• 1
    liglerimizde mücadele etmis takımlarımızın kurulus yılları söyledir:

    875
    hermes athletic and cultural association from constantiople
    1890
    orfeas smyrna --- su anki panionios takımıdır.
    1891
    apóllonas gc smyrna ---- su anki apollon takımıdır.
    1894
    smyrna football club
    1895
    fc wien istanbul
    1901
    black stockings istanbul
    1902
    kadiköy fk istanbul
    1903
    besiktas jk istanbul

    1904(?)
    moda fc istanbul
    elpis fc istanbul
    imogene fc istanbul

    1905
    galatasaray sk istanbul
    1907
    fenerbahçe sk istanbul
    1908
    vefa sk istanbul
    anadolu sk üsküdar istanbul

    1909
    beykoz gk istanbul
    istanbul strugglers

    1910
    mke ankaragücü
    1911
    istanbul rumblers
    1912
    karsiyaka sk izmir
    1913
    telefoncular istanbul
    1914
    altay gk izmir
    1915
    izmir idman yurdu
    1921
    kasimpasa gençlik istanbul
    1922
    konya gençlerbirligi

    1923
    izmirspor
    altinordu gk izmir
    gençlerbirligi sk ankara
    sariyer serefspor istanbul
    beyogluspor istanbul

    1925
    mersin idman yurdu gk
    göztepe gk izmir

    1926
    istanbulspor külübü
    1927
    feriköy gk istanbul
    1932
    ankara demirspor külübü
    1937
    kayserispor külübü
    1940
    adana demirspor külübü

    1945
    boluspor külübü
    hacettepe gk ankara

    1946
    adalet gençlik sk istanbul
    1947
    sekerspor külübü ankara
    1949
    bakirköyspor külübü istanbul
    1951
    yesildirek gk istanbul

    1953
    çaykur rizespor külübü
    zeytinburnuspor külübü istanbul

    1954
    adanaspor külübü
    petrol ofisi ankara
    türk telekomspor gsk ankara

    1959 karagümrük gk istanbul
    1963
    bursaspor külübü
    gaziantepspor külübü
    yalovaspor vsk

    1965
    sakaryaspor külübü adapazari
    eskisehirspor külübü
    konyaspor külübü
    manisaspor külübü

    1966
    antalyaspor külübü
    balikesirspor külübü
    malatyaspor külübü
    kayseri erciyesspor külübü
    zonguldakspor külübü
    aydinspor külübü
    denizlispor külübü
    çanakkale dardanelspor külübü

    1967
    trabzonspor külübü
    kirikkalespor külübü
    elazigspor külübü
    giresunspor külübü
    orduspor külübü
    sivasspor külübü
    usakspor külübü

    1968
    erzurumspor külübü
    diyarbakirspor külübü

    1969
    demir-çelik karabükspor külübü
    kahramanmaras sk
    siirt jet-pa sk

    1978
    bb ankaraspor külübü

    kaynak: www.rsssf.com
  • 4
    türkiye’de futbol

    spor, toplumsal hayatın önemli bir parçasını oluşturmaktadır. yalnızca bireysel bir tercih olmanın ötesinde toplumdaki çeşitli etki merkezleri ve güç odakları tarafından manipüle edilen bir olgu haline gelen spor, kapitalist sistem içerisinde hızla endüstrileştirilmiştir.

    özellikle 1980 sonrasında neo-liberal söylemin popülerlik kazanması ile birlikte, sportif faaliyetler rekabetçi piyasa koşullarına uyarlanmış ve tüketim kültürünün taşıyıcısı haline gelmiştir. ulusal ve uluslar arası medya, spor karşılaşmalarına ve tartışmalarına dahil olarak bir yandan “biz ve öteki” ayrımını keskinleştirmiş bir yandan da sporu, siyaset-ekonomi temelli olarak yeniden inşa etmiştir. tüm bu gelişmeler, sporun sınıfsal ilişkileri aştığı iddia edilen karakterinin dönüşüme uğrayıp uğramadığı sorusunu akla getirmiştir. bu bağlamda spor ilgisi ve uğraşının toplumsal sınıf bağlamında ele alınabilmesi için ikili bir ayrımdan yola çıkmak ufuk açıcı olabilir: spora aktif ve pasif katılım. ilk başlık altında bireylerin doğrudan çeşitli spor dalları ile uğraşabilme kapasitesinin sınıfsal imkanlar düzeyinde kategorizasyonu ve amatör/profesyonel sporcu kimliğinin günümüzdeki reel şartlarına ve çağrışımlarına yönelik sınıfsal bir analiz sözü edilen incelemenin bir aracı olurken ikinci başlık çerçevesinde, sporun herhangi bir dalına izleyici/destekleyici olma sürecinde bir başka deyişle sportif aktiviteye dolaylı katılım düzleminde sınıf bilincinin erime sürecine girip girmediği sorusu öne çıkmaktadır.

    bireylerin ait olduğu sınıfsal statünün sağladığı avantajlar ya da yol açtığı mahrumiyetler, bir çok konuda olduğu gibi, spor yapma ve spor dalı tercih etme kapasitesini de belirlemektedir. en az bu tespit kadar önemli olan diğer bir konu ise sporun sınıfsal ilişkilerde hegemon tabakaya geçiş için bir araç olarak görülme sıklığıdır. örneğin abd’de basketbol ve atletizm, siyahlar için bir sınıf atlama vasıtası olurken, türkiye’de de futbol benzer bir işlevi yerine getirmiştir. ikinci araştırma düzlemi ise taraftarlık üst kimliğinin, sınıf bilincinin üzerine çıkarak onun kitleselliği yerine kendi kültürünü ikame edebilme kabiliyetidir.

    bu çalışmada, yukarıda kısaca belirtilen çerçeve dahilinde öncelikle yapısalcı marksist ekolün ve gramsci’den esinlenen hegemonyacı okulun temel argümanlarını içeren teorik bir tartışma yürütülecek, küreselleşme sürecinde spor sosyolojisindeki değişimden kısaca bahsedilecek daha sonra türkiye’de futbolun 80’li yılları takiben geçirdiği değişimin kısa bir betimlemesi yapılacaktır. çalışmanın diğer bölümünde, türkiye’de futbol alanında büyük kulüplerin taraftar kimliğinin sınıf çelişkilerinin ötesine geçip geçmediği sorgulanmaya teşebbüs edilecektir. bu bağlamda kulüplerin sosyal imkanlarından faydalanma kriteri esas alınarak, taraftar çatısı altında homojen kılınmaya çalışan kitleler arasında ciddi farklar olduğu iddia edilecektir. büyük kulüplerin endüstrileştirdiği futbolun, pazar ilişkisine girerek yeni bir tüketim alanı yaratması ve bu alanı geniş tutar görünerek, “gerçek taraftar” olmakla lisanslı mal kullanmak arasında doğrudan ilişki kurmaya çalışması üzerinde durulacaktır. ayrıca avrupa’daki muadillerinin aksine türkiye’de büyük kulüplerin herhangi bir sınıfı temsil eder görünmekten kaçınmasının nedenleri ortaya konulmaya çalışılacaktır.

