*

  • 2
    hiç unutmuyorum maçı anlatan spiker ve yorumcu abiler yediğimiz gollere ''basit goller, çok basit goller, böylesi basit goller, yenmeyecek goller, bunlarda gol mü ?, bunlar sayılmaz bi daha vursun'' tarzı serzenişlerde bulunmuşlardı. bi ara top benim oynatmıyorum deyip sahadan topu alıp gitmelerinden korktum. yok hayır aslında şimdi aklıma geldi. ha ben niye bu konuya bu kadar takıldım sonuçta pek de güzel bir konu değil gol yemi$iz.aklıma takılmasının sebebi şu; basit gol ne yahu! gol goldür yenmiş bitmiş o golü atan adam da bir vuruş yapmış işte. yemeseydik bizde.
  • 4
    juventus 5. dakikada del piero'nun golü ile öne geçmiş, 19. dakikada cesar prates'in takımın atak yönüne göre sağdan kullandığı köşe vuruşuna kafayı vuran kral hakan şükür'ün golü ile skor 1-1'e gelmiş; o dakikaya kadar bunaltan juventus baskısı karşısında derin bir oh çekilmişti. 73. dakikada, o zamanlar yeni yeni piyasaya çıkmakta olan sabri sarıoğlu'nun hakem tarafından itilerek barajın açılması sayesinde erken kullanılan atışta karambolden atılan nispeten ucuz bir golle maç 2-1 sonuçlanıyordu. bu maçın rövanşı için;
    (bkz: 2 aralik 2003 galatasaray juventus maci)
  • 5
    2002/2003 sezonu şampiyonlar ligi maceramızın ilk maçıydı. umutlu çıkmıştık della alpi çimlerine fakat çok basit derecede goller yemiştik ve kötü yenilmiştik. juventus'da o maçta; buffon, zambrotta, thuram, camoranesi, del piero, nedved gibi kariyerinin iyi dönemlerini geçiren futbolcular vardı. teknik direktör lippi idi.

    vay anasını. zaman ne de çabuk geçiyo...
  • 7
    şu zamanı durdurmayı en çok galatasaray'ın şampiyonlar ligi'ne gitmediği senelerin artmaması için istiyorum. herkes gibi takımımı şampiyonlar liginde görmeyi isterim. ne bileyim; öyle şampiyonlar ligi marşı çalarken oyuncularımızı santrada görmeyi delicesine isteyen taraftarlardan değilim. ama bizim takımımıza yakıştırdığımız real madridlerle, manchester unitedlarla aynı kulvarda yarışması. tabii, o büyük takımların eriştiği yerlere hemen erişmemiz neredeyse imkansız şu sıralarda. avrupalıyla aramızdaki fark gitgide açılıyor. bu fark açılmasın diye rijkaard gibi bir adam var zaten bu takımın başında. neyse, konu sapmasın. nitekim rijkaard bizim sözlükte de çokça tartışılan bir isim. yazının başka yerlere kaymasını hiç istemem. aslında çok basit bu şampiyonlar ligi'ne katılmak. sadece türkiye şampiyonu olacaksın. daha önce defalarca şampiyon olmuşuz zaten. bu biraz da, benim gibi sinüziti olan birinin başı ağrıdığı esnada merdiven çıkması gibi. başın ağrımadan kolayca yaptığın şey o anda sana dünyanın en zor işi gibi geliyor. kaf dağında kayak yapmaya çalışmayı tercih edersin o sırada. biz de şimdi takım olarak bir baş ağrısı halindeyiz belki de. umarım en yakın zamanda kendimizi toplarız da, şu somurtkan yüzlerimiz biraz güler.

    net 4 sene olmuş arkadaş. 5 aralik 2006 galatasaray liverpool fc maci ile kapanışı yapmışız; bir liverpool galibiyeti ile "elveda meyhaneci" demişiz bu bize yakışan organizasyona. insanın içine evlat acısı gibi koyuyor. bu maç yapılırken üniversiteye giren liseden sınıf arkadaşlarım mezun oldu; ben daha 2. sınıfa alttan iki dersle geçiyorum. ne kadar acı; bugünleri ilerde yad ettiğimde aklıma sadece abuk sabuk şeyler gelecek. fakat 7 sene önceki bu maç aklıma gelince bir dünya şey geliyor aklıma. evet, 4 senedir şampiyonlar ligi yüzü görmedik; ve zaman ilerledikçe şampiyonlar ligi katılımcısı olduğumuz sezonlara dair bir sürü ıvır zıvır şey geliyor aklıma.

