1362
not: bu bir rijkaard'ı savunma yazısı değildir, rijkaard'a saldıranlara saldırma yazısıdır. hatta rijkaard ve neeskens'i birlikte değil, yüzeysel olarak sadece rijkaard şeklinde düşünenlere, türkiye'de günah keçisi arama geleneğini dünya futbolunun en saygın adamlarından ikisine uygulamaya çalışanlara saldırıdır. ancak hedef frank rijkaard olduğu için onun üzerinden yönlenecektir. zira bu ülkede insanların düşünce şekillerini iyi yönde değiştirebilmeniz için kafalarına vurmanız gerekir. dileyen kendisine gelecek lafları görmek istemezse yazıyı okumayabilir.
uzun süredir, hatta uzun süredir demeyelim, frank rijkaard galatasaray'a geldiği günden beri eleştiriliyor, diyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. rijkaard'ın özellikle son dönemde maruz kaldığı şey eleştiri değil, "en zeki en akıllı benim lan, rijkaard da salatalığın teki" şeklinde düşüncelere sahip adamların kendisine çemkirmesi şeklinde özetleyebiliriz son dönemde yaşananları. sergen yalçın, rıdvan dilmen, her türlü sanal oluşumda kendisini otorite zannedenler, bilimum fenerbahçe yazarı, bir sürü galatarasaray yazarı. bu "takım yazarı" olayı üzerine de kitap yazılabilir ya, neyse. bütün bu insanlar bir türkiye klasiğini her yıl olduğu gibi bu yıl da törenlerle ortaya çıkarmaya çalışıyor, asacak adam arıyor. ancak frank rijkaard türk insanının zannettiği ve hatta umduğu gibi, yazılanları veya medyayı takip edip, sonrasında sinir krizlerine girmiyor. daum gibi medyayı lehine kullanmaya çalışmıyor, her türlü çakallık ve hile arayışı içine girmiyor. sonucunda da çok doğal olarak türk futbolseveri görünümündeki kafatası avcılarına yaranamıyor. böyle şahıslara yaranmak gibi bir derdi ispanya'da da yoktu, burada da yok, bundan sonra da olmayacak. ama tabii ki bu adamın artık yerin dibine sokulmayan tek bir hareketi kalmadı. hatta tek bir tercihine on farklı noktadan sallanıyor. giovani dos santos'un getirilmesine sallayan var, nonda'nın gidip giovani dos santos'un getirilmesine sallayan da var, nonda'nın gönderilip giovani dos santos'un getirilip sonra bir forvet oyuncusu alınmamasına sallayan var, sadece nonda'nın gidişine sallayan var, sadece forvet alınmamasına sallayan var. tutarsızlık ve vurdumduymazlık son noktada. ve bütün bunları yapan adamların biri bile bilmiyor ki giovani dos santos forvet olarak oynayabilen bir oyuncu. veya rijkaard'ın sisteminde nonda'nın kalsa takıma çok faydalı olabileceğini düşünen ruh hastaları var. bakın ismi tekrar söylüyorum, nonda, shabani nonda, bir yanından öbür yanına dönene kadar asırlar geçen nonda, rijkaard'ın hızlı ve bol pasa dayalı sisteminde orta düzey bir yedek olmak dışında, galatasaray'ın semih şentürk'ü olmak dışında ne işe yarayacağını bilemediğim, orta sahaya yardıma gelip aldığı topu 2 metre yanındakine geçirince ne yapmaya çalıştığını bilemediğim, bunu yaparken hücumdaki yerini boş bırakıp takımın ataklarını etkisizleştiren nonda. ama forvet yokluğunda taraftarlar arasındaki tabiriyle "badem gözlü kör". şimdi doğal olarak bazı zeki arkadaşlarımız diyecek ki bu sistemin neresi bol pasa dayalı, neresi hızlı, neresi atak. türk futbolcusu olağanüstü akıllı ve her söyleneni anında kapıyor ya ondan o kadar hızlı ve isabetli oynuyoruz. bir takımı 6-7 ayda total futbol denilen kavramı eksiksiz uygulayacak konuma getirebilecek teknik direktör mü var? veya eksiklerden dolayı forveti olmayan, haftada 2 maç yapmaktan imanı gevremiş, savunmada ezelden beri sıkıntıları olan bir takımı, atletico madrid karşısında bocalamadan kontrollü oynatabilecek kadar üst düzey bir teknik direktör olmak hata yapmak mı? aslında bu soruların herhangi birine cevap istemiyorum, zira cevapları belli.
frank rijkaard'ın elindeki kadroyu iyi kullanamadığı, galatasaray'ın türkiye kupası ve avrupa ligi'nden elenmesine neden olan büyük hatalar yaptığı söyleniyor, fotomaç tabiriyle dile getiriliyor. hemen antalyaspor maçına bakıyorum, aykut erçetin ve necati ateş'in birleşip turu antalyaspor adına aldığı, ama galatasaray'ın yine de üç gol atıp kazanabildiği bir maç görüyorum. aynı zamanda galatasaray'ın direkten dönen toplarından biri 1 metre içeriye yönelse 180 derece değişecek yorumlar da görüyorum. şaşırıyor muyum, allah sizi inandırsın değil şaşırmak, bunu kim yazmış acaba bile demiyorum. zira hem medyada hem sanal oluşumlarda binlerce kişi salya akıtarak aynı şeyleri söylüyor, aynı "yanlış" şeyleri söylüyor. galatasaray'ın hedefi her zaman için içinde bulunduğu organizasyonların tamamını kazanmaktır, tamam. ama türkiye kupası ne zamandan beri galatasaray'ın "olmazsa olmaz" dediği bir kupa oldu? bu kupayı en çok kazanan takım galatasaray değil mi? asıl önemli soru şu, turu geçemeyince tam bir kaos ortamı yaratan insanlar, galatasaray o maçta sadece bir gol daha bulsaydı ne diyeceklerdi? dedim ya az önce, galatasaray'ın hedefi her zaman tüm kupaları kazanmaktır diye, hedef budur evet. ancak bunu başarmayı garanti edebilecek takım sayısı dünya dediğimiz gezegende sadece 0 (yazıyla sıfır) tane. barcelona'nın bir sezon içinde oynadığı bütün kupaları kazanması dünya futbol tarihinin dönüm noktalarından biridir öyle söyleyeyim de anlaşılsın. hedefler koyulabilir, ancak galatasaray'ın avrupa ligi'nde her yıl final hedefi koyması yanlıştır, hatta gelecek tepkilere davetiye çıkarmaktır. ancak avrupa ligi gibi bir organizasyonda, galatasaray gibi yeni yapılanan bir takımın "önceliğimiz gruptan çıkmak ve bir sonraki turu geçmek, sonrasını birlikte görürüz" gibi gerçekçi ve olması gereken bir hedef koyması, medya tarafından "galatasaray hedef küçültüyor, galatasaray küçülüyor, galatasaray kendi tarihine ihanet ediyor koşun" şeklinde yansıtılacaktır. akabinde çok doğal olarak her türlü habere inanan, mental yapı olarak saf ve nedense insanların inanmak istemediği kadar kötü niyetli olan taraftar isyan eder, "takım elden gidiyor, kimse galatasaray'dan büyük değildir, kimse galatasaray tarihinin üzerine tüküremez, bu takımın hedefi her zaman kupayı almak olacak" diyerek türkiye'de asla eksik olmayan kaos ortamını yaratır. şimdi burada ilginç olan üç şey var;
büyük takım olmak bir sezon içerisinde oynanan bütün kupaları almak veya talip olmak değildir,
büyük taraftar olmak takımı kupa kaldırdığı zaman veya maç kazandığı zaman desteklemek değildir,
büyük oyuncu olmak sadece maç kazandırmak veya büyük bir takımda oynamak değildir.