    1. spor sosyolojisine kuramsal bir bakış:

    1.1 sporun yapısalcı ve hegemonyacı okullar tarafından analizi:
    spor sosyolojisi alanında yapılan çalışmaların önemli bir bölümünü, neo-marksist olarak nitelendirilen okulun 1970 sonrası literatüre kattıkları oluşturur. bu çerçevede özellikle althusser’den ve klasik marksist yazından beslenen yapısalcı ekolün 1970’li yıllarda spor sosyolojisine getirdiği açılımlar dikkate değerdir. 1980’li yıllarda ise gramsci’nin teorik bakış açısından ilham alan hegemonyacı okulun spor sosyolojisine yönelik araştırmalarda önemli bir ağırlığı ortaya çıkmıştır.

    yapısalcı marksist ekol, sporun toplum içindeki yerinin belirlenmesinde kapitalizmin gelişme çizgisini dikkate almıştır. modern spor, büyük ölçüde kapitalist üretim tarzının ve burjuva zihniyetinin bir ürünü olarak görülmüştür. kapitalist bir toplumda modern sporun çok yönlü bir işlevi olduğunu ifade eden yapısalcılar, mevcut ekonomik yapılanmanın spor bağlamında da kendini yansıttığını düşünmüşlerdir. yapısalcı yaklaşıma göre kapitalistler, spora her şeyden önce emekçi sınıfın içinde yaşadığı olumsuz şartları unutturmaya yönelik bir fonksiyon üstlendirmişlerdir. kapitalist üretim modelleri içinde çeşitli yönlerden sömürülen geniş bir kitle, rahatlamak ve iyi vakit geçirmek için spora yönlendirilmiş ve bu durum beraberinde yanlış bilinçlenmeye yol açmıştır. yapısalcı paradigmada sporun, kapitalist bir toplumdaki diğer bir işlevi ise mevcut üretim tarzının taşıdığı değerleri topluma aktarmak olmuştur. bu çerçevede spor, kapitalist devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak, sistemin devamlılığını sağlamaya yönelik bir araç olarak kullanılır. yapısalcı ekol, takım sporlarının kendi içinde ve toplum düzeyinde çağrışımlarının, işçi sınıfının kendi çıkarlarını görmesini ve birliğini sağlamasını engelleyen öğelerden biri olarak değerlendirmişlerdir. bireysel sporlar ise şahsi başarı çerçevesinde ortaya çıkan yukarı doğru sosyal hareketliliğin bir örneğidir ve kapitalist toplumun özelliğidir.

    yapısalcı okul, kapitalist devletin bir aracı olarak nitelediği sporun, ulus-devlet temelinde gördüğü işlevi de analiz etme yönünde çaba sarf etmiştir. yapısalcı yazarlar, sporun, başta beden terbiyesi politikaları olmak üzere, ulus-devletlerde milliyetçi-militarist amaçlara hizmet etmeye yönelik düşünüldüğünü tespit etmişlerdir. bu savın maddi kaynakları da nazi almanya’sının ve musolini italya’sının spor politikalarıdır. yapısalcı literatür, ayrıca uluslar arası kardeşlik ve barış duygularının ön plana çıkarıldığı ileri sürülen olimpiyatların da özünde ulus-devletler arasındaki nüfuz mücadelesinin bir yansımasından ibaret olduğunu destekler nitelikteki öğelerin çokluğunu işaret etmiştir.

    1980’li yıllarda spor sosyolojisi literatüründe ilgi gören hegemonyacı okul ise ağırlıklı olarak yapısalcı ekolün temel argümanlarını eleştirerek işe başlamıştır. gramsci’nin fikirlerinden yola çıkan hegemonyacı okul, yapısalcı yaklaşımın spor sosyolojisi bağlamında ileri sürdüğü savları indirgemeci ve determinist olarak yaftalamıştır. başta w. j. morgan olmak üzere bir çok yazar, yapısalcı ekolün sportif faaliyetleri ekonomi merkezli tanımlayan ve sporu, üst-yapıya ait bir öğe olarak kabul eden yaklaşımını ciddi bir şekilde eleştirmiştir. hegemonyacı yaklaşıma göre spor, ne doğrudan üst-yapıya ait bir unsur, ne de alt-yapıya sıkı sıkıya bağlı bir formdur. spor, çok temelde özerk bir unsur olarak, yönetici sınıf ile yönetilenler arasında kalan bir “karşılaşma alanı”dır. bu alan, içerisinde her iki grup arasındaki uzlaşmacı ya da pazarlığa dayalı formları barındırabileceği gibi kısa ve/veya uzun süreli çatışma hallerini de kapsayabilir. sporun hegemonyacı yaklaşım tarafından bu şekilde tanımlanmasının ardında yatan bir dizi savın açığa çıkarılması, konuyu aydınlatma yolunda yardımcı olabilir. her şeyden önce hegemonyacı okul gramsci’ye atfen üst sınıfların monoblok bir yapı olmadığını düşünmüştür. üst sınıflar, tıpkı alt sınıflar gibi kendi arasında bölünmüş bir görünüm arz eder. dolayısıyla bu tip bir özellik gösteren üst sınıflar, alt sınıflar üzerinde mutlak bir egemenlik kuramazlar. durum böyle olunca burjuvazinin alt sınıflarla pazarlık ya da işbirliği sürecine girmesi kaçınılmaz olur.

    1.2. küreselleşme perspektifinden spora genel bir bakış

    özellikle son on yılda spor ve küreselleşme ilişkisini inceleyen yeni çalışmalar ve açılımlar göze çarpmaktadır. meseleye küreselleşme açısından bakan yazarlar, daha önce ifade edilen yapısalcı ve hegemonyacı ekolün ulus-devlet temelli yaklaşımlarının büyük ölçüde geçerliliğini yitirdiğini ifade etmiştir. 21. yüzyılda sporun, yalnızca tekil ülkeler içindeki sınıfsal ilişkilere bakılarak analiz edilemeyeceğini ifade eden araştırmacılar, ilgilerini çok uluslu şirketlerin sportif faaliyetlere katılma sürecine yönlendirmişlerdir. bilindiği üzere çok uluslu şirketler, son yıllarda süratli bir şekilde spor aktivitilerinin bir parçası olmaktadır. özellikle eğlence endüstrisi ile spor arasında organik bir bağ tesis edilmeye çalışılmış ve sportif faaliyetler, çokuluslu şirketlerin piyasaya arz ettiği tüketim metaları ile iç içe geçmiştir. bu süreçte başarılı sporcular, popülerleştirilerek birer idol haline getirilmiş ve çeşitlenen ürün yelpazesinin tanıtımında araç haline getirilmiştir. bu çerçevede futbol yıldızları, farklı sınıfların beğeni ve arzularına göre kurgulanmış ve böylece hitap edilinen kitlenin büyütülmesi amaçlanmıştır. ayrıca spor malzemeleri üreten, dağıtan, pazarlayan ileri-kapitalist ülkelerin şirketleri, ekonomik küreselleşme süreci ile birlikte geniş pazar payları el etmiştir. tematik kanallar arasında spor kanallarının payı artmış, para karşılığında üyelerine istedikleri her an popüler spor karşılaşmalarını ya da spor haberlerini sunan yayın paketleri hazırlanmıştır. bu durum kulüplerin gelirlerini de doğrudan etkilemiş, naklen yayın başına alınan parasal miktarın toplamı, bir çok ülkede biletten elde edilen geliri aşmıştır. medya devleri, görsel ve yazılı yayınların dışında multimedya spor oyunlarının hazırlanmasında ve reklamlarının yapılmasında etkin bir piyasa çalışması yürütmeye devam etmektedir.

