çevirip diğer tarafına baktığımızda gördüğümüz ise örneğin mancini'yi ligi tanımıyor diye gönderirken yerine gelecek (muhtemel yabancı) teknik direktörün ligi mancini'den daha az tanıyor olacağı. veya ligi tanımayan skibbe'yi takıma getirip hoca tam da ligi ve takımı çözmeye başlamışken gönderince her şeye sıfırdan başlamak ve aynı acıları tekrar yaşamak zorunda kalmak.
belli ki ligi tanıyan hoca isteyenlerin en büyük dayanağı da bu. "zaten bir teknik direktörün arkasında şampiyon olmazsa asla durmuyoruz, bari ligi tanıyan bir hoca gelsin de şampiyon olamazsa da boşu boşuna bir seneyi kaybetmeyelim" buna karşı da anımsatılacak en önemli şey ligi tanımayan jupp derwall'in ilk iki sene şampiyon olamamasına rağmen arkasında durulmasıdır. evet derwall'in ligi ve ülkeyi tanımaması belki galatasaray'ın 2 senesine mal oldu, fakat derwall'in bu süreçte yaptığı hamlelerin galatasaray'a çok uzun seneler kazandırdığı da ortada. dolayısıyla bazen geleceği kazanmak için 1 sene ya da 2 sene kaybetmek de taraftarın korktuğu kadar kötü bir şey olmasa gerek, hele ki derwall'in hamlelerinin meyvelerini hala topladığımız düşünülürse.
entry'ye başlarkenki asıl amacım daha önce türkiye'de çalışmamış bütün yabancı teknik direktör adaylarına karşı sunulan "ligi tanımıyor" argümanını eleştirmek ve bunun sebeplerini açıklamaktı. düşündüğüm kadar derli toplu bir entry olmadı ama derdimi anlatabildiğimi umuyorum. bir de daha önce çok başarılı olmuş, isimli teknik direktör adaylarına "başarıya doymuş, bize başarıya aç hoca lazım" diye karşı çıkılırken, başarıya aç ve gelecek vaat eden hoca adaylarına ise "ismi yeterince duyulmamış, daha önce pek başarısı yok" diye karşı çıkılması paradoksu var ki, o da başka bir entrynin konusu olsun.
not: daha önce bu konu başka bir başlıkta incelenmiş mi diye aradım fakat bulamadım, duruma en uygun açıklayacak şekilde bu başlığı buldum (teknik direktör yerine hoca kelimesini kullanma sebebim de karakter sınırıydı), moderatör arkadaşlar gerekiyorsa değiştirebilirler.