bu üç cümle birer teori değil, tez değil. bunlar gerçekler. tek bir takım üzerinden örnek vereyim, liverpool 10 sene boyunca hiçbir kupayı müzesine götüremese bile yine liverpool'dur. liverpool taraftarı, liverpool küme düşse bile her zaman takımının arkasında olduğu için, destek vermek için başarı veya gol beklemediği için, takımı bocaladığında ne yapması gerektiğini sezdiği için büyük taraftardır. steven gerrard, liverpool nasıl bir performans gösterirse göstersin takımı için en iyisini yapmaya çalıştığı için, bu yaşında bile kendini geliştirmeye çalıştığı için büyük oyuncudur. şimdi buna galatasaray cephesinden bakalım; galatasaray, 10 sene boyunca hiçbir kupayı müzesine götüremese bile yine galatasaray olarak kalacaktır. ancak galatasaray taraftarı 2002 sonrası dönemden itibaren çapulcular topluluğuna, sıradan bir gruba, o çok dalga geçtiği fenerbahçe taraftarına dönüştüğü için, takımı gol yediğinde oyuncularını daha çok desteklemek yerine susup takımı iyice demoralize ettiği için, organize olma görüntüsü altında bölündüğü için büyük taraftar değildir. üçüncü bölümü onlarca farklı bakış açısından inceleyebilirsiniz, yönetim daha iyisini getirebilir yönetim hatalı diyebilirsiniz, türkiye'de o kalitede kim var diyebilirsiniz, ancak galatasaray futbolcularının çok büyük bir kısmı, galatasaray gibi bir takım için yeterli yetenekte oyuncular olmadığı için, kafaları sürekli saha dışında olduğu için, kendilerini geliştirmeyi düşünmedikleri için, galatasaray'a transferlerini "büyük takım oyuncusu olmak" yerine "büyük takıma kapağı atmak" şeklinde düşündükleri için, büyük oyuncu olmayı istemedikleri için büyük oyuncular değildir. isim vermekten korkmak gibi bir saçmalık için girmediğim için; barış özbek, rijkaard ve neeskens'in yardımıyla türkiye'de sayılı oyunculardan biri olmak yerine, sıradan ama çok koşan görünümlü, herhangi belli bir işe yaramayan, takımına zarar veren, ne kadar kötü oynadığını kavrayamayan bir oyuncuya dönüşmüştür. ayhan akman, sene başındaki sakatlığından sonra özelliklerinin çok büyük bir bölümünü kaybetmiş olmasına rağmen, yetenekleri ölçüsünde oynamak yerine hayatında yapamadığı hareketleri denemeye başlamış, kısa pas denemesi gereken yerde markaj altındaki arkadaşına uzun pas denemeye, uzun pas denemesi gereken yerde etrafında 3 kişi olan arkadaşına kısa pas denemeye başlamıştır, oyun görüşünü kaybetmiştir. ancak halen bu çizgisini devam ettirmektedir, kendi tercihidir. hakan balta, benim bir futbolcuda gördüğüm en büyük çöküş içine girmiş durumda. savunma sanatının iyi örneklerini sergilerken bu yıl düştüğü durum şudur; hakan savunma anlayışını ve oyun görüşünü tamamiyle sıfırlamış durumda, çok koşamıyor, koştuğu zaman boş koşuyor, ağır, eskiden topu kazanmak için her yolu denerken, bu yıl rakibin karşısında komik durumlara düşüyor, ancak kesinlikle bunu umursar bir görüntü içinde de değil. hakan rakibi savunmaktan çok 5 metre açığında eskortluk yaptığı için, herhangi bir sağ açık oyuncusu rahatlıkla etkili olabiliyor. bunların yanında uğur, mehmet topal, arda turan ve servet çetin'in de isimleri geçebilir ancak uzatmaya gerek yok. galatasaray oyuncularının ne yazık ki büyük kısmı takımın hedeflerine, yansıtılan değil, olması gereken hedeflerine bile uygun şekilde hareket etmiyor.
olay frank rijkaard'dan fazla uzaklaştı, tekrar geriye dönüyorum. temelde bunu anlatmak için yazmamama rağmen ortaya şu sonuç çıkıyor; frank rijkaard'ın elindeki kadro ile şu anda içinde bulunduğu durum tabii ki başarı olarak değerlendirilemez, ancak bu durum kesinlikle başarısızlık değildir. hani söyleniyor ya, "bu kadro galatasaray'ın 2000'den beri en iyi kadrosu" diye, doğrudur. ancak galatasaray'ın 2001-2006 arası ne duruma düşürüldüğünü düşününce, iki üç iyi transfer ve bazı yetenenekli türk oyuncular ile birlikte bu kadronun 2000'den sonra kurulmuş en iyi kadro olması çok ilginç değil, hatta 2000 sonrası iyi bir yönetim anlayışıyla şampiyonlar ligi finaline gidebilecek bir takımın bu durumda olması trajik. kısaca türkiye kupası'ndan elenmek herhangi bir şekilde rijkaard ve neeskens'in performansını belirleyecek bir durum değil. böyle düşünen taraftarlar takımın hedefini annesinin ligi olarak gören, ama avrupa'da başarısızlık gelince isyan eden, olay çıkaran şahıslardır.