    ekonomik küreselleşmenin hızlanması ile spor kulüplerinin mülkiyeti konusunda da yeni bir döneme girilmiştir. özellikle ileri kapitalist ülkelerde medya devleri, hızla büyük kulüplerin sahibi ya da ortağı haline gelmektedir. ayrıca uluslararası düzlemde zengin kapitalist ülkelerin, üçüncü dünya ülkelerinde faaliyet gösteren kulüpleri satın alması ya da ortak olarak onlar üzerinde hegemonya kurması, sıkça rastlanan bir durumdur. bu çerçevede global ölçekli bir sporcu ticaretinden de bahsetmek mümkün olmaktadır. başarılı sporcuların, yüksek menajerlik paraları ile batılı ülkelere ihracatı, hem çevre ülkelerindeki spor kalitesini düşürmekte hem de finansal açıdan eşitsizlikleri gündeme getirmektedir. tüm bu gelişmeler, ülke içindeki sınıfsal çelişkiler kadar, yurt genelindeki kapitalistlere benzer bir edimi küresel çapta uygulayan çok uluslu şirketlere de eleştirel anlamda yoğunlaşma gereksinimini ortaya koymaktadır.

    2. spor ve sosyal sınıflar: sportif aktiviteye katılım

    modern dünyada spora tarihsel perspektif içersisinden bakıldığında emek-sermaye ilişkisine ait antagonistik ilişkinin bir parçası olduğu iddia edilebilir. sportif aktivite, özünde belirli kurallar ve çalışma disiplini içinde bedensel efor sarf etmek olarak tanımlandığında, işçi sınıfının hayatını idame ettirmek için yürüttüğü çalışmanın içinde farklı bir görünümde yer bulduğu ileri sürülmüştür. işçi sınıfı, kapitalist üretimin hemen hemen her aşamasında bedensel efor sarf etmiştir. öyle ki kol emeği, bedensel yeterlilik olarak kapitalist ekonominin vazgeçilmez bir unsurudur. klasik anlamda orta sınıf ise, konumu itibariyle işçi sınıfının üretim aşamasında gösterdiği bedensel faaliyeti sergilemekten uzaktır. bu bağlamda bocock, sporun orta sınıfa mensup bireyler için kendi bedensel yeteneklerini dışa vurma aracı olduğunu iddia etmektedir. böylece spor, yalnızca bireysel bir tercih olmaktan çıkarak sınıfsal bir tatmin unsuru haline gelir.

    ayrıca seçkinler olarak sınıflandırılan tabaka da bazı spor dallarını yeniden inşa ederler. seçkinler, alt sınıfların yaşam alışkanlıklarını taklit ederek ve dönüştürerek kendi tüketim kültürlerinin bir parçası haline getirirken kimi zaman bir spor dalını yalnızca kendi tekellerine almaya yeltenir kimi zaman da aynı spor dalının kendilerine uygun versiyonunu üreterek sınıfsal bir farklılık yaratırlar. ancak spor dallarında yaratılan sınıfsal farkın her coğrafyada aynı yoğunlukta olmadığını ifade etmek gerekir. aşağıda konu ile ilgili alan araştırmalarından örnekler verilecektir.

    bireylerin ait olduğu sınıfsal statünün sağladığı avantajlar ya da yol açtığı mahrumiyetler, bir çok konuda olduğu gibi, spor yapma ve spor dalı tercih etme kapasitesini de belirlemektedir. şahsi irade, idealist tutum ve kişisel motivasyon bireyin dilediği sporu profesyonelce ifa etmesi için çoğu zaman yeterli olmamakta, bireyin içinde bulunduğu sınıfın karşı karşıya kaldığı ekonomik sorunlar,genellikle onun tercih kapasitesini doğrudan etkilemektedir.

    herhangi bir spor dalı ile uğraşmanın maliyeti ve bu efor için ayrılacak zamanın genişliği ülkeden ülkeye ve aynı ülke içinde bir sosyal sınıftan diğerine farklılık göstermektedir. örneğin belçika’da yetişkinler arasında spor uğraşının sınıfsal dağılımına bakıldığında, üst sınıfların kayak, golf, eskrim ve tenisi ile ilgilendiklerini buna mukabil alt sınıflarda jimnastik, atletizm, judo, boks, futbol ve hentbol daha popüler olduğu tespit edilmiştir. 1972 yılında avusturya olimpiyat takımından çok sayıda erkek ve bayanın sınıfsal geçmişlerini araştıran pavio, sözü edilen sporcuların %60'na yakınının üst sınıfa ait olduğunu belirtmiştir. benzer bir araştırmayı, mc kay ve pearson 1982 genel sağlık oyunlarına katılan avusturyalı sporcular üzerinde yapmış ve benzer sonuçlara ulaşmıştır. ingiltere ve yeni zelanda’da elit sporcularla yapılan çalışmalarda profesyonel ve yüksek konumdaki ailelerin çocuklarının sportif alanlarda daha fazla temsil edildiği vurgulanmıştır. aynı spor dalının farklı coğrafyalarda farklı sınıflar için yapılabilir/tercih edilebilir olduğunu gösteren araştırmalar da mevcuttur. örneğin jimnastik sporunun değişik ülkelerde hangi sınıflar arasında yaygın olduğunu gösteren bir araştırmada, bu sporun belçika'da alt sınıfta amerika'da ise üst-orta sınıfta tercih edilen bir dal olduğunu gözler önüne sermiştir. türkiye’de ise çeşitli spor dallarında faaliyet gösteren sporcuların sınıfsal kökeni hakkında bilgi veren kapsamlı araştırmalara ve analizlere pek rastlanmamaktadır.

    spora aktif katılım çerçevesinde dikkatle ele alınmasında fayda olan bir başka konu da amatörlük ve profesyonellik kavramları düzleminde değişen ruh halleridir. bir spor dalı ile yalnızca gönüllülük bağı ile uğraşmak bir başka deyişle amatör bir ruh hali ile spor yapmak, çok temelde boş zaman değerlendirme aktivitesidir. özellikle teknoloji alanındaki gelişmelerin bireylere daha fazla boş zaman bıraktığı konusunda yaygın bir düşünce mevcuttur. iş alanının ve çoğunlukla evin dışında bir başka alan, boş zamanı sportif bir faaliyet mekanı olarak belirlenir. amatör ruhla ve hevesle gidilen spor sahası/salonu, ücretle çalışılan bir yer değil bilakis belli bir ücret ödenerek hizmet satın alınan bir mekana işaret eder. bir başka deyişle stres atmak, rahatlamak, bedeni zinde tutmak gibi nedenlerle spora giden bireyler için sportif faaliyet, hayatın iş dışı alanının rızaya dayalı bir parçasıdır. bir sporla profesyonel olarak ilgilenmek diğer bir ifade ile spordan para kazanmak ise yukarıda sözü edilen mekansal algılamayı tersyüz eder. her şeyden önce profesyonel sporcu için spor salonu/sahası, iş dışı bir mekansallığa değil bizatihi işin çerçevelediği algılar dünyasına referans yapar. çeşitli yükümlülükler ve beklentilerin cisimleştiği mekan olan spor sahalarında profesyonel sporcular, ancak geniş kitleler önünde kendini kanıtlayarak para kazanabileceklerine dair bir ruh hali ile donanırlar. başarı hırsı, kitleselleşme çabası ve kahraman olma hayalleri, genellikle daha çok para kazanabilmek arzusu ile birleşir. antrenörler, kulüp yöneticileri, sponsorlar ve medya, bu süreçte sporcunun kahramanlaştırılmasına yardımcı olur. profesyonel sporculuk, amatör ilgiden farklı olarak maddi anlamda bir sınıf atlama aracı olarak görülmeye daha açıktır.

