45
"ben basit bir iyi futbol dilencisiyim. elimde şapkam, dünyanın dört bir yanını geziyor ve stadyumlarda yalvarıyorum: tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen!" gibi güzel, naif, romantik bir cümleden çıkarılabilecek en çirkin anlamlarla bütünlenmiş deyim. bazen insanlardan iğreniyorum. anlayışsızlıklarından, kötülüklerinden. hani ilkokulda çocuklardan birinin konuşması farklıdır ya da ne bileyim, görünüşü farklıdır, küçük bir sakatlığı vardır da öteki çocuklar onu hiç düşünmeden, onu yok etmek istercesine dalga geçer ya. bundan sadist bir haz duyarlar ya... işte "futbol dilencisi" sözü de bana bunu hatırlatıyor. aynı oranda zekâdan yoksun, aynı oranda kötülük dolu, aynı oranda bilinçsizce.
bak adam ne güzel bir cümle kurmuş, "güzel bir maç işte, istediğim bu" diyor. benim aklıma buradan sinema kareleri geliyor, ne bileyim güneşli pazartesiler geliyor nedense, izlediğim, adını bile şimdi hatılrlamadığım portekiz filmleri geliyor siyah beyaz. siyah beyaz futbolcu fotoğrafları geliyor. başkasının aklına başka başka şeyler gelir, başka başka şeyler çağrıştırır. ama futbolu seven bir insana yakıştırabileceğiniz en çirkin, en aşağılık yakıştırmadır bu "futbol dilencisi" sözü. bu cümleye saygısızlıktır, sevene, izleyene saygısızlıktır.
eleştiri başka bir şey. bülent timurlenk ne güzel eleştirmiş. "bilmeden, tanımadan, salakça hayran oluyorsunuz" demiş. bu eleştiridir. ama bunun üzerinden bir takım başka şeyleri seven bütün insanları genellemek salakçadır. apaçık: salakçadır. bunu ne kadar da tekrar etsem paragrafın akışkanlığı bozulmaz. çünkü gerçek: salakçadır, salakçadır bu. o farklı olan arkadaşlarıyla dalga geçen çocuklar gibidir bunları yapanlar. cahildir, aklı basmıyordur, farklılıkları anlamıyordur. kendi arabesk dinlerken başkasının arya dinlemesine kin güdüyordur, onu anlamak yerine. kendisi dine inanıyorken, başkasının inanmamasını küfür sayıp otel yakıyordur. faşisttir yani. futbo dilencisi diye insanlarla dalga geçmeye çalışanlar da böyle. faşisttirler.
bülent timurlenk o eleştirdiği her şeyi çok iyi biliyor. livorno'yu, st. pauli'yi, real madrid'i, liverpool'u, ingiltere'deki mavileri, kırmızıları. adam her gün italyanca, ispanyolca, fransızca spor gazetelerini okuyor. peki bu "futbol dilencisi" fırlamaları? ne bileyim, lev yashin'i biliyorlar mı? manchester united'in kaderini değiştiren maxim adlı köpeği biliyorlar mı? st pauli'nin tribünlerine kimlerin geldiğini biliyorlar mı? bu adamların mücadelesi nedir, biliyorlar mı? timurlenk'in eleştirdiği yüzeysellik ne kadar salakçaysa bu bilmeden eleştirme durumu da o kadar salakçadır. timurlenk diyor ki: "biz bunları öğrenmek için dirsek çürüttük, yıllarımızı verdik, adam iki cümleyle futbol kültürünü yalayıp yuttuğunu sanıyor." ben yıllardır felsefe üzerine çalışsam ve hiç alakasız biri çıkıp platon'dan, ne bileyim barthes'tan, bakunin'den falan herkesin bildiği yüzeysel bir alıntı yapıp hava atmaya çalışsa, ben de aynısını düşünürdüm.
bu konu üzerine başka bir tek satır bile yazmayacağım. çünkü sinirim bozuluyor. uğraştığım insanların bazen ne kadar niteliksiz olduklarını, ne kadar kötü niyetli, kendilerini nefret üzerinden ifade edecek kadar kişiliksiz, silik insanlar olduklarını görüyorum ve acıyorum. hem onlara, hem onlarla diyalogda olduğum için kendime...
bak adam ne güzel bir cümle kurmuş, "güzel bir maç işte, istediğim bu" diyor. benim aklıma buradan sinema kareleri geliyor, ne bileyim güneşli pazartesiler geliyor nedense, izlediğim, adını bile şimdi hatılrlamadığım portekiz filmleri geliyor siyah beyaz. siyah beyaz futbolcu fotoğrafları geliyor. başkasının aklına başka başka şeyler gelir, başka başka şeyler çağrıştırır. ama futbolu seven bir insana yakıştırabileceğiniz en çirkin, en aşağılık yakıştırmadır bu "futbol dilencisi" sözü. bu cümleye saygısızlıktır, sevene, izleyene saygısızlıktır.
eleştiri başka bir şey. bülent timurlenk ne güzel eleştirmiş. "bilmeden, tanımadan, salakça hayran oluyorsunuz" demiş. bu eleştiridir. ama bunun üzerinden bir takım başka şeyleri seven bütün insanları genellemek salakçadır. apaçık: salakçadır. bunu ne kadar da tekrar etsem paragrafın akışkanlığı bozulmaz. çünkü gerçek: salakçadır, salakçadır bu. o farklı olan arkadaşlarıyla dalga geçen çocuklar gibidir bunları yapanlar. cahildir, aklı basmıyordur, farklılıkları anlamıyordur. kendi arabesk dinlerken başkasının arya dinlemesine kin güdüyordur, onu anlamak yerine. kendisi dine inanıyorken, başkasının inanmamasını küfür sayıp otel yakıyordur. faşisttir yani. futbo dilencisi diye insanlarla dalga geçmeye çalışanlar da böyle. faşisttirler.
bülent timurlenk o eleştirdiği her şeyi çok iyi biliyor. livorno'yu, st. pauli'yi, real madrid'i, liverpool'u, ingiltere'deki mavileri, kırmızıları. adam her gün italyanca, ispanyolca, fransızca spor gazetelerini okuyor. peki bu "futbol dilencisi" fırlamaları? ne bileyim, lev yashin'i biliyorlar mı? manchester united'in kaderini değiştiren maxim adlı köpeği biliyorlar mı? st pauli'nin tribünlerine kimlerin geldiğini biliyorlar mı? bu adamların mücadelesi nedir, biliyorlar mı? timurlenk'in eleştirdiği yüzeysellik ne kadar salakçaysa bu bilmeden eleştirme durumu da o kadar salakçadır. timurlenk diyor ki: "biz bunları öğrenmek için dirsek çürüttük, yıllarımızı verdik, adam iki cümleyle futbol kültürünü yalayıp yuttuğunu sanıyor." ben yıllardır felsefe üzerine çalışsam ve hiç alakasız biri çıkıp platon'dan, ne bileyim barthes'tan, bakunin'den falan herkesin bildiği yüzeysel bir alıntı yapıp hava atmaya çalışsa, ben de aynısını düşünürdüm.
bu konu üzerine başka bir tek satır bile yazmayacağım. çünkü sinirim bozuluyor. uğraştığım insanların bazen ne kadar niteliksiz olduklarını, ne kadar kötü niyetli, kendilerini nefret üzerinden ifade edecek kadar kişiliksiz, silik insanlar olduklarını görüyorum ve acıyorum. hem onlara, hem onlarla diyalogda olduğum için kendime...