gelelim avrupa ligi'ne. en başta, kupa maçları başlamadan önce yapılan bir hata var galatasaray'da. taraftarın da içine düştüğü bir oyun var. galatasaray yönetimi yıllardır süren geyiği bozamayacağını bildiği için mecburen hedefi yine "sonuna kadar gitmek istiyoruz" olarak koydu. bu hem bir hatadır, hem de büyük bir baskı altında söylendiği için hata değildir. çünkü bundan başka bir şey söylemek büyük cesaret ve istikrar gerektiriyor. aslında seçim öncesi bunu yapmak cesaretten daha da büyük şeyler istiyor. bu kulübün rijkaard ve neeskens'ten bağımsız yaptığı bir hataydı. bunun dışında taraftarın kendisine oynadığı ve kendisini pusuya düşürdüğü bir oyun var ortada. frank rijkaard ve johan neeskens'in gelişinden sonra ben dahil "avrupa ligi'ni kazanırız bu sene" düşüncesini aklından geçirmeyen tek bir taraftar düşünemiyorum. teknik heyetten bağımsız yapılan ikinci hata da buydu. taraftar kendi oyununa geldi, sadece bir senede, hatta birkaç ayda takımın bir avrupa kupası kazanabilecek seviyeye gelebileceğini düşündü. büyük bir hataya düştü. ancak bir taraftarın düşüncede hata yapması kimsenin mantığına sığmadığı için, taraftarlar "yanlış düşünmüşüm" cümlesini gururlarına yediremediği için, bu ülkede herkes bir futbol otoritesi olduğu için, bütün bu insanlar frank rijkaard gibi bir ismi günah keçisi yapmaya çalıştı, halen de çalışıyor, bundan sonra da çalışacak. ortada teknik heyet ile alakası bile olmayan iki büyük hata var. eleştirilen kanatta, frank rijkaard ve johan neeskens'in bir gün bile "bu kupada finali hedefliyoruz, kupayı alırız, her türlü koyarız" şeklinde, veya bunu işaret edecek bir kelime ettiğini duymadım. yani takımı yöneten kişilerin doğal olarak bu kadar kısa süredir çalıştırdıkları bir takımla ilgili böyle bir hedefleri olmamasına rağmen, daha önce de söylediğim gibi taraftarlar kötü niyetli, gaza gelmeye müsait, manipülasyon konusunda sabıkalı, zeki geçinen bir grup olduğu için kimseyi değil, en suçsuz olan kişileri ateşe atmaya çalışıyor. ancak genelde olduğu gibi başarılı olmaları bu sefer çok mümkün değil, zira yönetim aslında sinek vızıltısı gücünde olan ruh hastası gruplara itibar etmiyor. frank rijkaard ve johan neeskens ikilisi de bir grup provoke edilmiş fanatikten etkilenecek kadar küçük isimler değil.
bütün bu olayların patlama noktası olan atletico madrid serisine gelirsek. frank rijkaard ve johan neeskens atletico madrid'i maçlar öncesinde olağanüstü iyi analiz etti. atletico'nun sene başından beri devam eden kötü ve dengesiz oyununu galatasaray maçlarında daha da dağınık bir şekilde ortaya koymasını sağlamak için elinden geleni yaptı. bazı sorunlu kişiler galatasaray'ın bu eksiklerine rağmen atletico'dan daha iyi bir takım olduğunu ve iki maçı da rahat kazanması gerektiğini düşünüyordu orası ayrı. birincisi, atletico madrid kadro kalitesi olarak tam takım sahaya çıkacak bir galatasaray'dan bile üst düzey bir takımdır. ikincisi, atletico madrid karşısında kazanmak zannedildiği kadar kolay bir iş değil, zira atletico madrid aslında bu sene puan tablosunda görüldüğü kadar kötü bir takım değil. ve gerçek performanslarını anlık da olsa sahaya yansıtabiliyorlar. galatasaray'ın şansı atletico'nun şu dönem ortaya koyduğu performansın "rezalet" kavramının sadece bir parmak üzerinde olmasıydı. ispanya'nın gelmiş geçmiş en iyi üçüncü takımı kendileri, ne kadar inanmak istemeseniz de. aynı şekilde turun favorisi de atletico'ydu. buna rağmen galatasaray deplasmanda uygulanabilecek en iyi oyun anlayışını ortaya koydu. galatasaray'ın dağınık rakibini daha da bozmaya çalışacağı malumdu. ancak bunu önde basıp rakibin hücum hattını uyandırmak yerine, tempoyu biraz aşağıya çekip zaten kötü olan atletico savunmasını zaman zaman bulunacak ataklarla avlamaya çalışarak yaptı teknik heyet. başarılı da oldular. caner'in ilk maçta alakasız bir faul ile rakibe bir gol hediye ederek, ikinci maçta da kırmızı kart görerek atletico madrid'in en iyi oyuncusu olmasını es geçersek. galatasaray hem deplasmanda hem evinde çok fazla pozisyon vermeden birer gol attı. yani atak oynamayan galatasaray, savunmaya kapanan galatasaray, tarihine ihanet eden galatasaray, bu taktik ve sistemle oynadığı iki atletico madrid maçında, bir de beşiktaş derbisinde gol attı. deplasmanda istenen skor alındı, atletico madrid zaten yaymış bir takım olduğu için çok da önemsediklerini düşünmüyorum. ikinci maça kadar geçen 1 haftada galatasaray bir deplasman derbisi oynadı, kazanabilecekken, arda'nın çıkışı ve bir kaleci hatası yüzünden 1 puana razı oldu. atletico ise almeria'ya kaybetti. beşiktaş maçında yaşanan durum atletico karşısında da yaşandı. arda'nın sakatlığı inönü'de 2 puanın bırakılmasına neden olurken, elano'nun sakatlığı ali sami yen'de turu verdi.