    3. futbol ve toplumsal sınıflar

    futbolun ingiltere’de ortaya çıkış ve ilk kitleselleşme döneminde bir işçi sporu olduğunu söylemek mümkündür. kriket, polo gibi dönemin masraflı aristokratik sporlarına oranla çok daha az masraflı, kuralları daha net ve basit olan futbolun oynanma biçimi de fabrikadaki kolektifliğin bir yansıması gibi görülmüştür. başta ingiltere’nin sanayi kentleri liverpool ve manchester olmak üzere bir çok avrupa sanayi şehrinde futbol, özellikle işçilerin rağbet ettiği bir spor dalı olma niteliğini korumuştur. öyle ki 1963’te uzun bir mücadelenin sonunda öğlenden sonra izin hakkını kazanan işçilerin stadyumda liverpool için hep bir ağızdan “you will never walk alone”u söylemesi günümüze kadar uzanan bir geleneği başlatmıştır. bugünde liverpool ve manchester city takımlarının –her ne kadar bu takımların sınıfsal tabanının orta sınıfa doğru kaydığı bir gerçekse de- işçi sınıfı kimliğini sloganlarında yaşattığı dikkate değerdir. futbolun bir spor faaliyeti olma özelliğini aşarak bir yaşam biçimi haline geldiği güney amerika’da da futbol, arjantin’deki “zanon olayındaki” gibi bir direniş ve örgütlenme aracı olarak yeni anlamlar kazanmıştır. amerika birleşik devletleri’nde ise futbol, bir üst sınıf oyunu olarak görülmüştür. amerikan üst sınıfının çocuklarını göndermek için seçtikleri özel okulların gözde sporu olan futbol, bu okulların öğrenci profilinin nicel (sayıca az ve dolayısıyla amerikan futbolu gibi kalabalık ve sert oyunlara müsait değil) ve nitel (bir zenci sporu olan basketbolu oynamayacak kadar “seçkin”) özelliklerine en uygun sportif faaliyeti olarak değerlendirilmiştir. daha sonra amerikan orta sınıfının üst sınıfa öykünerek benimsediği ve yaygınlaştırdığı futbol, “soccer moms” gibi ilginç grupların oluşmasında da etkili olmuştur. futbolun endüstrileştirilmesi ile birlikte kurulan pazar ilişkileri ve popülerlik kazan(dırıl)an tüketim alışkanlıkları çerçevesinde futbol, küresel ölçekte işçi sınıfının rağbet ettiği bir uğraş olmaktan çıkarak hızla orta sınıfın sporu haline getirildiği iddia edilmiştir. bu süreçte ileri kapitalist ülkelerde orta sınıfa dahil edilebilecek kitlenin büyümesinin etkisi göz ardı edilemez.

    3.1 türkiye’de futbol ve sınıflar

    türkiye’de gerek bireysel düzlemde gerekse toplumsal bağlamda futbola atfedilen değer ve gösterilen ilgi, diğer spor dallarını gölgede bırakacak kadar güçlü ve yoğundur. futbol, gerek ulusal çaptaki haber yoğunluğu, gerekse uluslararası müsabakalardaki prestiji açısından kendisine “milli spor” unvanı verilen güreş ve halterden daha üstün görülmektedir.

    1980 sonrasında türkiye’de futbolun hızla yükselen bir değer haline geldiği açıktır. büyük bir süratle ticarileşen ve popüler kültürün ayrılmaz parçası haline gelen futbol, diğer spor dallarını ikincilleştirmiş, onlara duyulan ilgiyi büyük ölçüde kendi üzerine çekmiştir. futbolun bu hızlı yükselişinin ardında bir dizi neden vardır. öncelikle 12 eylülü takiben yürütülen ve kitleleri depolitize etmeyi amaçlayan politikaların içersinde futbol önemli bir araç olarak görülmüştür. darbeci kadronun kültür politikaları ve demokrasiye geçişle hükümete gelen anavatan partisi, genel düzlemde sporun özelde futbolun 80 öncesinin ‘toplumsal çatışmalarını’ unutturacağını tasarlamıştır. 1983 hükümet programında, spor sahalarının arttırılması düşünülmüş ve kısa sürede ülkenin bir çok yerinde yeni statlar inşa edilmiştir. bu çerçevede türkiye’de 1970’lerin sol entelektüel dünyasında futbolu, afyon olarak gören ve salazar ile franco’nun faşist yönetimlerini sürdürmek amacıyla futbolu nasıl yücelttiğini bilen kitleler dahi dönüştürülmek istenmiş ve bir ölçüde başarılı olunmuştur. 1980 sonrasında dünyada, özellikle iletişim alanında ortaya çıkan yenilikler, türkiye’ye de yansımış, bir süre sonra özel sermaye, medya alanında hakimiyetini kurmuş ve futbol, trt’nin tekelinden çıkarak, endüstrileşen medyanın önemli bir unsuru haline gelmiştir. gazetelerde spor sayfalarına ayrılan yer artmış, zamanla büyük medya grupları içerisinde yalnızca spor temalı (ağırlıklı olarak futbol) yayın yapan gazeteler görece iyi bir tiraja ulaşmıştır. ulusal ve yerel kanallarda futbol haberleri ve spor programları, yayın yelpazesinde zaman açısından edindiği yeri arttırmış, haber kanallarındaki futbol programları ve yorumları sayıca büyük artış göstermiştir. büyük kulüplerin maçlarının paralı kanallarda yayımlanması, bir yandan kulüplerin gelirini arttırmış bir yandan da bu alanda faaliyet gösteren kanalların üye sayılarını arttırmasına yardımcı olmuştur.

    sporun ve özelde futbolun endüstrileşmesi ile birlikte, kulüp yöneticilerinin profilinin değiştiği gözlemlenmektedir. farklı ticaret kollarında zenginleşen ve nüfuz alanını genişleten ekonomik olarak üst sınıfa mensup isimlerin, hızla kulüplerin idari kadroları arasına girerek, yeni kazanç ilişkileri içersine girdikleri görülmüştür. medya patronları dışında medyanın göz önünde olan isimlerinden bazılarının üç büyük futbol kulübünün yönetici kadroları arasında zaman zaman sivrilmesi rastlantı değildir.

    günümüzde türkiye’de özellikle üç büyük kulübün maddi gelir kaynakları, doğrudan sportif faaliyet alanları dışına kaydırmaktadır. statlar, artık yalnızca futbol müsabakası yapılan mekanlar olmaktan çıkmakta, birer alış-veriş kompleksine dönüşmektedir. stat altına konumlanan büyük marketler, kulübün lisanslı mallarını satan dükkanlar, ilk göze çarpan değişikliklerdir. statların parça parça yıkılıp yeniden yapılandırılması, çevresindeki arazileri satın alarak genişlemesi, günümüzün futbol sahalarındaki yeni eğilimdir. vip tribünlerinin genişlemesi, sponsorlara ayrılan bilet sayısındaki artış, kombine bilet satışlarından elde edilen geliri takvimsel olarak önceleme girişimleri, son dönemin kayda değer olaylarıdır. fenerbahçe fenerium, beşiktaş bjk store ve galatasaray gs store mağazalarında oldukça yüksek fiyatlardan kulüplerin renklerini ve logolarını taşıyan ürünler satmaktadır. ayrıca büyük kulüplerin kendilerine ait televizyon ve radyo kanalları ile dergi ve gazete kurmaya yönelmiştir.