    bu maçtan önce konyaspor deplasmanımız vardı bizim. sonrasında da fenerbahçe derbisi olacaktı. çocukluğumdan beri hayalini kurduğum şey gerçekleşiyordu; galatasarayla ilk kez aynı şehirde bulunma imkanım olacaktı. istanbulda yaşayanlara şaka gibi gelebilir bu; ama takımınla aynı şehirde olmak, sen güneşte yanarken onların da yanacağını, sen yağmurda şemsiye açarken onların da yağmurdan korunmak için bir şeyler yapacağını bilmek insanın içini bir tuhaf ediyor. benim bir de artım vardı, koskoca galatasaray mondragonuyla, fatih terimiyle benim evimin hemen yakınında kamp yapacaktı. eh, tabii çocukluk hayalin gerçekleşince maça da gitmeyi istiyorsun. ama şanssızlıklar bazen seninle arkadaş olmak istiyor. sonbaharın yüzünü pek göstermediği bu günlerde; aksilik, grip olmuştum. gidemedik tabii stada. üstüne bir daha da konya atatürk stadı'na galatasaray'ı izlemeye gitmedim. ama o maçı seyretmek için babamla 15-20 kilometre yol gitmiştik. hiç unutmam, konyaspor zafer biryol'un golüyle 1-0 öne geçtikten sonra son dakikalarda kral hakan şükür öyle bir gol kaçırmıştı ki... o halimle "lan, vursana lan" çekmiştim, neredeyse patlıyordum. yüzümün o halimle bağırmaktan kıpkırmızı olduğunu hissediyordum. yine iyi cesaret varmış; yıllar sonra galatasaray konya'ya geliyor, ben o kadar konyasporlu'nun arasında bağırıp çağırıyorum. hem de hakan şükür'e. hakan şükür, fabrikamızın en çalışkan ama bizim en çok patronca davrandığımız isim belki de. tüm mutlu anlarımızda o var, ama en çok da ona laf söylüyoruz. neyse, bu bağırmadan sonra biraz tırssam da, yanımdaki orta yaşlı konyaspor taraftarı amca halime acımış olacak ki, "heh heh" diyerek kafama hafif dokundu. bir de "keranacı" dese tam olacaktı.

    bu maç 2003-04 sezonu şampiyonlar ligi'nin ilk grup maçıydı. bu maçı oynamak için bir ön eleme oynadık. cska sofyaydı rakip. eski açık sarı desene belgeseline bakın, fatih terim'in "bam bam bam bam" lafının ön eleme maçında da geçtiğini görürüz. o ön elemeyi oynamak için de 2002-03 sezonunda ilk ikiye girmemiz gerekiyordu. 2002-03 sezonu denince benim aklıma "nedense" sürekli beşiktaş lehine olan hakem hataları, 2002 dünya kupasından sonra migroslarda satılmaya başlanan ümit davala kapaklı defter, ingiltereyle oynadığımız maçlar, bitmek bilmeyen kış ve bir de çocuklar duymasın gelir. atvde çocuklar duymasın'ın tavan yaptığı seneydi. alabildiğine beşiktaşlılık vardı içinde. bir dönem hastahanede kalmam gerekmişti. o zaman yapacak bir şey olmuyor, mecburiyetten dört gözle izliyorsun. 1903 yazılı kırmızı kazaklı haluk o pis surat ifadeleriyle aklıma kazınmış.