bu maçın dört adet kırılma noktası var. arda'nın ilk yarı sonunda kaçırdığı pozisyon, elano-ayhan değişikliği, "bir grup hakem"in galatasaray'ın penaltısını vermemesi (daha doğrusu hakemlerin tamamının turu atletico'ya vermek için düzenli olarak çalışması) ve caner'in kırmızı kartı. bu kırılma noktalarının tamamının galatasaray'ın aleyhine olması maçın 2-1 bitmesini çok da şaşırılacak bir durum olmaktan çıkarıyor. arda'nın pozisyonu kaçabilir, arda sonuçta bitiriciliğiyle bilinen bir oyuncu değil. burada frank rijkaard'ın bir suçu yok. elano-ayhan değişikliği zorunluluktan, ayhan yerine girebilecek daha iyi bir oyuncu da yoktu. burada da herhangi bir hata göremiyorum. hakem konusunda herhangi bir şey söyleyemiyorum, bu adamlara karşı skorun 2-1'de kalması bile bir başarı. rijkaard ve neeskens hakemleri değiştiremeyeceğine göre burada da bir hataları yok. caner'in kırmızı kartı kendi vurdumduymazlığı yüzünden gerçekleşmiş bir durum, cezası da kesilecektir. burada da teknik heyetin bir hatası yok. e şimdi teknik heyeti yerin dibine sokan kesime içimizden sunturlu bir küfür savurursak biz mi hatalı oluyoruz? frank rijkaard ve johan neeskens bu maçta da atletico'yu en iyi şekilde çözdü, kırılma noktalarının galatasaray aleyhine olmasını bile dengelemeyi başardılar. ancak caner'in atılmasından sonra takımın oyuncularının bir kısmı, zaten kötü oynamalarına rağmen bir de hadlerini aşıp mücadeleyi ve oyun anlayışını bırakınca turu geçmek imkansıza yakın bir duruma geldi. maçı uzatmalara götürebilsek bile ne olacağı malumdu. bu söylediklerime zannetmiyorum ki katılmayan olsun. bu da demek oluyor ki turun geçilememesinde frank rijkaard'ın ve johan neeskens'in bir hatası yoktur. hatta ilk maçta galatasaray taraftarını bu kadar ümitlendirebilecek bir skorun alınması ve ali sami yen'de son dakikaya kadar en azından uzatmalara gidebilecek maç, bu iki üstadın eseridir. şimdi ben rijkaard'a desteksiz sallayan, futbolu bildiğini zannedip en basit şeyleri bile görmekten aciz, ama herkesi eleştirmeye gücü ve yetkinliği olduğunu zanneden bir grup "futbolsever"e soruyorum;
frank rijkaard ve johan neeskens'in hatası iki maçta da galatasaray taraftarını ümitlendirecek bir futbol ve skor ortaya koymak mı? nonda gibi çok uzun süre önce gitmesi gereken bir oyuncuyu gönderdiklerinde yerin dibine sokulan bu isimler, size göre bu transferde sorumlu ve hatalı, ancak lucas neill, jo, mustafa sarp transferlerinde herhangi bir etkileri yok mu? kısaca sizin hata olarak değerlendirdiğiniz bir durum gördüğünüzde kör gözüne parmak hesabı davranırken, övülmesi gereken şeyleri neden es geçiyorsunuz? birini övdüğünüzde yeterli primi yapamıyor musunuz? bu kadar ağır sözlerle suçu olmayan insanları eleştirebildiğinize göre galatasaray'ın ligde lider olması sizi üzüyor mu? veya belki de aslında zannettiğiniz kadar futboldan anlamıyorsunuz, olamaz mı? belki de kendi sorunlarınızdan kurtulmak için birine saldırıyorsunuz, bu yüzden herhangi bir dayanağınız olmamasına rağmen frank rijkaard'a ve bununla bağlantılı olarak (taraftarlar için konuşuyorum) seviyorum dediğiniz takıma ve değerlerine saldırıyor olabilir misiniz? ve merak ediyorum bunlara cevap verebilir misiniz?
son olarak, frank rijkaard ve johan neeskens buraya türkiye futbolunu kurtarmaya gelmedi. zira kurtarmak dediğimiz eylem, futbol sözlüğünde aslında bir takımı veya organizasyonu bulunduğu seviyeden, çoğunlukla oldukça kötü bir seviyeden, çok farklı bir seviyeye çıkarma anlamına gelir. ancak türk futbolu zihniyet olarak kurtarılabilecek durumda değil. guus hiddink belki türkiye milli takımı'nı bir sonraki avrupa şampiyonası'na götürecek, belki dünya kupası'na da götürecek, şüpheli ancak muhtemel. ama bıraktığı gün türkiye yine kendi normaline dönecek. guus hiddink'in bile işi bu değilken, frank rijkaard'ın ve johan neeskens'in işi nasıl bu olabilir? bu iki adamın işi galatasaray'ı bile kurtarmak değil aslında. kısa vadede hedef galatasaray'ı özhan canaydın döneminin iyileştirilmesi imkansız etkilerinden kurtarılabilecek duruma getirmek. uzun dönem hedefi ise frank rijkaard ve johan neeskens'in oturtacağı sistem ve oyun anlayışını devam ettirebilecek teknik adam ve futbolcularla çalışıp, galatasaray'ı olması gereken yere çıkarmak. ve hala taraftarlar bunu anlayamayıp, dünya futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi futbolcularından ikisini, aynı zamanda dünyanın en iyi teknik adamlarından ikisini yargılayabilecek, mahkum edebilecek cesareti kendinde buluyor. adnan öztürk diye, en azından benim sadece franck ribery'i getirmesiyle tanıdığım bir şahıs çıkıyor, sapıtmış liselilerin gazıyla galatasaray'ın zaman zaman hatalar da yapsa en iyi yönetimlerinden birinin karşısına çıkacağını söylüyor. yönetimi kötülüyor, neredeyse hakaret ediyor. ve bu adam küçük de olsa bir kesimden destek görüyor. şaşırılacak bir durum mu, hayır. ama üzücü bir durum. yönetimin karşısına birinin çıkması değil, başarılı bir yönetimin karşısına başarısız bir adamın çıkması, daha doğrusu ortaya atılan isim olması üzücü bir durum. başarılı olan her kesimin ve insanın engellenmeye çalışılması, ve bu durumun değişmeyecek olması üzücü.
bu yazdıklarımın onlarca kat fazlası yazılabilir türkiye'nin insanlarının, futbolunun, zihniyetinin, kabul ettirilmeye çalışılanların hakkında. bunlar sadece frank rijkaard ve johan neeskens hakkında olan bölümünün çok küçük bir parçası. nasıl olsa değişmeyecek şeyler hakkında yazmak yoruyor insanı. bu yazdıklarımı baştan sona çok az insanın okuyacağını, daha azının dikkatli okuyacağını, daha da azının ciddiye alacağını, ama öbür tarafta çok büyük bir grubun bu söylediklerimi umursamayacağını, hatta kendi sığ düşüncelerine daha da sıkı sarılacağını bilmek, başkalarını bilmem de benim daha uzun yazmamı engelliyor. bu yazının başından sonuna kadar söylediklerime katılmak zorunda değilsiniz, sorgulanamayacak kadar doğru şeyler yazdığımı iddia etmiyorum, zaten insanın kendi doğruları genelde toplumun veya geniş bir grubun genel doğrularına uymaz. okumak zorunda değilsiniz, uzun bir yazıyı takdir etmek zorunda değilsiniz, hatta sadece uzun diye bir yazı takdir edilmemelidir zaten. ama okursanız bari düşünün. ulan tamam, saçmalıyor bile olabilirim, asla iyi yazdığımı düşünmedim. bu yazdıklarımın en ufak bir anlamı bile olmayabilir, ama bunu da düşünün.