    çeşitli bankalarla anlaşan büyük kulüpler, kendi amblemlerini taşıyan kredi kartlarını taraftarlarına sunmaktadır. benzer şekilde büyük kulüplerin son zamanlarda doğrudan sporla ilgili olmayan iş sahalarında (fakat şüphesiz sporun getirisini ve kitlesini kullanarak) da faaliyet göstermeye başladığına tanık olunmaktadır. ayrıca kulüp hisselerinin bir kısmının halka arz yoluyla borsa sistemine dahil olması, reklam veren firmaların sponsorluk işlevini de yüklenmeye başlaması, bahis sektörüne giren “iddaa” örneğinde olduğu gibi yeni oyun modellerinden kulüplere belirli pay verilmesi dikkate değer gelişmelerdir.

    kulüp taraftarlığının bireysel yaşamda oynadığı rolün günden güne artması, kimlik sorunu ile yakından ilgilidir. büyük kulüp taraftarı olmak, toplumsal hayatta kendine yer bulmanın ve belirli bir kitlenin parçası haline gelmenin kolay yoludur; mehmet ali kılıçbay’ın deyimi ile “ucuza kimlik edinmedir”. 12 eylül müdahalesi ile toplumsal muhalefetten ve örgütlenmeden uzaklaştırılan yığınlar, depolitize olarak kendilerine daha “tehlikesiz” bir kimlik arayışına girmiştir. spor ve özelde futbol, topluma arz ediliş şekli ile bu kimlik boşluğunu doldurmaya en güçlü aday haline getirilmiştir. taraftar kimliğinin her türlü sınıfsal, bölgesel ve politik ayrımı ortadan kaldıracağı düşünülmüştür. gerçekten de türkiye’nin istanbul’a çok uzak mesafedeki bir çok coğrafyasında fenerbahçeli, beşiktaşlı ya da galatasaraylı olmak, birey ile büyük kulüp arasında psikolojik bağın hemşerilik ilişkilerini ve kültürünü de aşan niteliğine bir gösterge olarak dahi yorumlanabilir. özellikle son yıllarda büyük kulüp taraftarlığının, milli takımın maçlarına gösterilen ilgiyi aştığı da gözlemlenmektedir.

    üç büyük kulübün imkanlarından yararlanmak açısından konuya bakıldığında konunun sınıfsal boyutu daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. sözü edilen kulüplerin birer holding gibi işleyen yapısı, onlara fiziksel kapasitesi çok yüksek statlar ve sosyal tesisler inşa edebilmelerine zemin hazırlamıştır. kulüplerin alt yapı tesislerinin ötesinde sadece üyelerine açık sosyal aktivite ortamlarına yapılan yatırımlar dikkate değerdir. ancak bu tesis ve aktivitelerden yararlanmak, kulübün maçlarını takip eden, takımını destekleyen geniş bir kitlenin uzağında gelir düzeyi yüksek bir kesime özgüdür. aynı durum “futbolun mabedi” olan stadyumlarda da geçerliliğini korur. vip salonları ve localar yüksek gelirlilere, geriye kalanlar alt sınıflara tahsis edilir; böylece sınıfsal hiyerarşiyi yansıtan yapılar yeniden üretilir. ancak sözü edilen tüm bu eşitsizlikler, taraftarlık üst kimliği içersinde eritilmektedir. takımın kaybettiği zamanlarda yaşanan kitlesel öfkeler ya da kazanılan maçlardan sonra yaşanan sevinç gösterileri, kitleler arasındaki sınıfsal farklılıkların unutturulmasında önemli bir işlev yüklenir. endüstrileştirilen futbolun şova öncelik veren yeni görüntüsü, sansasyonları ve başarıları ile taraftarlar arasındaki olası sınıfsal çatışmaları büyük ölçüde engeller.

    türkiye’de kulüplerin bir referans noktası olarak herhangi bir sınıfsal zemini temel alıp almadığı konusu ise tartışmalıdır. batılı sanayi kentleri ve bu kentlerdeki işçi takımlarının birebir karşılığının türkiye’de olmadığı ifade edilebilir. ancak bu saptama, türkiye’de futbol takımları ile taraftar kitleleri arasında hiçbir dönemde sınıf temelli ilişkilerin kurulmadığı gibi bir değerlendirmeye bizi götürmez. özellikle işçilerin yoğunlukla yaşadığı bölgelerde futbol takımları ile işçi kökenli taraftarlar arasında gönül bağları mevcuttur. örneğin 1930’lu yılların sonunda kurulan adana demirspor, bir süre ddy 6. işletme bölge müdürlüğü bünyesinde faaliyet göstermiştir. takımın taraftar kitlesini, uzun yıllar daha çok demiryolu işçileri ve aileleri oluşturmuştur. mke ankaragücü, beykozspor gibi bir çok takım, tarihinde işçi kitlelerinin desteğini almıştır. bugün ise durum oldukça farklıdır. futbol kulüplerinin taraftarlarının yalnızca belirli bir sınıfa mensup olduğunu iddia etmek en azından genel itibari ile gerçekçi değildir. bu tespit, hem istanbul hem de anadolu takımları bağlamında ileri sürülebilir niteliktedir. öyle ki mekteb-i sultani’den gelen bir galatasaray aristokratlığından, fenerbahçe’nin bir burjuva takımı olduğundan ya da beşiktaş’ın alt sınıfların gözdesi olarak görüldüğünden bahsetmek artık pek olanaklı değildir. günümüzün sınıfsal hiyerarşisi çok temelde anadolu takımları ile istanbul’un üç büyüğü arasındadır. ancak bu düzlemde de istanbul takımlarına göre oldukça dezavantajlı olan anadolu kulüpleri içerisinde özellikle yönetici kadrolar düzeyinde oligarşik oluşumlara rastlanabildiği göz ardı edilmemelidir.

    bu çalışma türkiye sosyal araştırmlar merkezi tarfından kasım 2005'te düzenlenen 2. sınıf çalışmaları sempozyumu'nda sunulmuştur.

    yazar: g. gürkan öztan
  • 5
    türkiye'ye,bugünkü futbol oyununun kuralları,saha ölçüleri vb. özellikleri ile eşdeğer olan futbolun,1890'larda izmir'e yerleşen ingiliz aileleri tarafından getirildiği bilinmektedir. daha sonra istanbul'daki azınlıklarca oynanan oyun durumunu almıştır.ancak bu oyunun türkiye'ye okullu öğrencilerce yerleştirildiği,sevdirildiği bilinmektedir.
    1899 yılında kolejli gençler black stockings (siyah çoraplar) isminde bir kulüp kurmuşlardır.
    ilk türk futbolcusu bobi takma adıyla ingiliz takımlarında oynayan fuat hüsnü kayacan'dır.
    ilk futbol kulübü galatasaray 1905'te, sonrasında ise fenerbahçe 1907 de kuruldu.1903 te jimnastik kulübü olarak kurulan beşiktaş ise 1910 da futbolu da etkinlikleri arasına aldı.

