1831
tuttuğum takım. neyse la işin şakası bir yana, gelin size nasıl galatasaray'lı olduğumu anlatayım. sene 1993 olması gerekiyor, milliyet gazetesi bir gün sarı lacivert balon verecekmiş, ertesi gün ise sarı kırmızı. bizim ev kadiköy'de stadyumun karşısında, o günlerde en büyük zevkim gol atıldıktan sonra arka odaya koşup yanan meşaleleri izlemek, annem, ananem, dedem fenerli ve ben onlarla birlikte kalıyorum, babam şehir dışında ve babamda o yıllarda takım tutmuyor. ben sarı kırmızı balon istiyorum dedim, olur mu evladım sana sarı lacivert balon alacağız dediler, iş inatlaşmaya bindi, bir çocuğun oyuncağını beklediği gibi * sarı kırmızı balonumu bekledim ve sarı kırmızı balonum 2 gün sonra geldi, bildiğimiz anlamda balon değildi, ince uzun bir torbaydı, üfledikten sonra alttan elinde tutuyordun, balon sürekli sönüyordu, annem şişiriyordu falan, o balonun şişirme muhabbeti de biraz sürdükten sonra balon falan unutuldu. gelelim dayıma, dayım gerçek bir fenerbahçeli ve bende her yiğen gibi dayıya tapıyorum. hani amca soğuktur, amca real betis'li bile olsa çok iplenmez ama dayı çılgındır, candır durumu var ya, oradan da durum fena, üstelik dayım benden büyük olan kuzeni fenerli yapamamış, çocuk galatasaray'lı olmuş, tee 70'lerin başından beri adam benim doğmamı ve beni fenerli yapmayı bekliyor...
dayım beni antremana götürdü, topçularla tanıştırdı, defalarca kez maça götürdü ve muhtemelen artık benim fenerbahçe'li olduğumu düşünmüştü. o yaşta bir çocuk maça gittiğinde inanılmaz heyecanlanır ve o takıma tapar ama hiç bir şey hissetmedim, ne itici geldi, ne de sevdim orasını, ilk gittiğim maçta fenerli bir oyuncu son dakikada kalenin dibinden gol kaçırmıştı, ulan ne biçim takım bu gol bile atamıyor demiştim, belki de o top gol olsa, siz şu anda bu yazıları okumuyor olacaktınız. şaka la şaka, nerelerden kopup gelip galatasaray'lı olmuşum, ilk gittiğim maçta fener dünya kupası da kaldırsa, galatasaray'lı olacağım işte, kader mi dersin ne dersin ben bilemem.
sene muhtemelen 94, dayım bana tam takım bir fenerbahçe forması gönderdi, o yıllarda topçuların giydiği formaları bulmak imkansız, store diye bir kavram yok ama adam inanmış. aynı günlerde italya'dan bir ninja kaplumbağa göndermişti, leonardo'yu ilk gördüğümde ki heyecanı halen hatırlıyorum ama yok kardeşim değil forma, kulübü de üstüme yapsalar galatasaray'lı olmaya adeta ant içmişim. sene 1995 okula başlıyorum, bir tatil dönüşü sınıfa bir giriyorum ki herkes fenerli, böyle bir iğrenme geliyor herkesin fenerbahçeli oluşundan ve galatasaray ile olan ömür boyu sözleşmeme imza atıyorum. 2000'lerin başında babamı da galatasaray'lı yaparak, inanılması güç bir hikayeye imza atıyorum.
dayım beni antremana götürdü, topçularla tanıştırdı, defalarca kez maça götürdü ve muhtemelen artık benim fenerbahçe'li olduğumu düşünmüştü. o yaşta bir çocuk maça gittiğinde inanılmaz heyecanlanır ve o takıma tapar ama hiç bir şey hissetmedim, ne itici geldi, ne de sevdim orasını, ilk gittiğim maçta fenerli bir oyuncu son dakikada kalenin dibinden gol kaçırmıştı, ulan ne biçim takım bu gol bile atamıyor demiştim, belki de o top gol olsa, siz şu anda bu yazıları okumuyor olacaktınız. şaka la şaka, nerelerden kopup gelip galatasaray'lı olmuşum, ilk gittiğim maçta fener dünya kupası da kaldırsa, galatasaray'lı olacağım işte, kader mi dersin ne dersin ben bilemem.
sene muhtemelen 94, dayım bana tam takım bir fenerbahçe forması gönderdi, o yıllarda topçuların giydiği formaları bulmak imkansız, store diye bir kavram yok ama adam inanmış. aynı günlerde italya'dan bir ninja kaplumbağa göndermişti, leonardo'yu ilk gördüğümde ki heyecanı halen hatırlıyorum ama yok kardeşim değil forma, kulübü de üstüme yapsalar galatasaray'lı olmaya adeta ant içmişim. sene 1995 okula başlıyorum, bir tatil dönüşü sınıfa bir giriyorum ki herkes fenerli, böyle bir iğrenme geliyor herkesin fenerbahçeli oluşundan ve galatasaray ile olan ömür boyu sözleşmeme imza atıyorum. 2000'lerin başında babamı da galatasaray'lı yaparak, inanılması güç bir hikayeye imza atıyorum.