"sen bize nasıl bilmemne dersin" diyecek olanlara not: karşıt görüşlere saygı duymak önemlidir. düzgün bir şekilde dile getirildiği sürece genelde çoğu görüşe saygı duyarım. bunları frank rijkaard ve johan neeskens'e aklı başında eleştiriler getirenlerin bir kısmına karşı yazmadım. ancak henüz bir yılını bile doldurmamış bu iki efsane isme şu dönemde aklı başında eleştiriler getirmek çok mümkün değil. bu adamlar hata yapamaz mı, yapar. ancak bunu hem çok sık göremezsiniz, hem görmek çok kolay değildir, hem de yapılan hatalar neredeyse hiçbir zaman ciddi boyutlarda olmaz. diyorsanız ki ömürlerini futbola vermiş, dünya futbolunu yönlendiren isimlerden olan bu iki adamın hataları çok bariz, ben görüyorum ama onlar görmüyor, o zaman bu yazıyı buraya kadar boşuna okumuşsunuz.
uzun süredir, hatta uzun süredir demeyelim, frank rijkaard galatasaray'a geldiği günden beri eleştiriliyor, diyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. rijkaard'ın özellikle son dönemde maruz kaldığı şey eleştiri değil, "en zeki en akıllı benim lan, rijkaard da salatalığın teki" şeklinde düşüncelere sahip adamların kendisine çemkirmesi şeklinde özetleyebiliriz son dönemde yaşananları. sergen yalçın, rıdvan dilmen, her türlü sanal oluşumda kendisini otorite zannedenler, bilimum fenerbahçe yazarı, bir sürü galatarasaray yazarı. bu "takım yazarı" olayı üzerine de kitap yazılabilir ya, neyse. bütün bu insanlar bir türkiye klasiğini her yıl olduğu gibi bu yıl da törenlerle ortaya çıkarmaya çalışıyor, asacak adam arıyor. ancak frank rijkaard türk insanının zannettiği ve hatta umduğu gibi, yazılanları veya medyayı takip edip, sonrasında sinir krizlerine girmiyor. daum gibi medyayı lehine kullanmaya çalışmıyor, her türlü çakallık ve hile arayışı içine girmiyor. sonucunda da çok doğal olarak türk futbolseveri görünümündeki kafatası avcılarına yaranamıyor. böyle şahıslara yaranmak gibi bir derdi ispanya'da da yoktu, burada da yok, bundan sonra da olmayacak. ama tabii ki bu adamın artık yerin dibine sokulmayan tek bir hareketi kalmadı. hatta tek bir tercihine on farklı noktadan sallanıyor. giovani dos santos'un getirilmesine sallayan var, nonda'nın gidip giovani dos santos'un getirilmesine sallayan da var, nonda'nın gönderilip giovani dos santos'un getirilip sonra bir forvet oyuncusu alınmamasına sallayan var, sadece nonda'nın gidişine sallayan var, sadece forvet alınmamasına sallayan var. tutarsızlık ve vurdumduymazlık son noktada. ve bütün bunları yapan adamların biri bile bilmiyor ki giovani dos santos forvet olarak oynayabilen bir oyuncu. veya rijkaard'ın sisteminde nonda'nın kalsa takıma çok faydalı olabileceğini düşünen ruh hastaları var. bakın ismi tekrar söylüyorum, nonda, shabani nonda, bir yanından öbür yanına dönene kadar asırlar geçen nonda, rijkaard'ın hızlı ve bol pasa dayalı sisteminde orta düzey bir yedek olmak dışında, galatasaray'ın semih şentürk'ü olmak dışında ne işe yarayacağını bilemediğim, orta sahaya yardıma gelip aldığı topu 2 metre yanındakine geçirince ne yapmaya çalıştığını bilemediğim, bunu yaparken hücumdaki yerini boş bırakıp takımın ataklarını etkisizleştiren nonda. ama forvet yokluğunda taraftarlar arasındaki tabiriyle "badem gözlü kör". şimdi doğal olarak bazı zeki arkadaşlarımız diyecek ki bu sistemin neresi bol pasa dayalı, neresi hızlı, neresi atak. türk futbolcusu olağanüstü akıllı ve her söyleneni anında kapıyor ya ondan o kadar hızlı ve isabetli oynuyoruz. bir takımı 6-7 ayda total futbol denilen kavramı eksiksiz uygulayacak konuma getirebilecek teknik direktör mü var? veya eksiklerden dolayı forveti olmayan, haftada 2 maç yapmaktan imanı gevremiş, savunmada ezelden beri sıkıntıları olan bir takımı, atletico madrid karşısında bocalamadan kontrollü oynatabilecek kadar üst düzey bir teknik direktör olmak hata yapmak mı? aslında bu soruların herhangi birine cevap istemiyorum, zira cevapları belli.
frank rijkaard'ın elindeki kadroyu iyi kullanamadığı, galatasaray'ın türkiye kupası ve avrupa ligi'nden elenmesine neden olan büyük hatalar yaptığı söyleniyor, fotomaç tabiriyle dile getiriliyor. hemen antalyaspor maçına bakıyorum, aykut erçetin ve necati ateş'in birleşip turu antalyaspor adına aldığı, ama galatasaray'ın yine de üç gol atıp kazanabildiği bir maç görüyorum. aynı zamanda galatasaray'ın direkten dönen toplarından biri 1 metre içeriye yönelse 180 derece değişecek yorumlar da görüyorum. şaşırıyor muyum, allah sizi inandırsın değil şaşırmak, bunu kim yazmış acaba bile demiyorum. zira hem medyada hem sanal oluşumlarda binlerce kişi salya akıtarak aynı şeyleri söylüyor, aynı "yanlış" şeyleri söylüyor. galatasaray'ın hedefi her zaman için içinde bulunduğu organizasyonların tamamını kazanmaktır, tamam. ama türkiye kupası ne zamandan beri galatasaray'ın "olmazsa olmaz" dediği bir kupa oldu? bu kupayı en çok kazanan takım galatasaray değil mi? asıl önemli soru şu, turu geçemeyince tam bir kaos ortamı yaratan insanlar, galatasaray o maçta sadece bir gol daha bulsaydı ne diyeceklerdi? dedim ya az önce, galatasaray'ın hedefi her zaman tüm kupaları kazanmaktır diye, hedef budur evet. ancak bunu başarmayı garanti edebilecek takım sayısı dünya dediğimiz gezegende sadece 0 (yazıyla sıfır) tane. barcelona'nın bir sezon içinde oynadığı bütün kupaları kazanması dünya futbol tarihinin dönüm noktalarından biridir öyle söyleyeyim de anlaşılsın. hedefler koyulabilir, ancak galatasaray'ın avrupa ligi'nde her yıl final hedefi koyması yanlıştır, hatta gelecek tepkilere davetiye çıkarmaktır. ancak avrupa ligi gibi bir organizasyonda, galatasaray gibi yeni yapılanan bir takımın "önceliğimiz gruptan çıkmak ve bir sonraki turu geçmek, sonrasını birlikte görürüz" gibi gerçekçi ve olması gereken bir hedef koyması, medya tarafından "galatasaray hedef küçültüyor, galatasaray küçülüyor, galatasaray kendi tarihine ihanet ediyor koşun" şeklinde yansıtılacaktır. akabinde çok doğal olarak her türlü habere inanan, mental yapı olarak saf ve nedense insanların inanmak istemediği kadar kötü niyetli olan taraftar isyan eder, "takım elden gidiyor, kimse galatasaray'dan büyük değildir, kimse galatasaray tarihinin üzerine tüküremez, bu takımın hedefi her zaman kupayı almak olacak" diyerek türkiye'de asla eksik olmayan kaos ortamını yaratır. şimdi burada ilginç olan üç şey var;
büyük takım olmak bir sezon içerisinde oynanan bütün kupaları almak veya talip olmak değildir,
büyük taraftar olmak takımı kupa kaldırdığı zaman veya maç kazandığı zaman desteklemek değildir,
büyük oyuncu olmak sadece maç kazandırmak veya büyük bir takımda oynamak değildir.