    kulüp sayısının artmasıyla futbol kulüpleri birliği kuruldu. ilk olarak istanbul pazar ligi ve istanbul cuma ligi oluşturuldu.

    türkiye idman cemiyeti ittifakı(tici) içinde 13 nisan 1923 te oluşturulan futbol federasyonu,fifa üyeliğine 21 mayıs 1923 te kabul edildi.

    türk milli futbol takımı ilk maçını 26 ekim 1923 te romanya ile yaptı ve 2-2 berabere kaldı.

    türkiye futbol ligleri günümüzdeki yapısına kavuşuncaya değin çeşitli adlar altında oynandı.
    milli küme adı altında toplanan ve 1937 den 1943 e değin maarif mükafatı,
    1944 ten 1951 e değin de milli eğitim mükafatı olarak anılan liglerden sonra
    1959 da türkiye birinci ligi kuruldu.
    futbolda profesyonelliğe 1951 de geçildi.

    türk milli takımı dünya kupası final grubuna katılma hakkını ilk kez 1949 da elde etti ama ödenek bulunamadığından rio de janerio ya gidemeyerek 1950 dünya kupası ndan elendi.bu hakkı ikinci kez elde ettiği 1954 te,sonradan kupayı kazanan almanya ya yenilerek elendi.

    (bkz: dünya futbol tarihi tff 2000)
  • 6
    türkiye 1.futbol ligi kuruluş tarhi için:
    (bkz: 1959)

    türkiye 1.futbol liginde oynanan ilk maç için:
    (bkz: 21 subat 1959 izmirspor beykoz maci)

    türkiye 1.futbol liginde atılan ilk gol için:
    (bkz: 21 subat 1959 izmirspor beykoz maci)
    (bkz: ozcan altug)

    türkiye 1.futbol liginde ilk gol yiyen takım için.
    (bkz: 21 subat 1959 izmirspor beykoz maci)
    (bkz: beykoz)

    türkiye 1.futbol liginde ilk gol yiyen kaleci için:
    (bkz: 21 subat 1959 izmirspor beykoz maci)
    (bkz: beykoz)
    (bkz: kaleci sıtkı)

    türkiye 1.futbol liginde verilen ilk penaltı kararı için:
    (bkz: karagümrük vefa maçı)
    (bkz: kadri aytaç) - kaçırmış -

    türkiye 1.futbol liginde kurtarılan ilk penaltı için:
    (bkz: vefa)
    (bkz: kaleci baskın)

    türkiye 1.futbol liginde kaçırılan ilk penaltı için:
    (bkz: karagümrük)
    (bkz: kadri aytaç)

    türkiye 1.futbol liginde penaltıdan atılan ilk gol için:
    (bkz: 15 mart 1959 fenerbahce beykoz maci)
    (bkz: lefter küçükandoniyadis)
  • 9
    --- alinti ---
    türkiye'de futbolun tarihî: futbol kulüpleri nasıl doğdu?

    xix. yüzyılın sonlarında, tütün ve pamuk ticaretiyle uğraşan bazı ingiliz ailelerin izmir ve istanbul'a yerleştikleri görülmüştü. türkiye'ye başta futbol olmak üzere yelken, hokey, kürek ve tenis gibi sporlar bu ailelerin fertleri tarafından sokuldu.

    türkiye'ye modern sporların girişi xix. yüzyılın sonlarına rastlar. o tarihe kadar, yüzyıllar boyu türkler yeni yurtlarında orta asya'dan gelirken birlikte getirdikleri güreş, binicilik ve okçuluk gibi sporlarla uğraşmışlardı. xix. yüzyılın sonları aynı zamanda türkün geleneksel sporlarının başında yer alan güreşte dünyaya açılış dönemi de oldu. koca yusuf, adalı halil, hergeleci ibrahim, kurtedereli mehmet, filiz nurullah gibi türk pehlivanlarının avrupa'da başlayıp amerika'ya kadar uzanan seyahatleri "türk gibi kuvvetli" sözünün fransa'dan çıkıp dünyaya yayılmasına da neden olmuştu.

    xix. yüzyılın sonlarında, tütün ve pamuk ticaretiyle uğraşan bazı ingiliz ailelerin izmir ve istanbul'a yerleştikleri görülmüştü. bu kalabalık ailelerin izmir'e yerleşen bireyleri, ege havalisinden topladıkları tütün ve pamukları istanbul'a gönderdikleri, istanbul'daki bireylerin de bu tütün ve pamukları burada ambalajlayıp ingiltere'ye yolladıkları biliniyordu. işte türkiye'ye başta futbol olmak üzere yelken, hokey, kürek ve tenis gibi modern sporların bu kalabalık aile fertleri tarafından sokulduğu gerçektir.

    futbol, önce izmir'de ingiliz ailelerin oturdukları bornova semtindeki çayırlarda oynanmıştı. sonra da istanbul'da oturan aileler tarafından kadıköy'deki kuşdili, baklatarlası, moda ve papazın çayırı adıyla anılan çayırlarda oynanmaya başlamıştı. bu spor ingiliz ailelerin tarafından öylesine ilgiyle karşılanmıştı ki 18901ı yıllarda izmir ve istanbul karmaları arasında kadıköy çayırlarında iddialı maçlar oynandığı da görülmüştü. zamanla kadıköy'deki rum gençleri de ingilizlerin bu maçlarına katılmaya başlamışlar, hatta onların da kendi aralarında takımlar kurduğu görülmüştü. kadıköy'de oturan müslüman türk gençleri ise rejimin müsamahasızlığı nedeniyle saha kenarından sadece bu maçları heves ve gıpta içinde seyretmekle yetinebilmişlerdi.

    bu arada gözü pek iki türk genci; mekteb-i bahriye (deniz harp okulu) öğrencisi fuad hüsnü (kayacan) ile hariciye nezareti'nde çalışmakta olan reşad danyal beyler "bizim topraklarımızda yabancılar top oynarken biz neden oynamayalım?" diyerek etraflarına topladıkları kadıköy ve modalı gençlerle bir futbol takımı kurmuşlardı. ve takımın hüviyetini jurnalci ve zaptiyelerden gizlemek amacıyla ingilizce bir isim "black stocking" (siyah çoraplılar) koymuşlardı. gençleri bu konuda yüreklendiren moda ve çevresinin en saygın kişilerinden dr. rasim paşa olmuştu. bugün bu saygın kişinin adı, evinin bulunduğu semte verilmiştir.

