annem babam ben iş çıkışı bu maç için yola çıktık. her zamanki gibi gişelerden önceki stat yolu ayrımından itibaren başlayan ve adeta dur kalk şeklinde ilerleyen (!) bir trafik. tam anlamıyla kabus.
binbir stres ile stada varıyoruz.
babam arabayı park etmesi için yer ararken ben erkenden arabadan inip stada yöneliyorum ve kapalı tribünde bulduğum bir koltuğa oturuyorum, skorborda bakıyorum dakika 15. ilk 15 dakika çoktan yaşanmış bitmiş, biz ancak içeri girebilmişiz.
5 dakika sonra annemden telefon geliyor, onlar da içeri girmişler. devre arasında buluşuruz diye sözleşiyoruz. maçın 40.dakikasında telefonum acı acı çalmaya başlıyor, bakıyorum babam. 'oğlum çabuk yanımıza gel arabanın anahtarı kolsuz montumun cebimden çalınmış stada giriş karambolünde' (malum kapalı tribüne toplamda 1 ya da 2 kapıdan izdiham içinde girebiliyorduk)
hemen buluştuk, çıktık dışarı. önce arabaya gidip çalınmadığından emin olmamız gerekiyor. anahtar üzerinde uzaktan kumandalı kilit olması ve kilit açıldığında dörtlülerin yanıyor olması bizi kaygılandırıyor ama stadın etrafındaki otopark alanı hıncahınç arabalarla dolu, onca araç arasında hırsızın bizimkini bulması hiç de kolay değil, biraz hızlı olursak olası bir çalınma durumuna engel olabiliriz.
hırsızın arabayı bulması kolay değil dedim ya, biz de bulamadık. stat etrafında yerde en ufak bir park numarası / işareti vs olmadığı için babam arabayı nereye park ettiğini bulamıyor. tek bildiğimiz arabanın kuzey kale arkası tribünün arkasındaki kalabalığın içinde olduğu, ama nerede belli değil. soru şu : araba var da biz mi bulamıyoruz, yoksa hırsız arabayı buldu ve alıp götürdü de mi bulamıyoruz?
anlayacağınız kafamızda deli sorular.
bu arada biz 2'ye bölünüyoruz, babam bir yanda arabayı arıyor, biz annemle diğer yanda arıyoruz. yok. amk arabası ortalıkta yok. bu arada bir süre babama ulaşamadık ve annemle boş boş birbirimize bakarken bulduk kendimizi, zira stad dağ başında, etrafta tek bir portatif baz istasyonu var, o da o gün stattaki kişilerin tamamına nasıl yetsin, yetmedi tabi.
sonra babam geldi, araba yok. dedik maç bitsin, herkes çıksın, arabalar dağılsın, bizimki ortaya çıkacak (tabii ki henüz çalınmadıysa)
maç bitti, stadın tüm kalabalığı üzerimize üzerimize yürüyor, tabii ki inanılmaz bir trafik yoğunluğu. maç 23:30'da bitti, araçların dağılması ve bizim ortalığı daha net görebilmemiz 00:45'i buldu. derken bizim araba gösterdi kendini. orada duruyor. güzel. en azından çalınmadı. şimdi çekici çağırma zamanı. hop, telefon çekmiyor. baz istasyonu da gitmiş. biz annemle arabanın başında nöbet tutarken babam stadın etrafında bir tam tur atarak telefonun çekeceği bir yer arıyor, bir şekilde ulaşıp çekiciyi çağırıyor ama çekicinin gelmesi en az 1 saat.
bu arada biz annemle arabanın başında nöbet tutarken etrafta ne idüğü belirsiz birkaç tip de bizi kesiyor. allah dedik anahtar bunlardan birinde, bizi kesecekler ve arabayı götürecekler.
gecenin o sessizliğinde ve karanlığında, etrafımızda bahsettiğim birkaç tip ve birkaç köpek dışında kimse yok. derken yağmur başlıyor. annemle arabanın ön kaputuna oturmuş beklerken babam beliriyor. çağırmış çekiciyi. bekliyoruz. etraftaki tipler de dağılıyor. koskoca olimpiyat stadı çevresinde bir arabanın başında ayakta 3 kişi var, başka kimse yok. biz sırılsıklam.
en nihayetinde çekici geliyor. arabayı yüklüyoruz, önde şöförün yanındaki 1,5 kişilik yere 3 kişi oturduğumuz anda derin nefes alıyoruz. eve gelişimiz 04:30.
o gece, o çekicinin önünde ailece 1.5 kişilik dar alanda kenetlenmiş halde iken, "bir daha bu statta galatasaray dünya kupası finali oynasa gelmem" diye yemin ettim.
yeminimi bozduğum maç için ;
(bkz:
11 eylül 2011 istanbul bb spor galatasaray maçı)