bu üç cümle birer teori değil, tez değil. bunlar gerçekler. tek bir takım üzerinden örnek vereyim, liverpool 10 sene boyunca hiçbir kupayı müzesine götüremese bile yine liverpool'dur. liverpool taraftarı, liverpool küme düşse bile her zaman takımının arkasında olduğu için, destek vermek için başarı veya gol beklemediği için, takımı bocaladığında ne yapması gerektiğini sezdiği için büyük taraftardır. steven gerrard, liverpool nasıl bir performans gösterirse göstersin takımı için en iyisini yapmaya çalıştığı için, bu yaşında bile kendini geliştirmeye çalıştığı için büyük oyuncudur. şimdi buna galatasaray cephesinden bakalım; galatasaray, 10 sene boyunca hiçbir kupayı müzesine götüremese bile yine galatasaray olarak kalacaktır. ancak galatasaray taraftarı 2002 sonrası dönemden itibaren çapulcular topluluğuna, sıradan bir gruba, o çok dalga geçtiği fenerbahçe taraftarına dönüştüğü için, takımı gol yediğinde oyuncularını daha çok desteklemek yerine susup takımı iyice demoralize ettiği için, organize olma görüntüsü altında bölündüğü için büyük taraftar değildir. üçüncü bölümü onlarca farklı bakış açısından inceleyebilirsiniz, yönetim daha iyisini getirebilir yönetim hatalı diyebilirsiniz, türkiye'de o kalitede kim var diyebilirsiniz, ancak galatasaray futbolcularının çok büyük bir kısmı, galatasaray gibi bir takım için yeterli yetenekte oyuncular olmadığı için, kafaları sürekli saha dışında olduğu için, kendilerini geliştirmeyi düşünmedikleri için, galatasaray'a transferlerini "büyük takım oyuncusu olmak" yerine "büyük takıma kapağı atmak" şeklinde düşündükleri için, büyük oyuncu olmayı istemedikleri için büyük oyuncular değildir. isim vermekten korkmak gibi bir saçmalık için girmediğim için; barış özbek, rijkaard ve neeskens'in yardımıyla türkiye'de sayılı oyunculardan biri olmak yerine, sıradan ama çok koşan görünümlü, herhangi belli bir işe yaramayan, takımına zarar veren, ne kadar kötü oynadığını kavrayamayan bir oyuncuya dönüşmüştür. ayhan akman, sene başındaki sakatlığından sonra özelliklerinin çok büyük bir bölümünü kaybetmiş olmasına rağmen, yetenekleri ölçüsünde oynamak yerine hayatında yapamadığı hareketleri denemeye başlamış, kısa pas denemesi gereken yerde markaj altındaki arkadaşına uzun pas denemeye, uzun pas denemesi gereken yerde etrafında 3 kişi olan arkadaşına kısa pas denemeye başlamıştır, oyun görüşünü kaybetmiştir. ancak halen bu çizgisini devam ettirmektedir, kendi tercihidir. hakan balta, benim bir futbolcuda gördüğüm en büyük çöküş içine girmiş durumda. savunma sanatının iyi örneklerini sergilerken bu yıl düştüğü durum şudur; hakan savunma anlayışını ve oyun görüşünü tamamiyle sıfırlamış durumda, çok koşamıyor, koştuğu zaman boş koşuyor, ağır, eskiden topu kazanmak için her yolu denerken, bu yıl rakibin karşısında komik durumlara düşüyor, ancak kesinlikle bunu umursar bir görüntü içinde de değil. hakan rakibi savunmaktan çok 5 metre açığında eskortluk yaptığı için, herhangi bir sağ açık oyuncusu rahatlıkla etkili olabiliyor. bunların yanında uğur, mehmet topal, arda turan ve servet çetin'in de isimleri geçebilir ancak uzatmaya gerek yok. galatasaray oyuncularının ne yazık ki büyük kısmı takımın hedeflerine, yansıtılan değil, olması gereken hedeflerine bile uygun şekilde hareket etmiyor.
olay frank rijkaard'dan fazla uzaklaştı, tekrar geriye dönüyorum. temelde bunu anlatmak için yazmamama rağmen ortaya şu sonuç çıkıyor; frank rijkaard'ın elindeki kadro ile şu anda içinde bulunduğu durum tabii ki başarı olarak değerlendirilemez, ancak bu durum kesinlikle başarısızlık değildir. hani söyleniyor ya, "bu kadro galatasaray'ın 2000'den beri en iyi kadrosu" diye, doğrudur. ancak galatasaray'ın 2001-2006 arası ne duruma düşürüldüğünü düşününce, iki üç iyi transfer ve bazı yetenenekli türk oyuncular ile birlikte bu kadronun 2000'den sonra kurulmuş en iyi kadro olması çok ilginç değil, hatta 2000 sonrası iyi bir yönetim anlayışıyla şampiyonlar ligi finaline gidebilecek bir takımın bu durumda olması trajik. kısaca türkiye kupası'ndan elenmek herhangi bir şekilde rijkaard ve neeskens'in performansını belirleyecek bir durum değil. böyle düşünen taraftarlar takımın hedefini annesinin ligi olarak gören, ama avrupa'da başarısızlık gelince isyan eden, olay çıkaran şahıslardır.