    ancak "saray"a yakın kişilerden baba tahir'in çıkardığı malûmat gazetesinde "reşat efendi tarafından kadıköy'de bir futbol kulübü kurulduğu" yolunda yayımlanan bir haber ortalığı birden karıştırmıştı. "reşat efendi" adı, günün şehzadesinin (daha sonra padişah olan sultan mehmet reşat'ın) adını andırıyordu. bu nedenle dr. rasim paşa'nın da tavsiyesiyle fuad hüsnü ve reşat danyal beyler "black stocking"i ortalık durulana kadar meydana çıkarmamayı tercih etmişlerdi. bu bekleyiş üç yıl kadar sürmüştü. tamamen müslüman türk gençlerinden kurulu black stocking takımı 26 ekim 1901 günü kadıköy'deki papazın çayırı mevkiinde (bugün fenerbahçe stadı'nın bulunduğu alan) rum takımıyla ilk maçını oynamak üzere sahaya çıkmıştı. takımda fuad hüsnü ve reşat danyal beylerin yanı sıra tamburacı osman pehlivan (güreşçi, bestekâr ve tambura sanatkârı), rıza tevfik (bölükbaşı, ünlü filozof), kemanî nuri, hafız mehmet, hafız mustafa, fahri, emcet, mazhar ve şevki beyler bulunuyordu. alanın karşısındaki mahmudiye sıbyan mektebi'nin altındaki hurşid ağa'nın kahvehanesinde soyunan ilk türk futbolcuları ilk maçlarında tecrübesizlikleri nedeniyle 5-1 yenik durumdayken, kadıköy ve çevresinin ünlü hafiye ve jurnalcibaşısı ali şamil ve adamlarının baskınına uğramışlardı. kaçabilenler kaçmışlar, kaçamayanlar yakayı elevermişlerdi. fuad hüsnü bey, maçı izlemeye gelen babası amiral hüseyin hüsnü paşa'nın faytonuna atlayarak kaçmayı başarmış, reşat danyal bey ise yakalanmış ve günlerce karakollarda süründükten sonra "taht şehrinde bulunması tehlikeli görüldüğünden" hariciye nezareti'ndeki görevi tahran sefarethanesi'ne nakledilmişti. meydandan kaçmayı başarmasına rağmen hüviyeti tesbit edilen fuad hüsnü bey de jurnalde yer alan "..rumlarla aynı kıyafeti içinde karşılıklı kaleler kurup top endahtı (top atışı) yaptıkları.." suçundan yargılanmak üzere kasımpaşa'daki bahriye divan-ı harbi'ne sevkedilmişti.

    fuad hüsnü bey sorgusunu yapan müstantike (sorgu hâkimi) rumlarla aynı kıyafet ve karşılıklı kaleleri kurup top atışı talimi yaptıkları sözlerini izah edene kadar akla karayı seçmiş ve deniz kuvvetlerinde saygın bir kişi olan babası amiral hüseyin hüsnü paşa'nın da araya girmesiyle bir ihtar cezasıyla kurtulabilmişti. ancak aldığı ihtara ve sıkı tembihlere rağmen fuad hüsnü bey çok geçmeden ingilizlerin kurdukları kadıköy kulübü'nde bobby adıyla futbolunu sürdürmüştü. ve ali şamil ile adamları bu kez ingilizlerin kadıköy futbol takımında oynayan bobby'nin türk fuad hüsnü (kayacan) bey olduğunu belirleyememişlerdi...

    şehrin anadolu yakasında bunlar olup biterken rumeli yakasında da bir başka spor hareketi göze çarpıyordu. medine-i münevvere muhafızı ve şeyhülharem (saray nazırı) osman paşa'nın oğulları hüseyin bereket ve şamil beyler ile arkadaşları ahmet fetgeri (aşeni), mehmet ali fetgeri ve nazif beyler ile osman paşa'nın serencebey yokuşundaki konağının bahçesindeki müştemilatta "beşiktaş bereket jimnastik kulübü" adı altında bir kulüp kurarak jimnastik, halter ve güreş çalışmalarına başlamışlardı. ancak onların bu faaliyeti beşiktaş muhafızı yedisekiz hasan paşa'nın dikkatini çekerek karakola alınmışlar ve haklarında takibata geçilmişti. ancak devreye osman paşa ile saray mensubu diğer paşaların girmeleriyle olay bastırılmıştı. durum ii. abdülhamid'e, gösterilen faaliyetin bir jimnastik mektebi faaliyeti olduğu şeklinde izah edilmişti. bunun üzerine kulübün adı "beşiktaş osmanlı bereket jimnastik mektebi" olarak değiştirilerek sürdürülmüştü.

    aradan iki sene geçtikten sonra saraya yakın kimselerin oğullarının okudukları ve enderun'un bir devamı mahiyetini arz eden, fransızca tedrisat yaptığından "batıya açılan pencere" diye anılan "mekteb-i sultanî”nin 10. sınıfında, mehmet ata hoca'nın edebiyat dersi sırasında aralarında fısıldaşarak konuşan öğrenciler tarafından bir futbol kulübünün kurulması kararı alınmıştı. bu gençlerin pek çoğu kentin kadıköy yakasında oturan ailelerin çocuklarıydı. onlar ingiliz ve rumların kurdukları takımların oynadıkları futbol maçlarını seyrederek bu işe heveslenmişlerdi. zaten o sıralarda futbol sadece taht kentinin anadolu yakasında var olan bir spordu. rumeli yakasına henüz geçmemişti. bu işe karar veren öğrencilerin başında kamus-u alem yazarı olarak ün yapmış şemseddin sami bey'in oğlu ali sami (yen) ve arkadaşları emin bülend (serdaroğlu), asım tevfik (sonumud), bekir (bircan), celal ibrahim, reşat (şirvanî) ve abidin daver (dav'er) beyler bulunmaktaydı. kurdukları takım kadıköy'de rum takımına karşı ilk maçını oynadığında henüz adı üzerinde kurucuları arasında bir karara varılamamıştı. kırmızı-beyaz formalı takım bu ilk maçını 2-0 kazanırken seyircilerin kendilerinden "galata sarayı efendileri" diye bahsetmeleriyle aynı zamanda adını da kazanmış oldu: galatasaray... galatasaray takımı da takibata uğramaktan kendini kurtaramamamıştı. yine kadıköy çayırlarında oynadıkları bir maç sırasında yakalanarak selimiye kışlası'na götürülmüşler ve orada nezarete atılmışlardı. takımın kalecisi olan ve hintli müslüman bir ana ile ingiliz bir babadan doğma ahmet robenson bey aynı zamanda ingiliz pasaportu da taşıdığından serbest bırakılmış ve doğruca ingiltere sefarethanesi'ne koşup durumu haber vererek arkadaşlarının sefir vasıtasıyla selimiye'den kurtulmalarını sağlamıştı.

    aradan iki yıl geçtikten sonra, 1907 yılı mayıs ayında kadıköy çayırlarında ingiliz takımları arasında bir futbol maçını seyirden moda'daki evlerine dönen üç arkadaş yol boyunca hep aynı konuyu konuşmuşlardı: "bizim topraklarımızda yabancılar top oynarlarken biz neden oynamayalım?" bunlar, dokuz yıl önce yine kadıköy'de "black stocking"in ilk türk takımı olarak doğmasına sebep olan sözlerdi. o üç genç arkadaş; düyûn-ı umumiye memurlarından nurizade ziya (songülen), osmanlı bankası memurlarından ayetullah ve mekteb-i bayriye (deniz harp okulu) öğrencilerinden necip (okaner) beyler moda beşbıyık sokağı'nda bulunan necip bey'in evinde görüşmelerini sürdürerek "fenerbahçe" adını verdikleri bir futbol kulübü kurmayı kararlaştırmışlardı. kendilerine katılan saint joseph okulu öğrencilerinin de takviyesiyle ilk futbol takımını sahaya çıkardıklarında "black stocking" takımının ilk futbolcuları da "bizim başaramadığımızı sizin başarmanız için yardımcı olmaya geldik" diyerek onlara katılmışlardı. gelenlerin aralarında galatasaray'da futbol hayatını sürdürmekte olan fuad hüsnü (kayacan) ve tahran'daki cezası henüz bitmemiş bulunan reşat danyal beyler yoktular sadece...

    fenerbahçe gözlerinden uzakta olduğu ve ülkede hava biraz yumuşamış olduğundan takibata uğramaktan kurtulmuştu. nitekim 1908 yılı temmuz ayında meşrutiyet'in ilanıyla ülke büyük bir özgürlüğe kavuşmuştu, ilk türk spor kulüpleri olan beşiktaş, galatasaray ve fenerbahçe kabul edilen cemiyetler kanunu çerçevesi içinde resmen kayıtlarını yaptırırlarken taht şehri istanbul'da yeni yeni spor kulüpleri de ortaya çıkmıştı. vefa idadisi öğrencileri tarafından kurulan vefa ile üsküdar semtinde, geleceğin en büyük spor adamlarından biri olacak mehmet burhaneddin (burhan felek) ile kardeşi hüdai beyler tarafından kurulan anadolu bunların başında yer alıyordu.