    bu maçın olduğu hafta okullar başlıyordu. pazartesi okul, salı beşiktaş'ın lazio maçı. star'a geçen çocuklar duymasın, beşiktaş maçından önce yayındaydı. hoş; şimdi olsa star tv maçı yayınlamazdı çocuklar duymasın için de, neyse... salı ve çarşamba şampiyonlar ligindeki türk - italyan karşılaşmaları için gazı çocuklar duymasın haluktan alıyoruz: "bu gece ve yarın gece spagetti yiyeceğiz". birol güven sağolsun, galatasaray'ı eksik etmemiş iyi dileklerinde. bu bölüm artık kaç kez tekrarlandıysa, yıllar geçse de unutamadım gitti. çarşamba günü bizim maç var. fakat televizyonda oyalanmak için bir şeyler yok. mecbur, bilgisayarda oyun oynayıp maçı bekliyorum. ama müthiş bir heyecan var bende maçtan önce. maçın başlamasına pek az kalmıştı ki, bir şey oldu. ıvır zıvır her şeyi hatırlıyorum, o anlar gelmiyor aklıma. 3-5 saniye ile hatırlayabiliyorum ancak. babamın yere nasıl yattığı, evin içindeki koşuşturma, üst kat komşumuzun bize gelmesi, eve gelen doktorlar... ben de arkamdaki pufa oturdum kaldım. o puf yıllar sonra nasıl olduysa benim odama geldi. şu maçı hatırlayınca puf bile bir anlam kazanıyor.

    benim babam sert adamdır. gaddar değildir, ama gaddar olmadığını dışarıya belli etmez. tamamen zıt kutuplarda olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim. belki de bu yüzden, kendisine şu hayatta en düşkün olan da benimdir. serttir de, yine de seveni çoktur. belki ben de onun gibi olsam, beni de epey seven olurdu. şimdi asosyal hıyarın biri oldum. ben maçları babamla beraber izlemeyi severim. futboldan benden bin kat daha iyi anlar. çocukluğumdan beri baba - oğul yaptığımız en zevkli aktivite beraber maç izlemektir. ben babamsız maç izlerken keyif almam ki. çoğunda uyuklarım hatta. hastahane - hastalık muhabbetleriyle kafa şişirdiğim şu uzun yazıyı okuyanları temin ederim ki, çocukluğumdan beri hayalini kurduğum konyaspor maçı babamla izlediğim son maç olsaydı, bir daha ömrüm boyunca maç izleyemezdim.

    kalp kriziymiş meğer. doktorlar bir şeyler yaptı da, o anlarda annemin yüzünü bile hatırlamıyorum ki doktorları hatırlasam. bizim maçın ilk yarısı da gitti tabii. şükür birazdan kendisine geldi. "oğlum, salona geç de maça bak" dedi bana. o an herkesin yüzüne bir gülümseme geldi. bense olayı orada idrak ediyordum. adam gidiyordu ciddi ciddi. az önce gördüğüm / göremediğim şeyler değil de, babamın bu sözü sarstı beni. orada ağlamayı isterdim. ama ağlamak yok tabii. hayatımda adamakıllı beceremediğim şeylerden biri de bu ağlama mevzusu. neyse, doktorunun hemşiresinin arasından sıyrılıp odadan dışarı çıktım. yan taraftaki salona geçtim. küçük bir televizyon vardı orada, hemen açtım. maçı izleyecek hal kalmamış, sol üst köşede de galatasaray'ın 2-0 yenik durumda olduğu yazıyor. haberdar ettim tabii babamı. maçı izliyorum; 10 dakika, 15 dakika ses yok. unutmuş gitmişim şimdi; bir gol oldu. hakan şükür attı. hani şu, 3 gün önce ciğerlerimi iflas ettirircesine "lan" dediğim hakan şükür, şimdi bana üstümdeki tüm yükü kaldıran hafif bir "gol" çektiriyor.

    bir ömre bedeldi o gol. o berbat günün bitmesine az bir süre kala, 15-16 dakikalık bir umuttu. o umut olmasa o gece nasıl geçecekti; hala merak ederim. 15- 16 dakikalık bir umut, delle alpiden alacağın bir beraberliğin umudu sana her şeyi unutturuyor. işte bu yüzden, arkasından defalarca kez kötü konuştuğum hakan şükür'ün bu maçta attığı gol benim hayatımdaki en önemli gollerden birisidir. belki de, uefa kupası finalinde arsenal'a attığı penaltı golünden bile değerlidir.

    juventus gollerini nasıl atmış, hiç haberim yok. belki cumartesi günü şampiyonlar ligi programında da izlememişimdir. 7 sene sonra internetten arattım, imkanı yok bulmanın. umrumda da değil zaten. iyi ki o golleri atmışlar da, o umudu yaşamamı sağlamışlar.

    be galatasaray; sen adamı öldürürsün de, yaşatırsın da...
App Store'dan indirin Google Play'den alın