gelelim avrupa ligi'ne. en başta, kupa maçları başlamadan önce yapılan bir hata var galatasaray'da. taraftarın da içine düştüğü bir oyun var. galatasaray yönetimi yıllardır süren geyiği bozamayacağını bildiği için mecburen hedefi yine "sonuna kadar gitmek istiyoruz" olarak koydu. bu hem bir hatadır, hem de büyük bir baskı altında söylendiği için hata değildir. çünkü bundan başka bir şey söylemek büyük cesaret ve istikrar gerektiriyor. aslında seçim öncesi bunu yapmak cesaretten daha da büyük şeyler istiyor. bu kulübün rijkaard ve neeskens'ten bağımsız yaptığı bir hataydı. bunun dışında taraftarın kendisine oynadığı ve kendisini pusuya düşürdüğü bir oyun var ortada. frank rijkaard ve johan neeskens'in gelişinden sonra ben dahil "avrupa ligi'ni kazanırız bu sene" düşüncesini aklından geçirmeyen tek bir taraftar düşünemiyorum. teknik heyetten bağımsız yapılan ikinci hata da buydu. taraftar kendi oyununa geldi, sadece bir senede, hatta birkaç ayda takımın bir avrupa kupası kazanabilecek seviyeye gelebileceğini düşündü. büyük bir hataya düştü. ancak bir taraftarın düşüncede hata yapması kimsenin mantığına sığmadığı için, taraftarlar "yanlış düşünmüşüm" cümlesini gururlarına yediremediği için, bu ülkede herkes bir futbol otoritesi olduğu için, bütün bu insanlar frank rijkaard gibi bir ismi günah keçisi yapmaya çalıştı, halen de çalışıyor, bundan sonra da çalışacak. ortada teknik heyet ile alakası bile olmayan iki büyük hata var. eleştirilen kanatta, frank rijkaard ve johan neeskens'in bir gün bile "bu kupada finali hedefliyoruz, kupayı alırız, her türlü koyarız" şeklinde, veya bunu işaret edecek bir kelime ettiğini duymadım. yani takımı yöneten kişilerin doğal olarak bu kadar kısa süredir çalıştırdıkları bir takımla ilgili böyle bir hedefleri olmamasına rağmen, daha önce de söylediğim gibi taraftarlar kötü niyetli, gaza gelmeye müsait, manipülasyon konusunda sabıkalı, zeki geçinen bir grup olduğu için kimseyi değil, en suçsuz olan kişileri ateşe atmaya çalışıyor. ancak genelde olduğu gibi başarılı olmaları bu sefer çok mümkün değil, zira yönetim aslında sinek vızıltısı gücünde olan ruh hastası gruplara itibar etmiyor. frank rijkaard ve johan neeskens ikilisi de bir grup provoke edilmiş fanatikten etkilenecek kadar küçük isimler değil.
bütün bu olayların patlama noktası olan atletico madrid serisine gelirsek. frank rijkaard ve johan neeskens atletico madrid'i maçlar öncesinde olağanüstü iyi analiz etti. atletico'nun sene başından beri devam eden kötü ve dengesiz oyununu galatasaray maçlarında daha da dağınık bir şekilde ortaya koymasını sağlamak için elinden geleni yaptı. bazı sorunlu kişiler galatasaray'ın bu eksiklerine rağmen atletico'dan daha iyi bir takım olduğunu ve iki maçı da rahat kazanması gerektiğini düşünüyordu orası ayrı. birincisi, atletico madrid kadro kalitesi olarak tam takım sahaya çıkacak bir galatasaray'dan bile üst düzey bir takımdır. ikincisi, atletico madrid karşısında kazanmak zannedildiği kadar kolay bir iş değil, zira atletico madrid aslında bu sene puan tablosunda görüldüğü kadar kötü bir takım değil. ve gerçek performanslarını anlık da olsa sahaya yansıtabiliyorlar. galatasaray'ın şansı atletico'nun şu dönem ortaya koyduğu performansın "rezalet" kavramının sadece bir parmak üzerinde olmasıydı. ispanya'nın gelmiş geçmiş en iyi üçüncü takımı kendileri, ne kadar inanmak istemeseniz de. aynı şekilde turun favorisi de atletico'ydu. buna rağmen galatasaray deplasmanda uygulanabilecek en iyi oyun anlayışını ortaya koydu. galatasaray'ın dağınık rakibini daha da bozmaya çalışacağı malumdu. ancak bunu önde basıp rakibin hücum hattını uyandırmak yerine, tempoyu biraz aşağıya çekip zaten kötü olan atletico savunmasını zaman zaman bulunacak ataklarla avlamaya çalışarak yaptı teknik heyet. başarılı da oldular. caner'in ilk maçta alakasız bir faul ile rakibe bir gol hediye ederek, ikinci maçta da kırmızı kart görerek atletico madrid'in en iyi oyuncusu olmasını es geçersek. galatasaray hem deplasmanda hem evinde çok fazla pozisyon vermeden birer gol attı. yani atak oynamayan galatasaray, savunmaya kapanan galatasaray, tarihine ihanet eden galatasaray, bu taktik ve sistemle oynadığı iki atletico madrid maçında, bir de beşiktaş derbisinde gol attı. deplasmanda istenen skor alındı, atletico madrid zaten yaymış bir takım olduğu için çok da önemsediklerini düşünmüyorum. ikinci maça kadar geçen 1 haftada galatasaray bir deplasman derbisi oynadı, kazanabilecekken, arda'nın çıkışı ve bir kaleci hatası yüzünden 1 puana razı oldu. atletico ise almeria'ya kaybetti. beşiktaş maçında yaşanan durum atletico karşısında da yaşandı. arda'nın sakatlığı inönü'de 2 puanın bırakılmasına neden olurken, elano'nun sakatlığı ali sami yen'de turu verdi.