    1903 yılında kadıköy takımı futbolcularından mr. james lafontaine tarafından "constantinople football league" adı altında kurulan ve ingilizlerin kadıköy, moda, ingiltere sefareti gemisi imogene'in tayfalarının teşkil ettikleri geminin adını taşıyan futbol takımıyla 1906 yılından itibaren ilk türk takımı olarak galatasaray'ın da katıldığı ve aralarında rumların elpis takımının da bulunduğu istanbul futbol ligi sürmekteydi, ingiliz horace armitge ile ilk türk futbolcusu fuad hüsnü bey'in de katılmalarıyla güçlenen galatasaray'ın 1909'da şampiyonluk şiltine ilk türk takımı olarak adını yazdırması önemli bir olay teşkil etmişti.

    1914 yılında osmanlı devleti'nin, almanya'nın yanında yer almasıyla, savaştığı ülkelere ait mallara el koyması türk sporunda önemli bir yeniliğe yol açmıştı. osmanlı devleti tarafından istanbul'da faaliyet gösteren ingilizlere ait çeşitli spor kulüplerine de el konulmuştu. bunların arasında büyükada, moda ve bakırköy'deki denizcilik kulüpleriyle çeşitli tenis kulüpleri de bulunmaktaydı. buralarda el konulan tekneler ve diğer sporlara ait malzemeler türk kulüplerine dağıtılırken spor dünyamıza kriket, yelken, tenis gibi sporlar da dahil olmuştu. beşiktaş, jimnastik, halter ve güreş ile faaliyetini sürdürürken fenerbahçe ve galatasaray'da yelken, kürek, çim hokeyi ve tenis gibi faaliyetler de başlamıştı. futbol ile kurulan galatasaray ve fenerbahçe bu sayede gerçek spor kulübü hüviyetine kavuşmuşlardı. gerçi bu türk sporu için önemli kazançtı ama savaş sırasında üç kulübün nice futbolcuları çanakkale, kafkas ve güneydeki cephelerde şehit düşmüşlerdi. bunlar da beşiktaş, galatasaray ve fenerbahçe için çok ciddi kayıplardı.

    futbol diğer illerimize de yayılmaktaydı. 1912 yılında izmir'de ilk türk kulübü olarak karşıyaka'nın kurulduğu görülüyordu. izmir futbolunda o tarihe kadar rum kulüpleri egemendi. osmanlı devleti'nin de 1918'de sona eren i. dünya savaşı'nda müttefiki almanya'nın yanında yenik düşmesi ve mondros'ta imzalanan mütareke ile başta taht şehri istanbul ve izmir olmak üzere yurdun önemli bir bölümünün galip devletler arasında yağma edilircesine paylaşılması tarihimizde kara günlerin başlamasına yol açmıştı. bu karanlık yıllarda taht şehrinde halkın tek tesellisi, işgal kuvvetlerine mensup askeri takımlarla türk takımları arasında yapılan futbol maçları olmuştu. bu maçlara daha sonraları boks karşılaşmaları da katılmıştı. türk takımlarının ve boksörlerinin işgal kuvvetlerine mensup askeri futbol takımları ve boksörler karşısında elde ettikleri galibiyetler milletin yaralı kalbinde büyük heyecanlara yol açıyordu. işgal kuvvetlerine mensup ingiliz ve fransız askeri futbol takımlarıyla yaptığı 50 maçın 41'ini kazanan, 4'ünde berabere kalan, sadece 5'ini kaybederken attığı toplam 193 gole karşı 47 gol yiyen fenerbahçe bu sayede halkın pek büyük bir sevgisine mazhar olmuştu. fenerbahçeli futbolcu ve boksörlerden yavuz ismet (uluğ) ile "atatürk'ün alnından öptüğü türk casusu ingiliz kemal" namıyla ün yapan esat tomruk da ingiliz boksörler karşısında elde ettikleri peşpeşe galibiyetlerle halkın fenerbahçe kulübüne karşı olan sevgisini pekiştiren isimler olmuştu.

    mütareke yıllarında elde edilen bu galibiyetlerle halkın futbola karşı olan ilgisinde pek büyük artışlar olmuştu. büyük zafer'den sonra ingiliz işgal kuvvetleri istanbul'u terke hazırlanırken işgal kuvvetleri başkumandanı ingiliz general harrington'un kendi adına koyduğu kupayı mısır ve malta'dan getirtilen ünlü asker futbolcularla da takviyeli gardler karması'nı fenerbahçe'nin 2-1 yenerek kazanması ise zaferin sevinciyle çalkalanan istanbul halkının sevinç dolu büyük heyecanına bir sevinç daha katmıştı.

    şurasını önemle ve kesinlikle belirtebiliriz ki, işgalin o karanlık günlerinde işgal kuvvetlerine mensup askeri takımlarla yapılan maçlar ve elde edilen galibiyetler türkiye'de futbolun gönüllere yerleşmesinde en büyük etken olmuştur. bu sevgi istanbul'dan izmir ve ankara'ya, oradan da bütün yurt sathına yayılmıştır.
    --- alinti ---

    kaynak: http://www.pisburun.net/...sal/tt102_atabey.htm
  • 10
    hakkında bildiklerim, bazı kitaplardaki küçük ayrıntılardan, wikipediadaki bilgiler ve fotoğraflardan ibaret.
    doyurucu bilgiler verebilecek bir çalışmanın da hasretini çekmiyor değilim, sözlük yazarlarının da önereceği kitaplar fena olmaz:)
    tatil dönüşü taksime gidip konu ile ilgili kitaplar aramayı düşünüyorum, bu konu cidden çok zevkli...
    tarih severler için söylüyorum; keşfedilmemiş bir hazine gibi, öğrendiğiniz her yeni bilgi büyük bir zevk veriyor...
    zira peşinden koştuğumuz bir olayın tarihini okuyoruz, 1000 yıl önceki filan savaşı filan anlaşması gibi durağan şeyler olmadığı için de ayrı bir zevktir türk futbol tarihi...
    galatasarayın kuruluşunu okumak, hikayelerini öğrenmek... fenerbahçe ve beşiktaşı bile çok sevdim okuyunca...
    papazın çayırı'nı dalga geçmek için kullanan ben... papazın çayırına bile saygı duydum, zamanında orada çıkmış yangına fenerlilerin ataları kadar üzüldüm...

    diyeceğim o ki, zevkli bir konudur... tavsiye ederim:)
App Store'dan indirin Google Play'den alın