derwall'in de dediği gibi hem kazanıp hem kaybettiğimiz maçtır.
psv bu turu geçtikten sonra sırasıyla
rapid wien,
bordeaux,
real madrid ve
benfica engellerini aşarak kupayı kazanmıştır.
kadrolar:
galatasaray: zoran simovic, yusuf altıntaş, semih yuvakuran, ismail demiriz, erhan önal, cüneyt tanman, cevad prekazi (64' savaş koç), muhammet altıntaş, mirsad kovacevic (64' ilyas tüfekçi), uğur tütüneker, tanju çolak
psv: hans van breukelen, ronald koeman, ivan nielsen, eric gerets, berry van aerle, jan heintze, willy van de kerkhof (46' addick koot), sören lerby, hans gillhaus, gerald mervin vanenburg, wim kieft
şimdi de derwall'in ağzından maçı dinleyelim;
---
alıntı ---
eindhoven'deki yenilginin ortaya çıkardığı durumu değiştirmek için yeri göğü ayağa kaldırmak niyetindeydik. basın ve medya da bizi her yönden destekledi ve seyircinin de en yüksek formda stada gelmesini, oyuncular gibi, ellerinden geleni yapmalarını sağladı. seyircimizin her zamanki gibi oyundaki 12. adam olacağını ben de biliyordum.
sempatik hollandalılar, iklime uyum sağlamak, stadı görmek, çimi tanımak, denemek ve öncelikle de istanbul'un atmosferini yaşamak için maçtan üç gün önce kente geldiler.
avrupa kupası'nın bu ikinci maçından haftalar önce de gelmiş olabilirlerdi. bu, bizim onları yenme ve eğer mümkün olursa maçın bitiminden önce 3-0 öne geçerek bir uzatmaya gidilmesini sağlama konusundaki kararlılığımızı ve motivasyonumuzu değiştirmeyecekti.
onları çok basit yöntemlerle şaşırtmak istiyorduk. büyük bir mücadele ve gayretle maçın daha ilk dakikalarında rakibin kendine olan güvenini sarsacaktık.
tanju'nun santrfor olarak geride kalması gerektiğini kararlaştırmıştık. buna karşılık, kafa toplarında güçlü olan mirsat ve cüneyt ileri çıkacaklar, orta saha ve savunmanın gerilerden yaptığı uzun ortaları prekazi, uğur, tanju ve muhammed gibi orta saha oyuncularının önüne düşürmeye ve gole gitmemezi sağlamaya çalışacaklardı. eindhovenliler şaşırmışlardı. tanju'yu tutan kimse yoktu; birdenbire, daha önce olmadığı kadar hareket özgürlüğü bulmuştu ve bundan yararlandı da. beş dakika sonra durum galatasaray lehine 1-0 olmuştu ve stad coşku ve sevinçle çınlıyordu.
seyirci, takımı çılgınca tezahürat, şarkılar ve haykırışlarla teşvik ediyordu. hollandalılar köşeye sıkışmışlardı. oyun tarzları giderek bozuluyor ve oyunu okuma olanağını yitiriyorlardı. van aerle 42'nci dakikada kendi kalesine bir gol atarak bizi 2-0 öne geçirdi. devreden çok kısa bir süre önce gelen bu gol tam bir sansasyondu.
benim en büyük kaygım çocukların bunca zorlanmaya ve bu tempoya 90 dakika dayanıp dayanamayacaklarıydı. öylesine bir gayretle maça asılmışlardı ki, çılgınlıktan başka bir şey değildi bu. bir devre boyunca avrupa'nın en büyük takımlarından birini avuçlarının içine almışlardı ve bir mucize yaratmak üzere en doğru yoldaydılar.
devre arası herkese iyi gelmişti. biz de bu arada antrenörler olarak oyuncuların fizik durumlarını yüzlerinden okumaya çalıştık. gerekenin yapılması için doktor ve masörle, oyuncuların ilk devrede geçirdikleri irili ufaklı sakatlanmalar hakkında konuştuk.
benim cezam devam ettiği için orta sahaya yakın bir görevli bankında oturuyordum. mustafa ile sadece uzaktan göz temasımız vardı, o kadar.
bildiğim bir şey vardı: oyuncuların sinirleri yavaş yavaş yıpranacaktı, insan üstü bir şey başarmışlardı. yeniden şahlanıp, rakibi kendi alanına sıkıştıracak baskıyı kurup kuramayacakları, ikinci yarının ilk dakikalarına bağlıydı. sonra da uzatmayı sağlamak için üçüncü bir gol gerekiyordu. bu hayalleri gerçekleştirmek gerçek bir çılgınlıktı.
yirmi dakika sonra yorgunluk belirtileri hissedilmeye başladı. ilk yarının canlılığı kalmamıştı; adımlar küçüldükçe küçüldü.
çok fazla düşünmeye başlamışlardı. tempolu oyundan vazgeçmişlerdi. rakibi acımasızca mat etmek için gereken şaşırtıcı ve hızlı oyunları kurmak yerine gereğinden fazla paslaşmaya başlamışlardı.
körü körüne koşmak yerine oyunu düşünerek kurmak ve bu şekilde avucunun içine almak ve son bir ofansif hareketi başlatabilmek için gerekli olan spontane hareket kabiliyeti, üstünlük ve sağlıklı düşünme yeteneği azalmıştı.
oyuna van der kerhof un yerine koot girmişti. tam bir müdafaa oyuncusu olan koot'un tek yaptığı tanju'yu tutmak oldu. bu durumda, öndeki iki oyuncumuz cüneyt ve mirsat'ın hareket özgürlükleri kısıtlanmıştı ve önceden olduğu kadar top alamamaya başladılar, iki uç adamımıza uygulanan erken pres sonucu ön tarafta gereken baskıyı kuramıyorduk. bu şekilde yeni bir gol daha atmak zordu.
oyuncularımız sahadan ayrılırken başları dikti. bu maçta ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı. seyircilere futbolda çok az görülebilecek birinci sınıf bir polisiye film yaşatmışlardı.
kolay kolay unutamayacağım, üzerinde düşünülmesi gereken bir maçtı bu. ne yazık ki takım hem kazanmış hem de kaybetmişti.
oyuncular karakterlerinin sağlamlığını gösterdiler. avrupa kupası'nda elenmek onları fazla etkilemedi ve ikinci kez kazanmak istedikleri türkiye şampiyonluğu için kararlı bir şekilde oynamaya devam ettiler.
---
alıntı ---