bu maçın dört adet kırılma noktası var. arda'nın ilk yarı sonunda kaçırdığı pozisyon, elano-ayhan değişikliği, "bir grup hakem"in galatasaray'ın penaltısını vermemesi (daha doğrusu hakemlerin tamamının turu atletico'ya vermek için düzenli olarak çalışması) ve caner'in kırmızı kartı. bu kırılma noktalarının tamamının galatasaray'ın aleyhine olması maçın 2-1 bitmesini çok da şaşırılacak bir durum olmaktan çıkarıyor. arda'nın pozisyonu kaçabilir, arda sonuçta bitiriciliğiyle bilinen bir oyuncu değil. burada frank rijkaard'ın bir suçu yok. elano-ayhan değişikliği zorunluluktan, ayhan yerine girebilecek daha iyi bir oyuncu da yoktu. burada da herhangi bir hata göremiyorum. hakem konusunda herhangi bir şey söyleyemiyorum, bu adamlara karşı skorun 2-1'de kalması bile bir başarı. rijkaard ve neeskens hakemleri değiştiremeyeceğine göre burada da bir hataları yok. caner'in kırmızı kartı kendi vurdumduymazlığı yüzünden gerçekleşmiş bir durum, cezası da kesilecektir. burada da teknik heyetin bir hatası yok. e şimdi teknik heyeti yerin dibine sokan kesime içimizden sunturlu bir küfür savurursak biz mi hatalı oluyoruz? frank rijkaard ve johan neeskens bu maçta da atletico'yu en iyi şekilde çözdü, kırılma noktalarının galatasaray aleyhine olmasını bile dengelemeyi başardılar. ancak caner'in atılmasından sonra takımın oyuncularının bir kısmı, zaten kötü oynamalarına rağmen bir de hadlerini aşıp mücadeleyi ve oyun anlayışını bırakınca turu geçmek imkansıza yakın bir duruma geldi. maçı uzatmalara götürebilsek bile ne olacağı malumdu. bu söylediklerime zannetmiyorum ki katılmayan olsun. bu da demek oluyor ki turun geçilememesinde frank rijkaard'ın ve johan neeskens'in bir hatası yoktur. hatta ilk maçta galatasaray taraftarını bu kadar ümitlendirebilecek bir skorun alınması ve ali sami yen'de son dakikaya kadar en azından uzatmalara gidebilecek maç, bu iki üstadın eseridir. şimdi ben rijkaard'a desteksiz sallayan, futbolu bildiğini zannedip en basit şeyleri bile görmekten aciz, ama herkesi eleştirmeye gücü ve yetkinliği olduğunu zanneden bir grup "futbolsever"e soruyorum;
frank rijkaard ve johan neeskens'in hatası iki maçta da galatasaray taraftarını ümitlendirecek bir futbol ve skor ortaya koymak mı? nonda gibi çok uzun süre önce gitmesi gereken bir oyuncuyu gönderdiklerinde yerin dibine sokulan bu isimler, size göre bu transferde sorumlu ve hatalı, ancak lucas neill, jo, mustafa sarp transferlerinde herhangi bir etkileri yok mu? kısaca sizin hata olarak değerlendirdiğiniz bir durum gördüğünüzde kör gözüne parmak hesabı davranırken, övülmesi gereken şeyleri neden es geçiyorsunuz? birini övdüğünüzde yeterli primi yapamıyor musunuz? bu kadar ağır sözlerle suçu olmayan insanları eleştirebildiğinize göre galatasaray'ın ligde lider olması sizi üzüyor mu? veya belki de aslında zannettiğiniz kadar futboldan anlamıyorsunuz, olamaz mı? belki de kendi sorunlarınızdan kurtulmak için birine saldırıyorsunuz, bu yüzden herhangi bir dayanağınız olmamasına rağmen frank rijkaard'a ve bununla bağlantılı olarak (taraftarlar için konuşuyorum) seviyorum dediğiniz takıma ve değerlerine saldırıyor olabilir misiniz? ve merak ediyorum bunlara cevap verebilir misiniz?
son olarak, frank rijkaard ve johan neeskens buraya türkiye futbolunu kurtarmaya gelmedi. zira kurtarmak dediğimiz eylem, futbol sözlüğünde aslında bir takımı veya organizasyonu bulunduğu seviyeden, çoğunlukla oldukça kötü bir seviyeden, çok farklı bir seviyeye çıkarma anlamına gelir. ancak türk futbolu zihniyet olarak kurtarılabilecek durumda değil. guus hiddink belki türkiye milli takımı'nı bir sonraki avrupa şampiyonası'na götürecek, belki dünya kupası'na da götürecek, şüpheli ancak muhtemel. ama bıraktığı gün türkiye yine kendi normaline dönecek. guus hiddink'in bile işi bu değilken, frank rijkaard'ın ve johan neeskens'in işi nasıl bu olabilir? bu iki adamın işi galatasaray'ı bile kurtarmak değil aslında. kısa vadede hedef galatasaray'ı özhan canaydın döneminin iyileştirilmesi imkansız etkilerinden kurtarılabilecek duruma getirmek. uzun dönem hedefi ise frank rijkaard ve johan neeskens'in oturtacağı sistem ve oyun anlayışını devam ettirebilecek teknik adam ve futbolcularla çalışıp, galatasaray'ı olması gereken yere çıkarmak. ve hala taraftarlar bunu anlayamayıp, dünya futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi futbolcularından ikisini, aynı zamanda dünyanın en iyi teknik adamlarından ikisini yargılayabilecek, mahkum edebilecek cesareti kendinde buluyor. adnan öztürk diye, en azından benim sadece franck ribery'i getirmesiyle tanıdığım bir şahıs çıkıyor, sapıtmış liselilerin gazıyla galatasaray'ın zaman zaman hatalar da yapsa en iyi yönetimlerinden birinin karşısına çıkacağını söylüyor. yönetimi kötülüyor, neredeyse hakaret ediyor. ve bu adam küçük de olsa bir kesimden destek görüyor. şaşırılacak bir durum mu, hayır. ama üzücü bir durum. yönetimin karşısına birinin çıkması değil, başarılı bir yönetimin karşısına başarısız bir adamın çıkması, daha doğrusu ortaya atılan isim olması üzücü bir durum. başarılı olan her kesimin ve insanın engellenmeye çalışılması, ve bu durumun değişmeyecek olması üzücü.
bu yazdıklarımın onlarca kat fazlası yazılabilir türkiye'nin insanlarının, futbolunun, zihniyetinin, kabul ettirilmeye çalışılanların hakkında. bunlar sadece frank rijkaard ve johan neeskens hakkında olan bölümünün çok küçük bir parçası. nasıl olsa değişmeyecek şeyler hakkında yazmak yoruyor insanı. bu yazdıklarımı baştan sona çok az insanın okuyacağını, daha azının dikkatli okuyacağını, daha da azının ciddiye alacağını, ama öbür tarafta çok büyük bir grubun bu söylediklerimi umursamayacağını, hatta kendi sığ düşüncelerine daha da sıkı sarılacağını bilmek, başkalarını bilmem de benim daha uzun yazmamı engelliyor. bu yazının başından sonuna kadar söylediklerime katılmak zorunda değilsiniz, sorgulanamayacak kadar doğru şeyler yazdığımı iddia etmiyorum, zaten insanın kendi doğruları genelde toplumun veya geniş bir grubun genel doğrularına uymaz. okumak zorunda değilsiniz, uzun bir yazıyı takdir etmek zorunda değilsiniz, hatta sadece uzun diye bir yazı takdir edilmemelidir zaten. ama okursanız bari düşünün. ulan tamam, saçmalıyor bile olabilirim, asla iyi yazdığımı düşünmedim. bu yazdıklarımın en ufak bir anlamı bile olmayabilir, ama bunu da düşünün.
"sen bize nasıl bilmemne dersin" diyecek olanlara not: karşıt görüşlere saygı duymak önemlidir. düzgün bir şekilde dile getirildiği sürece genelde çoğu görüşe saygı duyarım. bunları frank rijkaard ve johan neeskens'e aklı başında eleştiriler getirenlerin bir kısmına karşı yazmadım. ancak henüz bir yılını bile doldurmamış bu iki efsane isme şu dönemde aklı başında eleştiriler getirmek çok mümkün değil. bu adamlar hata yapamaz mı, yapar. ancak bunu hem çok sık göremezsiniz, hem görmek çok kolay değildir, hem de yapılan hatalar neredeyse hiçbir zaman ciddi boyutlarda olmaz. diyorsanız ki ömürlerini futbola vermiş, dünya futbolunu yönlendiren isimlerden olan bu iki adamın hataları çok bariz, ben görüyorum ama onlar görmüyor, o zaman bu yazıyı buraya kadar boşuna okumuşsunuz.